• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

6.2. Olumsuz Yaklaşımlar

Dilde sadeleşmeye karşı çıkanlar, özellikle kültür problemini dile getirmekle beraber, birtakım teknik problemlere de özellikle parmak basmışlardır. Bunların en başta geleni ise Türkçeye yerleşmiş olan bir kelimenin yerine ihdas edilen yeni kelimenin aynı tarihi süreci yaşamadığını ve kullanıcılar üzerinde aynı tesiri oluşturmadığı şeklindedir.317

Başgil, buna bir örnek olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi dendiğinde aklına Kurtuluş Savaşı sahneleri geldiğini ve bunu da adı geçen meclis ile bütünleştirdiğini, diğer taraftan “kamutay” dendiğinde bunun böylesi bir anlamı hiçbir zaman içermeyeceği düşüncesini savunmaktadır.

Sadeleşme düşüncesine karşı olanların özellikle üzerinde durduğu bir konu da şudur ki her ne kadar bir kelimenin birinci anlamına öz Türkçe bir karşılık bulunsa da diğer taraftan aynı kelimenin oluşturduğu başka terkipler ve yan anlamları noktasında büyük bir problem yaşanmaktadır. Örneğin Yücel (1982), eserinde ele aldığı tartışmada böyle düşünenleri ele almakta ve şu şekilde bir savunma geliştirdiklerini ifade etmektedir: Bir piyesi izleyip de şaşıran birisi, bu şaşkınlık karşısında “Allah Allah” diyecektir. Hâlbuki bunun Türkçesi olan “Tanrı” kelimesiyle ifade edilmesi son derece mantıksız ve gülünç bir durum oluşturacaktır.318

Başka bir örnek vermek gerekirse, Halit Fahri Ozansoy,19 Aralık 1968 tarihli Tercüman gazetesinde yazdığı makalede bir hanımefendinin mektubundan bahisle sadeleşme meselesinin olmayacak yerlere vardığını, “Taksim Meydanına” bile “Böley Meydanı” demek durumunda kalacaklarını ifade etmektedir.319

Ancak, bunu eleştiren yazar, Halit Fahri Ozansoy’a hiçbir zaman “Halit Fahri”nin karşılığı olarak “kalıcı övünmelik” gibi bir ismin teklif edilmeyeceğini ifade etmiştir.320

Görüldüğü üzere terkiplerin kurulmasında yeni kelimelerin yerinde olmayacağını ifade ederken bile mesele bilimsel tartışma ortamından magazinsel bir ölçü içinde de ele alınabilmektedir. Ancak bütün tartışmaların bu minval üzere devam ettiğini de söylemek doğru olmayacaktır.

317 Başgil, 2010, s. 63 318 Yücel, 1982, s. 59

319 Aksoy, Ö. A. (2004). Özleştirme Durdurulmaz, Dil Derneği Yayınları, Ankara, s. 108 320 Aksoy, 2004, s. 108

Başka bir kelimeye bakılacak olursa, “akıl” sözcüğünün yerine sadeleşmeci hareket “us” sözcüğünü önermektedir. Hâlbuki halk arasında kullanılan Türkçeye bakıldığında “akıl” ile kurulmuş birçok deyim bulunmaktadır. “aklını başına almak”, “akılda kalmak”, “akla gelmek”, “aklı ermek”, “akıl hocası”, “aklın yolu bir” gibi birçok deyim üretmek mümkündür.321 Hâlbuki bu deyimsel kullanımlarda “us”

sözcüğünün kullanılmasının imkânı yoktur.

Bunun yanında bir kelimenin insanlarda uyandırdığı yakınlık ve sıcaklık, uydurulan yeni kelimelerde bulunmadığı ifade edilmiştir. Bu duruma “kandil” kelimesi örnek verilmektedir. Bu sözcüğün “ışıllık” diye Türkçeye çevrilmesinin doğru olmadığı, insanlar üzerinde diğer kelime gibi bir tesiri hiçbir zaman bırakamayacağı ifade edilmiştir.322

Dilde sadeleşmeye karşı gelenlerin en çok üzerinde durdukları meselelerden biri de sadeleşme hareketlerine girişenlerin kural tanımaksızın yeni kelimeler uydurmaya meraklı olmalarıdır. Yukarıda da bahsi geçtiği üzere, Atatürk’ün kendisi de bu yüzden böylesi bir hareketten vazgeçmiş, ipin ucunun kaçtığını görmüştür. Hâlbuki diğer tarafta yeni kelimeler bulma ve türetmede, kelimelerin ek ve kökleriyle, kelimelerin yapısına yönelik hiçbir özen gösterilmemiş ve kelimeler gelişigüzel bir şekilde türetilmeye devam edilmiştir.

