• Sonuç bulunamadı

3.3. ARAŞTIRMANIN BULGULARI VE VERİ İNCELEMESİ

3.3.3. Dünya gücü olarak Britanya ve enternasyonalizm

Modern anlamda Avrupa entegrasyonu fikrinin oluştuğu İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Britanya’da hâkim söylem paradigmalarından biri, ülkenin bir “dünya gücü” olduğu iddiası üzerine kurulmuştur. Bu iddianın en temel dayanaklarını çalışmanın birinci bölümünde detaylı bir şekilde incelenmiş olan ülkenin emperyal geçmişi ve dış politika tercihleri oluşturur. Bu dayanakların Britanya’nın istinacılık söylemine katkıda bulunduğu, önemli sayıda akademik çalışma tarafından da

desteklenmiştir. 119 Dünya gücü olma iddiası, küresel sorumlulukları beraberinde

getirirken Britanya’nın ulusal çıkarına olan her şeyin tüm dünya adına yararlı olacağı kabulünü de içerir. Bu doğrultuda Britanya, uluslararası örgütlerin her zaman bir parçası olmaya devam edecektir. Fakat ulusal çıkarların tüm dünyanın çıkarlarıyla aynı olduğu kabulü, söz konusu AET/AB olunca çelişkili bir hal almaktadır. Milletvekillerine göre Britanya ulusal çıkarlarının Topluluktan farklı olması son derece doğaldır. Üye olunan diğer örgütlerle kıyaslandığında da AET/AB’nin her zaman ikinci planda kalacağını Teddy Taylor şöyle ifade eder:

“Uzun vadede AET’ye üye olarak kalmamız hem Britanya için hem de daha da önemlisi Ortak Pazar için kötü olacak. Topluluğun kanayan yarası olacağız ve istenen kalkınma ve ilerleme gerçekleşmeyecek. Bunun temel sebebi de uzun vadeli çıkarlarımızın Avrupa’nın diğer uluslarıyla örtüşmemesi [...] NATO’yu tamamen destekliyorum. Çok iyi çalışan harika bir örgüt. Çünkü Avrupa ile çıkarlarımız bu alanda kesişiyor. Komünist Rusya’nın yayılması hepimiz için ortak bir tehdit. Çıkarlarımızın örtüşmediği başka alanlar da var. Kesinlikle uzun vadeli çıkarlarımız Avrupa ile aynı değil. Britanya’nın petrolü için yüksek fiyatlara ihtiyacı var. Bu Avrupa’nın çıkarına değil. Onlar en düşük fiyatı istiyorlar çünkü petrol ithalatçısı durumundalar” (Muhafazakâr Parti, HC Deb 07 Nisan 1975 vol. 889 c. 901).

Britanya’nın dünya gücü olmasıyla kazandığı biricik konumda yapabileceği en önemli görevlerden birinin de dünyanın diğer ülkeleri ve Avrupa arasında oluşturulacak köprüyü sağlamak olduğu vurgulanır. Bu köprü, hem partiler üstü hem de zamanı aşan bir söylem örneği olarak kabul edilebilir. Köprüler, doğası gereği bağladığı tarafların tamamen bir parçası olamadığı için köprü olarak tanımlanan Britanya’nın hiçbir zaman AET/AB’nin tam anlamıyla bir parçası olamayacağı dile getirilir:

“Britanya eşsiz yönetim yöntemi, Avrupa ve dünyanın diğer bölgeleri ile ilişkileri, dili ve tarihi sayesinde farklı kültürler, farklı diller ve tarihler arasında bir köprü oluşturabilir. Avrupa Topluluğunun üyesi olarak kalırsak bu katkımızın büyük bir kısmı gidecek” (Nigel Spearing, İşçi Partisi HC Deb 07 Nisan 1975 vol. 889 c. 919).

“Bu ülkenin dünyada biricik bir konumu var; dünyada hiçbir ulusun sahip olmadığı kadar küresel bağlantılarımız var ve tabi ki Avrupa Kıtası’na yakınlığımız var. Bu ulusun başarısı dünya ile bağlantı ve işbirliği arayan bir serbest ticaret ulusu olmasında yatıyor. Geçmişte olduğu gibi gelecek için de en iyi fırsatımız bu bağlantıları kullanmak ve bir köprü gibi dünya ve Avrupa Kıtası arasında hareket etmek” (Henry Smith, Muhafazakâr Parti, HC Deb, 30 Ocak 2013 vol. 557 c. 970).

