• Sonuç bulunamadı

Nazım Hikmet Polat, “Türk Edebiyatı Tarihçiliği Çalışmalarının Neresindeyiz?”, Beşinci Türk Kültürü

Asker Resulo

9 Nazım Hikmet Polat, “Türk Edebiyatı Tarihçiliği Çalışmalarının Neresindeyiz?”, Beşinci Türk Kültürü

Uluslararası Bilgi Şöleni, 17 Aralık 2002, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi, s. 2-3 (http://turkoloji.

cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20%20EDEBIYATI/14.php

arası Dârülfünun öğrencileri için hazırladığı Türk Edebiyatı Tarihi isimli ders notları da, edebiyat tarihçiliği adına kayda değer bir çalışmadır.

Edebiyat tarihlerinde tasnif konusu, en güç olanıdır. Kişilere, eserlere, edebȋ türlere, edebȋ mektep ve akımlara, tarihî dönem adlarına göre tasnif yapılabilir. Sanırım, İnci Hanım akademisyen olduğu ve öğrencilerin ihtiyaçlarını yakından bildiği için türlere göre tasnifi tercih etmiş, kitabı “Nesir”, “Hikâye-Roman”, “Şiir”, “Tiyatro” ve “Ten- kit” olmak üzere beş bölüme ayırmıştır. [Gerçi ben, iştigal alanları farklı olan Tenkit bölümünün, keza nazariyenin (edebiyat teorisinin) bir edebiyat tarihi kitabı içerisinde yer almaması gerektiği kanaatindeyim].Yukarıda özet kısmında kullandığım farklılık deyimi tam da bu noktada anlam kazanıyor. İnci Hanım nesir terimini kullanmakla (basın, gazetecilik vb. tanımlardan bilerek kaçınıyor) nesirle öteki edebȋ türleri (tiyatro, şiir), bu arada sırf nesir içerisinde yer alması gereken hikȃye ve romanı ayırmakta, nesir genel başlığı altında sohbet, fıkra, mensur şiir, tarih ve mektup-hȃtıraya yer vermektedir.

Bilindiği gibi, Türkçede bu anlamıyla nesir yerine düzyazı sözcüğü de kullanıl- maktadır. Örneğin, Orhan Pamuk, romanlarını öteki nesir eselerinden ayırmak için ‘roman-hikȃye’ ile ‘düzyazı’ kavramlarını karşlaştırır:

“Roman-hikâyede yalanı, yalan olduğunu hiç saklamadan söylediğimiz için okurda bir ‘gerçeklik’ duygusu uyanırsa bu şaşırtıcı, hatta sarsıcı olur. Düzyazıda ise yalanı doğru söylüyormuş gibi söylediyimiz için, okurda bir gerçeklik duygusu uyandırabilmek için hep şaşırtıcı, hatta sarsıcı şeyler anlatmak gerekir... Bu da yetmediği için, ikide bir yemin eden yalancı şahit gibi düzyazıda tanıklıklara, doğrulamalara, kurama ve daha yüksek otoritelerin yardımına başvurmak zorunda kalır insan. Bu çırpınışlar beni boğduğu için düzyazılarımı -en kuru, öfkeli siyasal yazılarda bile- hep hikâyenin, hikâyeciklerin des- teğiyle sürdürmeye çalıştım.”11

İnci Hanım’ın nesir toplayıcı kavramı altında bahsettiği, bir kısmını bizim 90’lı yıllarda önerdiğimiz belgesel-yazınsal düzyazı kuşatıcı adla nitelediğimiz edebȋ türler,12 Türk edebiyatı tarihi, kuramı ve eleştiri ya pıtlarında, gazetecilikle ilgili kitap ve maka- lelerde yardımcı türler, yarıkurmaca düzyazı türleri, öğretici yazılar, düşünce yazıları, gerçek bir yaşam ve yaşantıdan kaynak lanan yazılar, gazete ve dergiye bağlı yazı türleri, toplumsal yazılar vb. adlar altında tanımlanmaktadır. En önemlisi, Türk yazın haritasında bu kadar geniş yer kapsayan nesir türleri, bunca usta kalemlere ve onların ya rattığı yapıtlara karşın, edebiyatın “üvey evladı” olmak şanssızlığından kurtulamamış , İnci Hanım’ın ifade ettiği gibi “nadir eserler dışında gereği gibi incelenmemiştir.”13

