• Sonuç bulunamadı

1.2. BRİTANYA İSTİSNACILIĞI KAVRAMININ KAYNAKLARI

1.2.1. Britanya istisnacılığının oluşumu

1.2.1.6. Ada ülkesi olma hali

Kara devletleri için sınır hukuksal, askeri ve siyasal soruna yol açması muhtemel toprak üstündeki hayali çizgilerden oluşur. Bu geometrik çizgiler sayesinde keyfi bir çevreleme ve kollektif bir grubun ortaya çıkışı gerçekleşir (Simmel, 1997: 141). Doğa tarafından verili olmayan bu süreç, sınırlara mutlak kesinlik atfedilmesi ile çelişki içerisindedir. Diğer taraftan ada devletleri denizlerin sunduğu çalkantısız, sorunsuz doğal sınırlara sahiptir (Law, 2005: 267). Britanya, Avrupa Kıtası’ndan İngiliz Kanalı ile ayrılır ve dünyanın sekizinci büyük adasıdır. Britanya’nın hiçbir yerinin denizden 70 milden daha uzak bir konumda olmaması, ticaret anlamında ülkeye avantaj sağlamaktadır. Kömür ve koyun bolluğunun yanında ticari bir mal olarak denizin bolluğu, ülkenin yoksun olduğu birçok ürünün temin edilmesini sağlamıştır (Law, 2005: 268-269).

Ada devleti olmanın vurgusu 15. yüzyılın ortalarındaki yüzyıl savaşlarına dayanıyordu. Bu savaşla Kıta’daki topraklarının önemli bölümünü kaybeden İngiliz Krallığı’nın Britanya adasına yapabileceği vurgudan başka alternatifi kalmamıştı. Adalılık kimliğini güçlendiren bir başka olay ise VIII. Henry döneminin Roma Katolik kilisesinde ayrılmayla sonuçlanan reform hareketiydi. Böylece Kıta Avrupası ile Britanya adası arasında kültürel bir bölünme yaşanmıştı (Spiering, 2015: 41).

Christopher Hill’e göre Britanya’nın bir ada olduğunu söylemek pek orijinal bir şey değildi. Ancak, 16. ve 17. yüzyıllarda bu verili coğrafi özellik son derece önemli görüldü. İç savaştan önceki yüz elli yıl Kıta’da hemen hemen kesintisiz savaşa tanık olunurken İngiltere’de barış ortamı hâkim olmuştu. Ulusal savunma konusunda

yaratması nedeniyle yaygın bir kullanım kazandığını söyler. Fakat 18. yüzyıl ile birlikte “İngiliz hainliği” fikri, sistematik ve planlı olarak Fransız hükümeti tarafından yayılmaya başlanır ve siyasi bir slogana dönüşür. Britanya kralları ve bakanları müttefik olsalar bile sözlerine güvenilmez olarak tasvir edilir. Britanya’ya karşı nefretin ulusallaşmasının ardından Napolyon döneminde “Hain Albion” sloganı Avrupa Kıtası’na yayılır ve 19. yüzyıl sonuna doğru diplomatik dile de yansır (Schmidt, 1953).1712 yılında John Arburthnot tarafından yaratılan John Bull karikatür karakteri, Amerikalı “Sam Amca” karakterinin muadili olup, “Hain Albion” sloganı ile özdeşleştirilmiştir (Rojek, 2007:7).

