• Sonuç bulunamadı

M Kemal Atatürk Döneminde Dil Politikaları

1. BÖLÜM

5.1. M Kemal Atatürk Döneminde Dil Politikaları

İttihat ve Terakki dönemindeki dilde sadeleşme hareketinin, adeta bir ideoloji haline gelmesi, hemen yanı başındaki Ermeni ve Arapların önemli ölçüde tepkisini çekmiştir. İşte böylesi bir

ortam içerisinde ve Türkçeleşmeye dair üretilen birçok fikirlerin arasında, Osmanlı devleti Birinci Dünya savaşına girmiştir. Ancak, tarihin seyrini büyük ölçüde değiştirecek olan bu savaş, Osmanlı devletinin birçok unsurlarının yaşadığı toprakları da kaybetmesine sebep olmuştur.

Osmanlı devleti, sadece Anadolu içinde bir devlet olarak kalmıştır. Bunun yanında, kendi içerisindeki azınlıkları da başka ülkelerdeki Türk azınlıklarla mübadele etmiş, İttihat ve Terakki dönemindeki azınlıkları da kaybetmiştir. İşte böylesi bir durumda Osmanlı devletinin eskiden beri içine düştüğü dağılma endişesini ve merkezi teşkilatın zayıflaması korkularını tümüyle üzerinden atmış olan Cumhuriyet yönetimi, bundan sonra kendisine yeni bir yol çizmeye başlamıştır. Böylesi bir ortamda devletin başına geçmiş olan Mustafa Kemal Paşa, kendinden önceki dönemden miras kalan ulusçuluk anlayışını güçlendirmiş ve buna paralel olarak Türk dilinin sadeleşmesi üzerinde durmuştur.206

Mustafa Kemal'in ortaya koyduğu Kemalist düşüncenin, “ulusçuluk”, “Batıcılık” ve “laiklik” ilkeleri üzerinde yükseldiğini kabul etmek gerekmektedir. Bu ilkeleri, Kemalizm'in içinde birdenbire var olmuş birer kavram olarak tanımlamak tabii ki doğru olmayacaktır. Özellikle kendinden önceki Batılılaşma hareketleri içerisinde, Jön Türklerle beraber başlamış olan akımlar içerisinde bu kavramların yer yer ön plana çıktığı göze çarpmaktadır. Hatta bu anlayışları, kendinden önceki dönemin en çok öne çıkan akımları olan Batıcılık, İslamcılık ve Türkçülük anlayışları içerisinde görmek de mümkündür. Ancak yine de Kemalizm’in kendine özgü bir karakterinin olduğu ve her ne kadar öncekilerden etkilenmiş olsa da yine de kendine göre bir yol çizdiği söylenebilir.207

Cumhuriyet dönemine gelinceye kadar bu konular üzerinde önemli fikirler ortaya koyan ve eserleri ile aydınları etkileyen Ziya Gökalp'e bakıldığında, o Batılılaşma ile Türkçülüğü birleştirmeye çalışmış ve bu iki kavram arasında bir zıtlık görmemiştir. Çünkü bunlardan birincisi medeniyeti, ikincisi ise kültürü işaret etmektedir ve aralarında bir çatışma söz konusu değildir. O, Doğu ve Batıyı birbiriyle sürekli olarak çatışır halde göstermek yerine, ikisinin bir arada yaşayabileceği bir anlayış meydana getirmeye çalışmıştır. Bu anlayış çerçevesinde bir toplum yaşamının olabileceğini ileri sürmüştür. Bunlardan birincisi “milliyet”, diğeri “beynelmileliyet” ve sonuncusu ise “asriyet”tir. Bu anlayışı Türk dili üzerinde uygulamaya çalışan Gökalp'e göre, kavramlar konusunda “muasırlaşma”, terimler konusunda

206 Lewis, 1999, s. 40 207 Sadoğlu, 2010, s. 189

“beynelmilel” hale gelme, gramer yapısı ve imlada ise “millileşme” yönünde yol alınabilir. Bir takım icatlarda Batılı kavramlar kullanılabilirken İslam ortak kültüründen gelindiği için Arapça ve Farsça birtakım terimler Türkçede kullanılabilirdi. Dil noktasında da uygulanabilecek olan bu kavramsallaştırma ile beraber Batıcılık ile Türkçülüğün birbiri ile çatışmayacak şekilde devam edebileceğini ön görmüştür.

