• Sonuç bulunamadı

Mucize İle Sihir Arasındaki Fark

E. İ‘CÂZU’L-KUR’ÂN İLMİ İLE İLGİLİ TEMEL BİLGİLER

4. İ‘câzu’l-Kur’ân’la İlgili Yazılan Eserler

1.3. MUCİZE VE DİĞER OLAĞANÜSTÜ HALLER

1.3.4. Mucize İle Sihir Arasındaki Fark

Sözlükte “bir şeyi olduğundan başka türlü göstermek, aldatmak, oyalamak: birinin ilgisini çekmek, gönlünü çelmek” manalarında mastar olan sihir kelimesi “hile, aldatma: sebebi gizli kalan iş” anlamlarında isim olarak da kullanılmaktadır.634 Gazzalî, sihri şöyle tanımlamaktadır: sihir, yıldızların doğuş yerlerini hesaplayıp maddelerdeki birtakım özellikleri öğrenmek yoluyla istifade edilen bir tür ilimdir. Ona göre, ilim olması bakımından sihri öğrenmek kötü olmasa bile, bu tür şeyler insanlara zarar vermekten başka bir şeye yaramazlar. Zararlı oldukları için de bu tür ilimlerin öğrenilmesi doğru değildir.635

Sihir, hile ve hayalî şekiller göstermek suretiyle bir şeyi olduğundan başka türlü göstermek şeklinde de tarif edilmiştir. Bu da sihir yapan kişinin, birtakım işler yapıp bazı sözler söylemesi ile olur. Bunun sonucunda büyülenen kişi o eşyayı gerçek mahiyetinden başka türlü görür. Tıpkı uzaktan serabı görüp de orada su bulunduğu zehabına kapılan kimsenin durumu gibi. Yine, hızlıca yol alan bir gemiye binip de kıyıda gördüğü ağaç, tepe ve dağ gibi unsurların kendisiyle birlikte yürüdüğünü zanneden kimsenin durumu da buna benzer. Bu kelimenin küçük çocuğu aldatan ve aynı şekilde bir şeylerle uğraştırıp oyalayan kimsenin durumunu ifade etmek üzere kullanılan

633 er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, XXI, s. 80.

634 el-Kurtubî, el-Câmi‘ li Ahkâmi’l-Kur’ân, II, s. 43-44; et-Tehânevî, Keşşâfu Istılahâti’l-Funûn ve’l-

‘Ulûm, I, s. 935-936; ez-Zebîdî, Tâcu’l-Arûs, XI, s. 510-520.

635 el-Gazzâlî, İhyâu ‘Ulûmi’d-Dîn, I, s. 77; et-Tehânevî, Keşşâfu Istılahâti’l-Funûn ve’l-‘Ulûm, I, s.

116

“küçük çocuğu büyüledim” ifadesinden türetildiği söylenmiştir. Sihrin asıl anlamının gizlilik demek olduğu da söylenmiştir. Çünkü sihir yapan kişi, bu işi gizlice yapar.636

İslamî kaynaklar daha çok sihrin gerçekliğinin olup olmadığı noktasına odaklanmıştır. Mutezileye göre sihir asılsız bir aldatmacadır. Ehl-i Sünnet’e göre sihir bir gerçektir. Onun gerçek bir niteliği vardır. Sihrin bir kısmı el çabukluğu ile yapılan birtakım şeylerdir. Diğer bir kısmı birtakım okuyup üflemelerdir. Bir kısmı ezberlenen sözler, bir kısmı da Yüce Allah’ın okunan isimleridir. Bir kısmı şeytanların dönemlerinden kalma birtakım şeyler olup, bir kısmı da birtakım ilaç, duman ve başka şeyler türünden olur.637 Râzî’ye göre sihir pratik hayatta vardır ve değişik türlerde tezahür etmektedir.

