• Sonuç bulunamadı

Motivasyon kavramının temeli olan üç ana faktör şunlardır (Tınaz, 2006: 8): 1.Bireyin kendi öz yapısında gizli olarak bulunan ve bireyin değişik şekillerde

davranmasını sağlayan güçler ve çevresel faktörlerle davranışların tetiklenmesi,

2.Belirli bir hedefe ulaşmak amacıyla davranışın değerlendirilmesi, 3.Birey tarafından algılanan amaç doğrultusunda davranışın sürdürülmesi. İnsan yapı olarak karmaşık özelliklere sahip olan bir canlıdır. Bu karmaşık yapısının bir sonucu olarak insan davranışları da çeşitlilik göstermektedir. Bireylerin hem iş hem de özel yaşantılarına yön veren davranışları, davranış bilimciler tarafından incelenmiştir. Ayrıca bu davranışların birey ve toplum amaçlarına ulaşma yolunda düzenlenerek, ilgili sorunların çözülmesi için değişik çalışmalar yapılmıştır. İnsan davranışlarına yön veren, onları çeşitli şekillerde harekete geçiren psikolojik güç olarak motiv (güdü) ve motivasyon (güdüleme) kavramları karşımıza çıkmaktadır (Tümer, 1975: 315).

Motivasyon kavramı işletmeler için kullanıldığında; insan davranışlarının altında yatan bilinçli ve bilinçsiz etkenlerin harekete geçirilerek, işletme amaçları doğrultusunda kullanılması anlamına gelir (Karalar, 2000: 85).

Motivasyon kavramının açıklanmasındaki farklı tanımların ortak yanı, bireyin davranışlarını etkileme ve bu etki ile birlikte onu belirli amaçlar doğrultusunda harekete geçirme anlamının olmasıdır. Motivasyonun harekete geçirici anlamının olmasından dolayı bu kavramın; istek, amaç, eğilim, davranış, çıkar, seçme, tercih, irade, hırs, korku, özlem, beklenti, başarı, moral, tatmin vb. bir dizi kavramları çağrışım yaptırması doğal karşılanmalıdır (Eroğlu, 2000: 245).

Motivasyon, kişinin arka arkaya gelen başarısızlıklarından sonra toparlanıp tekrar hedefine doğru yürümesini sağlayan temel unsurdur. Motivasyonda ilk kural sadece teşvik değil, performansa olumsuz etkide bulunacak uyarıcıların etkisinin azaltılması veya tamamen yok edilmesidir. Motivasyon, bir yönelime sahip olmayla ve yön vermeyle ilişkilidir. Kişinin harekete geçebilmesini ve bunu en üst düzeyde yapabilmesi için, çalışmasını olumlu yönde etkileyen unsurların, o insana doğru bir yöntemle verilmesi gerekir (Kaya, 2008: 227).

En basit anlamıyla motivasyon deyimi bir kimsenin amacı hakkında bizlerin düşünceleri veya yaptığımız zihinsel değerlendirmedir. Bu bakımdan servet, mevki, güven gibi insan tutum ve davranışlarının nedeni olarak kabul edilen çeşitli amaçlar aslında herhangi bir bireyin nihai amacını yani kendisi olabilmesini sağlayabilmesi ve gerçekleştirebilmesinde bir araçtan başka bir şey değildir. Nihai motivasyon; insanın kendisi için uygun bulduğu şekilde yaşayabilmesi, özlemini duyduğu düzeyde ki bir insana yapılan muameleye kavuşabilmesi ve kişisel yeteneklerinin değerinin yansıtacak şekilde ödüllendirilmesidir. Bu bakımdan, hepimiz hakkımız olduğuna inandığımız bir durumun peşinden koşar, kendimizle ilgili sübjektif fikirleri objektif gerçekler haline getirebilmek için sürekli olarak çaba harcarız.