Bunun yanında Türklük ile İslam'ın birbirinden ayrılmaz bir şekilde kenetlendiğini düşünen düşünürler de bulunmaktadır. Ziya Gökalp’te olduğu gibi diğer bazılarında da İslam’ın beynelmilel durumunun, Türkçülüğü destekler nitelikte olduğu anlayışı vardır. Bununla beraber yine aynı düşünürlerin, laikleşme eğilimlerine önceki dönemden destek verdikleri de bilinmektedir. Ancak yukarıda izahı geçen şekilde bir anlayışa sahip olan Ziya Gökalp, 1923 yılında yayımladığı “Türkçülüğün Esasları” adlı kitabında ezan ve namaz surelerinin Türkçeleştirilmesine karşı çıkmaktadır. Ancak bunun yanında hutbelerin ve namazdan sonra okunan duaların Türkçe olabileceğini yine dini referanslarla desteklemektedir.208

Medeniyeti ve kültürü bir arada tutmaya çalışan ve muhafazakâr anlayışlardan da faydalanan Gökalp’in düşüncelerine karşılık, kültür alanında çok radikal değişikliklere Kemalist devrimin hazırlanmaya çalıştığını söylemek mümkündür. Öyle ki bu anlayışa göre Osmanlıdan gelen kültürün tamamıyla tasfiye edilmesi gerekliydi.209

Bu tasfiye hareketi ile beraber, aslında o güne kadar görülmemiş bir kültür anlayışının da Kemalist düşünce içerisinde var olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü, o güne kadar bilinen manasıyla kültür, birikimin eseri iken, o vakitten sonra kendi iç dinamikleri ile tamamen yeni bir kültür oluşturma gayretine girilmiştir.210

Batı etkisinde ortaya çıkan yeni kültürün, Batı medeniyetine uyum esasına dayalı olarak, sadece dildeki yabancı kelimeleri temizlemekle yetinilmemiş, bunun yanında medeniyetin kültürüne uyum sağlamak adına alfabe değişikliğine de gidilmiştir. Önceki dönemlerde, alfabenin böyle bir değişime ön ayak olabileceği düşünülmemiştir. Ancak bu dönem ile beraber yapılacak köklü değişiklikler, Kemalist düşüncenin öncülerinin aklına böyle bir fikri getirmiştir.211

208 Sadoğlu, 2010, s. 190-197

209 Kohn, H. (1944) Türk Milliyetçiliği, Hilmi Kitabevi, İstanbul, s. 44

210 İnan, A. (1984) Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 4. Baskı,

Ankara, s. 206

Kemalist düşüncenin ortaya attığı dil devrimlerini, sadece dil üzerinde ortaya konulmuş birtakım pratik gerekçelerle açıklamak pek mümkün değildir. Türkçedeki yabancı kelimelerin atılması, sadece bir dilde sadeleşme hareketi değildir. Bu, uzun vadede insanların düşüncesinde ve eylemlerinde çok büyük değişiklikler yapacak bir atılımdır. Örneğin "kaza ve kader" kavramlarının yerine "talih ve şans" kavramlarını kullanmak, sadece bir sadeleşme meselesi değildir. Aynı zamanda zihinlerde eskiden beri yer etmiş birtakım inanışların büyük ölçüde değişmesi ve pozitivist bir anlayışa yönelmesidir. Çünkü kaza ve kader, nihayetinde önceden belirlenmiş bir duruma işaret etmektedir. Hâlbuki Kemalist düşünce, sahip olduğu pozitivist zihniyetle beraber böylesi bir anlayışı kökünden reddetmek ve insan iradesini ön plana çıkarmayı hedeflemektedir.212

