• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM: NĠYAZĠ BERKES: YAġAMI VE ESERLERĠ

2.2 NĠYAZĠ BERKES’ĠN YAġAMI

Niyazi Berkes, Kıbrıs Adası‟nın LefkoĢe Ģehrinde, ikiz kardeĢi Enver Berkes‟le birlikte, Osmanlı-Türk siyasî tarihi bakımından hayli önemli sayılabilecek bir sene olan 1908 yılının 21 Eylül günü doğmuĢtur. Babası Hüseyin Hüsnü Bey, LefkoĢe‟de devlet hastanesinde çalıĢmaktadır. Büyük kardeĢlerinden biri olan Mustafa Zahit, Lefke‟de eczacıdır. Kadı Ömer Vamık Efendi‟nin kızı olan annesi DerviĢe Hanım, Kıbrıs‟ın varlıklı yerli ailelerinden gelen, kendisine miras kalmıĢ birçok taĢınmazlardan oluĢan dükkanlarını Rumlara kiralayan bir ev kadınıdır (Berkes, 1982b: 12-13).28

Niyazi Berkes, liseye kadar olan öğrenim hayatını Kıbrıs‟ta sürdürür. 1923‟e gelindiğinde, Berkes‟in ailesi, o dönemde Kıbrıs‟ın geleceğini tayin edecek Lozan barıĢ görüĢmelerinin sonuçlanmasını beklemektedir. Ancak Ankara Hükümeti, 24 Temmuz 1923‟te imzalanan Lozan BarıĢ AntlaĢması‟nın 21. maddesi hükmünce Kıbrıs‟ın Ġngiltere‟ye ilhakını tanır. Bu yüzden de Berkes ailesi Türkiye‟ye göç etme ve liseye baĢlayacak Niyazi Berkes ile ikiz kardeĢi Enver‟in eğitimine Türkiye‟de devam etmeleri kararını alır. Aile, 1923‟ün Ağustos ayında gemiyle Ġstanbul‟a ulaĢır ve burada ikizler lise eğitimi için Ġstanbul Sultanisi‟ne29 yazdırılırlar.30

Ģöyle sıralanabilir: 1908 II. MeĢrutiyet‟in ve Hürriyet‟in Ġlanı, I. Dünya SavaĢı, Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun iflası ve dağılması, Anadolu ve Trakya‟nın düĢman iĢgalleri, Ulusal KurtuluĢ SavaĢı, Türkiye Cumhuriyeti‟nin kuruluĢu, Cumhuriyet Devrimleri, Tek Parti dönemi, II. Dünya SavaĢı, Çok Partili Hayata geçiĢ, Demokrat Parti (DP) dönemi, 27 Mayıs 1960 Darbesi, 12 Mart 1971 Muhtırası (Darbesi) ve 12 Eylül 1980 Darbesi.

28 Berkes, ayrıldıktan yarım yüzyıla yakın bir süre Kıbrıs‟ı hiç görmemiĢtir. Ancak, Ada‟da geçen çocukluk yıllarının, onun yaĢamındaki yeri ve önemi bambaĢkadır. Keza bu yıllar, Berkes‟in, Mustafa Kemal‟e, Ulusal KurtuluĢ Mücadelesi‟ne ve milli varlığa dayanarak Batı medeniyetine uyum anlayıĢını Türk ulusuna kazandıran çağdaĢ Cumhuriyet olgusuna olan yoğun ilgi ve sevgisini besleyen yıllardır.

