• Sonuç bulunamadı

THE PROBLEM OF BELONGING

IN MUSTAFA NECATİ SEPETÇİOĞLU’S SHORT STORIES

ÖZ: Cumhuriyetin ilanından sonra Türkiye’de büyük değişimler meydana gelmiş- tir. Savaş ortamının sona ermesiyle birlikte sosyal hayat renklenmeye başlamış, sanayinin gelişmeye başlamasıyla köy ve kasabalardan büyükşehirlere, özellikle de İstanbul’a göçler artmıştır. Fakat Anadolu insanın büyükşehirlere alışması pek de kolay olmamış ve bu insanlar aidiyet problemi ile karşı karşıya kalmışlardır. Bu durum edebî eserlere de yansımış, birçok yazar ve şair eserlerinde aidiyet problemi temasına yer vermiştir. 1950’lerden itibaren hikâyeler yazmaya başlayan Mustafa Necati Sepetçioğlu da Anadolu insanının aidiyet problemine hikâyelerinde yer veren yazarlardan birisidir. Bu makalede, Sepetçioğlu’nun hikâyelerinde bireylerin mekâna karşı aidiyet problemleri ele alınacaktır.

Anahtar Kelimeler: Hikâye, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Aidiyet Problemi. ABSRACT: Great changes have occurred since the proclamation of the republic of Turkey. With the end of the war, social life and with the development of the industry in villages and towns, the rate of migration to great cities, especially to Istanbul, increased. Yet, it was never easy for Anatolian people to adapt to the urban life, and these people are faced with the problem of belonging. This issue is explored in quite a few literary works by various authors. Mustafa Necati Sepetçioğlu, publishing short stories after the 1950s, is one of these writers that

Yeni Türk Edebiyatı Dergisi, Sayı 10, Ekim 2014, s. 103-112. * Arş. Gör., Celal Bayar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.

represent the problem of belonging in his stories. This article, deals with the problem of belonging in Sepetçioğlu’s short stories.

Keywords: Story, Mustafa Necati Sepetçioğlu, the Problem of Belonging. ...

Giriş

Mustafa Necati Sepetçioğlu (1932–2006), Türk edebiyatında daha çok 1970’lerden sonra yazdığı tarihî romanlarıyla tanınmış olmakla birlikte hikâye, tiyatro, makale, inceleme, anı gibi türlerde de pek çok eser vermiştir. Edebiyat hayatına şiir deneme- leriyle başlamakla birlikte ilk olarak hikâyeleriyle tanınmıştır.

Sepetçioğlu, 1952-1982 yılları arasında elli hikâye yazmıştır. Hikâyelerinin bir kısmı Abdürrezzak Efendi ve Menevşeler Ölmemeli isimli kitaplarında toplanmış; bir kısmı da yayınlandıkları dergilerin sayfalarında kalmıştır. Onun hikâyelerinin mer- kezinde insan vardır ve ona göre hikâye, insanı anlatmalıdır. Türk Sanatı dergisinde kaleme aldığı “Tük Hikâyeciliği ve Hikâyecilerimiz” başlıklı yazı dizisinde bu konudaki düşüncelerini şöyle belirtmektedir:

“Hikâye ne açık bir mektuptur, ne de bir ideolojinin vasıtası. Hikâye insandır. İnsanın sanat adamının dilince tefsiridir... (Hikâyeci) bir ressam gibi tek bir kişi üzerinde çalışa- cak ve cemiyete bu tek kişiden gidecektir. Van Gog’un Matisse’nin ve hatta Picasso’nun portrelerinden, portredeki insanın iç dünyasına ve cemiyetine girmiyor muyuz? Hikâyeci bunu yapabilmelidir. Fakat bunu yaparken de basit bir fotoğrafçı derecesine inmemelidir.1

Çünkü bir ‘sanat’ eserinin değeri, yazarın insana yaklaşma derecesi ile ve insana verdiği kıymetle ölçülmelidir. Ancak o zaman hakikî sanat adamı ve sanat eseri ortaya çıkmış olur.”2 Bu düşünce ile insanı her yönüyle ele alıp değerlendiren yazarın hikâyelerindeki temalar; sevgi, aşk, yalnızlık, özlem, maddî sıkıntı, iffet, ölüm, hayatta kalma müca- delesi ve aidiyet problemi olmuştur.

Sepetçioğlu, Abdürrezzak Efendi kitabında doğup büyüdüğü Anadolu coğrafyasına ve Anadolu’nun geçimini çiftçilikle sağlayan “toprak adamı”na yer vermiştir. Me-

nevşeler Ölmemeli’de ve çeşitli dergi sayfalarında kalmış hikâyelerinde ise daha çok

büyükşehir insanına yer vermiştir. Onun şehirli insanı anlattığı hikâyelerinde en dikkat çekici nokta hikâye kişilerinin kalabalık içinde kendilerini yalnız hissetmeleridir. Bu kişiler aynı zamanda bulundukları mekânda bir yabancılık çekerler. Bu yabancılık birey psikolojisinde birtakım parçalanmalara neden olduğu için bireye aidiyet sorunu yaşatır.