Bir taraftan kültürel olarak İslam’a karşı bir anlayış geliştiren Kemalist ideoloji, diğer taraftan dinin toplum üzerindeki etkisini çok iyi bildiğinden, yaptığı nüfus mübadelelerinde Türk olmaktan daha çok Müslüman olma şartını ön plana koymaktaydı. Kendi içinde Türkçe konuşan ve hatta kendini Türk hisseden birçok gayrimüslimi, mübadele dâhilinde Yunanistan’a göndermiş, diğer taraftan kendileri tam bir Türk soyundan oldukları halde sayıları 300 bini bulan Gagavuzların Türkiye’ye gelmeleri engellenmiştir. Bu durum ise bir takım pratik sebeplerden kaynaklanmaktadır. Osmanlı döneminde de tecrübe edildiği üzere devlete en çok bağlılık gösteren unsurlar, yine ortak dinde buluşan milletlerdir. Bunun yanında Hıristiyan unsurların sürekli Batılılarla iç içe oldukları ve onlardan aldıkları talimatlarla devlet içerisinde ayrılıkçı hareketlere giriştikleri bilinmektedir. Hâlbuki Müslüman unsurlarda böylesi bir problem hiçbir zaman görülmemiştir. Bu durum karşısında da Türkiye, Cumhuriyetin ilanından sonra, mübadele politikası çerçevesinde Müslüman unsurlara kapılarını açmıştır. Ancak burada şunu unutmamak gerekir ki Kemalist ideolojinin buradaki takındığı tavır, İslami unsurlara yakın olmaktan daha çok, İslam dini içerisindeki unsurların devlete daha itaatkâr davranacağını bilmelerinden ve bu insanları, kültür politikaları çerçevesinde istenilen kıvama getirmenin onlar için daha kolay olacağından kaynaklanmaktadır.213

Kemalist elitin İslam dinini bu denli ön plana çıkarması, Kurtuluş savaşı yıllarında da vuku bulmuş bir gerçektir. Hatta Lozan Anlaşması'nda bile azınlık kavramını yine din üzerinden belirledikleri görülmektedir. Ancak bu durumun taktiksel bir açılım olduğunu ifade etmek

212 Sadoğlu, 2010, s. 201-202 213 Sadoğlu, 2010, s. 205-213

gerekmektedir. Çünkü sonraki birçok anlatımlarında da ortaya çıktığı gibi, İslam dinine karşı son derece soğuk bir tavır takınmışlardır ve İslam dininin Türk milletinin milli rabıtalarını gevşettiğini dahi düşünmüşlerdir. Ulusu devletten hareketle tanımlama gayretine girmiş olan cumhuriyet eliti, insanların devlete olan bağını yurttaşlık olarak ele almaktadır. Ancak böylesi soyut bir yurttaşlık meselesinin güvenilir bir durum olmadığı kanısında oldukları için kültürel olarak da birbirine uyumlu bir toplum ortaya çıkarma çabası içerisindedirler.214

Bilindiği üzere dil kavramı, Batı toplumlarında ulusçuluğun ortaya çıktığı zamanlarda bile amaç olarak ele alınmış bir olgu değildi. Ortak dil ile vurgulanmak istenen mesele, ortak bir milliyet olduğu vurgusunu pekiştirmekti. Bu şekilde, Osmanlı toplumundaki paradoksal durumları aştıktan sonra, cumhuriyet devrinde de dil meselesi bir amaç olarak görülmenin ötesinde, ortak bir milliyet ve yurttaşlık oluşturmak adına bir araç olarak kullanılmıştır. Hatta dil meselesinin ötesinde, asıl olarak kültürün yeniden yaratılması gibi temel bir düşünce bulunmaktadır. Dil ise böylesi büyük bir amaca götürecek bir araç olarak görülebilirdi.

