• Sonuç bulunamadı

1.2. BRİTANYA İSTİSNACILIĞI KAVRAMININ KAYNAKLARI

1.2.1. Britanya istisnacılığının oluşumu

1.2.1.3. Devlet-toplum ilişkileri ve hukuk sistemi

Devlet kelimesinin en eski kullanımı 1538’de dönemin fikir adamlarından Thomas Starkey’in çalışmasına dayanmaktaydı. 17. yüzyıldan itibaren bu kullanımın Kıta Avrupası’ndan farklı çağrışımlar yaptığı kabul edildi. Sıklıkla ulusun ve topluluğun karşılığı olarak kullanılan devlet kavramı, yürütmenin tüzel kişiliğine ya da hükümet kavramlarına karşılık gelmemekteydi. Fransa ve Almanya’nın aksine devlet, iç politikayı içine alan bir kurum değil, dış politikada tanınır olmanın öznesi ve üzerinde herhangi bir dış güç olmayan egemen birimdi (Dyson, 1980: 36-38). Kıta Avrupası’nda ise daha özerk bir devlet kavramı ortaya çıktı. Devlet yapısı burada “burjuvaziden bağımsız, ekonominin gelişme yönünü ve toplumun dönüşümünü tayin etme kapasitesine sahip” bir şekilde oluştu. İngiltere’de ise özerk devlet yapısı oluşumunu toprak sahibi aristokrasi ve burjuva sınıfı engelledi ve bu sebeple herhangi bir devlet eliti zümresi gelişmedi. 17. yüzyıl gelişmeleri sonrasında Parlamento devleti kontrol etti ve “kurumları, bütçesi, ve memur sayısı ile İngiliz devleti cılız kaldı” (Keyder, 2009:

20). İngiliz devleti Kıta’nın “ussal” bürokratik ama kapitalist olmayan devletlerinin aksine ussal olmayan kapitalist bir devlet modeliydi (Mooers, 1997: 195). Kapitalizmin en önemli özelliklerinden biri olan devlet-sivil toplum ayrılığının bu coğrafyada iki temel sonucu oldu. Hem emeğin alınıp satıldığı bir mekanizma olarak pazar kavramı yerleşti ve emek-sermaye ilişkilerinin sömürücü doğası maskelendi hem de bu maskeleme aracılığı ile devletin sınıf karakteri gizlenmiş oldu (Mooers, 1997: 200).

Keyder, insanların yaşadıkları ve olağan kabul ettikleri pratikleri inceleme açısından en önemli kurumlardan birinin hukuk olduğunu söyler. Tarihsel sosyoloji içinde hukuk konusuna göz atmak, toplumlar arasındaki temel siyasi algılama farkları açısından bir ipucu oluşturabilir (Keyder, 2009: 23). Hukuk sistemi açısından da İngiltere’de örf hukukunun kullanılıyor olması yukarıda bahsi geçen devlet yapısının oluşmasına katkıda bulunmuştu. Roma hukukuna dayanan bir kamu hukukunun bulunmayışı devletin tüzel bir kişilik olarak kabulünü engellemişti. İngiltere’de parlamento ve yargıçlar tarafından oluşturulan kanunlar ikili bir yapı taşımaktaydı. Bu ikili yapı devletin ve devlete ait teorilerin hukuka yaslanmasını önlemişti (Laborde, 2000: 552). Anglo-Sakson sisteminin en önemli parçalarından biri olan örf hukuku, ekonomiye ve piyasanın işleyişine en büyük serbestiyi veren düzen olarak da bilinmekteydi. Yerel yargıçlar, toprak sahibi sınıfın içinden çıkmış ve hukuku mevcut kurallar ve daha önce verilmiş kararlar çerçevesinde uygulamaktaydı. “Mülkiyetin kutsallığı, bireyin tam özerkliği ve siyasi otoritenin haklarının asgariye indirilmesi” gibi temel prensipler üzerine kararlar alınıyordu. Toprak sahibi aristokrasi tarafından tercih edildiği kadar kraliyete karşı güvence isteyen köylünün de tercih ettiği bu hukuk sistemi, monarşinin de bu hukuki düzene tabi olması sebebi ile önemliydi (Wood, 2016a: 17). Bu sistemde kanunlar “toplum” tarafından yapılmakta, devlet ise halkın kanunlara uymasını sağlayan kolluk gücünü sunmaktaydı. Roma hukukunun temel ilkelerinden biri olan “devletin gücünü halka karşı koruma” refleksi, hukuk sistemi nedeni ile Britanya’da görülmedi (Keyder, 2009: 24-25). Bu bağlamda ülkedeki hukuk sistemi, Kıta sisteminin tersine, bireysel hakların devlet karşısında korunmasını sağladı.