Üzerinde en çok tartışma çıkmış eklerden bir tanesi de -sel, -sal ekidir. Bu ekin Fransızcadan devşirildiği ve bu ekten birçok kelimenin türetildiği söylenmiş ve bu ek etrafında birçok tartışma dönmüştür. Öz Türkçeye dönüş adı altında Türkçede olmayan bir ek kullanıma sokulmuştur.323

Bütün bunların da ötesinde meselenin kültürel ve ideolojik boyutunun olduğu iddiaları bütün bilimsel yaklaşımların ötesine geçmiş ve diğer tartışmalardan daha çok gündemi meşgul etmiştir. Özellikle böylesi bir meselenin Türkiye’nin geçmişi olan İslam dini ile bağlarının koparılması adına bir girişim olduğu, ancak bunun bir kültür devrimi kisvesinde sunulduğu söylenegelmiştir.324

321 Yücel, 1982, s. 60 322 Yücel, 1982, s. 60

323 Yasa, Ş. A. (2013). Türkçenin Istılah Meselesi ve İdeolojik Kaynaklı Sapmalar, Kurtuba Yayınları,

Ankara, s. 259

324 Mısıroğlu, K. (2008). “Harf ve Lisan Meselesinde Direnme Borcu”, İçinde: Türkçenin Müdafaası,

Diğer taraftan, meselenin sadece dil meselesi değil, yeni pozitivist akımların iddia ettiği şekliyle suni bir kültür, suni bir dil, suni bir sanat ve suni bir toplum oluşturma çabaları içinde cereyan ettiğini, bilimsellik adına her şeyi suni bir şekilde yeniden inşa etme gayretlerinin olduğunu iddia edenler de olmuştur. Bu kesimlerin iddiasına göre: “Asıl hedef Türkçenin sadeleştirilmesi değil, Kur’an ile yoğrulmuş bir Müslüman kültürün ortadan kaldırılmasıdır. Bu milletin çocuklarının elinden Müslümanca düşünebilme şansını almak istiyorlar. Ayrıca bu hareketin başka hiçbir gayesi yoktur ve tamamen insanların dinleri ve Müslüman geçmişleriyle olan bağlarını koparmaya matuftur.” şeklinde bir duruş ve düşünce ortaya konulmuştur. 325 Kendini Müslüman diye

tanımlayan ve bu kimlikle gezen herkesin böylesi bir davada ısrarlı olması gerektiğinin altı çizilmiş ve dil devriminin taraftarı olanların sebep oldukları akıntıya karşı dikkatli olunması hususunda insanlar uyarılmıştır.

Bu söylenenlerin Cemil Meriç'in düşünceleri ile örtüştüğünün de altının çizilmesi gerekmektedir. Çünkü Cemil Meriç'e göre de dil bir milletin namusudur ve dile uzatılan bir el, aslında namusa uzatılmıştır. Ayrıca bu düşüncesini başka bilgilerle pekiştirmek isteyen Meriç, bütün mukaddesleri yıkan Fransız İhtilalini örnek vermiş ve bu devrimin sadece kamusa uzanmadığını, diğer her şeyi altüst ettiğini de vurgulamıştır.326

Aslında burada Türkiye’deki dil devrimine karşı büyük bir aşağılamanın olduğunun da altını çizmek gerekmektedir. Şöyle ki eleştirel bir tarzda ele aldığı Fransız İhtilalinde, aktörlerin bütün mukaddeslere dokunduğunu ve sadece kamusa el uzatmadıklarını iddia ederek, Türkiye’de devrimcilerin bütün mukaddeslere el uzatmanın yanında Fransız İhtilalcilerini de geçerek kamusa bile el uzattıklarını ifade etmektedir.