29 Ġstanbul Sultanisi, günümüzde Ġstanbul Erkek Lisesi olarak bilinen okulun, 1913-1923 yılları arasındaki ismidir. Anılan okulun tarihçesi için bkz. (Koz, 2006)

30 Yeni Türkiye Cumhuriyeti‟nde, 1923‟le birlikte milli eğitim alanında hızla baĢlatılan geliĢmeler, çağdaĢ eğitim-öğretim sistemine geçiĢ, bu alanda yapılan devrimler ve hâlâ da yaĢanan sorunlarla ilgili olarak bkz. (Tanilli, 1992); (BaĢgöz, 1999) ve (Erdem, 2010)

Niyazi Berkes‟in, çocukluğunda kazandığı haksızlığa tahammül edememe özelliğinin karakteristik izlerini, 1927 yılında mezun olacağı Ġstanbul Lisesi‟ndeki (Sultanisi) hocalarının kiĢiliklerinin aktarımında görmek mümkündür; “Öğretmenler arasında en beğendiğim, derslerinden en çok etkilendiğim kişi tarih öğretmeni Muhsin Beydi. Bir iki yanı ile. Hiçbir alafrangalığı, züppeliği olmayan bir kişi. İleri kafalı, haksızlıklara karşıt bir kişi. Derslerinde bu yanları daima belli oluyordu.” (Berkes, 1997: 45)

Berkes, 1927‟de Ġstanbul Lisesi‟nden mezuniyetini müteakip, aynı yılın sonbaharında, o tarihte genç Cumhuriyet‟in tek üniversitesi olan Ġstanbul Darülfünunu‟nun Hukuk Fakültesi‟ne yazılır. Bir yıl sonra 1928‟de, Türk toplumunun sorunlarını daha iyi anlayabileceğini düĢünerek, Darülfünun Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü‟ne geçiĢ yapar; ancak burada da umduğunu bulamaz.31

Berkes, felsefe lisans eğitimi sırasında aldığı ilave tarih dersleri nedeniyle, Darülfünun‟dan 1931 yerine 1932 yılında mezun olur. Daha sonra Berkes, 1933-1935 yılları arasında, sırasıyla Ankara Halkevi‟nde kütüphane sorumlusu, Ankara Maarif Koleji‟nde müdürlük, Ġstanbul Üniversitesi‟nde sosyoloji asistanlığı ve askerlik görevlerinde bulunur.

Berkes, 1935 yılında devlet tarafından ABD/Chicago Üniversitesi‟nde sosyoloji doktora eğitimine gönderilir. Ancak II. Dünya SavaĢı‟nın baĢlaması üzerine, doktora tezi yazım aĢamasında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından alelacele yurda geri çağırılır. Bu ani geri çağrılıĢın altında, aslında baĢka nedenler de yok değildir. Dönemin Milli Eğitim Bakanlığı öğrenci müfettiĢi ReĢat ġemsettin Sirer,32 o tarihlerde devlet namına yurtdıĢında eğitim görmüĢ veya halen görmekte olan Pertev Naili Boratav, Behice Boran, Muzaffer ġerif BaĢoğlu ve Niyazi Berkes gibi akademisyenleri, onlarla aynı yerlerde eğitim gören ırkçı-Turancı öğrencilerin raporlarından da yararlanarak, resmen mimlemiĢtir.33 Doktorasını bitiremeden, o dönemdeki eĢi ve aynı üniversitenin antropoloji bölümünde doktora eğitimine devam eden Mediha Esenel (Berkes)34 ile

31 Sonrasındaki lisansüstü eğitiminde bir sosyolog (bilim doktoru-doçent-profesör) olarak akademik yaĢamına devam edecek olsa da, lisans eğitimini felsefe disiplini üzerine yapan Niyazi Berkes‟in tüm düĢünsel geliĢiminde, yine de bu disiplinin sorgulayan, aydınlanmacı, ilerici ve geliĢmeci anlayıĢı düĢününe hâkim olduğunu belirtmek önemlidir.

