• Sonuç bulunamadı

Neticenin Faile İsnat Edilebilirliği (Nedensellik Bağı)

B. Tipiklik (Tipe Uygun Eylem)

6. Neticenin Faile İsnat Edilebilirliği (Nedensellik Bağı)

Tipe uygun eylem unsurunun gerçekleşebilmesi için failin dış dünyada meydana getirdiği (netice) değişikliğin yapılan hareketin sonucu olması gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle, hareket ile netice arasında neden-sonuç ilişkisinin bulunması gerekir. Yapılan hareketle, meydana gelen netice arasında nedensellik bağlantısı mevcut değilse, dış dünyada meydana gelen değişiklik yani netice faile

beyanı üzerine yakalandıkları, bu surette malları egemenlik alanına geçirdikleri anlaşılmasına göre suçun tamamlandığının kabulü gerekirken, sanık Ahmet Tutar’ın yakalanması şeklinden hareketle tam teşebbüs aşamasında kaldığından bahisle TCK’nın 62. maddesiyle cezadan indirim yapılması suretiyle sanıklara eksik ceza hükmolunması…” (Yrg. 11. CD. 19.03.2003 tarih ve 11596-375 sayılı kararı). (www.kazanci.com.tr).

“Sanığın sırt çantasına koyduğu eşyaların parasını ödemeden kasaları geçerek icra hareketlerini tamamladığı, ancak mağazadan çıkıp egemenlik alanına geçirmeden yakalanması nedeniyle neticeyi alamadığı anlaşılmış olmasına göre suçun teşebbüs aşamasında kaldığının kabulü gerekirken tamamlanmış suçtan hüküm kurulması…”, Yrg. 11. CD. 12.12.2002 tarih ve 9222-9864 sayılı kararı, (Ekinci/Esen, s.14, dn.39).

asla isnat edilemez295. Kusursuz suç ve ceza olmaz ilkesinin geçerli olduğu bir hukuk devletinde kimse “sebep olmadığı” bir neticeden dolayı sorumlu tutulamaz296. Bu açıklamalardan hareketle, nedensellik bağını, “bir fiilde hareket ile netice arasında

bulunan, failin gerçekleşen neticeden dolayı sorumlu tutulabilmesini sağlayan, neden-sonuç ilişkisidir” şeklinde tanımlayabiliriz.

Meydana gelen neticenin birden fazla sebebinin bulunması halinde, nedensellik bağının nasıl belirleneceği hususunda TCK’da açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu hususta doktrinde değişik görüşler ileri sürülmüştür297. Bu görüşlerden Şart

295 Demirbaş, s.209; Özbek, Cilt I, s.136.

296 Dönmezer/Erman, s.469; Artuk/Gökçen/Yenidünya, s.412-413, Centel/Zafer/Çakmut, Türk

Ceza Hukukuna Giriş, s.262; Öztürk/Erdem, Uygulamalı Ceza Hukuku, s.179; Öztürk/Erdem, s.69;

Özgenç, Genel Hükümler, s.178-179.

297 Bu görüşlerden birincisi, Şart teorisidir. Bu teoriye göre, bir insanın davranışı neticenin meydana

gelmesi bakımından sebeplerden birisi ise, sebepler arasında önemli-önemsiz ayrımının yapılması mümkün değildir. Şartların her biri neticenin meydana gelmesi bakımından zorunludur. Bu teoride, hareket yapılmasaydı netice meydana gelmeyecekti ise hareket netice bakımından nedenseldir ve faile isnat edilebilir. Ancak, bu teori sorumluluğu oldukça geniş alana yaydığı için uygulanma alanı oldukça kısıtlıdır. Teorinin sınırlandırılması bakımından kabul edilen diğer bir teori ise Objektif Yüklenebilirlik (İsnadiyet) Teorisidir. Objektif Yüklenebilirlik teorisi, bir nedensellik teorisi olmayıp, sorumluluğu sınırlandırmak için kabul edilen bir koşuldur. Bu teoriye göre, failin neticeden sorumlu tutulabilmesi için, önce nedensellik bağlantısı şart teorisine göre kurulur, sonra failin neticeden objektif olarak sorumluluğu belirlenmeye çalışılır. Diğer bir teori ise, Uygun Sebep teorisidir. Bu teoriye göre, bir hareketin bir neticenin nedeni sayılabilmesi hareketin o neticeyi meydana getirmeye uygun ve elverişli olmasına bağlıdır. Uygun ve elverişlilik genel yaşam tecrübeleri ve olayların sıklıkla oluş biçimine göre belirlenir. Uygunluk teorisinde değerlendirmenin kim tarafından yapılacağı sorunu karma uygunluk teorisinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Karma uygunluk teorisine göre, hareketin neticenin meydana gelmesine etkili olup olmadığı normal ve olağan hayat şartları çerçevesinde yapılacak bir değerlendirmeyle belirlenecektir. Bu belirlemede hükmü verecek olan kişi, kendi bilgisi ve hayat tecrübelerine göre karar vermekte, fakat daha sağlıklı bir değerlendirme için fail açısından da araştırma yapılması zorunluluğu bulunmaktadır. Buna göre, objektif ve sübjektif olmak üzere iki tür değerlendirme yapılır. Objektif açıdan yapılan değerlendirme de hareketin yapıldığı koşullara gidilir ve o andaki somut koşullar üçüncü bir kişinin bilgi ve tecrübesine göre irdelenerek hareketin neticeyi oluşturmaya uygun olup olmadığı belirlenir. Daha sonra fail bakımından sübjektif bir değerlendirmeye gidilerek failin olayda meydana gelen neticeyi tahmin edebilme açısından kişisel bilgi ve tecrübesi araştırılır. Her iki değerlendirme uyumlu ise hem nedensellik bağlantısı hem de

