• Sonuç bulunamadı

Kur’ân’ın İ‘câzının Teorik Olarak İspatı

E. İ‘CÂZU’L-KUR’ÂN İLMİ İLE İLGİLİ TEMEL BİLGİLER

4. İ‘câzu’l-Kur’ân’la İlgili Yazılan Eserler

1.5. KUR’ÂN’IN İ‘CÂZININ İSPAT YOLLARI VE BELLİ BAŞLI İ‘CÂZ

1.5.1. Kur’ân’ın İ‘câzının Teorik Olarak İspatı

Kur’ân’ın mu‘cîz bir kelam olmasına dair birçok delil getirilebilir. Bunlar naklî deliller olabileceği gibi aklî deliller de olabilmektedir. Nitekim Kur’ân’ın i‘câzına dair eser yazan âlimler, kendi ilmî birikimlerine göre bazı hususlara yoğunlaşmışlar ve kayda değer sonuçlara ulaşmışlardır. Râzî, Kur’ân’ın i‘câzının ispatı noktasında, biri teorik diğeri de pratik olmak üzere iki ana ispatlama yolunun olduğundan bahsetmektedir. Teorik olarak bahsettiği kısımda, yine iki ayrı mantıksal akıl yürütme üzerinden gitmekte, pratik olarak bahsettiği kısımda ise Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hayatından alınan örneklere dayanarak dört açıdan Kur’ân’ın i‘câzının ispatlanabileceğini ifade etmektedir.

Râzî, Kur’ân’ın i‘câzının teorik olarak ispatı hususunda şu ifadeleri kullanmaktadır: Hz. Muhammed (s.a.v.)’in peygamberliği, Kur’ân’ın mucize oluşuna dayanmaktadır. Bunun içindir ki, Yüce Allah Bakara suresinin “Eğer kulumuza

151

surelerinden birine benzer bir sure meydana getirin ve Allah’tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın, iddianızda haklı iseniz”775 ayetinde Kur’ân’ın mucize olduğuna dair deliller getirmiştir. Kur’ân’ın mucize oluşunu da iki yoldan izah etmek mümkündür.776

Râzî, birinci ispatlama yolunu sunarken, mucize olup olmama açısından Kur’ân’ı şu üç durumdan birisine dâhil etmektedir:

a) Kur’ân’ın fasîh kimselerin sözü ile aynı olması.

b) Fasîhlerin sözünden üstün olmakla birlikte, bu üstünlüğün âdeti bozmayacak bir dercede olması.

c) Kur’ân’ın âdeti bozacak bir şekilde, fasîh kimselerin sözlerinden üstün olması.

Ona göre ilk iki ihtimal geçersizdir. Bu durumda geriye sadece üçüncü ihtimal kalmaktadır. Râzî, ilk iki ihtimalin geçersiz olduğunu da şöyle temellendirmeye çalışır: Eğer Kur’ân ilk iki ihtimalden birine dâhil olsaydı, fasîh kimselerin, ister toplu halde, ister tek tek, Kur’ân’ın bir suresinin benzerini getirmeleri gerekirdi. Bu durumda da eğer anlaşmazlık vaki’ olup, kabul edilmeme korkusu meydana gelirse, şahitler ve hâkimler, şüpheyi kaldırırlardı. Bu ise, delil getirmede zirvedir. Çünkü onlar Arapçaya ve fesâhat kanunlarına son derece hâkim olup Hz. Peygamber (s.a.v.)’in peygamberliğini iptal için de çok arzulu idiler. Öyle ki canlarını ve mallarını bu yolda seferber edip, her türlü tehlike ve çileyi sırtlanmış, hatta taassup ve kibirde, batıl bir yana, hakkı bile kabul etmeyecek bir dereceye varmışlardı. Bütün bunlar onun sözünü geçersiz sayacak şeyi getirmeyi gerektirir. Muâraza, geçersiz kılmanın en kuvvetli yoludur. Onlar bunu yapamayınca, aciz kaldıklarını anlamış olduk. Böylece Kur’ân’ın onların sözlerine benzemediği, Kur’ân ile onların sözleri arasındaki farkın alışılmış bir fark olmadığı, aksine arada harikulade bir farkın bulunduğu, sonuç olarak da Kur’ân’ın mucize olduğu ortaya çıkmış oldu. Bu delilin ortaya konulmasından maksat da işte budur. Böylece,

775 Bakara, 2/23.

152

Yüce Allah’ın tevhîd hususunda sadece taklidi kabul etmekle yetinmediği gibi, nübüvvet hususunda da taklit ile yetinmediği ortaya çıkmış oldu. Ayrıca Kur’ân’da (zahiren) onun fesâhatinin noksanlığını gerektiren birçok husus bulunmaktadır. Bununla beraber fesâhat hususunda Kur’ân, daha ötesi bulunmayan bir zirveye ulaşmıştır. Bu da onun bir mucize olduğuna delalet eder.777

Râzî’nin ikinci akıl yürütmesi ise, Kur’ân’ın fesâhatte i‘câz sınırına ulaşıp ulaşamadığı konusuyla ilgilir. Bu hususta, bu akıl yürütmenin de iki öncüle dayandığını ifade ederek bunları şöyle aktarmaktadır: Kur’ân’ın durumu şu ikisinden birine bağlıdır:

Kur’ân, fesâhatte ya i‘câz sınırına ulaşmıştır. Ya da i‘câz sınırına ulaşamamıştır.778

Eğer ulaşmış ise, onun mucize olduğu zaten sabit olmuş demektir.