32 Nitekim Sirer, 1945 ertesinde Hasan-Âli Yücel‟den sonra Milli Eğitim Bakanı olmuĢtur.

33 Bu ideolojik tutum, 1940‟lı yıllarda Berkes‟in peĢini bırakmayacak ve hayatını kabusa çevirecektir.

34 “Türk kadınının ancak Atatürk devrinde değeri bilinmiş, ona erkeklerle eşit haklar tanınmıştı. Kendimi Ata‟nın çocuklarından biri olarak görür, bununla iftihar ederdim.” diyen Mediha Esenel (Berkes) (1999:

birlikte 1939‟da yurda döndürülen Berkes, aynı yılın Eylül ayında, ileride doçentliğe kadar yükseleceği DTCF‟de asistan olarak göreve baĢlar.

1940‟lı yıllar, dünyada olduğu kadar Türkiye‟de de, özellikle toplumsal her alanda sıkıntı ve kaoslarla dolu Ġkinci Büyük SavaĢ yıllarıdır. SavaĢın türlü etkileri, tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye‟de de yoğunlukla hissedilmektedir. Bu savaĢta Türkiye, tarafsızlığını ve hassas uluslararası politik dengeleri, büyük siyasî çabalarla korumaya çalıĢmıĢtır. Almanya ve müttefikleri, tüm Avrupa‟yı kasıp kavurmaktadır ve Alman kuvvetleri, Trakya‟da Türk sınırlarına kadar dayanmıĢtır.

Bununla birlikte, savaĢın iç siyasal dengelere olan etkilerinin, Türkiye‟de pek hayırlı neticeler doğurmadığı söylenebilir. 1930‟lu yıllarda palazlanan ve savaĢın ilk yıllarında Nazi Almanya‟sının ani baĢarılarından da etkilenerek tekrar hortlayan ırkçı-Turancı akımların baskı ve etkileri, 1940‟ların baĢlarıyla birlikte ülkenin düĢünce ve siyasî hayatında görülmeye baĢlar. Tek Parti olarak iktidarda bulunan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) içindeki kimi yönetici egemen ve sivil sınıflar tarafından da desteklenen bu sağ eğilimli kesimlerin olumsuz etkileri, dönemin çok az sayıdaki yüksek öğrenim kurumunda kolaylıkla etkinlik kazanır. Bu durum, özellikle Ankara‟da, DTCF‟nin öğretim üyeleri ve öğrencileri arasında yoğun bir ideolojik ayrıĢma ve kamplaĢmaya sebep olur.

Niyazi Berkes de, DTCF‟deki Pertev Naili Boratav, Behice Boran, Muzaffer ġerif BaĢoğlu gibi akademisyen arkadaĢları ile birlikte, dönemin resmi ve sivil ırkçı-Turancı akımlarının fakülte içindeki ve dıĢındaki baskılarından payına düĢeni almıĢtır. Bu anlamda, aslında üniversitede 1948 tasfiyelerine giden yoldaki ilk ateĢleyici, Niyazi Berkes ve arkadaĢlarının 1941‟de yayımlamaya baĢladığı ve yoğun bir ırkçılık karĢıtlığı ve hümanizma örnekleriyle dolu Yurt ve Dünya ile Behice Boran‟ın Adımlar dergilerinin resmi makamların baskısıyla 1944‟te kapatılmasıdır.

II. Dünya SavaĢı‟nın hemen sonrasında ise, Batı‟da geliĢip Türkiye‟yi de hızla etkisi altına alan anti-komünist ortamın, Berkes ve onun arkadaĢ çevresinin üzerine bir kabus gibi çöktüğü görülür. Nitekim DTCF‟li hocalar, 1945 sonlarında Görüşler dergisinin

56) de, eĢi Niyazi Berkes gibi, Cumhuriyet devrimlerini gayet iyi okuduğunu gösteren, entelektüel seviyesi yüksek, çağdaĢ ve ilerici-yurtsever bir bilim insanıdır.

yayımı ve Tan Olayları bahane gösterilerek, Milli Eğitim Bakanlığı emrine alınır.35 Bu olay ertesinde, kürsülerine ancak dört ay sonra dönebilseler de, artık Türk kamuoyunun tanımaya baĢladığı “solcu hocalar”dır. Zaten sonunda da, üzerlerinde her geçen gün artan yönetici ve sivil egemen sınıfların baskısıyla, 1948‟de DTCF tasfiyeleri olarak bilinen geliĢmeye maruz kalmaktan kurtulamazlar.