Nesir türlerine ilişkin kavram ve terminoloji karmaşası, aslında bu türlerin kendi doğasından kaynaklanmaktadır. Çün kü söz konusu türler, hikȃye ve romandan farklı

11 Orhan Pamuk, Öteki Renkler, İstanbul: İletişim Yayınları, 1999, s. 19-20.

12 Asker Resulov, “Yazınsal-Belgesel Türlere Kuramsal Bakış” Trabzon: Kıyı, 1995, nr. 112, s. 13-20. 13 İnci Enginün, a.g.e., s. 29

olarak kendi işlevlerini gerçekleştirirken hem sanatın hem bili min ve hem de gazete- ciliğin gerçekliği algılama ve yan sıtma yöntemlerinden yararlanabilmektedirler. Bu türlerin nesir kavramı altında kümelendirilmesi hususuna gelince, yanıtın ipucu, nesir türlerinin işlevlerinin ne olduğunun sap tanmasında saklıdır. Herhangi bir nesnenin ve kavramın ta nımlanması için ilk önce bu nesne ve kavramın hangi amaçla ortaya çıktığı, işlevinin ne olduğu sorusunun ya nıtlanması gerekmektedir. Bu, nesir kavramı için de geçerlidir. Bilindiği gibi, yazınsal tür edebiyatın hem evrensel hem de somut ulamıdır; evrenseldir, çünkü yazınsal türde değişik edebȋ akım, okul ve yöntemlerin özellikleri yer almaktadır; so muttur, çünkü edebiyat, kendi yansımasını doğrudan doğruya yazınsal türlerde bulur. Yazınsal tür aynı zamanda tarihsel ulamdır; her bir edebiyat, kendi gelişi- minin belirli aşama larında belirli türler dizgesine sahiptir. Türler dizgesinin gelişmişlik düzeyi, bir bakıma ede biyatın gelişim açısından erişmiş olduğu düzeyi yansıtır. Ayrı ayrı türler ve bu türlerin oluştur duğu dizge, edebiyatın tarihsel gelişim çizgisi nin belirli evrelerinde varolan estetik ve poetik düşünceler çerçevesinde biçimlenir. Her bir edebȋ dönemin kendine özgü türler “repertuvarı” vardır. Edebiyatın toplumsal, ekonomik ve poli tik gelişmeye paralel olarak ve özellikle de geçiş dönemlerinde (Eski’den Yeni’ye, Yeni’den En Ye ni’ye) türler dizgesinde önemli değişmeler orta ya çıkar; türlerin bir kısmı kendi işlevini yitirerek bir süre için terk edilir veya tamamen yok olup gider; diğer bir kısmı “kabuk” değiştirerek, orta ya çıkan yeniye ayak uydurmaya, yeni özü ve içeriği yansıtmaya çalışır, bir ölçüde, tür trans formasyonu yaşanır. Bu arada yeni biçim ara yışları başlar, kısa veya uzun vadede bulunur ve böylece yeni yazınsal türler doğar. Genellik le, edebiyatta türlere ilişkin birbirine paralel veya artzamanlı iki süreç yaşanır: türlerin birleşimi ve ayrışımı. Fakat bu birleşim ve ayrışım sürecinde yeni tür leri ortaya çıkaran türlerin kendileri yok olmaz. Sanatın, bilimin ve gazeteciliğin sentezinden doğan nesir türleri de kendi bile şenlerini ortadan kaldırmamıştır. Çeşitli türlerin birleşimi ile yeni bir tür ortaya çıkabileceği gibi, mevcut bir türün ayrışımı hesabına da yeni tür ler veya aynı bir türün bu veya diğer konuları iş lemekte “uzman- lanmış” biçimleri ortaya çıka bilir. Herhangi bir yazınsal tür, sanatın diğer dallarından yararlanarak kendisini geliştirir, kendisine bir şeyler katar, giderek sanatın kalı bını dar bularak sanat dışı dallara el atar, ör neğin, bilimden faydalanmaya başlar. Gerçek- liği algılama ve yansıtmada kendisine yardımcı olabilecek her türlü biçim girişimini dener. Ede biyat, kendisinde olmayan, fakat ortaya çıkan yeniyi yansıtmak için gerekli gördüğü türleri dı şarıdan, genellikle ortak kültür alanını ve coğ rafyayı paylaştığı, sıkı ekonomik, politik ve kültürel ilişkiler içerisinde bulunduğu ülkelerin edebiya tından alır ve bu arada söz konusu türleri kendi ülkesinin estetik anlayışına uygun olarak de ğiştirir, geliştirir ve zenginleştirir, bu türlere ken di edebiyatında “yurttaşlık hakkı” kazandırır. Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat’tan Cumhuriyet’e (1839-1923) kitabının kapsadığı dönemde yapılanlar da bundan farklı değildir. Devrin ileri gelen aydınları o döneme değin kendisinde olan edebȋ nesir türlerinde eser vermekte devam etmekle