Râzî, Bakara suresinin 102. ayetinin638 tefsirinde sekiz türlü sihirden bahsetmektedir. Râzî’nin bahsetmiş olduğu bu sihir türlerlerini kısaca zikrettiğimiz zaman, mucize ile sihir arasındaki temel farklar da kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Râzî, sihrin sekiz türünü şöyle sıralamaktadır:

1) Sihrin birinci türü, eski zamanda yaşamış olan Keldanîler ile Kesdânîlerin sihridir. Bunlar yıldızlara tapan, yıldızların bu kâinatı idare ettiğini zanneden, hayır ile şerrin, mutluluk ile uğursuzluğun yıldızlardan olduğuna inanan bir topluluk olup, Yüce Allah’ın, onların öğretilerini geçersiz kılmak ve düşüncelerini reddetmek için İbrahim (a.s.)’ı gönderdiği kavimdir.

2) Sihrin ikinci çeşidi, vehim sahiplerinin ve kuvvetli nefislerin ve ruhların sihridir.639

3) Sihrin üçüncü çeşidi, yerdeki cin, şeytan vs. gibi ruhlardan yardım dilemektir.640

636 el-Kurtubî, el-Câmi‘ li Ahkâmi’l-Kur’ân, II, s. 43-44.

637 el-Kurtubî, el-Câmi‘ li Ahkâmi’l-Kur’ân, II, s. 44; et-Tehânevî, Keşşâfu Istılahâti’l-Funûn ve’l-

‘Ulûm, I, s. 935-940.

638 Bakara, 2/102; “Tuttular Süleyman'ın hükümranlığı hakkında şeytanların uydurdukları sözlere tabi

oldular. Hâlbuki Süleyman küfre gitmemişti. Fakat asıl o şeytanlar küfre gittiler. Halka sihiri ve Babilde Harut ve Marut adlı iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı…”

117

4) Sihrin dördüncü çeşidi, tahayyülat ve gözbağlayıcılığıdır. Bu gözbağlayıcılığı bir kaç mukaddimeye dayanır:

a) Gözün yanılması pek çoktur. Örneğin gemiye binen kimse kıyıya baktığında geminin durduğunu, kıyının ise hareket ettiğini zanneder.

b) Görme kuvveti, hissedilen varlığı belli bir vakit içerisinde idrak ettiği zaman ancak tam olarak vâkıf olabilir. Fakat son derece kısa bir zaman içinde hissedilen bir şeyi idrak edip, bundan sonra bir başka varlığı idrak ederse, o bu durumda gördüğü şeyleri birbirine karıştırır ve bunları birbirinden ayıramaz.

c) Akıl bir şey ile meşgul olduğu zaman çoğu defa bu meşgul olduğu şeyi hissetmesinin yanında bir başka şey vardır. Fakat kesinlikle onu da hissettiğinin farkına varmaz. İşte göz bağlayıcılığı bu üç mukaddimenin toplamından teşekkül etmektedir.641

5) Sihrin beşinci çeşidi, bazan geometrik oranlara göre ve bazan da çeşitli sanat hilelerine göre yapılmış aletlerin birleştirilmesi ile ortaya çıkartılan insanı şaşırtan işlerdir.642

6) Sihrin altıncı çeşidi, ilaçların özelliklerinden istifade edilerek yapılan si- hirlerdir. Mesela insanın yemeğine, aklı uyuşturan bazı ilaçların konulması, sarhoş edici uyuşturucuların katılması buna örnek olarak verilebilir.

7) Sihrin yedinci çeşidi kalbi bağlamaktır. Bu da sihirbazın İsm-i ‘zam duasını bildiğini, cinlerin kendisine itaat edip pek çok işte kendisine boyun eğdiklerini iddia etmesidir. Onun bu sözlerini dinleyen kimse zayıf akıllı ve temyiz kabiliyeti olmayan birisi ise, bunların gerçek olduğuna inanır ve kalbi buna bağlanır ve aldanır. Böylece bu kimsede bir çeşit korku ve çekingenlik hâsıl olur.

8) Sihrin sekizinci çeşidi de koğuculuk ve kışkırtmacılık gibi şeylere gayret etmektir. Bu da ince ve gizli şeylerdendir. Bu da insanlar arasında yaygındır.643

640 er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, III, s. 191. 641 er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, III, s. 191-192. 642 er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, III, s. 192-193.

