• Sonuç bulunamadı

Mucize İle Keramet Arasındaki Fark

E. İ‘CÂZU’L-KUR’ÂN İLMİ İLE İLGİLİ TEMEL BİLGİLER

4. İ‘câzu’l-Kur’ân’la İlgili Yazılan Eserler

1.3. MUCİZE VE DİĞER OLAĞANÜSTÜ HALLER

1.3.1. Mucize İle Keramet Arasındaki Fark

Sözlükte “iyi ahlaklı ve cömert olmak” anlamına gelen kerâmet, “kerem” kelimesi gibi mastar olup “iyilik ve cömertlik” manasında isim şeklinde de kullanılır.595 Terim olarak: Allah’ın salih ve takva sahibi veli kullarından zuhur eden olağanüstü hal diye tanımlanır.596

Keramet, tıpkı mucize gibi tabiat kanunlarıyla açıklanamayan olağanüstü ve sıra dışı bir olay olup mahiyeti itibariyle mucizeden farklı değildir. Aralarındaki fark meydana geliş şekliyle ilgilidir. Mucize peygamberlerden, keramet ise tam olarak Allah’a bağlı olan velilerden zuhur eder. Keramet, peygamber olmayan kişilerin elinden Yüce Allah’ın izniyle ortaya çıkan birtakım olağanüstü hallerdir.597

Kurtubî’ye göre, evliyanın kerametleri haktır ve sabittir. Ona göre, kerametleri ya inkârcı bir bidatçi yahut haktan sapmış bir günahkâr inkâr edebilir.598 Bununla birlikte kerâmet, onu gösteren kişinin veli oluşuna kesin bir delil teşkîl etmez. Mutasavvıflara göre ise bu tür olağanüstü haller, kişinin veli olduğuna bir delildir. Kurtubî, kerâmetin velayete kesin bir şekilde delil olmayışını şöyle açıklar: Gerçek veli, Yüce Allah tarafından mutlaka iman ile öleceği bilinen kimsedir. Böyle bir kimsenin iman üzere öleceğini bilmek imkânına sahip olmadığımıza göre, hatta o kişinin kendisi dahi iman üzere öleceğini kesinlikle söyleyemediğine göre, onun harikulade hallerinin Yüce Allah’ın velisi olduğunun mutlak bir delili olmadığı ortaya çıkar. Bununla birlikte

595 el-Cevherî, es-Sıhâh, V, s. 2019-2021; İbn Fâris, Mekâyîsu’l-Luğâ, V, s. 171-172; el-İsfehânî, el-

Müfredât, II, s. 553-554; ez-Zemahşerî, Esâsu’l-Belâğa, II, s. 131-132; ez-Zebîdî, Tâcu’l-Arûs, XXXIII, s. 350.

596 el-Kurtubî, el-Câmi‘ li Ahkâmi’l-Kur’ân, I, s. 297-298; XI, s. 28; et-Tehânevî, Keşşâfu Istılahâti’l-

Funûn ve’l-‘Ulûm, I, s. 730-731; ez-Zebîdî, Tâcu’l-Arûs, XXXIII, s. 350.

597 el-Kurtubî, el-Câmi‘ li Ahkâmi’l-Kur’ân, I, s. 297-298; et-Tehânevî, Keşşâfu Istılahâti’l-Funûn

ve’l-‘Ulûm, I, s. 730-731.

108

Yüce Allah’ın bazı kullarının güzel akıbetine, kendisi ile birlikte başkalarını da muttali kılması imkânsız bir şey değildir.599

Râzî, keramet konusunu Âl-i İmran suresinin: “Zekeriyya ne zaman mihraba

girse, onun yanında yiyecekler bulurdu”600 ayetinin tefsirinde ele almaktadır. Râzî, keramet konusunda bazı görüş farklılıkları olduğunu belirterek, önce kerametin gerçek olup olmadığı meselesini ele almakta ve bu noktada bazı istidlallerde bulunmaktadır.

Keramet konusunda farklı görüşleri bu ayet bağlamında ele alan Râzî, Mutezilenin görüşlerine de yer vermektedir. Râzî’nin bildirdiğine göre, Mutezileden Ebû Ali el-Cübbâî bu ayette geçen olağan üstü hallerin Meryem (a.s.)’in kerâmeti olmasına itiraz etmiş ve şöyle demiştir: Zekeriyâ (a.s.), Meryem (a.s.)’e rızık verilmesi için genel manada dua etti. Allah indinden ona gelen rızıkların tafsilatından çoğu kez habersiz idi. Dolayısıyla herhangi bir zamanda, onun yanında bir rızık gördüğünde “Bu,

sana nereden geliyor?” demiş, Meryem (a.s.) ise, “Bu, Allah katındandır” diye cevap vermiştir. Dolayısıyla Yüce Allah bu mucizeyi, Zekeriyâ (a.s.)’ın duası ile ortaya çıkarmıştır. Ayrıca Zekeriyâ (a.s.)’ın, Meryem (a.s.)’in yanında alışılmış ve herkesçe bilinen, fakat gökten gelen bir nimeti görmüş olması da muhtemeldir. Bu durumda, Zekeriyâ (a.s.), bunun Meryem (a.s.)’e bir insan tarafından gönderildiğinden endişe ederek bu soruyu sormuş, Meryem (a.s.) ise, “Bu, Allah katındandır, başkasından