beraber (mektup, hatıra, tarih, seyahat ve yolculuk notları, fıkra vb.), kendisinde ol- mayan nesir türlerini (modern hikȃye, uzun öykü, roman, makale, biyografi, röportaj, portre, kronik vb.) Batı’dan (özellikle Fransız edebiyatından) alma yoluna gitmiş, zaman zaman yeni ile geleneksel olanın sentezine başvurmuştur.

Burada önemli bir noktaya temas etmek gere kir; Edebiyat (tarihi) içinde bu türle- rin ve eserlerin yeri var mı? Cevabım, yüzde yüz evettir ve İnci Hanım’ın bu türlere, bu türlerde eserlere ve yazarlarına ilişkin görüşlerini okuduktan sonra bu kanaatim daha da kuvvetlendi. Şöyle açıklayayım: Başlangıçta sanatla doğrudan doğruya hiçbir ilişkisi bulunmayan bir tür, zamanla sanatsal öğelerin katılımı, yaşam ve doğa betim- lemelerindeki ustalık, gerçek kişilerin imgesel biçim de yansıtılması, konuşmaların kişiye özgü bi reyselleştirilmesi, tiplerin davranış, tavır, edim ve hareketlerindeki psikolojik motivasyon hesa bına sanatsallaşa/yazınsalla/şabilir. Edebiyat, en yaygın tanımıyla söz sanatıdır ve sanat yapıtında aranan başat öğe imgedir. Bir eserin edebȋ olması demek, anlatılan/yansıtılan konunun imgelerle, belirli bir örü-kurgu içerisinde yapılması demektir; biçem sa natsal, dil canlı, etkili, çarpıcı ve güzel-duyusal, genel işlevi bakımından estetik haz verici ve eğlendirici olacaktır. İnci Hanım, kitapta yer alan nesir türlerine sanatın sırf bu kıstasları ile yak laşsaydı, onları edebiyat dışında bırakması ge rekecekti ve kaybeden Türk edebiyatı olacaktı. O, daha doğrusunu yap- mış, mektup, hatıra, gazete makalesi, fıkra, kronik gibi türleri birer yazın tü rü olarak edebiyat (tarihi) kitabına almıştır. Şunu da ekleyelim: Bu türlerde öyküde, romanda aranacak özellikleri aramak “abesle iştigal”den başka bir şey değildir. Türk edebiyatında bu günkü anlamıyla yazınsal anlatı türlerinin (öykü, roman) olmadığı dönemlerde, bu türlerin işlevini (Sinan Paşa’nın Tazarruname’si, Giritli Aziz Efendinin Muhayyelat’ı gibi son derece sınırlı sayıda günümüze ulaşan süslü sanatlı nesir eserlerini unutma- dığımızı belirtelim) epik şiir (mesneviler) ve belgesel türler (İnci Hanım’a göre nesir türleri) kapsamında görülmesi gereken, edebȋ üslup gözetilerek kaleme alınan ‘seyahat- name’, ‘sefaretname’, ‘vakayıname’, ‘tarih’, ‘mektup’, ‘tezkire’, ‘ri sale’ gibi yapıtlar yerine getiriyor du. Gerçekliği algılama ve yansıtmanın iki ayrı yöntemi olan sanatın ve bilimin kesin çizgilerle ayrılmadığı dönemlerde ‘senkretik’ bilincin ürünü olan bu eserlerin işlevi, hem eğlendir mek, estetik haz vermek hem de eğitmek, bil gilendirmekti. Âşıkpaşazade ve Mustafa Naima’nın ‘Tarih’leri, Seydi Ali Reis ve Evliya Çelebi’nin ‘Seyahatname’leri, Katip Çelebi, Kastamonulu Latifi ve Koçi Bey’in ‘Risale’leri, Yirmisekiz Mehmet Çelebi ve Ahmed Resmî Efendi’nin ‘Sefaretname’leri Türk divan edebiyatının en güzide nesir örnekleridir.