Nitekim Berkes, Boran, Boratav, Erhat, Cemgil gibi entelektüellere, 1946-1948 arasında, solcu olmak, komünizm propagandası yapmak, Sabahattin Ali‟nin arkadaĢı olmak gibi birçok tuhaf suçlama yöneltilmiĢtir. Bu çerçevede, haklarında gerek fakülte bünyesinde, gerekse sivil ceza mahkemelerinde çeĢitli disiplin soruĢturmaları ve ceza davaları açılmıĢtır. Ancak 1950‟de hepsinin, tüm bu soruĢturma ve davalardan beraat etmelerine rağmen, dönemin yönetici egemen sınıfları, onların bir daha kürsülerine dönmemeleri için her türlü hukuksuz giriĢimi göze almıĢ durumdadır. Bu meyanda, baĢta dönemin Milli Eğitim Bakanı ReĢat ġemsettin Sirer olmak üzere,36 CHP milletvekillerinin neredeyse tümü, Berkes ve arkadaĢlarının akademik kimliklerine son darbeyi TBMM çatısı altında vurmuĢlardır.

Berkes, Boran ve Boratav‟ın fakülte kadroları, TBMM‟de yapılan Ankara Üniversitesi 1948 yılı Bütçe Kanunu görüĢmeleri sırasında, hukuka tamamen aykırı biçimde, ilgili bütçe cetveli dıĢında bırakılmıĢtır. Amaç, türlü soruĢturma ve davalardan aklanarak çıkan bu akademisyenleri, ne olursa olsun fakülteden tasfiye etmektir. Yönetici egemen sınıfların bu planları iĢlemiĢtir.

Zira DTCF‟li hocalar, haklarındaki tüm davalardan 1950 ve sonrasında beraat etmelerine rağmen, kadroları TBMM‟de haksız yere lağv edildiği için, bir daha kürsülerine geri dönememiĢlerdir. Gerçekte iĢin özü Ģudur: Bu akademisyenlere, Türkiye‟de fikir ve görüĢlerini, özgürce düĢünüp ifade ederek yaĢayabilme hakkı çok görülmüĢtür. Hatta 1950‟de Demokrat Parti iktidarıyla birlikte, anılan akademisyenlerin sözde zararlı görüĢleriyle Türkiye için büyük tehlikeler yarattıkları öne sürülmeye

35 TC Millî Eğitim Bakanlığı ZatiĢleri Müdürlüğü‟nün Sayı: 30/1 27739 ve 15 Aralık 1945 tarihli yazısı;

“Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dekanlığına, Fakülteniz Halk Edebiyatı Doçenti Pertev N.Boratav, Sosyoloji Doçenti Behice S.Boran ve Niyazi Berkes‟le Felsefe Enstitüsü İlmî Yardımcılarından Mediha Berkes görülen lüzum üzerine Bakanlık emrine alınmışlardır. Tabliğiyle ayrıldıkları tarihlerin bildirilmesinin rica eder, saygılarımı sunarım. Zatişleri Müdürü İ.Erkal” Ayrıntı için bkz. A.Ü. DTCF Personel ArĢivi, Mediha Berkes ġahsi Dosyası (Dosya No: 144), Evrak No: 61.

36 ReĢat ġemsettin Sirer, 5 Ağustos 1946-9 Haziran 1948 tarihleri arasında Milli Eğitim Bakanlığı yapmıĢtır. Ayrıntılı bilgi için bkz. http://www.meb.gov.tr/meb/ (EriĢim tarihi: 10 Eylül 2014)

baĢlanmıĢ ve Türkiye dâhilinden de bir Ģekilde tasfiye edilmeleri öne çıkmaya baĢlamıĢtır.