Motivasyonla ilgili bilgilerin yetersiz oluşunun nedenlerinden birisi bu konuda ki araştırmaların geç başlamış olmasıdır. Bundan daha önemli olan başka bir hususta, motivasyonla ilgili bilgi edinebilme arzusunu adeta yok eden bir duygunun var olduğudur. Bu konuda hemen herkes bazı önyargılara sahip olduğundan ve bunlar duygusal yönden de desteklendiğinden, ilgili esaslar uygulama sahası buluncaya ve değeri kesin olarak görülünceye kadar motivasyonun gereğine inanılması beklenemez. Asıl husus, her şeyden önce, birlikte çalışmak zorunda olduğumuz kimseleri anlayabilme işini bir sorumluluk olarak kabul edebilmemizdir. Birlikte bir uyum içinde çalışabilmek çoğu zaman zannedildiği kadar zor olmamıştır. Yöneticilere düşen görevlerden birisi de çalışanların yaptıkları işleri, daha büyük tatmin sağlayacak bir duruma getirmek olmalıdır. Bu durum gerçekleştirilebildiği takdirde elemanlar, daha fazla kâr sağlayan bir işlem hazırlayarak değişikliğe karşı direnmeyi önleyici en iyi unsur olabilirler (Besim, 1978: 225-226).

1. Güdü (Motiv)

Güdü kelimesinden, kişileri belli bir harekette bulunmaya ya da bulunmamaya itecek biçimde etkileyen etkenler, öğeler anlaşılır (Karalar, 2000: 85).

Günlük yaşamdaki davranışlarımızın çoğu amaçsız olmayıp, belirli hedef ya da hedefleri olan davranışlardır. Örneğin; lokantaya gitmemizin hedefi, büyük bir olasılıkla karnımızı doyurmaktır. Ders çalışan bir öğrencinin hedefi, derslerini başarı ile tamamlayıp okulunu bitirmektir. Davranışları inceleyen bir bilim dalı olan psikolojide, bir hedefe yönelik davranışların başlaması ve devam etmesi güdü

kavramı ile açıklanmakta ve bu tür davranışlar güdüsel davranışlar olarak adlandırılmaktadır. Güdü; bir davranışı başlatan ve bu davranışın yön ve sürekliliğini belirleyen içsel (bireye ait) bir güç olarak tanımlanır (O.Aydın, 2006: 199).

Güdüler, genel olarak içsel veya dışsal olmak üzere iki ana kategoriye ayrılır. Dışsal güdü, bireyin dışından gelen etkileri içerir. Bir öğrencinin aldığı yüksek not dolayısıyla öğretmeni tarafından övülmesi buna örnektir. İçsel güdü ise, bireyin içinde var olan ihtiyaçlarına yönelik tepkilerdir. Merak, bilme ihtiyacı, yeterli olma isteği, gelişme arzusu, içsel güdülere örnek olarak gösterilebilir (Selçuk, 2000: 209).

Davranışın yöneldiği hedef, kişiyi cezp etmiyor ve ona acı veriyorsa, kişide cayma, kaçma davranışı oluşmaktadır. Olumsuz hedefler, kaçınmak istediğimiz hedeflerdir. Örneğin; acı herkes için olumsuz bir hedeftir. Çünkü; acı çekme olasılığı, bizi acı verebilecek durum veya ortamdan kaçınmak için güdülemektedir. Benzer şekilde, köpekten korkan bir birey için köpeğin görüntüsü, kaçma davranışını başlatan olumsuz bir hedeftir. Buna karşı, birçoğumuzun önem verdiği itibar, başarı, sosyal onay görme gibi birçok olumlu, değişik nesne ve ortamlardan korkma gibi birçok olumsuz hedef, öğrenme yoluyla sonradan ortaya çıkmaktadır.