Temel olarak dil devrimine karşı çıkılmasının sebeplerine bakınca, kültürel değişimi getirmenin birinci aracı olarak dil devriminin görülmesi en çok ortaya konulan durumlardan birisidir. Ancak yukarıdaki örnekte de görüleceği üzere, bu amacı ifade ederken kullanılan üslup önemli ölçüde farklılaşmaktadır. Bir tarafta dil ve kültür devrimlerini son derece olumlu bir şey olarak görüp göstermek isteyenler, bunu Batıya yaklaşmak veya öze dönüş gibi olumlu kavramlarla ifade ederken,327 diğer taraf da

Müslüman kültürden uzaklaşma ve İslami hayatın yok edilmesi şeklinde ifade etmiştir.

325 Doğan, M. D. (2011). Dil, Kültür, Yabancılaşma, Yazar Yayınları, Ankara, s. 109 326 Meriç, 2005, s. 86

Sadeleşmeye karşı çıkanlar, Türkiye’de sadeleşmeyi dile getirenlerin ortaya attığı “halkın diline yaklaşmak” meselesini de gerçekçi bulmamaktadır. Çünkü dil hazinesini halkın anladığı dile çevirmek isteyen hiçbir anlayışın ortaya çıkmadığını ileri sürmüşlerdir. Örneğin Yahyaoğlu’na göre (2013), yeryüzünde başka dillerle karışık olmayan bir dil bulunmadığı gibi, başka kültürlerden etkilenmeden kendi halinde varlığını sürdüren bir kültür de yoktur.328 Bu durumda neden böyle bir girişimin sadece

Türkçe üzerinde olduğu sorusunu çokça sormaktadırlar.

Dil devrimlerinin sadece dil ile ilgili olmadığını, bunun yanında kültür ile yakından ilişkili olduğu herkesin kabul ettiği bir durumdur. Muhafazakâr cevreler, özellikle kültür devrimleri sonrasında Müslüman kültüre karşı bir yabancılaşmanın olduğunu, özellikle de bunun laik çevrelerde çok hissedildiğini ifade etmişlerdir. Bu değişimlerin dile önemli ölçüde etkisinin olduğunu ve herkesin kendi kültür ortamına göre bir dil uyarlaması yaptığını da ifade etmek gerekir. Hangi kültürün neyi yaşatmak istediği konusuna da bakılınca bazı verileri öne alıp düşünmek gerekmektedir. Bunun için de Türkiye’de, belediyesi yıllardır farklı kesimlerin elinde bulunan iki ayrı yeri ele almak uygun olacaktır. Bunun için öncelikle İstanbul’un bir ilçesi olan Sultanbeyli Belediyesi sınırları içinde bulunan sokak, cadde ve mahalle isimlerine göz atmak faydalı olacaktır.329

Tablo 6: Sultanbeyli Belediyesi sınırları içinde bulunan sokak, cadde ve mahalle isimlerinden

bazıları

SOKAK CADDE MAHALLE

Refah Ferah Abdurrahmangazi

Kandil Kuran kursu Akşemsettin

Mehdi Berat Battalgazi

Hacı Miraç Necip Fazıl

İskilipli Atıf Hoca Adil Yavuz Selim

Veysel Karani Eyyubi Ahmet Yesevi

Cennet Hudeybiye Siyer

328 Yahyaoğlu, 2013, s. 223

329 Google Maps, Erişim Tarihi: 12 Mayıs 2015,

Diğer taraftan Eskişehir’e bakıldığında 1999 yılından sonra kesintisiz bir şekilde Belediye sol eğilimli partilerin elinde olmuştur. Başkan olarak da aynı kişi önce Demokratik Sol Parti’den sonrasında ise Cumhuriyet Halk Partisinden seçilerek sürekli olarak bu görevi sürdürmüştür.330 Bu şehirdeki isimlere bakıldığında, 28 Kasım 2011 tarihli Türkiye

Gazetesi eski isimlerin değiştirilerek yeni isimlerin verildiğini haber yapmaktadır.

Bazı sokak isimleri şöyledir:331

Tablo 7: Eskişehir Belediyesince değiştirilen bazı sokak, cadde ve mahalle isimleri.