Britanya’nın uluslararası sorumluluklarının başlangıç noktası ve temeli, İngiliz Milletler Topluluğudur. Buna göre Britanya’nın tarihsel sorumluluğu, ilişkilerin devamlılığını sağlayıp İngiliz Milletler Topluluğunun refahına katkıda bulunmakla bağlantılandırılmaktadır. Öte yandan Britanyalı siyasetçilere göre, Avrupalı olmak genel anlamda imparatorluk gücü olmanın, özelde ise İngiliz Milletler Topluluğu ile güçlü bağların karşıtıdır

.

AET üyeliği ise hem siyasi hem de ekonomik bağlar kurulmuş eski sömürge ülkelere sırt çevirmek anlamında değerlendirilmektedir. Bunun yanında her ne kadar AET’ye katılım, ülkelerin kendi istekleri ile gerçekleşse de Britanya milletvekilleri bu katılımı, İngiliz Milletler Topluluğunun tasvir edilen gönüllü beraberliğinin aksine, ülkenin iradesi dışında gerçekleşen bir tablo olarak sunarlar. Fakat bu tarihsel bağa, geçmiş ve geleneğin temsilcisi olması beklenen Muhafazakâr Parti’den çok 1970’lerde ve 1980’lerin ilk yarısında İşçi Partisi sahip çıkmıştır:

“Bizim için daha ciddi olan şey İngiliz Milletler Topluluğu geleneğimizdir. Ortak Pazarla artan ticaret oranımızdan daha fazla bir oranda İngiliz Milletler Topluluğu ile ticaret kaybımız var. Bu, İngiliz Milletler Topluluğu ülke ekonomilerine büyük zorluklar yaratan üzücü bir durum” (Renee Short, İşçi Partisi, HC Deb 27 Kasım 1973 vol. 865 c. 293).

“Bize İngiliz Milletler Topluluğunun Britanya’nın Ortak Pazar’da kalması gerektiğini düşündüğü söyleniyor. Bu argümanı inceleyelim. 4-5 yıl önce Yeni Zelanda, Avusturalya ve bazı Afrika ülkeleri Ortak Pazar’a girişimiz konusunda endişeliydi. Herhangi bir Britanya hükümetinin, hele ki bir Muhafazakâr Parti hükümetinin, onları sırtından bıçaklayacağını ve yüz üstü bırakacağını düşünmüyordu [...] İngiliz Milletler Topluluğu ve Ortak Pazar arasındaki temel fark hiçbir ülkenin İngiliz Milletler Topluluğuna girmesi için zorlanmamasıdır […] Bu ülkeler gönüllü olarak katılmıştır” (William Molloy, İşçi Partisi, HC Deb 09 Nisan 1975 vol. 889 cc. 1306-1308).

“Zengin ve endüstrileşmiş Topluluğun bencil imajının üçüncü dünyadaki ve İngiliz Milletler Topluluğundaki dostlarımızın iş olanaklarını tehlikeye atmasından endişeliyiz” (Roy Mason, İşçi Partisi, HC Deb 17 Şubat 1981 vol. 999 c. 204).

Britanya’yı bir dünya gücü olarak tanımlamak, AB üyeliği boyunca milletvekillerinin konuşmalarında yer bulan bir konudur. Özellikle üyeliğin devamlılığı konusunda referanduma başvurma fikri gündeme geldiğinde, sıklıkla rastlanan bir istisnacılık söylemi tarzı olduğu söylenebilir. Bu söylem tarzı Britanya’nın “şahane yalnızlık” olarak bilinen dış politika tercihlerinden beslenmektedir. Bu doğrultuda, AET/AB üyeliğinin ülkeyi dünya gücü konumundan geriye düşürdüğü öne sürülür:

“Eğer Britanya Avrupa Birliği’nden ayrılırsa bu Avrupa Birliği’nin sonu anlamına gelmez, ancak biz onun prangalarından kurtuluruz. Dünyaya daha geniş bakabiliriz, ekonomik özgüvenimizi yeniden kazanabiliriz ve eskiden harika ilişkimiz olan Çin, Hindistan gibi süper güçlerle ve diğer ülkelerle doğru dürüst ticaret

yapabiliriz. Avrupa Birliği üyeliği bizi hem geçmişimizden hem de girişimci bir ulus olacağımız geleceğimizden uzaklaştırıyor” (Philip Hollobone, Muhafazakâr Parti, HC Deb, 1 Şubat 2011 vol. 522 c. 800).