118

Râzî’nin saymış olduğu bu sihir türlerinden de anlaşılacağı üzere, sihir denilen olgunun bir kısmı temeli olmayan bazı hurafe ve batıl inançlardan meydana gelirken, diğer kısmı da bazı göz yanılsamaları ile bir takım şüphe, kuruntu ve vehimlerden teşekkül etmektedir.644 Bu hususların ise hakikatten bir paylarının olmadığı aşikârdır. Nitekim bunlar mucize ile kıyaslandığı zaman, gerek meydana geliş biçimi ve gerekse de gaye ve amaç yönüyle aralarında büyük farkların olduğu aşikârdır. Bu farkları da en fazla sihirle meşgul olanlar bilmektedirler. Nitekim sihirbazların bizzat kendileri, meşgul oldukları sihrin, mutlak ve belirleyici bir unsur olmadığını gayet iyi bilmektedirler. Râzî, bu durumu Tâ-Hâ suresinin “Elindeki asayı at ortaya! Onların

yaptıklarını yutacaktır. Çünkü onların yaptığı sihirbaz hilesidir. Sihirbaz ise, nereye gitse, iflah olmaz. Derken bütün sihirbazlar secdeye kapandılar. “Harun ile Musâ’nın Rabbine iman ettik” dediler”645 ayetlerinin tefsirinde ele almaktadır. Râzî, iplerinin ve değneklerinin yutulmasından sonra sihirbazların, Musâ (a.s.)’nın yaptığı işin insan eseri bir şey olmadığını, birkaç açıdan anladıklarını aktarmaktadır:

1) O asadan böylesi bir işin zuhur etmesinin, hile ve desise ile olamayacağını anladılar.

2) O yılan, hile ve desise ile olamayacak şekilde iri cüsseli idi.

3) Onun üzerinde, göz, burun delikleri ve ağız gibi uzuvların ortaya çıkması da, hile ve desise ile olamazdı.

4) Onun, bu kadar çok sayıda atılan şeyin hepsini yutması da, hile ve desise ile olacak şey değildi.

5) Onun, eski haline, yani küçük bir değnek haline dönüşmesi. Bunlardan hiçbiri, hile ve desise ile olacak şey değildi.646

643 er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr (Tercüme), III, s. 273. 644 er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, III, s. 188-194. 645 Tâ-Hâ, 20/69-70.

119

Râzî, ayette zikredilen sihirbazların, sihrin en yüksek tabakasında bulunan sihirbazlar olduklarını ve Musâ (a.s.)’ın yaptığı şeyin, sihir olmadığını hemen anladıklarını şöyle ifade etmektedir: Böylece o sihirbazlar, cisimlerin hallerinin değişmesinden (var iken yok olmasından) hareket ederek, Kâdir ve Âlim bir yaratıcının varlığını anladılar. Bunların Musâ (a.s.)’ın elinde meydana gelmesi ile de, onun Allah katından gönderilmiş, doğru bir peygamber olduğuna istidlal ettiler. Böylece tövbe ettiler, iman ettiler ve secdeye kapandılar.647

Sihir türünden olan olağanüstü haller, bazı talimlerle elde edilebildiği için, bu şekilde bir tecrübeye sahip olan kimseler, mucizeyi gördükleri zaman, onun sihir kabilinden bir iş olmadığını hemen anlamaktadırlar. Bu da mucize ile sihir arasındaki yapısal farklılığın gayet açık olduğunun bir göstergesidir. Nitekim sihir, Râzî’nin bahsettiği sekiz türün tamamında ele alındığı zaman, aslında zahiren olağanüstü görünmekle beraber, hakikatte herhangi bir olağanüstülük taşımamaktadır. Musâ (a.s.)’nın mucizesini müşahade eden sihirbazların, bunun sihir olamayacağını anlayıp hemen secdeye kapanmaları da, sihrin esas mahiyeti itibariyle bir olağanüstülük taşımadığının en büyük delilidir.