donanma yetkili olarak kabul edilirken orduya ihtiyaç duyulmadı. 1603’ten sonra iki krallığın birleşmesi ile İskoçya ile olan sınırı da savunmaya gerek kalınmadı. Nehir ulaşımının gelişmiş olması sayesinde kara taşımacılığı yerine, nehir taşımacılığı tercih edildi. Malları kara yoluyla Norwich’ten Londra’ya götürmek, yani ülke içinde iki şehir arası ulaşım, deniz yoluyla Lizbon’a götürmek kadar masraf gerektirmekteydi. Bu sebeple kıyı ticareti hızla yaygınlaştı. 17. yüzyılın ilk yarısına denk gelen I. Charles saltanatı sırasında Thames nehri üzerinde Londra’dan Oxford’a kadar ulaşım yapılabiliyordu (Hill, 2016: 29). Bu durum İngiltere’ye, rakip devletler karşısında önemli bir ticari üstünlük sağladı. Coğrafi avantajın üstünlüğe çevrilmesinde, önceki bölümlerde bahsi geçen Denizcilik Yasaları’nın sağlamış olduğu kurumsal düzenlemenin önemli bir etkisi oldu. Denizcilik Yasaları, 17. yüzyılın ikinci yarısında parlamentonun ticaretin korunması, sömürge ticaretinin geliştirilmesi ve Kıta Avrupası’ndaki rakiplerle mücadele edebilmek amacıyla çıkardığı bir dizi düzenlemelerdi (Zahedieh, 2010). İlki 1651’de oluşturulan Denizcilik Yasası ile ithalat konusunda düzenlemeler getirildi. İthal edilecek ürünlerin ya üretici ülkeden ya da sevkiyat yapılan ülkeden doğrudan getirilmesi sağlanırken bu taşımaların sadece üretici ülkelerin gemileri ya da İngiliz gemileri ile yapılması yasal güvenceye alındı. Böylece üçüncü bir ülkenin bu ticari ilişkinin içinde yer alması önlendi. 1660’taki ikinci yasa, sömürgelerde üretilen şeker ve tütün gibi ürünlerin sadece İngiltere’ye ya da diğer İngiliz sömürgelerine ihraç edilmesini sağladı. Sonuç olarak Kıta Avrupası ile sömürgelerin doğrudan ticareti engellenmiş oldu. Yine aynı doğrultuda bu ticareti sağlayan gemilerin İngiliz ya da sömürge ülkesi mülkiyeti olması gerektiği yasallaştırıldı. 1663 yasası ise ihracat temelli olup sömürgelere Avrupa’dan doğrudan hiçbir ürünün ihraç edilmemesi için düzenlendi ve tek ihracat olanağı İngiltere üzerinden olacak biçimde ayarlandı. Gemiler ve mürettebatıyla ilgili düzenlemeler de korundu (Harper, 1939). İngiltere’nin siyasi açıdan adasallığı 16. yüzyıl ile birlikte ulusal pazarını korumasına ve endüstriyel burjuvazinin diğer Avrupa ülkelerinden çok daha başarılı olmasına yol açtı (Sayer, 1992: 1401).

Ada ülkesi sunduğu bu maddi kazanımların yanında, Britanya’nın adalı olma hali ve “ada ırkı” fikri Kıta üzerinde üstünlüğün kaynağı olarak görüldü. Adalı olmak sadece coğrafi bir konumlandırmada değil siyasette, duygularda ve davranışlarda yansımasını buldu. Ada zihniyeti her ne kadar küresel amaçlar taşısa da Avrupa ile ilişkilerde doğurduğu sonuçlar itibari ile önemliydi. Britanya bunu Avrupa ile ilgili

“karışıklık”lardan kurtulma yolu olarak kullandı (Kumar, 2003b: 17). Britanya’nın Norman zamanlarından beri işgale uğramamış olması, Fransa’dan Rusya’ya kadar hiçbir Avrupa devletinin paylaşamadığı bir özelliğiydi (Aylmer, 1990: 92). İşgale uğramamış olmak ulusal biriciklik duygusunu güçlendiren bir etken oldu ve Kıta etkisine karşı bir direniş oluşturdu (Sayer, 1992: 1392-1393). VII. Henry dönemi ile birlikte donanma filosunun genişlemesi, ülke elitlerinin kendilerini fethedilemez bir kalede konumlandırmalarına sebep oldu. I. Elizabeth döneminde, 1588 yılında gerçekleşen İspanyol Armadası’ndaki üstünlüğü ile İngilizler bu durumu pekiştirdi. Bu tarihten itibaren de İngilizler, Batı Avrupa’ya herhangi bir devletin egemen olmasına ve kendi ticaret ve deniz üstünlüğüne meydan okumasına engel olmak amaçlı bir politika izledi (Smith, 2006: 439).