23 Haziran 2016’da Britanya’nın üyelikten ayrılma kararı ile sonuçlanan referandumun ardından bu vurgu daha da artmıştır. Artık Topluluğun bir üyesi olmayacak Britanya’nın dünya gücü konumuna tekrar gelebilmesi için önünde herhangi bir engel kalmamıştır:

“Tabi ki kendi ayaklarımız üstünde duracağız; biz dünyanın beşinci büyük ekonomisiyiz. Dünyanın en bilinen diline sahibiz. Bizi dışarda parlak bir gelecek bekliyor ki bu da ancak AB aracılığıyla olmadan ticaret antlaşması imzalama yasağımızın kalkmasıyla olur. Eğer AB’den ayrılabilirsek, bunu yapabiliriz ve bu daha büyük bir zenginliğe götürür” (John Baron, Muhafazakâr Parti, HC Deb 24 Mayıs 2016 vol. 611 c. 440).

“Bize her zaman AB’nin dünyadaki en büyük tek Pazar olduğu söylendi. Bize söylenmeyen ise biz ayrıldığımızda artık öyle olmayacağıydı. En büyük tek market çünkü biz üyesiyiz […] AB her zaman kendi başarısız iş dünyasını ve Fransız çiftçileri korumak için yeni düzenlemeleri, iş dünyasına yeni yükleri ve yeni korumacı önlemleri getirdi. Çok az bildiğimiz şeylere dahil oluyoruz. Nereye gittiği hakkında bir fikrimiz yok” (Philip Davies, Muhafazakâr Parti, HC Deb 26 Şubat 2016 vol. 606 c. 606).

Enternasyonalizm açısından bakıldığında ise AET üyesi olduğunda bile Britanya, sıradan bir Avrupa ülkesi olarak kabul edilmemektedir. Çünkü zaten Avrupa entegrasyonunun küresel sorunların çözümü için yeterli bir mekanizma olarak değerlendirilemeyeceği, milletvekillerinin konuşmalarında yer almaktadır. Britanya’nın yüzünü uluslararası sisteme dönmesi gereken, küresel sorumlulukları olan bir dünya gücü olduğuna dayanan bu yaklaşım özellikle İşçi Partisi tarafından benimsenmiş ve 1970’ler boyunca birçok parlamento görüşmesinde parti üyeleri tarafından istisnacılık söyleminin bir parçası olarak kullanılmıştır.120 Bu yıllarda İşçi Partisi politikacıları için

küresel sorun denildiğinde akla gelen ilk konulardan biri enerji krizidir ve milletvekilleri tarafından AET’nin bu sorunu çözebilme kapasitesi sorgulanmış ve çözümün uluslararası organlarda aranması gerektiğine dair atıflar yapılmıştır:

“Enerji krizi Ortak Pazar’ın ne kadar yetersiz olduğunu gösteriyor. Bunun gibi önemli bir dünya krizinin üstesinden gelmek için yeterince büyük, güçlü ve hatta istekli

120 Hickson and Miles’e göre (2018) İşçi Partisi’nin Topluluğa karşı eleştirel tutumunu

şekillendiren üç temel kavram vardır. Bunlar egemenlik, federalizm ve enternasyonalizmdir. Çalışmanın istisnacılık söylemi üzerine kurulu analizi de parti milletvekillerinin ağırlıkla bu kavramlar üzerinden istisnacılık söylemini geliştirdiklerini göstermektedir.

bir Topluluk değil. Bu gösteriyor ki bunun gibi bir kriz Birleşmiş Milletler ya da onun gibi örgütler aracılığı ile ele alınmalı. Sadece Avrupa’nın bir parçası olan Ortak Pazar böyle büyük bir krizle mücadele edebilecek yeterlilikte değil” (Renée Short, İşçi Partisi, HC Deb 27 Kasım 1973 vol. 865 c. 296).