Özü bakımından Aydınlanma döneminin ürünü olan Tanzimat Edebiyatı ve sonra- sının nesir eserlerinde de aynı amaç gözlemlenmektedir. Basının, gazete ve dergilerin ortaya çıkışı ile güncel konuları işlemek, haber alma - haber verme işini gerçekleştirmek, kamuoyu yansıtmak ve oluşturmak işlevini gazetecilik yazı türleri üst lenmiştir. Fakat

basının doğuşu, kendisinden önce sınırlı olanaklarıyla da olsa bir ölçüde aynı işlevi yerine getiren türleri yok etmedi, edemezdi. Bu türlerden bir kısmı “kalıp” değiştirerek yeni biçimler şeklinde kendi var lıklarını sürdürdü: Seyahatname ve sefaretnamelerin gezi yapıtlarına ve röportajlara, tez kirelerin yaşamöykülerine, jurnal ve defterler in günlük ve hatıralara, münşeatın mektuplara, tecrübe-i kalemiyelerin denemelere, gazete fıkralarının köşe yazılarına, risale, takrir ve layiha ların gazete makale ve yorumlarına temel oluşturduğunu unutmamak gerekir. Tanzimat edebiyatından başlayarak yazar ve ediplerin büyük çoğunluğu yazarlık ve gazeteciliği bir arada yürütmüş, Batı, özellikle de Fransız edebiyatının etkisiyle Türk nesrinin gelişimine önemli katkılarda bulun- muşlardır. Sanırım, İnci Hanım’ın basın yerine nesir kavramını önermesi, incelenen dönemin en önemli düzyazı eserlerini edebiyat dışında bırakmadan 128 sayfalık nesir başlığı altında irdelemesinin başlıca nedeni de budur.

Örneğin, İnci Hanım, nesir bölümünde Ziya Paşa’nın Rüya adlı ünlü fantezi düzyazısından bahseder.14 Bilindiği gibi, Ziya Paşa, bu eserinde Veysî’nin Habname, Giritli Ali Aziz Efendi’nin Muhayyelat eserlerinde kullandıkları rüya edebî öğesini bir sanatsal araç olarak kulanmak suretiyle ülkenin sosyal-siyasi hayatındaki kusurları, ekonomideki gerilikleri, devlet memurlarının işbilmezliğine ilişkin eleştirilerini dile getirir, Avrupa dillerini öğrenmenin, Batı medeniyetine yaklaşmanın önemini hatırlatır, “devletin içinde bulunduğu vaziyeti, fena idareyi ve suiistimalleri” tenkit eder. Asıl tenkit hedefi ise Sadrazam Ali Paşa’dır. Ziya Paşa daha önce kaleme aldığı Veraset

Mektupları adlı nesir eserinde de dönemin Sadrazamları Ali ve Fuad paşaları işgal

ettikleri vazifelere layık olmadıkları düşüncesiyle eleştirmişti.

Nesir bölümünde Muallim Naci’nin “dilde sadelik ve samimiyete örnek göste- rilen” Ömer’in Çocukluğu adlı hatıraları yer almaktadır. Aslında bu türden bir nesir eserinin Muallim Naci tarafından yazılması raslantı değildir. Onun uzun yıllar önemini kaybetmeyen kıraat kitapları, sözlükleri ve ders kitapları, Doğu ve Batı edebiyatı numu- nelerinden okul çocukları için tercümeleri, düzenlediği antolojiler, öğretim ve eğitime verdiği önemin kanıtı idi. Yazarın Ömer’in Çocukluğu adlı özyaşamsal hatıralarının da özünü onun eğitime dair düşünceleri kapsamaktadır. Bu konuda zamanın en ileri görüşlü aydınlarıdan biri olan yazar, mahalle mekteplerinde çocukları falakaya yatımak, çubukla dövmek, konuyu anlamasını sağlamak yerine ezberletmek gibi yöntemlerle eğitilmesi meselelerini ciddi şekilde tenkit ediyordu.

