• Sonuç bulunamadı

İsmet İnönü Döneminde Dil Politikaları

1. BÖLÜM

5.2. İsmet İnönü Döneminde Dil Politikaları

Cumhuriyet’in ilk dönemi, daha çok sadeleşme merkezli çalışmalar ile geçmiştir. Ancak, o devirdeki girişimler sonradan gelenlere adeta ilham kaynağı olmuştur. Önceki dönemde girişimde bulunulup da vazgeçilen sadeleşme hareketi bu dönemde tekrardan ele alınmış ve ciddiyetle üzerinde durulmuştur. İnönü devri itibariyle Türk Dil Kurumu, hükümetten önemli ölçüde destek almış ve çalışmalarına ara vermeden devam etmiştir. Cumhuriyetin ilk devirlerinde kültür alanında başlamış olan devrimler, yine bu dönemde devam ettirilmeye çalışılmış ve iktidar partisi olan CHP'nin önemli ölçüde enerjisi bu konulara tahsis edilmiştir.251

TDK tüzüğüne göre 1939 yılında toplanması gereken dil kurultayı, İkinci Dünya Savaşı'nın başlaması sebebiyle 1942 yılının 10 Ağustosunda toplanabilmiştir. Bu kurultayda, değişik alanlarda çalışma yapacak olan şubeler belirlenmiş ve bu şubelere başkanlar atanmıştır. Bundan sonra ise Türkiye'de yeni bir sadeleşme evresi başlamıştır. Ayrıca, sözlük konusu ciddi olarak ele alınmış, "Tanıklarıyla Tarama Sözlüğü" adlı eser vücuda getirilmiş ve sözlük meselesine ciddiyetle eğilmeye başlanmıştır.252

Bu dönemin dikkati çeken en önemli tartışmalarından biri, Türkçede yer alan yabancı kökenli terimlerin Türkçe karşılıklarının bulunmasıdır. Bunun için birçok girişimde bulunulmuş olmasına rağmen, yine sert muhalefet ile karşılaşılmıştır. Örneğin bilim dilinin içinde yer alan Latince kökenli kelimelerin Türkçeleştirilmesine karşı, İstanbul Üniversitesinden ciddi bir tepki gelmiştir. Diğer taraftan dini ilimler içerisinde yer alan ıstılahların millileştirilmesinin zamanının gelmediğini düşünenler de vardır. Ancak yine de Cumhuriyet Halk Partisi'nin ilk döneminde olduğu gibi, bu dönemde de Türkçedeki sadeleşmenin bir devlet politikası olarak ele alındığı görülmektedir.253

250 Güncel Tarih, Ay Adları ve Tarihsel Kökenleri Üzerine Kısa Bir Deneme, Erişim Tarihi: 7 Nisan 2015

http://www.gunceltarih.org/2011/10/ay-adlar-ve-tarihsel-kokenleri-uzerine.html

251 Taşkın, Y. (2001). “Kemalist Kültür Politikaları Açısından Türk Tarih ve Dil Kurumları”, Modern

Türkiye’de Siyasi Düşünce, C 2 (Kemalizm), İletişim Yayınları, s. 419

252 Levend, 1972, s. 446

253 Gönülal, Y. Ö. (2012) Cumhuriyet Dönemi Dil Tartışmalarının Türk Dili Eğitimine Yansımaları (Toplum

1945 yılı başı itibariyle anayasanın dili sadeleştirilmiştir. Ancak bu durum, yeni kelimelerin bir toplumda kolayca yerleşmeyeceğini de göstermiştir. Şöyle ki anayasada yapılan değişikliklere rağmen mahkemelerde hala "suçlu" yerine "mahkûm" denilmekteydi. "Bina vergisi" maliyede "müsakkafat resmi", gizli oturum " içtimaın celse-i hafiyesi" şeklinde söylenmeye devam edilmiştir. Bunun yanında "özel kanuna göre" ibaresi “kanun-ı mahsusuna tevfikan” yerine kullanılmaya başlanmıştı, ancak daha birçok hukuki terim Türkçe karşılığı bulunmaksızın dil içerisinde yaşamaktaydı. Sadeleştirilen yeni anayasaya bakıldığında "vilayet, kaza, hâkim" gibi yabancı kelimeler atılarak yerlerine Türkçeleri konmuş, ancak "belediye, şehir, kasaba, mahkeme" gibi kelimelere dokunulmamıştır. “Harp” kelimesinin karşılığı olarak “savaş”, “sulh” kelimesinin karşılığı olarak ise “barış” ihdas edilmiştir. “Mali” kelimesinin karşılığı olarak “akçalı” ifadesi konulmuş, ancak “maliye” kelimesine dokunulmamıştır.254