Bir davranışın hangi hedef ya da hedeflere yöneleceğini, bu davranışı başlatan güdünün türü belirler. Örneğin; açlık güdüsü yiyecek bulmaya, susuzluk güdüsü su bulmaya, başarma güdüsü başarıya yönelik davranışlara yol açar. Bu davranışların süreklilik ve yoğunluğunu ise güdünün kuvvet derecesi belirler. Örneğin; çok fazla susayan bir kişinin, susuzluk güdüsü, normal olarak, çok fazla susamayan bir kişinin susuzluk güdüsünden daha kuvvetlidir. Bu durumda, çok susamış olan bireyin su bulmaya yönelik davranışları daha yoğun ve daha uzun süreli olacaktır.

Motivasyonel davranışın hedefi kişide haz ya da elem uyandırıcı nitelikte olabilir. İşte bu motive olmuş davranış, yöneldiği hedefin çekiciliği ya da cezp edici nitelikleri açısından da değerlendirilebilmektedir. Davranışın yöneldiği hedef kişiyi cezp edici, onda haz uyandırıcı nitelikte ise başlatılan davranış hedefe yaklaşma yönünde olmaktadır. Bu durum genellikle ödülle yönlendirilmektedir. Örneğin; su olumlu bir birincil hedeftir. Su elde etmek için gereken davranışları sonradan öğrenmekle birlikte, bir bebek de doğumundan itibaren suya gereksinim duymaktadır (O.Aydın, 2006: 199-200).

Bugün iş yerinde niye bu kadar çok çalıştın? Konser biletine neden bu kadar çok para verdin? Neden maratona katıldın? Sınav için neden bu kadar ders çalıştın? İnsan davranışlarıyla ilgili bu soruların cevapları üç farklı faktörü kapsıyor. Bazı davranışlar beynin ödül merkezini tetiklediği için motive olmuş olabilirsiniz. Değer vermeyi öğrendiğiniz teşvikleri elde etmek için motive olmuş olabilirsiniz. Kişisel inanışlarınızı tatmin etmek, belli hedeflere ulaşmak ya da beklentilerinizi karşılamak gibi bilişsel ya da içsel faktörler tarafından motive edilmiş olabilirsiniz. İnsan davranışları bu üç faktörün üçünü de kapsayabileceği için çok karmaşık olabilir. Buna ek olarak duygusal faktörler (kızgınlık, korku, mutluluk) ya da kişisel faktörler (dışa dönüklük, utangaçlık, çekingenlik) tarafından da motive edilmiş olabilirsiniz (Plotnik, 2009: 328-331).

2. Dürtü

Bedensel gereksinmelerin psikolojik algılanışı, dürtü kavramı üzerinde gerçekleşecektir. Dürtü, bilinçli bir biçime dönüştüğünde arzu ya da istek diye tanımlanacaktır. Bireysel gereksinmeler, fizyolojik açıdan ele alındığında; fizyolojik varlığın sürdürülmesi için gerekli olan gereksinmelerdir diye tanımlanabilir. Psikososyal yönden gereksinmelere bir bakış, bizi sonradan kazanılmış gereksinmeler kavramlarına götürecektir. Gereksinme, bireyin sağlığı ve iyi olması yolunda duyduğu herhangi bir eksikliktir diye açıklanabilir. Bu eksikliği gidermeye bireyin duyduğu gereksinme, onun toplumda fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için bir gerekliliktir. Bireyde bilinçli arzu, onu temel gereksinmenin giderilmesine yönlendirecek, bireyi bir çabaya ya da uğraşa itilecektir (Türko, 1973: 125).

Dürtü dediğimiz zaman, bir hedefin ya da amacın insanları motive etme gücünü anlıyoruz. İnsanların ulaşma arzusu duydukları hedef ya da amaçlar genellikle olumlu dürtüler olarak adlandırılır. İnsanların kaçındığı hedef ya da amaçlar ise olumsuz dürtülerdir. Yukarıdaki örnek verdiğimiz güç ve başarı isteyen insana dönersek onun için dürtü "en tepeye ulaşmak"tır ve bu o insanın hayatındaki en güçlü dürtülerden biri olacaktır. Yaşamda insanları çaba harcamaya yönelten birçok dürtü vardır. Bu konuda söyleyebileceğimiz tek şey genellikle karmaşık bir dürtüler bileşimi tarafından yönlendirildiğimiz ve bu açıdan hepimizin birbirimizden farklı olduğumuzdur. Bu konuda bir kaç örnek verecek olursak:

 Para ya da maddi güç sahibi olmak,  Ruhsal gelişme,  Bilgi,  Güç,  Keyif- Mutluluk,  Başarı,  Sağlık,

 Ün gibi hedefler, farklı dürtüler yaratabilir.