Önceleri, politik olarak bir ulus ortaya çıkarmak düşüncesi ile hareket eden Kemalist elit, daha sonra Türk dilini adeta bir amaç haline getirmiş ve onun üzerinde özenle durmuştur. Hatta Atatürk, “Türk demek, dil demektir.” şeklinde beyanlarda bulunmuştur. Atatürk’ün medeni bilgiler kitabında Türk dili ile ilgili şu sözlerine rastlamak mümkündür: " Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır. Türk dili, Türk milleti için mukaddes bir hazinedir... Türk dili Türk milletinin kalbidir zihnidir.”215

Harf devriminden sonra Türk dili ile ilgili önemli bir devre başlamıştır. Levend'in (1972) de ifade ettiği gibi, cumhuriyet devrinde ki bu birinci devre adeta bir dil seferberliği hüviyetine bürünmüştür.216

Bu devre içerisinde yabancı kelimelerin atılıp onlara Türkçe karşılıklarının bulunması isteği güçlü bir şekilde dile getirilmeye başlanmıştır. Yine Levend'in (1972) ifadesine göre bu devirde ele alınan dilde sadeleşme hareketinde, son derece özensiz birtakım durumlar da ortaya çıkmıştır. Ancak gerek ilk deneme olması gerekse yetkin kalemlerin çok fazla

214 Orhan, 2012, s. 99-100

215 İnan, A. (1988) Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları, TTK Yayınları, 2. Baskı, Ankara,

s. 19

bulunamaması sebebiyle böyle bir girişimi hoş görmek gerekmektedir. Bu bağlamda ortaya atılmış ilk girişimlerden biri, sözlük hazırlama faaliyetidir. Zengin bir dil olduğu düşünülen Türkçenin bütün ihtiyaçlarını karşılamak için hazırlanması planlanan bir sözlük için iki nokta çok önemliydi:

1) Dilin sınırlarını çizmek ve kendine has kelime hazinesini ortaya çıkarmak.

2) Dilde bulunan yabancı kelimeleri ayıklamak ve onların yerine Türkçe karşılıklar bulmak.

Aranan bu karşılıklar ise halkın dilinde yüzyıllardır kullanılan kelimeleri, yeniden aydınlar arasında kullanılan dilin içine sokmak şeklinde düşünülmüştür. Bu çıkış noktasından da anlaşılacağı üzere o gün için Türkçenin temel problemi olarak gördükleri mesele, aydınların dilinin Arapça ve Farsça ile dolu olması ve bunu aşmak için halk dilinde kullanılan kelimelerin bu dile kazandırılması şeklinde ortaya çıkmıştır.217

Sadeleşme isteğinin bu kadar baskın olarak ortaya çıkmasından sonra atılan küçük adımların bu iş için yeterli olmadığı meselesi fark edilince, çok daha geniş ölçekli araştırmalar yapacak, kelimelerin etimolojik köklerine inecek, dilin gramer ve sentaksını ciddi şekilde ele alacak bir kurumun varlığı da ihtiyaç haline gelmiştir.

İşte bu şartlarda Türkiye’de yapılması düşünülen devrimleri hızlandırmak adına 12 Temmuz 1932 tarihinde Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulmuştur. Bu cemiyetin başına Samih Rıfat, umumi kâtipliğine Ruşen Eşref getirilmiştir. Bunun yanında Yakup Kadri ve Celal Sahir de üyeler arasındadır. Kuruluşundan sonra 1932, 1934 ve 1936 yıllarında 3 kurultay toplamış ve bu kurultaylarda dil politikası belirlenmiş ve sunulan bildirilerle beraber meseleler tartışılmıştır. 1934 yılındaki kurultayda bu cemiyetin adı Türk Dili Araştırma Kurumu olarak değiştirilmiş, 1936 yılındaki kurultayda ise Türk Dil Kurumu Adını almıştır. Bu cemiyet kurulduktan sonra hızlı bir şekilde Türkçenin sadeleşmesi hareketine girişilmiş ve bu hareket 1935 yılının sonbaharına kadar sürmüştür.218

26 Eylül 1932 tarihinde, Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin önderliğinde toplanmış olan birinci Türk Dili Kurultayı amaç olarak " Türk dilinin kendi kudretleri içinde inkişafını aramak..."