Anayasada yapılan değişiklikleri ortaya koyması bakımından ele alındığında 1924 Anayasasının 26. Maddesi şöyledir:

Büyük Millet Meclisi ahkâmı şer’iyenin tenfizi, kavaninin vaz’ı tâdili, tefsiri, fesih ve ilgası, devletlerle mukavele, muahede ve sulh akti, harp ilanı, muvazenei umumiyei maliye ve Devletin umum hesabı kati kanunlarının tetkik ve tasdiki, meskukat darbı, inhisar ve mali taahhüdü mutazammın mukavelat ve imtiyazatın tasdik ve feshi, umumi ve hususi af ilanı, cezaların tahfif veya tahvili, tahkikat ve mücazatı kanuniyetinin tecili, mahkemelerden sadır olup katiyet kesbetmiş olan idam hükümlerin infazı gibi vezaifi bizzat kendi ifa eder.

Aynı madde 1945 tarihinde şöyle değiştirilmiştir:

Kanun koymak, kanunlarda değişiklik yapmak, kanunları yorumlamak, kanunları kaldırmak, Devletlerle sözleşme, andlaşma ve barış yapmak, harb ilan etmek, Devletin bütçe ve kesin hesap kanunlarını incelemek ve onamak, para basmak, tekelli ve akçalı yüklenme sözleşmelerini ve imtiyazları onamak ve bozmak, genel ve özel af ilan etmek, cezaları hafifletmek ve değiştirmek, kanun soruşturmalarını ve kanun cezalarını ertelemek, mahkemelerden çıkıp kesinleşen ölüm cezası hükümlerini yerine getirmek gibi görevleri Büyük Millet Meclisi ancak kendisi yapar.255

Burada da görüleceği üzere anayasa metninde büyük değişikliklere gidilmiştir. Ancak yukarıda da ifade edildiği gibi bu meselenin kabullenilmesi kolay olmamış, başka alanlarda ve hatta devlet dairelerinde eski kelimeler bir süre daha kullanılmaya devam etmiştir.

Ortaöğretim Sosyal Alanlar Eğitimi Anabilim Dalı Türk Dili Ve Edebiyatı Öğretmenliği Programı, İzmir, s. 92-93

254 Gönülal, 2012, s. 94

255 TBMM, 1924 Anayasası, Erişim Tarihi: 10 Nisan 2015,

Bu arada sadeleşme hareketlerinin tekrar başlaması, eski tartışmaları tekrardan alevlendirmişe de benzemektedir. Levend’in (1972) aktardığına göre 23 Ekim 1948’de İstanbul Eminönü Halkevi konferans salonunda İstanbul Muallimler Birliği tarafından düzenlenmiş olan dil kongresi, birbiriyle çatışan tarafların bir şekilde münakaşalarına sebep olmuş ve sadeleşme karşıtı olanların düşünceleri kongreye damgasını vurmuştur:

a) Dil siyasete alet edilmiştir.

b) Uydurma kelimeler devlet zoruyla kitaplara sokulmuştur. c) Nesiller birbirini anlamaz hale gelmiştir

d) Dil kurumunda çalışanlar emir iş gören bilgisiz kimselerdir.