“OECD aracılığıyla ve daha sonra ABD, Japonya, Kanada ve diğer ülkelerin bir araya gelmesi ile petrol gelirlerinin geri dönüşümüyle ilgili uluslararası sorunu kontrol altına almaya başlayacak düzenlemeleri hayata geçirebildik. Ama Avrupa Komisyonu, Ortak Pazar yani bir diğer adıyla Avrupa süper devleti, bu ekonomik dev, bu sorunla tamamen ilgisiz. Britanya çıkarları bu krizde bu kurumun üyesi olarak nasıl korunacak öngöremiyorum. IMF ve OECD üyeliğimiz AET üyeliğimizden çok daha fazla önemli [...] Enerji krizi aynı şekilde Ortak Pazar’ın üstesinden gelebilme kapasitesinin de ötesindeydi çünkü sadece Batı Avrupa'nın dokuz endüstri ülkesi arasında değil, dünyadaki tüm büyük tüketici ülkeleri arasındaki işbirliğini gerektiriyordu. Petrol sorunlarıyla ilgilenen Uluslararası Enerji Ajansı, Brüksel’deki Komisyon değil” (Frank Hooley, İşçi Partisi, HC Deb 08 Nisan 1975 vol. 889 cc. 1050-1051).

Bu bakış açısına göre, kısa vadede düşünüldüğünde AET üyeliğiyle gelen yararlar geçicidir. Uzun vadede yapılması gereken ise yine İşçi Partisi içinden yükselen bazı seslere göre, üyeliğin sonlandırılması ve gereken önemin Britanya’nın uluslararası sorumluluklarına verilmesidir:

“Avrupa Topluluğu üyeliğimiz benzersiz bir konu çünkü diğer ülkelerle ilişkilerimizi önemli ölçüde etkilediği gibi dünyadaki duruşumuzu ve statümüzü de etkiliyor. Benzersiz çünkü daha uzun süre üyeliğimiz devam ettikçe, ayrılmamız ve Topluluk dışında yaşamak için gerekli düzeni kurmak daha zorlaşacak” (Edward Short, İşçi Partisi HC Deb 11 Mart 1975 vol. 888 c. 292).

“AET üyeliğine karşı olmamın sebebi dünya genelindeki konularla fazla ilgili olmam ve AET’nin ilgili olduğunu düşünmüyorum […] Üye olarak kalamayız çünkü Topluluk orijinal üyelerin ihtiyaçları üzerine kurulmuş. Üye olarak kalırsak, tarihimiz, geleneğimiz, çıkarlarımız, ekonomik ve toplumsal yapımız aşınacak. Belki de AET üyeleriyle ilişkilerimiz üyeliğimizdeki sürekli tartışmalara kıyasla üye olmadığımız takdirde daha iyi olacak” (Nigel Spearing, İşçi Partisi HC Deb 07 Nisan 1975 vol. 889 cc. 913-919).

“Eğer Britanya AET üyeliğinden ayrılırsa, 94 önemli uluslararası örgütün üyesi olmaya devam edeceğiz. Bu kuruluşlarda tam bir sese, tam haklara ve tartışma, danışma ve etki fırsatlarına sahip olacağız. Üyelikten ayrılmamıza karşı olanlar başka bir gezegene gideceğimizi, dışardaki karanlığın bir parçası olacağımızı, Avrupa’nın ya da dünyanın bir parçası olmayacağımızı düşünüyor” (Frank Hooley, İşçi Partisi HC Deb 08 Nisan 1975 vol. 889 cc. 1054-1055).