Bu dönemde Niyazi Berkes, doğal olarak iĢsiz ve maaĢsız kaldığı için, ailesiyle birlikte, kürsülerinden tasfiye edilen diğer arkadaĢları gibi büyük bir geçim derdi içine düĢmüĢtür. Böylesi kaotik bir ortamda, Sabahattin Ali‟nin vahĢice katledilmesiyle iyice sarsılan ve hatta bundan bazı hayati dersler de çıkaran Berkes, Türkiye‟de daha fazla sağlıklı ve özgürce yaĢayamayacağına kanaat getirmiĢ ve 1952 yılında Kanada‟nın McGill Üniversitesi‟nden aldığı daveti kabul etmek zorunda kalmıĢtır. Niyazi Berkes, sözde marjinal ve yabancı bir entelektüel37 olarak Eylül 1952‟de itibaren artık bu soğuk ülkenin, deyim yerindeyse “sürgün konuğu”dur.

Berkes, 1952‟nin sonbaharında Montreal/Kanada‟da konuĢlu McGill Üniversitesi Lisansüstü ÇalıĢmalar ve AraĢtırma Fakültesi (Faculty of Graduate Studies and Research)38 bünyesindeki Ġslamî AraĢtırmaları Enstitüsü‟nde (Institute of Islamic Studies)39 baĢladığı öğretim üyeliği görevinden, 1975 yılında Emeritus Profesör olarak emekli olur ve Kıbrıs‟tan akrabalarının da yoğunlukla yaĢadığı Ġngiltere‟ye yerleĢir.

Türkiye‟deki yönetici egemen sınıfların Berkes‟i hâlâ bir düşünce şüphelisi olarak görmeleri nedeniyle, çok istemesine rağmen, emeklilik yıllarında dâhi, o çok sevdiği ülkesine bir türlü geri dönüp yerleĢemez. Aslında Berkes, zihnen Türkiye‟den hiç gitmemiĢtir. Dolayısıyla Çetik‟in (2007: 44) yerinde tespitiyle diyebiliriz ki, Berkes aslında zihnen baĢladığı yerdedir.

Ancak yine de Türkiye‟ye seyahatleri olmuĢtur ve bunlar genelde yazları ve kısa dönemler içindir. Keza yurduna kesin dönüĢ yaptığında, birtakım kumpas, iftiralarla hakkında davalar açılabileceği, hapislere atılabileceği yönünde korku ve endiĢeler taĢımaktadır. Bunların gerçekleĢebileceğine dair güçlü emareler de yok değildir. Zaten akraba ve dostlarından aldığı duyumlar da hep bu yöndedir.40 Bu nedenlerle Berkes,

37 Benzetimin yararlanıldığı kaynak olarak bkz. (Said, 1995)

38 Fakültenin günümüzdeki adı, “Faculty of Graduate and Postdoctoral Studies”dir (Yüksek Lisans ve Doktora Sonrası ÇalıĢmalar Fakültesi).

39 Halen iĢlevsel olan ve 2001‟den itibaren “Faculty of Arts” (Fen-Edebiyat Fakültesi) bünyesine geçen Ġslamî AraĢtırmalar Enstitüsü, 2012 yılında 60. kuruluĢ yıldönümünü kutlamıĢtır.

40 1958‟de Hindistan Aligarh Üniversitesi‟ne misafir öğretim üyesi olarak giderken, Avrupa‟da geçirdiği 2-3 aylık zaman hakkında Cevdet Kudret‟e gönderdiği mektupta bu konuda Ģunları yazar; “Bir buçuk saat da Selanik‟te bekledik. Burada adeta heyecanlandım. Memleket hasreti beni hüzne gark etti. Bu kadar yakınlara geldiğim halde ziyaret edemeyişime, Fikret‟i göremeyişime içim yandı. Bu halden beni senin mektubunda hiç gözümün önünden gitmeyen bir cümle uyandırdı: “Sakın ha!” Hani bir de hikâye

memleket hasretini, 1952-1988 arası yaptığı kısa memleket ziyaretleriyle tatmin etmek zorunda kalır.