Eğer i‘câz sınırına ulaşamamışsa, onun benzerini getirerek muaraza etmek mümkün olurdu. Arapların, muaraza etmeleri mümkün ve onları bu muarazaya sevk eden birçok sebep olduğu halde, bunu yapamamış olmaları harikulade bir hadisedir. Bu açıdan yine bir mucize olmuştur. Böylece Kur’ân’ın, her halükârda mucize olduğu ortaya çıkmıştır.779 Râzî, bu ikinci mantık yürütme yolunun daha kesin bir ispatlama yolu olduğunu ifade etmektedir.

Çünkü birinci mantık yürütmede, üç ayrı unsur bulunmaktadır ve Kur’ân’ın i‘câzını ispatlamak için çok sayıda örnek vermek lüzumu da gerekebilir. İkinci tür mantık yürütmenin ana dayanağı iki unsurdur. Birincisi, Kur’ân’ın i‘câz sınırına ulaşmış olması, ikincisi ise Kur’ân’a muaraza yapılamamış olmasının sabit olması. Bu iki durumdan hangisi tercih edilirse edilsin, Kur’ân’ın mucize olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan, ikinci tür akıl yürütme, sonuca daha kısa sürede götürmektedir. Herkes tarafından da kullanılabilir.

777 er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, II, s. 106. 778 er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, II, s. 107. 779 er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, II, s. 107.

153

Râzî, ayrıca Bakara suresinin “Fakat bunu yapamazsanız, ki hiçbir zaman

yapamayacaksınız”780 mealindeki ayetinin, Kur’ân’ın i‘câzını pratik olarak dört yoldan ispatladığını ifade etmektedir. Bu da nübüvvet döneminde yaşanmak suretiyle tahakkuk etmiş ve Kur’ân’ın i‘câzı ispatlanmıştır. Râzî, bu durumu dört madde halinde şöyle sıralamaktadır:

1) Arapların, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e düşmanlık ve peygamberliğini iptal hususunda çok ileri gittikleri tevatüren bilinmektedir. Yerlerini, kabilelerini bırakıp, canlarını ve mallarını bu uğurda sarfetmeleri bunun en kuvvetli delilidir. Buna bir de Yüce Allah’ın “fakat bunu yapamazsanız ki hiçbir zaman yapamayacaksınız” ayeti gibi çarpıcı bir ifade eklenince, Kur’ân’ın benzerini veya bir suresinin benzerini getirmek, onların imkân ve güçlerinin dâhilinde olsaydı, onu getirirlerdi. Onlar bunu yapamadıklarına göre, Kur’ân’ın mu‘cîz olduğu açıkça ortaya çıkmış oldu.781

2) Hz. Peygamber (s.a.v.), peygamberliği hususunda her ne kadar müşriklerce töhmet altında tutulmuşsa da, aklının faziletinin ve işlerin sonucunu sezme gücünün tam olduğu herkesçe bilinmektedir. Şayet onun kendi nübüvvet dâvasında (hâşâ) bir şüphesi bulunsaydı, müşriklere meydan okumaz ve bu meydan okuyuşta ileri gitmeyi uygun bulmazdı. Aksine bütün işlerinde, neticesi kendisine dönecek olan bir mahcubiyete düşeceğinden korkar ve çekinirdi. Eğer Hz. Peygamber (s.a.v.) onların böyle bir muarazadan aciz olduklarını, vahye dayanarak kesin bir şekilde bilmeseydi en açık bir şekilde onları muarazaya sevketmeyi kendince uygun bulmazdı.

3) Hz. Peygamber (s.a.v.), nübüvvetinin doğru olduğuna kesinkes inanmasaydı, onların Kur’ân’ın benzerini getiremiyeceklerini bildirmede, böylesine kesin konuşmazdı. Yine Hz. Peygamber (s.a.v.), nübüvvetin sıhhatini kesin olarak bilmeseydi, bunun aksi de caiz olurdu. Yani gaybten verdiği haber doğru çıkmayabilirdi. Dolayısıyla sahte ve yalancı olan kimse, böyle bir konumda bu derece kesin konuşamaz. Hz. Peygamber (s.a.v.) ise kesin konuştuğu için, bu durum onun nübüvveti hususunda son derece kendinden emin olduğuna delalet eder.

780 Bakara, 2/24.

154

4) Hz. Peygamber (s.a.v.)’den günümüze kadar, her zaman dine ve İslam’a düşman olan kimseler var olmuştur, İslam aleyhinde konuşanların hırsları günden güne artmıştır. Dine karşı olan kimselerin bu şiddetli hırslarına rağmen, asla bir muâraza meydana gelmemiştir.

İşte pratik hayatta Kur’ân’ın mucize olduğuna delalet eden bu dört hususu, bu ayet ihtiva etmektedir. Ayrıca bu ayet, Kitabullah’ın hiçbir hüccet ve istidlal ihtiva etmediğini söyleyen kimselerin iddialarının boş olduğuna da delalet etmektedir.782 Râzî, Kur’ân’ın i‘câzını bir vakıa olarak bu şekilde sağlam temellere oturtmaktadır. Bundan sonra yapılacak iş, vakıa olarak tespit edilmiş olan bu hakikatin nasıl, ne şekilde ve hangi yönlerden tecelli ettiği hususu üzerine konuşmak ve bu noktada ileri sürülen görüşleri ele alıp bir sonuca ulaşmak olacaktır.