değil” diye cevap vermiştir.601

Râzî, Mutezilenin görüşlerini bu şekilde aktardıktan sonra, kendi görüşlerini ise şöyle ifade etmektedir: Bizim âlimlerimiz, evliyanın kerametinin hak olduğuna bu âyeti delil getirmişlerdir. Biz bu âyet ile şöyle istidlal ederiz. Yüce Allah, Zekeriyâ (a.s.)’ın her ne zaman, Meryem (a.s.)’in yanına mihraba girdiğinde, onun yanında bir rızık bulduğunu ve ona:

599 el-Kurtubî, el-Câmi‘ li Ahkâmi’l-Kur’ân, I, s. 297-298; Rızâ, el-Vahyu’l-Muhammedî, s. 234-235.

600 Âl-i İmran, 3/37.

109

“Ey Meryem! Bu sana nerden geliyor?” dediğini, onun da, “Bu, Allah

katındandır.” diye cevap verdiğini bildirmiştir. Öyle ise bu rızkın onun yanında bulunması harikulade bir olaydır.602

Râzî, daha sonra başka bir istidlalde bulunarak şunları ifade etmektedir: Biliyoruz ki Meryem (a.s.), bir peygamber değildi. Çünkü Yüce Allah, Yûsuf suresinde

“Senden önce gönderdiğimiz peygamberler de başka değil, ancak şehirlerde oturanlardan vahye mazhar ettiğimiz bir takım erkeklerdi”603, Enbiyâ suresinde de “Biz

senden önce de, ancak kendilerine vahiy gönderdiğimiz birtakım erkekleri peygamber gönderdik”604 diye buyurmuştur. Durum böyle olunca, Cebrail’i Meryem (a.s.)’a göndermek, ya onun için bir keramettir ki bu velilerin kerametini mümkün gören kimselerin görüşüdür. Ya da İsâ (a.s.) için bir irhâstır. Yahut da Zekeriya (a.s.) için bir mucizedir.605

Râzî, bunların Zekeriyâ (a.s.)’ın mucizelerinden olamayacağını, çünkü onun bu olağanüstü halleri bilmediğini ve bunların nereden geldiğini öğrenmek için Meryem (a.s.)’e sorduğunu ifade etmektedir. Şayet bunlar onun mucizelerinden olsaydı, bunları ayrıca Meryem (a.s.)’e sormazdı. Bunların, İsâ (a.s.)’ın irhâsları olarak da değerlendirilebileceğini ifade eden Râzî, en isabetli olanın, bu olağanüstü hallerin Meryem (a.s.)’in kerâmeti olarak kabul etmek olduğunu belirtir. Buna delil olarak da Enbiyâ suresinin “İffet ve namusunu gerektiği gibi koruyan Meryemi de an. Biz ona

rûhumuzdan üfledik, hem onu, hem oğlunu cümle âlem için bir ibret bir mucize kıldık”606mealindeki ayetini getirmektedir. Bu ayet gösteriyor ki, hem Meryem (a.s.)’de hem İsâ (a.s.)’da harikulade haller zuhur etmiştir. Aksi halde bu âyetin ifâde ettiği “her

ikisini de âyet (mucize) yaptık” şeklindeki mana doğru olmazdı.607

Kerametin hak olduğunu bu şekilde temellendiren Râzî, daha sonra mucize ile keramet arasındaki belli başlı bazı farkları şöyle sıralamaktadır:

602 er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, VIII, s. 27. 603 Yûsuf, 12/109.

604 Enbiyâ, 21/7.

605 er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, VIII, s. 38. 606 Enbiyâ, 21/91.

110

1) Harikulade bir fiilin zuhur etmesi, iddiada bulunan kimsenin doğruluğuna bir delildir. Bu harikulade fiilin sahibi eğer peygamberlik iddia etmiş ise, bu fiil onun gerçekten peygamber olduğuna delalet eder. Eğer o şahıs, “velilik” iddia etmiş ise, bu onun bir velî olduğunu gösterir.608 Bununla birlikte, keramet meydan okumak için gösterilmez. Mucize ise meydan okumak için gösterilir.609

2) Peygamberler, bu mucizeleri izhâr etmekle, veliler ise bu harikulade hallerini gizlemekle emrolunmuşlardır.

3) Peygamber (s.a.v.) bir mucize getirdiğini öne sürmüş ve o hususta kesin konuşmuştur. Velilerin ise, harikulade halleri hususunda kesin konuşması mümkün değildir.

4) Mucizeye karşı konulamaması gerekir. Keramete karşı konulması ise mümkündür.610

Görüldüğü üzere mucize ile keramet arasında: ortaya konuluş gayesi, meydana geliş biçimi ve kimin elinden südûr ettiği gibi yönlerden esaslı farklar bulunmaktadır. Râzî, keramet konusunu bu minvalde olmak üzere Kehf suresinde daha tafsilatlı bir şekilde ele alıp değerlendirmektedir.611