1970’ler boyunca özellikle İşçi Partisi tarafından ekonomik ve ticari alanlarda farklı uluslararası örgütlere ve onların Britanya için önemine atıf yapan bu söylem

tarzı121, 1990’larla birlikte Avrupa entegrasyonunun savunma ve güvenlik konularındaki

derinleşme çabaları ile birlikte bu alanlarda AB’nin yetersiz kalacağı ve Britanya’nın asıl konumunun NATO üyeliği olduğuna dair yeni bir form kazanmıştır. Thatcher’a göre “Britanya gibi tarihe ve geleneğe sahip olan ülkeler, çoğunluk oylama sistemine tabi olarak savunma ve dış politika konularında eli kolu bağlı bırakılmaya izin vermemelidir” (Margaret Thatcher, Muhafazakâr Parti, HC Deb 20 Kasım 1991 vol. 199 c. 293). Bu alanlarda AB yerine NATO’nun üstünlüğü, iktidarda olsa da olmasa da, Muhafazakâr Parti milletvekillerinin istisnacılık söylemini kuvvetlendiren bir argümandır ve bu söylem zaman zaman AB içinde bir savunma işbirliği gerçekleştirilmesini savunan İşçi Partisi milletvekillerine karşı geliştirilmiştir:

“NATO antlaşmasını imzalamadan referanduma gitmedik. O tamamen farklıydı […] Şimdi Parlamento’nun tüm karakterini değiştirmeyi görüşüyoruz. NATO bunu yapmadı. Biz savunma ittifakına girdik. Hükümetimizin müzakeresine güvendik. Burda ise bu kurumun [AB’nin] temel amacını değiştiriyoruz. 700 yıldır Parlamento yürütmeyi kontrol ediyor. Şimdi ise kararlar üzerinde hiçbir kontrolümüz olmamasını konuşuyoruz” (Michael Cartiss, Muhafazakâr Parti, HC Deb 21 Şubat 1992 vol. 204 c. 644).

“Hükümet daha önce Avrupa Birliği’nin savunma konularına müdahil olmasına karşı çıkmıştı. Savunma hassas bir konu. NATO bizim koruyucumuz oldu […] Bu yüzden Avrupa’da bağımsız bir savunma ayağı olması gerektiğini düşünen Bexleyheath ve Crayford milletvekili Bay Beard’in söylediklerine karşıyım. Genel eğilim büyük ve ulusu tehdit altında bırakacak bir saldırının olmayacağı ve bizim küçük ve yerel çatışmalara odaklanmamız gerektiği yönde. Bunun garantisi yok. Ulusu tehdit eden saldırılarla yine karşı karşıya kalabiliriz. Hükümetin NATO’yu zayıflatacak eylemlerden kaçınması gerektiğini savunuyorum” (Peter Viggers, Muhafazakâr Parti, HC Deb, 1 Aralık 1999 vol. 340 c. 385-386).

Her ne kadar Muhafazakâr Parti tarafından AB savunma ve güvenlik mekanizmalarına İşçi Partisi’nden gelen destek vurgulansa da Muhafazakâr Parti ile benzer bir NATO üstünlüğü retoriği, İşçi Partisi içinde de görülebilmektedir. Fakat vurgunun NATO’nun Britanya için taşıdığı anlama yapılan vurgudan çok yasama yetkisinin, başka bir ifade ile egemenliğin devri ilgili olduğu belirtilmelidir:

“NATO Antlaşması altındaki yükümlülüklerimiz bizi en ufak bir yasamayı Britanya halkına dayatmaya zorlamadı, Avrupa ile antlaşmalarımız ise, tarihimizde ilk

121 Benzer bir söyleme daha yakın tarihlerde de rastlamak mümkündür. “Brüksel’in pan-Avrupa

sistemine mi entegre olacağız yoksa, sadece AB ile değil, dünyanın geri kalanıyla da ticarete ve işbirliğine dayanan uluslararası bir gelecek mi seçmeliyiz. Küçük Avrupalı olmayı bırakmanın zamanı geldi. Enternasyonalist olmalıyız” (Kate Hoey, İşçi Partisi, HC Deb 24 Mayıs 2011 vol. 528 c. 90).

defa İngiltere’nin yasa yapma hakkını başkalarına devrettirdi. Bunu NATO ile ya da başka antlaşma ile yapmadık” (Peter Shore, İşçi Partisi, HC Deb 21 Şubat 1992 vol. 204 c. 593).