ESKİ YENİ Cami Nikel Bulut Kamarot Fatih Propaganda Gonca Kompetan Aslan Antitez Ataman Jeoloji Çetin Platform Çiçekli Kozmonot Bahadır Kriter Demir Urartu Doğuş Rekolte Beylik Anofel Fırın Albatros Azim İzotop Çiğdem Astragan

Devamında, Türkiye Gazetesi’nin bu duruma yorumu da ilgi çekicidir:

“Ve daha insana “yok ölünün körü!” dedirtecek cinsten bir sürü deli saçması. Burada Türkçe düşmanlığı, Türk büyükleri düşmanlığı yapıldığını söylemeye gerek yok. Dilimize, tarihimize, kültürümüze nasıl bakıldığı apaçık ortada.”

Bu durumu şiddetle eleştiren Bakiler (2012), Eskişehir’in bir sömürge toprağı olup olmadığını da sormaktadır. Bu eserden bazı alıntılar aşağıdadır:

330 Eskişehir Büyükşehir Belediyesi. (2015). Başkan Biyografi, Erişim Tarihi: 12 Mayıs 2015,

http://www.eskisehir.bel.tr/sayfalar.php?sayfalar_id=3

331 Türkiye Gazetesi, “Eskisehirde sokak isimleri”. Erişim Tarihi: 13 Mayıs 2015,

Eskişehir Belediye Başkanlığının, beyinlerimiz donduran bir kararla, şehir sokaklarına nasıl çarpık, nasıl çirkin, nasıl saçma-sapan isimler vermeye çalıştığını çeşitli örneklerle dikkatlerinize sunmuştum. Bu çok mühim konu üzerinde tekrar düşünmenizi istirham ediyorum.

Şimdi ismi değiştirilen sokaklara ve tam bir inkârla, aşağılık duygusuyla onlara bulaştırılmak istenilen şu Yunanca, Fransızca, İngilizce, Almanca, İtalyanca isimlere bakınız. Bu çirkin zihniyetten millet olarak utanç duymalıyız. Ve ismi değiştirilen sokaklara neden Türkçe isimler konulmadığını kendi kendimize bir kere daha sormalıyız...

…Şimdi bu hazin, çirkin, köksüz uygulama karşısında milletçe düşünmeliyiz…332

Aslında bu iki örnekte verilen kelimeler, farklı iki kültürün farklı duruşlarını da göstermesi açısından önemlidir. Bir tarafta çoğunlukla dini referanslı kelimelerin seçilerek sokaklara verilmesi, diğer tarafta özellikle Batı dillerinden alınan sözcüklerin olması çok önemli farklılıklara işaret etmektedir. Eğer dil, ülkede yaşayan kültürün bir parçası ise, o zaman o kültürün içinde olanlar mutlaka dile yansıyacaktır. Bu yansımalar ise değişik şekillerde ortaya çıkmaktadır. Bazen yabancı kültürle alış verişin çok sık olduğu durumlarda her türlü geçişkenlik olabilmektedir. Bunun yanında bir özenti söz konusu olabilir. Ancak bu kelime alışverişini durdurmak pek olanaklı görünmemektedir. Bu konuya dikkat çeken Lewis (1999), Türkiye’nin yüzünü Batıya dönmesiyle beraber, bu durumun da çok normal olduğunu ve böylesi geçişlerin, dilde sıradan bir olay olarak karşılanabileceğini ifade etmektedir.333

Türkiye’de muhafazakâr çevrelerin dil devrimleri konusunda özellikle üzerinde durdukları bir nokta, dil devrimlerinin başta ifade edildiği gibi Türkçeleşmeye doğru gitmediğini, bir noktada yeni Batılı kelimelerin Türkçeyi istilaya doğru gittiğini çokça dile getirmeleri olmuştur.334

Aslında gerek Lewis’ın (1999) tespitleri gerekse muhafazakâr çevrelerin bu konuda dile getirdikleri, birbirini doğrular niteliktedir. Batıya yönelmiş bir Türkiye, son dönemlerde sürekli olarak o dillerden yeni kelimeler almaktadır ve bunun önemli bir sebebi de kültür etkileşimidir.