Bizi harekete geçiren dürtüleri bilmek, benimsediğimiz tavırları anlamamıza ve onları biçimlendirmemize yardımcı olur (Clements, 1997: 31).

3. Moral

Moral, bir insanı veya topluluğu saran hava, iyi veya kötü ruh halidir. Moralin belli bir mantığı ve belli bir determinantı bulunmamaktadır. Moral, her çalışanda kişilik özelliklerine göre farklılıklar gösteren, çok çeşitli faktörlerin sonucunda belirlenir. İş tatmini ve moral kavramı arasında büyük bir benzerliğin olduğu açıktır. Ancak; moral, iş tatmininden bir derece daha fazla psikososyal ve daha öznel bir kavramdır. Tatmin kavramında, beklentilerin elde edilmesi veya aşılması gibi kesin olmasa da, belli bir ölçü vardır. Fakat moralin, ölçüsü yoktur. Ancak; dolaylı gözlem yoluyla tespit edilebilir (Eroğlu, 2006: 260).

Moral, tanımlanması ve ölçülmesi zor olan sosyal ve psikolojik kavramlardan biridir. Tek birey için kullanıldığı gibi bir grup içinde kullanılabilir. Kısaca tanımlamak gerekirse, bir insana veya insan gurubuna hâkim olan iklim veya atmosfer diyebiliriz. Moral, dinamik bir kavramdır. Yani, devamlı değişiklikler, yükselip alçalmalar gösterdiğinden, onu yükseltme için devamlı özen gereklidir. Bu nedenle, beslenip desteklenmeye ihtiyacı olan bir duygudur (Ataay, 1988: 95).

Örgüt yapısı morali etkileyen önemli faktörlerden biridir. Örneğin; örgütün plansız çalışması ve hangi amaçlara nasıl ulaşılacağının bilinmemesi çalışanların morali üzerinde olumsuz etki yapar. Örgüt içinde de yetki ve sorumlulukların kesin olarak bilinmemesi, kimin kime bağlı olduğu konusunda kuşkuların doğması, iş görenler arasında huzursuzluğa yol açacaktır. Dolayısıyla uygun bir moral ortamı yaratmak için, kimin kimden emir alacağı ve kimin kime bağlanacağı belirlenmelidir.

Örgütte tepe yöneticilerle astlar arsında ki uzaklık arttıkça yüz yüze ilişkiler güçleşmekte, bunun sonucu olarak da amirin, bir grup önderi niteliğini devam ettirmesi zorlaşmaktadır (Tanıl, 2001: 243).

Moral üretim üzerinde bazen dolaylı bazen de dolaysız etki yapar. İş görenin yaratılan işte payının ve yeteneğinin rolü büyük olduğu zaman moralin verilme etkisi fazladır. Fakat işin çoğunlukla makine ve otomasyon yoluyla yapıldığı veya işçi yeteneklerinin işin yapımında yer almadığı hallerde, moral ile işletme sonuçları arasında ilişki kurmak mümkün olamaz. Moralin işletme sonuçları üzerindeki etkileri yanında bireylerin yaşama güçleri üzerindeki etkileri dikkate alınmalıdır.