Devlet-toplum ilişkilerinde önemli aktörlerden biri de orduydu. Gerek savaşlar için gerekse köylünün ürettiği artığa el koymak için bir baskı aygıtı olarak mutlak monarşilerin aracı düzenli ordular, İngiltere’de 17. yüzyıl sonrası mutlakçı devlete karşı mücadelenin sonucunda sınırlandırıldı. Bu durum silahlı bir gücün yokluğu anlamına gelmemeliydi, keza yeni topraklar ve pazarlar 17.-18. yüzyıllar boyunca yaşanan

savaşlarda bir ordu ve donanma olmadan kazanılamazdı. Ordunun en önemli özelliği bu açıdan denetiminin kraliyette değil, parlamentoda olmasıydı (Mooers, 1997: 195). Düzenli bir ordunun bulunmayışı devlet formunun oluşumuna ve monarşinin karakterine doğrudan etkide bulunurken, deniz gücü ticaretinin gelişmesine yardımcı oldu. Donanma, toprak sahibi sınıfa karşı bir ordu kadar tehlike oluşturmuyordu. Aksine donanma, Denizcilik Yasaları sayesinde yürütmeye ve doğal olarak toprak sahibi sınıfa gücünü veren dışsal bir etki oldu. Denizcilik yasaları kapalı sömürge sistemini kolaylaştırdı ve sömürgelerin parlamentoya bağlanmasını sağladı (Mooers, 1997: 194). Donanmaya savunma anlamındaki güven, toprak sahibi sınıftan vergi toplanmasını kolaylaştırdı. Vergi toplamadaki bu rahatlık, hükümetin uluslararası borçlanmasını kolaylaştırdı ve ticari karlılık üzerine yapılan savaşlarda Britanya’ya avantaj sağladı. Vergi gelirlerinin güvencede olması yerli kredi kuruluşlarına faizlerin ödenmesi anlamında güven sağladı ve bu sayede ülke içindeki istikrarlı kapitalist gelişimin sağlanması için gerekli koşullar oluşturuldu (Sayer, 1992: 1392). Başlıca vergi kaynağı parlamento aracılığı ile toprak sahibi sınıflardan toplanan toprak vergisiydi. Bu vergi zora değil mükelleflerin rızasına dayanmaktaydı (Mooers, 1997: 193). Tüketim vergileri de aynı şekilde egemen sınıflar üzerinde bir baskı aracı değildi, bu vergileri denetleyenler de onlardan yararlananlar da bağımsız bir bürokrasi değil egemen sınıfın kendisiydi. Vergiler makam olarak ya da hükümete borç verilmişse faiz olarak geri dönmekteydi. Kıta Avrupası’nda aristokrasi, kazandığı makamların bedelini bağımsız bir sınıf olarak sahip olduğu güçte bir azalma ile öderken, İngiltere’de böyle bir durum görülmedi. Devlet hiçbir zaman egemen sınıfların rakibi olmadı (Mooers, 1997: 195).

Yukarıda sınırları çizilen Britanya devlet yapısıyla birlikte şekillenen ulus ve ona ait kimlik özellikleri Britanya istisnacılığının temellerini kuvvetlendiren başlıklardan biri olarak düşünülmelidir. Bu doğrultuda bir sonraki bölümde Britanya’da ulusal kimliğin oluşumu incelenecektir.