teorisini sınırlandırmak için kabul edilen objektif yüklenebilirlik teorisi nedensellik bağının varlığının ispatı açısından uygulanmaya daha elverişlidir. Buna göre, failin meydana gelen neticeden sorumlu tutulabilmesi için298;

• hareket ile netice arasında nedensellik bağı bulunmalıdır.

• her türlü yaşam deneyimlerinin dışında kalan olağanüstü bir gelişme olmamalıdır.

• olayın gelişimine fail egemen olabilmelidir.

• fail tarafından yaratılan tehlike, tipte öngörülen neticede gerçekleşmiş olmalıdır.

• netice, normun koruma alanının dışında olmamalıdır.

O halde, yukarıda da izah edildiği üzere, failin gerçekleşen neticeden dolayı sorumlu tutulabilmesi için aynı zamanda neticenin ona objektif olarak da isnat edilebilmesi gerekmektedir. Objektif olarak fiilin faile isnat edilebilmesi için de yukarıda belirtilen şartların birlikte gerçekleşmesi gerekir.

Hırsızlık suçunun hareket unsuru zilyedin rızası olmaksızın malın bulunduğu yerden alınması, netice unsuru ise zilyedin suç konusu mal üzerinde tasarruf imkânının ortadan kalkmış olmasıdır. Failin, hırsızlık suçundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için yapmış olduğu hareketi ile meydana gelen netice arasında bir neden-sonuç ilişkisinin bulunması gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle, suç konusu mal üzerinde zilyedin egemenlik yetkisine son veren eylemin faile isnat edilebilmesi, bu suçun nedensellik bağını oluşturur. Failin faydalanmak amacıyla almak hareketi, mağdurun zilyetliğindeki taşınır malına yöneliktir. Bu eylem ile, mağdur (zilyet) suç konusu mal üzerinde zilyetliğini kaybetmekte, mal failin zilyetliğine geçmektedir299.

kusurluluğun var olduğu sonucuna ulaşılır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Centel/Zafer/Çakmut, Türk Ceza Hukukuna Giriş, s.263 vd.; Özbek, Cilt I, s.136-140.

298 Bkz. Öztürk/Erdem, s.72. 299 Noyan, s.48.

C. Hukuka Aykırılık 1. Genel Olarak

Önceden düzenlenmiş bir normda belirtilen emir veya yasaklara uygun

hareket edilmemesi hukuka aykırılık olarak tanımlanabilir. Hukuka aykırılık, hukuk

düzeninin genel olarak toplumu oluşturan bireyler açısından yapılmasını ya da uyulmasını istediği emir ve yasaklara uyulmaması neticesinde ortaya çıkan fiil hakkında ifade edilen negatif bir değerdir. Diğer bir ifadeyle, hukuka aykırılık, kanunda belirtilen fiile aykırı davranılması neticesinde hukuk düzeninin ihlal edilmesi sonucunu doğuran ve fiilin bütün hukuk düzeni ile çelişki ve çatışma halinde bulunmasını ifade eden bir kavramdır300. Kural olarak, tipe uygun bir fiilin gerçekleştirilmesi ile birlikte hukuka aykırılık unsuru da gerçekleşeceğinden suç tipinde fiilin ayrıca hukuka aykırı olduğu konusunda bir hükmün bulunması gerekmez. Buna karşılık, hukuka aykırılık bağımsız bir unsur olarak kabul edildiğinden, ortaya çıkan fiil açısından bir değerlendirme yapılırken fiilin hem tipe uygun olup olmadığı hem de somut olay bakımından hukuka aykırılığı ortadan kaldıran bir nedenin bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır. Çünkü her tipe uygun eylem hukuk düzeninin ihlâli anlamına gelmeyeceği için fiil de hukuka aykırı olarak kabul edilmeyebilir301. Diğer bir ifadeyle, belli bir norma aykırı bir fiilin, başka bir norm tarafından cezalandırılmasını engellemesi durumunda fiil hukuka uygun hale gelebilir. Bu normlarda yer alan ve hukuka uygunluk nedenleri olarak kabul edilen bu nedenler, hukuka aykırılık unsurunu ortadan kaldırmakta ve fiili tüm hukuk düzeni bakımından hukuka uygun hale getirmektedir302. Bunun bir sonucu olarak da gerçekleşen olay bakımından bir hukuka uygunluk sebebi varsa, fail gerçekleşen fiil bakımından kanunda o fiil karşılığı öngörülen yaptırım ile sorumlu olmaz. Çünkü hukuka uygunluk sebepleri fiilin hukuka aykırılığını ortadan kaldırır. Somut olay