Ayrıca bu kişilerin vardığı sonuç şöyledir: Bu işten vazgeçilmeli, 1928 den önceki devreye dönülmeli ve bu kurum hükümet tarafından teftiş ve tasfiye edilmelidir.256

Şunu belirtmek gerekir ki böylesi bir eleştirinin bu kadar aleni bir şekilde yapılmasının arkasında, o günün Türkiye’sinin yeni bir devre tanıklık etmeye başlaması yatmaktadır. Çünkü 1945 yılından sonra İkinci Dünya Savaşının sona ermesi ile birlikte dünya üzerinde yeni trendler hâkim olmaya başlamış ve bunun sonucu olarak Amerika Birleşik Devletleri'nin Türkiye'yi demokrasiye geçmeye zorlamasıyla yeni bir dönem başlamıştır. İşte böylesi bir dönemde her ne kadar Cumhuriyet Halk Partisi başta bulunuyor olsa da eski gücünü kaybetmiş ve birçok eleştiriye maruz kalmıştır. Öyle ki bu eleştirilerin birçoğu kendi içinde bulunan milletvekilleri tarafından yapılmış ve bunun sonucu olarak yeni siyasi oluşumlar da ortaya çıkmıştır.257

Cumhuriyet Halk Partisi, bundan sonra birçok politikalarında geri adım attığı gibi dil politikalarında da önemli ölçüde yumuşamaya gitmiştir. Bundan sonra ise büyük ölçüde eleştiriler gelmeye başlamış ve demokratik ortamda herkes fikrini ifade eder hale gelmiştir. Hatta bir sonraki dönem olan menderes döneminde, Cumhuriyet Halk Partisinin ortaya koyduğu birçok politika tersyüz edilmiş ve bazılarında eskiye dönüş de sağlanmıştır.

1949 yılına gelindiğinde Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti, Türkçenin doğal akışına müdahale edilmemesi gerektiğini ifade eden bir beyanname ile ortaya çıkmış, hükümetin otorite

256 Levend, 1972, s. 452

kullanarak bir kanun zoruyla bile müdahale etmesinin yanlış olduğunu ifade etmiştir. Dili kullananlar sadece ona siyasi olarak hükmedenler değil, aynı şekilde bu dili bu fikirde olmayıp da kullanan başka insanlar da mevcuttur. Bu anlayış çerçevesinde ortaya koydukları beyannamede 5 maddeyi tasrih etmişlerdir:

a. Yaşayan Türkçeyi, son senelerde yer alan uydurma kelime ve tabirlerden temizlemek, b. Yaşayan Türkçede karşılığı varken garp dillerinden alınmış olan kelimeleri

memleketlerine iade etmek,

c. Türkçeyi son senelerde saplandığı ırkçılık çorağından kurtarmak ve dilin bünyesine girip yerlileşmiş olan kelimeleri, asıllarına bakmadan Türkçe kabul etmek,

d. Bu tasfiye, iade ve kabulden sonra; yaşayan Türkçenin mükemmel bir kamusunu, sarf ve nahvini yapmak,

e. Dili, ilmî bir zabıt altına alıp resmî ve keyfî müdahalelerden korumak.258

Ayrıca Başgil, kullanılması istenilen "kamutay" sözcüğünün Büyük Millet Meclisi yerine kullanıldığını, hâlbuki bu sözcüğün sadece maddi bir anlamı bulunmadığını, bunun yanında insanlarda aslında çok farklı hususlar çağrıştırdığını ifade etmiştir. Kendisine göre Büyük Millet Meclisi dendiği zaman milli mücadele tarihi ve İstiklal Harbi sahneleri aklına gelmektedir. Bunun doğal sonucu olarak da insanlarda vatan ve millet sevgisi ortaya çıkmaktadır. Hâlbuki bunun yerine “kamutay” dendiği zaman bunun hiçbir karşılığı olmadığı gibi manevi olarak da insanların aklına getirdiği bir şey yoktur.259

Başgil ’in bu eleştirisi İnönü tarafından haklı bulunur ve “kamutay” sözcüğüne yeni yasa tasarılarında yer verilmez. Ancak bunun yanında “oy, önerge, ivedilik, Sayıştay, Danıştay” kelimeleri İnönü ile beraber dile girmiş ve kabul görmüştür.260

Aslında bir noktada İsmet İnönü’nün ikinci dünya savaşı boyunca ele aldığı dil politikalarını hem diğer olaylarla beraber ele almak hem de bir süreç analizine tabi tutmak gerekmektedir. 1940 yılına gelindiğinde dünya savaşı patlak vermiş ve Türkiye’nin bu savaşa girmeye zorlandığı bir ortamda dış politikada büyük ölçüde zorluklar yaşanmıştır. Bunun yanında halk nezdinde önemli derecede itibar kaybına uğramış olan CHP, bu durumu gidermek için

