• Sonuç bulunamadı

Mucizelerin Peygamberler Hakkında Ulûhiyet Telakkisine Yol Açması

E. İ‘CÂZU’L-KUR’ÂN İLMİ İLE İLGİLİ TEMEL BİLGİLER

4. İ‘câzu’l-Kur’ân’la İlgili Yazılan Eserler

1.1.4. Mucizelerin Peygamberler Hakkında Ulûhiyet Telakkisine Yol Açması

Mucizeler, ancak Allah’ın emrine ve iznine bağlı olarak peygamberlerin elinde meydana gelen olaylardır. Tabiat kanunlarının üstünde cereyan eden bu harikulâde olayların, bir beşer olan peygamberlerin elinde zuhur etmesi sonucunda, insanların zihninde gerçeğe aykırı düşen bazı telakkilerin oluşmasına da yol açabilir. Bu yanlış telakkilerin en tehlikelisi de şüphesiz mucizeyi bizzat peygamberin şahsına izafe edip, o

527 er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr (Tercüme), V, s. 464-468. 528 er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, VIII, s. 34-35.

87

mucizenin asıl yaratıcısını görmemektir. Gösterdiği mucizelerin büyüklüğünden dolayı İsâ (a.s.)’a bazı kimselerin ulûhiyet isnat etmeleri buna örnek olarak verilebilir.529

Râzî, tefsirinde bu konu üzerinde önemle durmuş ve tafsilatlı açıklamalar yapmıştır. Nisâ suresinin, “Ey ehl-i kitap! Dininiz hususunda haddi aşmayın. Allah’a

karşı, ancak hak (doğru) olan şeyi söyleyin. Meryem oğlu Mesih İsa, Allah’ın sadece peygamberi ve kelimesidir… Ne Mesih, ne de Allah’a en yakın büyük melekler Allah’a kul olmaktan kaçınmazlar. Kim Ona kulluktan kaçınır ve kibirlenirse bilsin ki Allah, yarın hepsini huzuruna toplayıp hesaba çekecektir”530 mealindeki ayetlerinin tefsirinde Hıristiyanların bu noktada düştükleri hataları izah etmektedir. Ona göre Hıristiyanlar, gaybden haber verip harikulade şeyleri yapmış olması sebebiyle İsâ (a.s.)’ın uluhiyyetini ispata kalkışmışlardır. Bu âyetlerde bu şüpheyi iptal etmek için Allah’a yakın büyük melekler de zikredilmiştir.531 Râzî, Âl-i İmrân suresinin tefsirinde de bu hususa değinmiştir. Ona göre peygamber olan kimse, Allah’ın hükümlerini, Allah adına söylediğini iddia eder ve iddiasında doğru olduğuna hüccet getirir. Şayet Peygamber, insanlara kendisine ibadet etmelerini emreder ise, bu durumda gösterdiği mucize, onun sadık olduğuna delâlet etmez. Gerçek bir Peygamber ise böyle bir şeyi asla yapmaz.532

Yine Râzî, Maide suresinin: “Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, “Allah’tan başka

beni ve anamı iki tanrı edininiz!” Diyen sen misin?”533 ayetini tefsir ederken Hıristiyanların şirk anlayışlarının asıl temelinin, mucizeleri Yüce Allah’a değil de İsâ (a.s.)’a izafe etmelerinden kaynaklandığını ifade etmektedir. Hıristiyanlar, İsa (a.s.) ve Hz. Meryem’in elinde zuhur eden mucizelerin yaratıcısının İsâ (a.s.) ve Hz. Meryem olduğunu, Yüce Allah’ın ise, kesinlikle bunları yaratmadığına itikâd etmek suretiyle bu büyük hataya düşmüşlerdir. Bu sebeple de şirke düşmüşlerdir.534

Râzî, insanların böyle bir tehlikeye düşmemesi için, Kur’ân’da peygamberlerin mülk sahibi olmadığı, gaybı bilmediği ve melek olmadığı gibi hususların önemle

529 Rızâ, el-Vahyu’l-Muhammedî, s. 244-245.

530 Nisâ, 4/171-172.

531 er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr (Tercüme), VIII, s. 431-432. 532 er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, VIII, s. 97.

533 Maide, 5/116.

88

vurgulanmış olduğunu ve bu noktada ulûhiyet ile nübüvvetin ayrı şeyler olduğunun kesin bir şekilde belirtildiğini ifade etmektedir. Nitekim En’âm suresinin“De ki! Ben

size, benim yanımda Allah’ın hazineleri var demiyorum. Ben gaybı bilmem. Yine size, “ben bir meleğim” de demiyorum. Ben, ancak bana vahyolunan şeye uyarım…”535 ayeti bu hususu vurgulamaktadır. Râzî, bu ayette geçen ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’den nefyedilen bu şeylerin (gaybı bilmek, melek olmak vb.), neden nefyedildiğinin hikmeti konusunda farklı faydalara dikkat çekildiğini söyler:

Birincisi, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bizzat kendisinin, Allah’a karşı olan tevazusunu, O’na boyun eğişini, O’nun kulu olduğu itirafını izhar etmesidir. Böylece onun hakkında Hıristiyanların Hz. İsâ (a.s.) hakkındaki inançları gibi bir inanca inanılmamış olunur.536