Bu konuda muhafazakâr çevrelerin fikirlerini ortaya koyan kitapların isimlerinin de son derece kışkırtıcı olduğunu vurgulamak gerekir. Ancak bu kışkırtıcı dilin her iki tarafta

332 Bakiler, Y. B. (2012). Sözün Doğrusu 1, Yakın Plan Yayınları, s. 95-96 333 Lewis, 1999, s. 136-139

334 Doğan, M. (2014). “Yeni moda bir kelime: İnovasyon!”. Yeni Akit Gazetsi. Erişim Tarihi: 13 Mayıs

2015, http://www.yeniakit.com."tr/yazarlar/mehmet-dogan/yeni-moda-bir-kelime-inovasyon- 8750.html

da üretildiğinin altını çizmek gerekir. Bu konuda yazılmış kitaplara bir örnek olarak Mehmet Doğan’ın “Yüzyılın Soykırımı” verilebilir. Bu eser, ismi itibariyle çok açıklayıcı olmanın yanında, içerik olarak da önemli eleştiriler getirmektedir. Bunlardan göze çarpan bir tanesi devlet tarafından hazırlanan sözlükte de görüleceği üzere, bir taraftan öz Türkçeleşmek adına bazı adımlar atılırken, diğer taraftan lügatlerin Batı dillerinden giren kelimelerle dolduğuna güçlü bir vurgu yapmaktadır.335 Bu kitapla ilgili

destek yazılarına da yayımlandığı günlerde rastlanmaktadır.

Cumhuriyet’in dil katliamcısı ve Türkçe’nin katili olduğunu, altmış bin kelimelik lügatimizi on beş bine düşürdüğünü, katledilen kelimelerin yerine şuurumuza bıçak sokar gibi soktuğu uydurukça kelimelerin dilimize ettiği işkenceyi öğrenmek istiyorsanız, Türkiye Yazarlar Birliği Şeref Başkanı D. Mehmet Doğan’ın yeniden basılan “Yüzyılın Soykırımı” adlı kitabını okumalısınız.

Kitap, yirminci yüzyılda yaşanan soykırım, katliam ve etnik mezalimlerin tarihi anlatılarak başlıyor. Ardından insan soykırımının kültür ve medeniyet soykırımına nasıl dönüştüğü, Türkçe’nin maruz kaldığı yozlaşma, fakirleşme ve dil tahribatı bütün cephesiyle anlatılıyor.336

Bu şekilde kışkırtıcı eserlere verilecek başka bir örnek, yukarıda da kendisinden alıntılar yapılmış olan Ahmet Kemal Yahyaoğlu’nun “Öz Türkçeciliğin İç Yüzü: Türkçenin Katli” adlı kitabıdır. Bu kitabın önsözünden bir kesit şöyledir:

Tarihte hiçbir millet, bizde yapıldığı gibi, konuşma dilinde özleştirmeye ve etnik temizliğe kalkışmamıştır. Bundan dolayı “Türk Dil Reformu” ifadesi çok hafif kalmaktadır. Peki bu hareketlere tasfiyecilerimizin münasip gördüğü gibi dil devrimi diyebilir miyiz? Devrim bir alt üst oluşu ifade eder ama bunun neticesinde gene de mevcut durumdan daha iyi bir noktaya varılması hedeflenir. Bizdeki dil hareketlerinde böyle bir hedef bulunmuyor. Nitekim hareketler dilimizi hırpalanmış, zayıflamış, fakirleşmiş; nesiller arasında, Türk kavimleri ve hatta siyasi görüş sahipleri arasında irtibat kabiliyetini kaybetmiş bir hale sokmuştur. Çünkü hedef, dili değiştirmek değil, ne pahasına olursa olsun, Selçuklu ve Osmanlı döneminin izlerini silmektir. Dolayısıyla bu dil hareketlerini “Türk Dil Reformu” ve “Türk Dil Devrimi” olarak adlandıramayız. Buna verilebilecek yegâne isim olsa olsa “Türk Dil Katliamı”dır.”337

Bu önsözde dile getirilen eleştirel düşüncelerin benzerlerine daha başka kaynaklarda da görmek mümkündür.

335 Doğan, M.(2004). Yüzyılın Soykırımı, İz Yayıncılık, s. 11

336 İlbey, A.D. (2013). İki Başucu Kitabı: Yüzyılın Soykırımı ve Türkendülüsiye. Erişim Tarihi: 14

Mayıs 2015, http://www.habervaktim.com/yazar/57696/iki-basucu-kitabi-yuzyilin-soykirimi-ve- turkendulusiye.html