• Sonuç bulunamadı

2.2. ÜYELİK DÖNEMİNİN İSTİSNACILIĞI

2.2.6. Muhafazakâr Parti İktidarı (2015 )

2.2.6.1 David Cameron Hükümeti (2015-2016)

2015 Mayıs’ında yapılan seçimlerin ardından David Cameron tek başına iktidara gelmişti.93 Bu durum akıllara ilk olarak partinin referandum sözünü getirdi. Cameron’ın

bu sözle ilgili herhangi bir çekincesi yoktu, çünkü sandık konusunda kendine güveni tamdı ve seçmeninin desteğini alacağına inanıyordu. Girdiği hiçbir seçimi kaybetmemişti. Muhafazakâr Parti, 2010 ve 2015 genel seçimlerinde birinci partiydi ve 2011 seçim sistemi ile 2014 İskoçya bağımsızlık referandumlarında kampanyasını yürüttüğü tercih sandıktan çıkmıştı (Glencross, 2016: 3). Aralık 2015’te referandumu garantileyen yasama süreci tamamlandı. Daha sonra Brexit olarak adlandırılacak referandumun tarihi olarak da 23 Haziran 2016 seçildi.94 Fakat bunun öncesinde

hükümetin AB ile masaya oturup üyelik koşullarını müzakere etmesi gerekiyordu. Cameron, 10 Kasım 2015’te, Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk’a bir mektup yazarak ekonomi alanında Euro bölgesi üyesi olmayan ülkelerin ayrımcılıktan korunmasını, rekabet alanında AB düzenlemelerinden kaynaklı uyum maliyetlerinin azaltılması için düzenleme yapılmasını, egemenlik alanında “giderek yakınlaşan birlik” prensibinden muafiyet ve ulusal parlamentoların rolünün artırılmasını, göç alanında ise serbest dolaşım ve sosyal yardımlar konusunda düzenleme yapılmasını talep etti.

Aralık ayı içinde düzenlenen Avrupa Konseyi Zirvesi’nden müzakerelerle ilgili bir sonuç çıkmayınca gözler Şubat 2016’daki zirveye çevrildi. Bu zirve sonunda Britanya; Euro bölgesi ülkeleri tarafından ayrımcılığa uğramayacağının ve krizde olan ülkelere yardım paketlerine katılmayacağının, rekabetin artırılması için uyum maliyetlerinin düşürüleceğinin, “giderek yakınlaşan birlik” ilkesinin dışında kalacağının

93 Bu seçimde Muhafazakâr Parti, %36,8 oy oranı ile 330; İşçi Partisi, %30,4 oy oranı ile 232

sandalye kazandı.

94 Britanya siyasi tarihine Brexit referandumu olarak geçen bu oylama, ismini İngilizce’deki

“Britain” (Britanya) ve “exit” (çıkış) kelimelerinin birleştirilmesiyle türetilen ve ilk kez 2012’de kullanılan sözcükten aldı.

ve önceki muafiyetlerinin korunacağının, ulusal parlamentolara “kırmızı kart” prosedürü ile AB yasama süreçlerini durdurabileceğinin, “acil fren sistemi” ile birlikte göçmenlere sağlanacak sosyal yardımlara kısıtlamalar getirilebileceğinin sözünü aldı. Bu müzakerenin ardından Londra’ya dönen Cameron, kazanımları bir zafer olarak kamuoyuna duyurdu ve referandumda “evet” yönünde oy kullanacağını söyleyerek kampanyayı başlatmış oldu (Wallace, 2016). Kampanyanın evet cephesinde, Muhafazakâr Parti ve İşçi Partisi’nin önemli bölümü ve özellikle yönetici kadrosu ile Liberal Demokrat Parti yer alırken hayır cephesi UKIP, İşçi Partisi’nden bazı milletvekilleri ve Muhafazakâr Parti’den bazı bakanlar ve milletvekilleri etrafında toplandı.

Evet cephesinin temel argümanı, öncelikli olarak mevcut durumun korunması vaadiydi. Tarihsel olarak radikal değişimlerden çekinen Britanya siyaseti ve toplumu, o tarihe kadar ülke genelinde yapılmış iki referandumda da değişimi reddetmişti. Ancak üyelikten ayrılmanın olumsuz yanlarına odaklanan evet kampanyası, “Korku Projesi”95

(Project Fear) olarak yansıtıldı ve Topluluk yanlıları tarafından bile AB’de kalmanın olumlu yanlarına vurgu yapmaması nedeniyle eleştirildi. Bu cephenin bir zayıf yönü de aktörleri arasındaki kopukluk ve yer yer görülen hasımlıktı. İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn’in evet oyu kullanacağını açıklamasına rağmen aktif bir şekilde kampanya yürütmemesi ve siyasal rakibi David Cameron ile birlikte aynı cephede yer almaktan hoşnut olmaması bu durumun bir göstergesiydi. İşçi Partisi’nin uzun yıllar sosyalist kanadında yer almış ve 1975 referandumunda hayır oyu kullanmış Corbyn’e göre, Cameron’ın müzakere kazanımları, üzerine kampanya yürütülebilecek bir konu değildi. Bu bağlamda, iki liderin de geçmişlerinde AB’ye karşı takındığı olumsuz tutum kampanyanın samimiyetini sorgulattı. Diğer taraftan Corbyn, AB’nin reform ihtiyacını vurguladığı kadar, Cameron hükümetlerinin de ülkedeki sorunların kaynağı olduğunun altını çiziyordu. Göçmen işçilerdeki artış yerine bankacılık sistemindeki deregülasyonlar, yüksek yaşam maliyetleri ve ahlaki değerleri hiçe sayan işverenler öncelikli çözüm bulunması gereken konulardı (Watkins, 2016: 19). Ayrıca hükümetin evet kampanyasının genel olarak iş dünyasına ve piyasalara yönelik argümanlar sunması