258 Başgil, A. F. (2010). Türkçe Meselesi, Yağmur Yayınları. İstanbul,s. 88 259 Başgil, 2010, s. 63

toprak reformuna kalkışmış ve toprak ağalarının elinde bulunan fazla toprakları onlardan alarak köylüye verme girişimine ön ayak olmaya çalışmıştır. Böylesi bir ortamda ise yine kendisi de bir toprak ağası sayılabilecek olan Adnan menderes, bir muhalefet hareketi başlatmış ve parti içerisinde hareketlenmeler gün yüzüne çıkmaya başlamıştır.261

Bununla beraber, yine bu dönemde Köy Enstitüleri desteklenmiş ve geliştirilmeye çalışılmıştır. İkinci dünya savaşı yılları boyunca, sürekli hükümet tarafından desteklenmiş olan bu kurumlar, demokrasiye geçiş ile beraber bizzat CHP’nin kendisi tarafından tırpanlanmıştır.262

Bu ve bunun gibi birçok hareketlerden de anlaşılacağı üzere, CHP; Atatürk dönemindeki gibi rahat değildir ve istediği gibi hareket edememektedir. Hatta İkinci Dünya savaşı yıllarında ortaya çıktığı üzere muhalefet, sürekli bir gelişim göstermiş ve iktidar partisi karşısında sürekli güçlenmiştir. Buna İkinci Dünya Savaşı sonrası şartlarının eklenmesi ve dış baskıların da artmasıyla, yönetim anlayışında da büyük değişiklikler ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunun neticesi olarak CHP, önceki dönemde uyguladığı politikalardan vazgeçmek zorunda kalmıştır. İnönü, dil meselesinde ise iktidarının ilk yıllarında elden geldiğince çok şeyi yapmaya gayret etmiş, kafasındaki politikaları bir an önce uygulayıp bir sonuca varmak istemiştir. Ancak, dil politikalarında; demokratik ortama geçildiğinde sert bir muhalefet ile karşılaşınca geri adım atmak zorunda kalmıştır. Böylece Atatürk devrinden sonra ikinci bir sadeleşme devresi politik olarak sekteye uğramıştır. Politik olarak birtakım problemler yaşanmış olsa da, o gün ortaya konulan birçok kelime, sonrasında dile yerleşmiş ve dilin bir parçası olmuştur. Bunu, tümüyle başarısızlığa uğramış bir süreç şeklinde nitelemek doğru değildir.

1945 sonrası İnönü döneminde, İkinci Dünya Savaşı yıllarındaki döneme nispeten birçok alanda keskin politika değişiklikleri olduğu gibi, dil konusunda da aynı değişimlere rastlamak mümkündür. Bunun en bariz örneklerinden biri, 1949 yılında yapılan Altıncı Dil Kongresi’nde ortaya çıkmıştır. Bu kongrede kurultay başkanı seçilen Hüseyin Cahit Yalçın, öz Türkçeleşmenin ılımlı muhaliflerinden biridir. Kurultayın en dikkat çeken yanlarından biri de sadeleşme meselesinde farklı yerlerde duran, bu meseleye muhalefet edenlerin de

261 Karpat, K. H. (1996), Türk Demokrasi Tarihi, Afa yay. İstanbul, s. 168

262 Yüce, C. (2008), Demokrat Partinin eğitim Politikası ve Cumhuriyet Halk Partisinin Muhalefeti, Yüksek

kurultaya çağrılması ve kendilerine söz hakkı verilmiş olmasıdır. Oluşturulan bilim kuruluna Nihat Sami Banarlı ve Peyami Safa'nın seçilmesi, başlı başına girişilen politika değişikliklerini göstermesi açısından önem arz etmektedir. Çünkü Peyami Safa gibi bir şahsiyet, dilin sadeleşmesi noktasında muhalif bir pozisyonda durmaktaydı ve hiç bir dilin tam olarak sadeleşmek gibi bir durumla karşı karşıya olamayacağına inanmaktaydı. Hatta Peyami Safa'ya göre yeryüzünde ortaya çıkmış bütün medeniyetlerin ortak noktası, birbirlerinden kültür alışverişinde bulunmaları ve bu vesileyle dillerinin de birbirinden etkilenmiş olmasıdır.263