İstisnacılık politikaları üretilirken karar alıcılar Britanya’yı Avrupa’dan ayıran ada hikâyesini üç farklı yorum ile anlatı haline dönüştürmüşlerdi. Bu anlatılardan ilki adada yaşayanlar üzerine odaklandı ve adada yaşamın belli bir kültür ve karakter ürettiğine dayandırıldı. Denizle çevrelenmiş olmak Britanya’yı bir arada, düşmanlarını da dışarıda tuttuğu üzerine kurulu bu anlatı, adada yaşayanların bağımsızlıklarına düşkün ve mücadeleci olduğu söylemleri ile zenginleştirildi (Spiering, 2015: 34). İkinci anlatı türü, Britanya’nın ada olmasına vurgu yapmaktansa onun bu konumu nedeni ile Avrupa’nın bir parçası olmaması üzerine kuruldu. Bu soyutlama durumu Britanya’yı mutlu ve huzurlu bir ülke yaparken Kıta’nın karışıklarından uzak kalmasını sağladı. İngiliz edebiyatında da karşılığını bulan bu anlatı doğrultusunda Shakespeare, Britanya’nın kendini doğa tarafından inşa edilmiş bir kale sayesinde istilalardan ve savaşlardan koruduğunu söyledi. Thomas Moore’a göre ise Ütopya’nın dünyadaki en medeni ulus olmasının tek yolu ülkeyi ana karadan ayırmaktan geçmekteydi (Spiering, 2015: 35). Son anlatı ise soyutlama değil, bir özgürleşme hikayesi olarak kuruldu ve bu anlatıda Britanya yeni dünyalara açılan keşiflerin ana limanı olarak tasvir edildi. Coğrafyanın ulusal karakteri belirlemesi, tüm Britanya nesilleri için genel geçer bir karakter olarak görüldü, çünkü doğanın sunduğu bir gerçeklik olarak ada konumunun sürekli olması anlamına gelmekteydi. Bu istisnai konum ve durum kaçınılmaz, sonsuz ve zamansızdı (Spiering, 2015: 39).

Britanya istisnacılığının Avrupa entegrasyonu sürecinde nasıl şekillendiğini anlayabilmek için çalışmanın bu bölümünde detayları ile incelenen tarihsel kaynaklar önemlidir. Bu alanda yapılan çalışmalar üretim ilişkileri, yönetim sistemi, devlet-

toplum ilişkileri, ulusal kimliğin oluşumu, dış politika ve emperyalizm ile ada ülkesi olma hali üzerinden Britanya’nın istinacılığının nasıl üretildiğini ve korunduğunu ortaya koyar. Bu başlıklar Avrupa entegrasyonu bağlamında Britanya’nın AET/AB’ye karşı geliştirdiği tutuma da ışık tutmaktadır. Bir sonraki bölümde Britanya’nın entegrasyon sürecindeki siyasi tarihi incelenecektir. Bu inceleme İkinci Dünya Savaşı sonrası gelişen entegrasyon girişimlerinden 23 Haziran 2016 referandum sürecine kadar geçen dönemi kapsamaktadır.

İKİNCİ BÖLÜM

AET/AB ÜYELİĞİ ÇERÇEVESİNDE BRİTANYA İSTİSNACILIĞI

Çalışmanın bu bölümünde Britanya’nın Avrupa entegrasyonu sürecindeki siyasi tarihi incelenmiştir. Her ne kadar 1973’te AET üyeliği başlasa da inceleme İkinci Dünya Savaşı’nın bitimi ile başlayan ve 2016’daki AB üyeliğinin devamı üzerine yapılan referandum ile sonlanan süreç üzerine odaklıdır. İkinci Dünya Savaşı’nın sonu modern Avrupa entegrasyon tarihinin başlangıcı olarak kabul edilirken 23 Haziran 2016 referandumu sonucu, Britanya’nın hukuki25 olmasa da fiili anlamda üyeliğinin ve

dolayısıyla entegrasyon sürecinin sonu kabul edilebilir. 1945’ten itibaren partilerin iktidar dönemleri temel alınarak alt başlıklara ayrılmış bu bölümde, Avrupa’daki entegrasyon gelişmelerine ve bu gelişmelere Londra’nın verdiği yanıtlara bakılmıştır. Bu bölümün amacı Britanya’nın entegrasyon sürecinde hangi duraklarda ve hangi yollarla istisnacılık pratiklerini ve siyasetini yürüttüğünü açıklamaktır. Bu sebeple, çalışmanın da genel amacıyla uyumlu olarak belirlenen dönem içindeki tüm siyasal gelişmelerden ziyade, istisnacılığın sürekliliğini gösteren gelişmeler ön plana çıkarılacaktır.