Muallim Naci’nin nesir sahasında en önemli hizmetlerinden biri de onun mek- tuplarıdır. İnci Hanım, kitapta “hem ülke gerçeklerinden canlı sahneler ihtiva eden ve Naci’nin mizacını anlamaya yarayan” mektuplarından kısa alıntılarla onun üslubu üzerindeki Ahmet Mithat ve Namık Kemal etkisinden bahseder.15

14 İnci Enginün, a.g.e., s. 64. 15 a.g.e., s. 138-139.

Tanpınar, bu hususta şunları yazmaktadır:

“Naci, ‘Mektuplarım’ın bazı parçalarında eski kültüre ve Fransız veya Şark edebiyatlarına yahut kendi mazisine getirdiği alakayı şehrin hayatına çevirmeğe çalışır. Onun Şehzadebaşı kahveleri için yazdığı bazı parçalar edebiyatımızda ilk şehir kronikleridir ve denebilir ki bu küçük denemelerle Ahmet Rasim’i hazırlar.”16

İnci Hanım, Şinasi’nin dilde ve yazında yapmak istediği yenilikleri gazeteciliğine de yansıttığını, Türk edebiyatına ilk modern bir oyun kazandıran ve topu topu 45 yıl gibi kısa bir ömre büyük bir eğitimci faaliyeti, nazmı bakımından tamamen eskiye bağlı kaldığı halde Türk nesrinde sade ve canlı üslup yeniliğinin öncüsü olma misyonunu sığdıran yazarın bir bakıma asıl yeniliğinin onun gazeteciliğinde aranması gerektiğine dikkat çekmiştir.17

Nesir bölümünde Tanzimat’ın ünlü şairi, gazetecisi, roman ve oyun yazarı Namık Kemal’in basın faaliyeti Tasvir-i Efkâr, Muhbir, İbret, Hürriyet, Diyojen gibi gazete ve dergilerdeki yazıları gözden geçirilmiş, bir gazeteci hüviyetiyle karşımıza çıkarıl- mıştır. Edibin yurtdışıdayken ve döndükten sonra kaleme aldığı makalelerinde, mek- tup-hatıralarında terakkiden, onun ülke için ehemiyetinden, “inkişaf etmiş medeni bir memleket” olarak Londra’yı nümune göstererek onu okuyucularına çeşitli yönlerden tanıtmasından bahseder.18 Bize göre de Namık Kemal, Tanzimat nesrini işleyen ve onu şekillendirenlerden biri, İbrahim Şinasi, Ahmet Rasim gibi ilk Türk gazetecilerinden, yani güncel bir meseleye ilişkin fikir beyan eden, yorum getiren, eleştiren veya takdir eden, işlenen konu çevresinde kamuoyu oluşturmaya gayret eden aydınlardan biridir. Namık Kemal’in o dönemde kaleme aldığı mektuplar, Orhan Pamuk’un da belirttiği gibi, “Osmanlı okuruna mektubun yalnız devlet adamlarıyla sevgililerin sır paylaşmak ve birbirlerini tehdit etmek için kullandıkları bir biçim olmayabileceğini, yayımla- nan ‘mektuplar’ aracılığıyla bütün bir şehre de bir sevgiliye, bir yakına seslenir gibi seslenilebileceğini”19 göstermişti.

Onun Ramazan günlerinde İstanbul’un yaşadığı hayatın rengarenk ayrıntılarına dair mektupları, daha sonra Ahmet Rasim, Basiretçi Ali Efendi, Ruşen Eşref gibi birçok yazarın kaleme alacağı ‘şehir mektupları’nın ilk muhteşem nümuneleriydi. Namık Kemal’in otuz sekiz ay sürgün hayatı yaşadığı Kıbrıs’tan yazdığı Magosa mektup-hatıraları canlı doğa tasvirleri ile dolu mükemmel nesir örnekleri, yolculuk izlenimleridir.