Tüm dünyada olduğu gibi, Britanya’da da NATO denildiğinde akla gelen ilk ülke ABD’dir. Üyeliğin en başından beri AET/AB, Britanya’nın ABD ile kurduğu “özel ilişki”ye bir tehdit olarak görülmektedir. Londra-Washington bağının hiçbir üye ülkenin kuramayacağı kadar güçlü bir bağ olduğu vurgulanır. Dış politikada temel alınan üç daire yaklaşımının İngiliz Milletletler Topluluğu ile birlikte önemli bir halkasını oluşturan ABD ile ilişkiler sıklıkla AET/AB üyeliğinin bir karşıtı olarak tanımlanmıştır. Britanya’nın küresel konumunun AB gibi bir kurum içinde yer almayı değil, ABD gibi uluslararası sistemin en önemli devleti ile birlikte hareket etmeyi gerekli kıldığı üzerine bir söylem inşa edilir. Hem askeri hem de ekonomik çıkarların ortaklığı ise şu şekilde dile getirilir:

“Bizim ve Kıta Avrupalı müttefiklerimiz arasında bir fark daha var. Birleşik Krallık, Birleşik Devletler’e diğer Avrupa ülkelerinden çok daha yakın. Bu Libya ve Irak bombalamalarında görüldü. Askeri istihbaratta işbirliği yapıyoruz. Birleşik Devletler uzay istihbaratında lider ama biz de katkımızı yapıyoruz. İstihbaratta ve diğer konularda destek aldığımız Falkland Adaları konusu da Amerika-Britanya desteğinin değerini gösterdi. Birleşik Devletler ve diğerleriyle NATO’da 50 yıldır ortağız. İlk aşama Varşova Paktıydı. İkinci aşamada Varşova Paktı’nın çöküşünü ve Berlin duvarının yıkılışını gördük […] Birleşik Devletler sahip olduğu teknoloji sayesinde ve Avrupa’nın savunma alanındaki çabalarının […] çok fazla ülkeye odaklanması nedeniyle askeri olarak tek süper güç” (Peter Viggers, Muhafazakâr Parti, HC Deb, 1 Aralık 1999 vol. 340 cc. 385-386).

“Birleşik Devletler’de, Avrupa Birliği’ne göre daha fazla iş olanaklarının yaratılmış olması tesadüf değil […] Kıtadaki sosyal demokratik politikalar Avrupa’yı daha az rekabetçi yapıyor. Avrupa’daki ekonomik büyümenin bugünden 2050’ye kadar olan dönemde Birleşik Devletler’in yarısı olacağı söyleniyor” (Liam Fox, Muhafazakâr Parti, 15 Haziran 2005 vol. 435 c. 288).

Avrupa entegrasyonunun barışı sağlamak için ortaya çıktığını savunan bir İşçi Partisi milletvekiline, Muhafazakâr Parti’den Teddy Taylor şöyle cevap verir:

“Sayın arkadaşım yetenekli ve samimi bir insan. Barış hakkında konuşuyor. Roma Antlaşması’nı okumalı. Biliyorum ki çok genç ve antlaşma imzalandığında burada yoktu. Antlaşmanın söylediğine göre AT’de çözemeyeceğimiz tek konu savunma. O, NATO denilen muhteşem bir örgütün güvencesi altında. Çünkü Amerikalılar içinde” (Teddy Taylor, Muhafazakâr Parti, HC Deb 16 Mayıs 1994 vol. 243 c. 597).

Enternasyonalizm ve dünya gücü olma iddiası her ne kadar temellerini Britanya’nın imparatorluk günlerinden alsa da kolonyal dönemin sona ermesi ve ülkenin ulus devlet sınırlarına çekilmesinin ardından da geçerliliğini korumuş, sistemin her iki büyük partisi tarafından AET’ye karşı kullanılan önemli bir retorik aracı olmuştur. Britanya ulus devlet sınırlarında yer alsa bile, bu coğrafi konum Britanya’yı hem fiziksel hem de düşünsel boyutta Kıta Avrupası’ndan ve onun kurumsal kimliği olan AET/AB’den ayırır. Bir sonraki bölümde işte bu Britanya coğrafyasının söyleme nasıl taşındığına yer verilecektir.