217 Levend, 1972, s. 408

218 Türk Dil Kurumu, Tarihçe, Erişim Tarihi: 26 Mart 2015,

başlığı ortaya konmuştur. Bu kurultayda söz alan Semih Rıfat, Türk dilinin böylesi güzel bir lisan olmasının yanında edebi geçmişinden bugüne neden bir şey kalmadığını sormuş, cevap olarak ise Arapçanın Türkçe üzerinde olan baskısını ifade etmiştir. Bu kurultayda ele alınmış meseleler temel olarak şöyledir:

1) Türk dilinin kökenleri ve diğer bilimlerle olan ilişkisi 2) Türk dilinin bugünkü durumu ve ihtiyaçları

3) Türk dilinin gelecekteki açılımları

4) Türk dilinin, bir hedef olarak bugünü ve yarını kucaklayabilecek ve ihtiyaçları görebilecek hale getirilmesi

Bu kurultayda Türk dilinin diğer diller ile olan ilişkisi ele alınırken, Türkçenin hangi dil ailesinden olduğu meselesi gündeme gelmiş, hatta bir Hint Avrupa dili olduğuna dair görüşler ortaya atılmıştır. Bunun yanında Türkçenin köken olarak Sümer dili ile bir bağlantısının olduğu dahi iddia edilmiştir.219

Bu kurultayın sonunda 7 maddelik bir program kabul edilmiştir:

1- Türkçenin gerek Sümer, Eti gibi en eski Türk dilleriyle, gerek Hint-Avrupa, Sami denilen dillerle mukayesesi (karşılaştırılması) yapılmalıdır.

2- Türkçenin tarihi inkişafları aranmalı, mukayeseli grameri yazılmalıdır.

3- Türk lehçelerindeki kelimeler derlenerek lehçeler lügati, sonra esas Türk lügati, Türk sarfı nahvi (dilbilgisi, sözdizimi) tez elden yapılmalıdır. Sarf, nahiv, lügat yapılırken, ıstılah konurken Türkçenin bütün lahikalarının (eklerinin) araştırılmasına, bu lahikaların ve edatların dilimizin bütün ihtiyaçlarına yetecek surette işlenilmesine ehemmiyet verilmelidir. 4- Türkçenin tarihi grameri yazılmalıdır.

5- Şark ve garp memleketlerinde çıkan Türk dili hakkındaki eserler toplanmalı, bu eserlerden lazım olanları dilimize çevrilmelidir.

6- Cemiyetin gerek kendisinin gerek dışarıda Türk dil işleriyle uğraşanların tetkiklerini bir mecmua ile neşretmelidir.

7- Memleket gazetelerinde dil işlerine hususi yer verilmelidir.220

Bu kurultayda merkez heyetine birtakım görevler de tevdi edilmiştir. Bunların başında derleme işi gelmektedir ki bunun için halk dilinde yaşayan kelimelerin bir araya toplanarak resmi dile kazandırılması görevi vardır. Türk dilinin başka dillerle karşılaştırılması ve

219 Özdemir, O. (2012) “Birinci Türk Dili Kurultayı Bildirilerinde Dil Ve Egemenlik İlişkisi”, Turkish

Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Ankara, s. 2515-2516

kelimelerle ilgili etimolojik incelemeler yapılması gerekmektedir. Türk Dili Tetkik Cemiyeti Ankara'da merkezini kurduktan sonra halk ağzındaki kelimeleri toparlamak üzere; illerde valiler, ilçelerde kaymakamlar başkanlığında komutanlar, maarif çalışanları, sıhhiye çalışanları, okul müdürleri ve öğretmenlerden oluşan bir heyetle derleme işine başlanmıştır. Derlenen sözcükler önce ilçelere oradan illere, sonrasında da Ankara’ya gönderilecektir. Derleme işi 1933 yılında başlamış 19 ay boyunca devam etmiştir. Bu süre içerisinde derlenmiş kelimelerden oluşan fiş adedi 130 bini bulmuştur. Ayrıca, Türkçedeki yabancı kelimelere Türkçe karşılık bulmak üzere her gün 10-15 kelime yayımlanacak ve bunlara bulunan karşılıklar cemiyete gönderilecektir. Başbakanlık, Halk Partisi, Halkevleri seferber edilmiş, radyo ve gazeteler işbirliğine çağrılmıştır. Ancak, bu konuda çalışmaların nasıl yapılması gerektiğine dair birtakım farklı fikirler ortaya atılmıştır. Bazılarına göre halk arasında yayılmış sözler, hangi dilde ne olursa olsun Türkçe sayılmalı ve onlara dokunulmamalıdır. Diğer bir anlayışa göre ise karşılıklar, öz Türkçe olmalı, hangisi tutarsa o kullanılmalıdır. 1933 yılı içerisinde 12 Mart-2 Temmuz tarihleri arasında 1382 Arapça ve Farsça söz, gazetelerde yayınlanmış ve radyo ile duyurulmuş ve bunların 1100 tanesine Türkçe karşılıklar önerilmiş ve bunlardan 640 tanesi kabul edilmiştir.221

Bütün bunların yanında Cemiyet, bir taraftan tarama işleri ile meşgul olup yabancı kelimelere karşılık bulmaya çalışmış, bu amaç için taranan eski eserlerden 125 binden fazla fiş hazırlanmış, “Osmanlıcadan Türkçeye Söz Karşılıkları Tarama Dergisi” meydana getirilmiştir. 848 sayfalık birinci dergide 7572 fiş bulunmaktadır. İkinci ciltte ise Türkçeden Osmanlıcaya indeks hazırlanmıştır. Bunun yanında bilimsel terimler ve Türkçe karşılıkları bulmak için 16 uzmanlık bölümü kurulmuş ve her bölüm kendi çalışma alanında ortaya çıkan terimleri hazırlanmıştır. Bu terimler, bu iş alanında uğraşan kişilere dağıtılmış ve Osmanlıca kelimelere Türkçe karşılıklar önermeleri istenmiştir. Türkçenin grameri konusunda çalışmalar yapılmış, bu konuda birtakım kitaplar yayınlanmıştır. Akademik noktada Türkçe üzerinde önemli çalışmalara imza atılmış ve Türk dilinin Hint-Avrupa ve Sami dilleri ile karşılaştırılması noktasında uğraş verilmiştir.222

Türk Dili Tetkik Cemiyetinin tertip ettiği ikinci kurultay ise tüzük gereğince 2 yıl sonra 18 Ağustos 1934 tarihinde toplanmış 23 Ağustos'a kadar 6 gün sürmüştür. Bu kurultayın sonuç raporundaki önemli maddelere bakıldığında, Türkçeye kazandırılmaya çalışılan ıstılahlar

221 Levend, 1972, s. 416-417 222 Levend, 1972, s. 418

konusunda Türkçedeki ekler ve kökler kullanılarak öz Türkçe karşılık bulunması en temel amaç olarak ortaya konulmuştur. Böylesi bir durumun mümkün olmadığı zamanlarda ise Batı dillerinde kullanılan bazı bilimsel kelimeleri, şu anda yaşayan dilden almak yerine, o dile de kaynaklık eden eski dillerden almayı ve Türkçe fonetiğe uydurmayı uygun görmüşlerdir. Bunun yanında öz Türkçe olarak bulunmuş olan terimlerin en kısa zamanda ders kitaplarında yer verilmesi gerektiği üzerinde durulmuştur.223