Doğru‟nun (1 ġubat 1991: 5) tanımlamasıyla; “İki yüz yıldır neden bocaladığımızı [ve]

çağdaşlaşma tarihimizin omurgasını yakala[yan]” Niyazi Berkes, 18 Aralık 1988 günü Ġngiltere‟de Londra yakınlarındaki küçük sahil kasabası olan Hythe‟da ağır bir kalp krizi nedeniyle hayata gözlerini yumar; son eĢi Ġskoç asıllı Anice Berkes‟in tanımlamasıyla, yalnızlık içinde… Nitekim Berkes‟in Londra yakınlarında düzenlenen cenaze törenine, Londra‟dan hiçbir Türk diplomatik misyon görevlisi katılmaz.

Tanyol‟un (Ekim 1993: 39) vurgusuyla, düĢünce açlığının sancılarını duyan ülkesini dıĢarıdan besleyen bir Türk aydının ölümü böyle bir Ģeydir.

Aslında, buraya kadar sunulan özet yaĢam öyküsünden, Berkes hakkında yapılan

“Türkiye‟nin yetiĢtirdiği” nitelemesinin biraz yanıltıcı olabileceği de düĢünülebilir. Bu nitelemenin, “Türkiye‟ye rağmen yetiĢen” Ģeklinde kullanılmasının daha uygun olacağı dahi akla gelmektedir. Keza Oktay‟ın (23 Aralık 1988: 10) da vurguladığı gibi, günümüzde dâhi alamet-i farikası “düĢünce ve ifade özgürlüğüne tahammülsüzlük” olan siyasî iktidarlar ile toplum, Niyazi Berkes‟i bir ömür boyu dıĢlamıĢ ve onu baĢka bir ülkede bilim yapmak zorunda bırakmıĢtır.

Ve bu sayede de Berkes, Türkiyeli birçok aydının acılarla dolu yok edilme yazgısını yaĢamıĢ bir düĢünür olarak, Türk düĢünce ve siyasî tarihinin tasfiye ve sürgünlerle dolu sayfalarındaki yerini -daha hayattayken- çoktan almıĢtır. Bu yüzden de Berkes, özde bir sosyolog ve siyaset bilimci olmasına rağmen, kendisini bunlardan öte hep bir politik sürgün ve kurban olarak görmüĢtür (Sezer, 2000: 152).

Dolayısıyla Berkes‟in baĢladığı yerle vardığı yer arasında önemli farklar olduğu kesindir. Ancak, Oktay‟ın (23 Aralık 1988: 10) sorguladığı Ģekilde; “Dünyaya bir anlamda kültürel/düşünsel bir tramvayla gelen ve tarihsel kopuşun ürünü olan Niyazi Berkes gibi bir Cumhuriyet aydını için bir başka yazgı söz konusu olabilir miydi?”…

Bilinmez; ancak bir yalnız adam, bir yabancı diyarda tarih olup giderken, Türkiye‟de gömülmesini vasiyet etmesi (DinçĢahin, 2010: 256) bile, yurduna bağlılığının açık bir ifadesi olarak değerlendirilebilir.

yazmıştın, hatırlıyor musun? Atina‟ya geldikten sonra da bu hal zaman zaman beni sardı. Oradaki ikametimden bir şey anlamadım, adeta sâir-i fi‟l-menâm gibi dolaştım.” (Kudret ve Ġnci, 1995: 79)

2.3 NĠYAZĠ BERKES BĠBLĠYOGRAFYASI, ESERLERĠ VE YAZIN