Namık Kemal’in nesir sanatında tarih ve biyografi türleri de önemli yere haizdir.

16 Ahmet Hamdi Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Çağlayan Yayınları, 1976, s. 610. 17 İnci Enginün, a.g.e., s. 44.

18 a.g.e., s. 55-56.

Kitapta edibin İstanbul’un fethine hasrettiği Barika-i Zafer, Osmanlı’nın kuruluşundan Kanuni Sultan Süleyman’a kadarki dönemi anlattığı Devr-i İstila gibi tarih eserleri,

Evrak-i Perişan ve Tercümeyi-hal-i Emir Nevruz biyografileri Tanzimat döneminin

en güzide nesir örnekleri olarak kaydedilir.20

Doğası itibarıyla nesir türlerinde kaleme alınan eserler, gerçekçi (hakikiyyun) edebiyat numuneleri olmakla beraber, dönemin romantik estetiği ile de uyum içindedir. Fakat diğer edebȋ türlerden (şiir, öykü, tiyatro, roman) farklı olarak bu türlere müracaat eden yazarlar, daha fazla maarifçi ve eğitici güncel konuların ağırlıkta olduğu eserler yazmışlardır. Bu hususta dönemin ünlü sanatçılarından Ahmet Mithat Efendi’nin il- ginç tespitleri vardır. O, seyyah Mehmet Emin’in 1878’de İstanbul’dan Orta Asya’ya yolculuğunun anlatıldığı İstanbul’dan Asya-yı Vustaya Seyahat adlı kitabına yazdığı mukaddimede Osmanlıların başka milletlerle mukayese edildiğinde seyahate az ehe- miyet verdiklerinden yakınır. Özellikle onu en çok müteessir eden “seyahata çıkanların da seyahatname” yazmamalarıdır.21 İnci Hanım, kitapta Ahmet Mithat’ın Sayyadâne

Bir Cevelan ve Avrupa’da Bir Cevelan adlı iki eserine değinerek özellikle ikincide

“bir Osmanlı aydınının Avrupa ile bizzat karşılaştığında geçirdiği kültür şokunu çok iyi ver”diğinin altını çiziyor. Hatırlatalım ki, Ahmet Mithat bu iki seyahat kitabının girişlerinde de yukarıdaki görüşlerini tekrarlamış, seyahatin ve yolculuk eserlerinin ahlaki-didaktik ehemiyetini vurgulamıştır.22

İnci Hanım, Abdülhak Hâmit Tarhan isimli araştırma-inceleme eserinde sanatkârın hayatından bahsederken “bu uzun ömürlü yazarın, bir macera romanı kadar zengin hayat hikâyesini, onun kendi hatıraları ve mektupları” esasında yaz- dığını vurgularken bunların birer bağımsız nesir eseri tadında olduğunu kaydeder: “Hatırat ve mektuplar onun biyografisini aydınlatan eserler oldukları gibi, kendi başlarına da zevkle okunurlar.”23

Araştırılan dönemin ünlü nesircilerinden biri de Servet-i Fünun şairlerinden Cenap Şahabettin’dir. O, 1896’da Sıhhiye müfettişi ve doktor olarak Hicaz’a gitmiş, yol boyu müşahede ettiklerini, yolculuk izlenimlerini Servet-i Fünun dergisine mektuplar şeklinde göndermiştir. Bu yolculuk notları sonraları Hac Yolunda kitabında toplanmıştır. İnci Hanım, bu eserleri “hatıra türüne giren seyahat yazıları” olarak nitelendirir. Kitabın edebȋ özelliklerine büyük değer verir, yazarın üslup ustalığını vurgular. Hakikaten de yolculuk notları, lisan itibarıyla yazıldıkları zamanın bütün hususiyetlerini ihtiva eden yeni bir görüş ve iyi bir intiba mahsulüdür, Türk gezi edebiyatının Avrupai alanda ilk örneklerinden biridir. Kitapta Cenap Şahabettin’in Suriye’ye ve vapurla Bağdat’a