1934 yılının 3 Ekiminde İsveç veliahdı Gustav Adolf'un Türkiye ziyaretinde verilen yemekte Mustafa Kemal’in yaptığı konuşma, öz Türkçecilik konusunda nasıl bir beklentinin olduğunu da ortaya koyar niteliktedir:

Bu gece yüce konuklarımıza, Türkiye’ye uğur getirdiklerini söylerken, duyduğum tükel özgü bir kıvançtır. Burada kaldığınız uzca, sizi sarmaktan hiç durmayacak ılık sevgi içinde bu yurtta, yurdunuz için beslenmiş duyguların bir yankısını bulacaksınız. İsveç-Türk uluslarının kazanmış oldukları utkuların silinmez damgalarını tarih taşımaktadır. Süerdemliği, onu, bu iki ulus, ünlü sanlı sözlerinin derinliğinde sonsuz tutmaktadır. Ancak daha başka bir alanda da onlar erdemlerini, o denli yaltırıklı yöntemle göstermişlerdir. Bu yolda kazandıkları utkular, gerçekten daha az özence değer değildir. Avrupa’nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar; onlar bugün en güzel utkuyu kazanmaya anıklanıyorlar: baysal utkusu.224

Bu konuşmanın devamı ise şöyledir:

Altes Ruvayal;

Yetmiş beşinci doğum yılında oğuz babanız bütün acunda saygılı bir sevginin söyüncü ile çevrelendi. Genlik, baysal içinde erk sürmenin gücü işte bundadır. Ünlü babanız yüksek kralınız beşinci Gustav'ın gönenci için en ısı dileklerimi sunarken, Altes Ruvayal, sizin, Altes Ruvayal Prenses Luiz'in, sevimli kızınız Altes Ruvayal Prenses İngrid'in esenliğini; tüzün İsveç ulusunun gönencine, genliğine içiyorum.

Bu nutukta geçen kelimelere Levend’in (1972) verdiği karşılıklar ise şöyledir:225

223 Levend, 1972, s. 421

224 Hür, A. “Güneş Dil Teorisinin İcadı”. Taraf Gazetesi, Erişim Tarihi: 1 Nisan 2015,

http://arsiv.taraf.com.tr/yazilar/ayse-hur/gunes-dil-teorisi-nin-icadi/14507/

Tablo 2: M. Kemal’in konuşmasında geçen bazı kelimeler (3 Ekim 1934)

Tükel Tam

Özgü Hususi

Kıvanç Zevk

Uz, uzca Müddet, müddetçe

Yanku Aksisada

Utku Zafer

Süerdemlik Askeri fazilet ve hüner

Alan Saha

Erdem Fazilet

Denlü Kadar

Yaltırıklı Nurlu

Yöndem Usul, tarz

Özenç Gıpta

Bitim ucu Nihayet

Berkiten Tespit eden

Ataç Ceddani Özlük Vasıf Tüm Tamam Issı Sahip Baysak Huzur Önürme Terakki

Uygunluk Ahenk, vifak

Kıldacı Amil

Anıklanmak Hazırlanmak

Baysal Sulh

Oğuz Mübarek

Söyüncü Nişane-i mübarek

Genlik Refah

Erk sürmek Hüküm icra etmek

Güç Kuvvet

Ünlü Şanlı

Gönenç Saadet

Isı Har, sıcak

Esenlik Sıhhat

1934 yılında kaleme alınmış olan bu konuşmanın, 1972 yılında bilinmeyen kelimelerine verilen karşılıklara bakıldığında ilginç bir durum ortaya çıkmaktadır. Çünkü 1972 yılında yazar tarafından bilinmediği düşünülen kelimelerin bazıları bugün günlük Türkçede kullanılmaktadır. Diğer taraftan 1972 yılında verilen karşılıkların bazılarına bakıldığında ise o kelimelerin artık Türkçede yaygın olarak kullanılmadığı görülecektir. Örneğin " özgü, kıvanç,