İkincisi ise şudur, kâfirler Hz. Peygamber’den, güçlü ve karşı konulmaz mucizeler ortaya koymasını istiyorlardı. Meselâ, “Biz, sana katiyen inanmayız. Ta ki

bizim için şu yerden bir pınar akıtasın”537 demişlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah: “De

ki! Fe Sübhanellah! Ben, resul olan bir beşerden başka bir şey miyim ki?”538 buyurdu. Yani ben nübüvvet ve risaletten başka bir iddia da bulunmuyorum. Talep ettiğiniz bu işlere gelince, bunlar ancak Allah’ın kudretiyle gerçekleşir. Bundan dolayı bu kelamdan maksat, acizlik ve zafiyeti izhar etmektir. O, onların kendisinden talep ettikleri bu mucizeleri gerçekleştirmeye sahip değildir.539

Üçüncü olarak, “De ki! Size, benim yanımda Allah’ın hazineleri var

demiyorum” sözünün mânası: Ben, Yüce Allah’a layık olan bir kudret ile muttasıf olduğumu iddia etmiyorum, demektir. “Ben gaybı da bilmem” ifadesinden murat, ben, Allah’ın ilmiyle muttasıf olduğumu iddia etmiyorum. Bu iki ifâdenin toplamından da onun ilahlık iddia etmediği sonucu çıkar.540

535 En’âm, 6/50.

536 er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, XII, s. 190. 537 İsrâ, 17/90.

538 İsrâ, 17/93.

539 er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, XII, s. 190. 540 er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, XII, s. 191.

89

Daha sonra Yüce Allah, “Yine size, Ben bir meleğim de demiyorum” buyurmuştur. İlahlıktan sonra, meleklerin durumundan daha yüksek bir derece yoktur. Kısaca şöyle denilebilir: Hz. Peygamber (s.a.v.) sanki “Ben ne ilahlık, ne de meleklik iddiasında bulunuyorum. Ben ancak, peygamberlik iddiasında bulunuyorum. Bu ise, beşer için elde edilmesi imkânsız olmayan bir makamdır. O halde siz, sözümü inkâr ve iddiamı reddetme hususunda nasıl mutabakata vardınız?” demiştir.541

Râzî, mucizelerin insanların zihninde peygamberlerin şahsına ulûhiyet izafe etme telakkisine sebep olabileceği hususunu sıkça ele almaktadır. Bu konu üzerinde Hıristiyan bir din adamıyla yaptığı münazarayı uzun bir şekilde anlatmıştır. Râzî’nin tefsirinde aktardığı bu münazarada ilk tarşılan konu, nübüvvetin ispatı ve bunun yolunun da ancak mucize ile mümkün olduğu hususu olmuştur. Daha sonra ise, bu noktadan hareketle Râzî diğer Peygamberler ile Hz. Peygamber (s.a.v.)’in nübüvvetini ispatlamıştır. Son olarak da Musâ (a.s.)’ın mucizeleri ile İsâ (a.s.)’ın mucizeleri arasında bazı mantıkî ve aklî istidlallerde bulunarak, İsâ (a.s.)’ın gösterdiği mucizeler öne sürülerek onun ilâh olarak telakkî edilemeyeceğini ortaya koymuştur.

Konumuzla da yakından ilgili olduğu için, bu münazaranın son kısmını zikretmeyi faydalı buluyoruz. Râzî, muhatabını nasıl susturduğunu şu ifadelerle anlatmaktadır: “Musâ (a.s.)’ın elinde sopanın yılana dönüşmesi, İsâ (a.s.)’ın elinde ölünün diritilmesinden aklen daha uzak ve zor bir ihtimaldir. Çünkü ölünün bedeni ile dirinin bedeni arasındaki münasebet ve benzerlik, sopayla ejderhanın bedeni arasındaki münasebetten daha fazladır. Öyleyse, sopanın ejderhaya dönüşmesi, Mûsâ (a.s.)’nın ilah veya ilahın oğlu olmasını gerektirmediği için, ölüleri diriltmenin ulûhiyete delâlet etmemesi, daha evlâdır. İşte bunu söylediğim an, Hıristiyan konuşmayı kesti ve söyleyecek bir söz bulamadı.”542

Râzî’ye göre, mucizelerin Peygamberlerin şahsında herhangi bir ulûhiyet telakkisine yol açmaması için, i‘câz ve mucize kavramlarının çok iyi bir şekilde anlaşılması gerekir. Kısaca, mucizelerin asıl yaratıcısı olan Yüce Allah’a izafe edilmesi

541 er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr (Tercüme), IX, s. 441-442. 542 er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, VIII, s. 71.

90

ve mucizelerin gayesinin de Peygamberlerin davalarını ispatlamak için, yine Yüce Allah tarafından yaratıldıkları akıllardan asla uzak tutulmamalıdır.

Râzî’nin dikkat çektiği husus şu noktadan önemlidir: Mucize ile nübüvvet kavramları birbirine sıkı sıkıya bağlı olan iki temel kavramdır. Mucizeler, her ne kadar peygamberlerin elinde zuhur etse de hakikatte Yüce Allah’ın kudret ve azametinin bir neticesidirler. Dolayısıyla herhangi bir peygamberin bir tek mucizesinin inkârı durumunda, bu inkâr doğrudan Yüce Allah’ın kudretine yöneltilmiş bir inkâr olacağı için küfre yol açan bir davranış olacaktır.