95 AB’den ayrılmak isteyenlere göre, Topluluk yanlıları, AB’den ayrılmanın sonuçlarını

kötümser bir senaryo ile ele almaktaydı. Bu bağlamda, “Korku Projesi” AB’de kalmak yönünde oy kullanacakların söylemlerini eleştirmek için geliştirilen bir stratejidir.

ve düşük gelire sahip Britanya vatandaşlarına bir vaadi olmaması da bu cephenin eksik bir yönü olarak görüldü (Politico, 25 Haziran 2016).

Hayır cephesinin temel argümanlarının başında ise göç geliyordu. AB üye ülkelerinden gelen göçmenlerin giderek arttığı ve ucuz iş gücü olmaları sebebi ile Britanya vatandaşlarının iş bulamamasına yol açacakları bu cephenin temel iddiasıydı. Buna ek olarak aday ülke Türkiye’nin tam üyelik elde etmesi bir tehdit olarak gösterildi, hatta böylesi bir durumda Topluluğa katılacak seksen altı milyon nüfusu AB’nin beslemek zorunda kalacağı savunuldu. Bunun yanı sıra, AB ekonomisinin kötüye gittiği ve Euro bölgesinde krizle uğraşan ülkeleri Britanya’nın kurtarmak zorunda kalacağı, AB’ye para ödemek yerine ülke ekonomisine ve kurumlarına yatırımlar yapılması gerektiği gibi argümanlarla ekonomi açısından seçmenleri etkilemeye çalışan hayır cephesi, Avrupa entegrasyonu bağlamında en başından beri Britanya’nın çekincesi olan egemenliğin devri konusunu da kampanyaya taşıdı (Forbes, 5 Temmuz 2016).

23 Haziran 2016’da yapılan referandumun sonucunda Britanya seçmeninin %52’si AB’den çıkma yönünde oy kullandı. Bu sonuç David Cameron’ı hem parti başkanlığından hem de başbakanlıktan istifaya zorladı ve parti içinde yapılan seçimle göreve Theresa May geldi.

2.2.6.2 May Hükümeti (2016-….)

Her ne kadar pasif ama AB’de kalmak yönünde bir kampanya yürütmüş olsa da, May göreve gelir gelmez “Brexit, Brexit’tir” dedi. Bir başka deyişle partisinin oylama sonucu dışında başka bir politika izlemeyeceğini ve Britanya’nın AB’den ayrılma sürecini en kısa sürede başlatacağını duyurmuş oldu. Bu doğrultuda, ilk iş olarak AB’den Ayrılma Bakanlığı kuruldu ve başına referandumun “hayır” kampanyasının öncülerinden David Davies getirildi.

May’in bu kararlığına rağmen, 3 Kasım 2016’da Yüksek Mahkeme 96

“parlamentonun egemenliği” prensibi kapsamında hükümetin parlamento onayı

96 Mahkeme, 2005’te, Blair hükümeti döneminde kuruldu. Daha önce Lordlar Kamarası’nın

içinde yer alan benzer yapıdaki yargı organı kaldırıldı. Britanya siyasi tarihinin uzunluğu düşünüldüğünde, görece yeni olan bu yargı kurumunun meşruiyeti de söz konusu bu kararla birlikte sorgulandı.

almadan Lizbon Antlaşması’nın 50. Maddesini97 yürürlüğe koyamayacağı kararını aldı

(Harries, 2016: 36). Bu karar üzerine, referandum sonucunun meşrulaştırılması için hazırlanan Brexit Yasası, 14 Mart 2017’de parlamentoda oylandı. 274’e 118 oyla Britanya parlamentosu Theresa May’in 50. Maddeyi yürürlüğe koymasını kabul etti. May’in 29 Mart’ta Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk’a yazdığı mektupla Britanya’nın üyelikten çıkış süreci resmen başladı. Böylece 60 yıllık AB tarihinde ilk kez bir üye ülke, ayrılma yönünde karar alıp uygulamaya geçmiş oldu.

97 Bu madde her üye devletin kendi anayasal kurallarına uygun olarak AB’den ayrılmaya karar

verebileceğini taahhüt etmektedir. Ayrılma kuralları ayrılan devletle AB arasında müzakere edilir ve bu süreç iki yıl içinde tamamlanmak zorundadır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

İŞÇİ PARTİSİ VE MUHAFAZAKÂR PARTİ MİLLETVEKİLLERİNİN

BRİTANYA PARLAMENTOSU’NDAKİ (1973-2017) İSTİSNACILIK

SÖYLEMLERİNİN ANALİZİ