Aidiyet, “ait olmak, bir şeyle aranda fiziksel beraberliğin ötesinde bir ilişki

1 Mustafa Necati Sepetçioğlu, “Türk Hikâyeciliği ve Hikâyecileri”, Türk Sanatı, 1954, S. 26, s. 6. 2 Mustafa Necati Sepetçioğlu, “Türk Hikâyeciliği ve Hikâyecileri II”, Türk Sanatı, 1954b, S. 27, s. 7.

kurmaktır.”3 Aidiyet duygusu insan olmanın bir özelliğidir. İnsan nasıl havaya, suya, yemeye içmeye, sevgiye ihtiyaç duyarsa, aynı şekilde bir topluluğa, bir mekâna ait olma ihtiyacı duyar. Bu ihtiyaçlarının giderilmesi insanlara güç, kuvvet verir, mutluluğunu pekiştirir. Aidiyet duygusunun bireyde aynı zamanda bir kimlik oluşumuna da vesile olduğunu Duygu Alptekin şöyle belirtir:

“Bireye yaşama sevinci veren ve bireyde birliktelik ve dayanışma ruhunu harekete geçiren aidiyet duygusu ya da ait olma hâli; insan ilişkilerini anlamada yardımcı olan bir şeye bağlanma ihtiyacına karşılık gelir. Bireylerin doğumla birlikte kendilerini içinde buldukları kimlik bağlarının ve sonrasında kendilerini ait hissettikleri gruplar ile kurdukları sosyal etkileşim ağlarının, kişiliğin gelişiminde rolü büyüktür. Bireylerin kişilik gelişiminde üyesi oldukları topluma olan aidiyetleri ise toplumsal birliğin ve bütünlüğün sağlanması ve sü- reklilik kazanması için gereken ortaklık duygusudur. Bu duygu ortaklığı, bölgesel ortaklık ve aynı tarihsel geçmişe sahiplik ile bireylerin bir aradalığını anlamlı ve değerli kılar.”4 Kişide öncelikle bir mekâna karşı aidiyet duygusu gelişir. Mekân, bunalmış ruh için bir “sığınma” düşüncesiyle özdeşleştiğinde, somut da soyut da olabilir. Örneğin, Peyami Safa’nın Yalnızız romanındaki gizemli ülke Simerenya, Hâşim’in “O Belde”si nasıl soyut ve düşlenen mekânlarsa, Servet-i Fünûncuların kaçıp sığınmak istedikleri “Yeni Zelanda” veya daha da sınırlandırıp somutlaştırırsak, Tevfik Fikret’in Âşiyan’ı, “dışarı”nın olumsuzluklarına karşı bireyin kendini koruma, sığınma hatta arınma duygularına göre kurgulanmış mekânlardır.5

Aidiyet ve özellikle de aidiyet problemi Cumhuriyet döneminde de birçok yazar ve şair tarafından işlenen bir tema olmuştur. Bu dönemde kırsal kesimlerden büyükşehirlere göçler artmış ve bu durum hem maddî hem de manevî birçok problemi beraberinde getirmiştir. Büyükşehirlere gelen insanların bir kısmı zorluklara katlanarak hayatını devam ettirirken bir kısmı da tekrar geldikleri köylerine ve kasabalarına dönmüşlerdir. Toplumsal hayatı bir esin kaynağı olarak kullanan edebiyat da bu atmosferden etki- lenmiş, birçok yazar ve şair eserlerinde aidiyet problemine yer vermiştir. Necip Fazıl Kısakürek, Ziya Osman Saba, Sabri Esat Siyavuşgil gibi şairlerin ve Mustafa Necati Sepetçioğlu, Yusuf Atılgan, Ferit Edgü, Bilge Karasu, Mustafa Kutlu, Oğuz Atay gibi yazarların eserlerinde aidiyet probleminin farklı motifleriyle karşılaşmak mümkündür.

3 Yeliz Akar, “Fakir Baykurt’un Romanlarında Yabancılaşma ve Aidiyet Sorunu”, Turkish Studies - In-

ternational Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 6/3 Summer, 2011, s. 1638.

4 Duygu Alptekin, Toplumsal Aidiyet ve Gençlik, İstanbul: Nobel Yayın Dağıtım, 2012, s. 29.

5 Özlem Fedai, “Ziya Osman Saba ve Sabri Esat Siyavuşgil’in Şiirlerinde Aidiyet Duygusu ve Mekân

Düşüncesi”, Turkish Studies - International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 4/8 Fall, 2009, s. 1232.