300 Artuk/Gökçen/Yenidünya, s.523; Ersoy, s.74; Öztürk/Erdem, s.72; Demirbaş, s.222-223, Özbek, Cilt I, s.331; Özgenç, Genel Hükümler, s. 273 vd.; Koca/Üzülmez, s.232-233; Özbek/Kanbur/Bacaksız/Doğan/Tepe, s.256, Ekinci/Esen, s.16; Esen, s.13.

301 Centel/Zafer/Çakmut, Türk Ceza Hukukuna Giriş, s.281, Öztürk/Erdem, Uygulamalı Ceza

Hukuku, s.186-187; Öztürk/Erdem, s.72; Özbek, Cilt I, s.332.

bakımından gerçekleşen fiili, hukuka uygun hale getiren bu nedenler, Ceza Kanunu’nda bulunabileceği gibi başka hukuk dallarında da bulunabilir.

5237 Sayılı TCK’da hukuka uygunluk sebepleri, kusurluluğu kaldıran ya da azaltan sebepler ile birlikte TCK’nın Genel Hükümleri’nin İkinci Bölümünde “Ceza

Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler” başlığı altında düzenlenmiştir. Bu

düzenleme şekli doktrinde haklı olarak eleştirilmekte ve hukuka uygunluk sebepleri ile kusurluluğu kaldıran ya da etkileyen sebeplerin ayrı bir başlık altında düzenlenmesi gerektiği ifade edilmektedir303. Nitekim hukuka uygunluk sebepleri kanunda kusurluluğu ortadan kaldıran ya da azaltan sebepler olarak belirtilen cebir ve şiddet, korkutma ve tehdit, sağır ve dilsizlik, hata, haksız tahrik, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı gibi nedenlerden farklı olarak kusurluluğu değil, fiilin hukuka aykırılığını ortadan kaldırmaktadır. Dolayısıyla hukuka uygunluk sebepleri ile ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenler farklı iki unsur olarak nitelendirildiği için Kanun sistematiğinde aynı başlık altında düzenlenmesi her iki kurumun yapısına aykırıdır304. Düzenleme, bazı sebeplerin hukuka uygunluk sebebi mi yoksa kusurluluğu etkileyen bir sebep mi olduğu sorununu ortaya çıkarmaktadır.

765 Sayılı TCK döneminde hukuka uygunluk sebepleri, genel olarak, ceza kanununda düzenlenen hukuka uygunluk sebepleri ve ceza kanununda düzenlenmeyen hukuka uygunluk sebepleri olmak üzere iki grup halinde belirtilmişti. TCK’da yer alan hukuka uygunluk sebepleri olarak kanun hükmünü

icra, amirin emrini ifa, meşru müdafaa ve ızdırar hali; TCK’da yer almayan hukuka

uygunluk sebepleri ise hakkın icrası ve mağdurun rızasıdır. 5237 Sayılı TCK, hukuka uygunluk sebepleri bakımından önemli değişiklikler getirmiştir. ETCK döneminde kanunda yer almayan hakkın kullanılması (icrası) ve ilgilinin (mağdurun) rızası hukuka uygunluk sebeplerine YTCK’da açıkça yer verilmek suretiyle bu ikili ayrım ortadan kaldırılmıştır. YTCK’nın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren ETCK’da yer verilmeyen tüm hukuka uygunluk sebepleri Kanun’da açıkça düzenlenmiştir.

303 Özbek, Cilt I, s.331.

Hırsızlık suçu açısından ceza kanunumuzda özel bir hukuka uygunluk sebebi kabul edilmemiştir. TCK’nın 24’üncü maddesinde düzenlenen “Kanunun hükmü”, 25’inci maddesinde düzenlenen “Meşru savunma ve zorunluluk hali”, 26’ıncı maddesinde düzenlenen “Hakkın kullanılması ve ilgilinin rızası” hukuka uygunluk sebepleri şartlarının varlığı halinde hırsızlık suçunda hukuka aykırılığı ortadan kaldırır. TCK’nın 24’üncü maddesinin 2’nci fıkrasında düzelenen “amirin emri” ise genel kabul gören anlayış çerçevesinde kusurluluğa etki eden bir sebep olarak incelenektir.

2. Hukuka Uygunluk Sebepleri