Çalışma ortamına etki eden etkenlerin yönetimce düzenlemesiyle moral olumlu bir yönde gelişme gösterir. Bu etkenler, çalışma yöntemlerindeki değişiklikler, yöneticiler veya yönetim felsefesinde değişiklikler, ödüllendirme ve cezalandırma sistemi, çalışma grubundaki değişiklikler, yani grubu oluşturan bireylerin arasına yenileri almak veya bir kısmını çıkarmak gibi (Çetinkanat, 2000: 245).

Moral, birey ve grup açısından olmak üzere iki ayrı bölümde incelenebilir. Birey açısından moral; ‘çalışma isteği, iyimserlik, huzur, kendine güven, işyerinde sağlanan doyumlar, olarak tanımlanırken, grup açısından; grubun amaçları için isteyerek çalışmak, çaba göstermek olarak tanımlanabilir (Onal, 1982: 41).

Moralin ölçülmesi: Moral ve maneviyatın tam olarak ölçülmesine olanak yoktur. Çünkü; ölçmeyi yapan insanın dışında kalan başka insanların zihinsel durumu ve davranışlarıyla ilgili bir konu olduğundan moral ölçümü çok zordur. Moral ölçümünde istatistik ve görüşme yöntemi, soru dizini hazırlama yöntemi ve sosyometrik yöntem kullanılabilir. Çalışma ortamındaki bazı hususlar, moral üzerin de oldukça önemli etkide bulunurlar. Sözünü ettiğimiz hususlar; çalışanlara ücret, prim, ikramiye veya sosyal yardım adı altında yapılan ödemeler, bir kişinin yapacağı iş hacmi, fazla çalışma istekleri, tatil günlerinde çalıştırılmak istenmesi, ev ile işyeri arasındaki uzaklık gibi konuları kapsamaktadır (Kılınç, 2001: 245).

Morali etkileyen unsurları aşağıdaki başlıklar altında toplayabiliriz:

1.Personelin işinden duyduğu tatmin derecesi: Bu büyük ölçüde onun istediği işe girmesiyle gerçekleşecektir.

2.Personele yönelik doğru davranış: Bireyin kişiliği bu durumu etkileyen ilk faktörlerden biridir. İtaatkâr olma, üstlerine karşı etkili olma ise benzer

faktörlerdir. İkinci ise üstün astına karşı davranışıyla ilgili onun otoriter ya da demokratik olmasıdır.

3.Personelin iş yerindeki iş arkadaşları ile geçinme durumu: İş arkadaşlarından gördüğü davranış biçimi ve iş arkadaşlarına gösterdiği ilgi, kendi kişiliğiyle olduğu kadar iş arkadaşlarının kişiliği ve moral durumlarıyla da ilgilidir. 4.Personelin işinde ilerleme arzusu: ilerleme arzusu daha çok iş görenin kişisel

özelliklerine bağlıdır. İşe verdiği önem, işin sorumluluğunun bilincine sahip olmak işe devam durumu ve benzeri (Çelebioğlu, 1981: 172).

4. Tutum

Tutum, bir kişinin, bir kişiye, nesneye ya da konuya karşı genel bir duygu ya da değerlendirmesidir. Bu değerlendirmeler olumu ya da olumsuz olabilir (Bilen, 1996: 118).

Tutum, bireylerin belirli objelere karşı, geçirdiği çeşitli deneyimler sonucu elde edilen düzenli tavır alışları ve davranış biçimleridir. Bireysel tutumlar, bireyin yetişme tarzı ve yaşam boyu geçirilen tecrübeler sonucu oluşmakta ve kişiyi diğer insanlardan ayıran özellikler arasında yer almaktadırlar (Özkalp ve Kırel, 1996: 93).

Bir başka yaklaşıma göre tutumlar, "bir kimse, nesne ya da durumla ilgili oldukça organize ve sürekli olan inanç ve duygular"dır. Bu eğilimler diğer insanları, grupları, fikirleri, ülkenin diğer yörelerini ya da nesnelerini konu edinebilmektedir (Kızılçelik, 1992: 427).

Hepimizin çevremizdeki insan, nesne, fikir, kurum ve olaylara ilişkin değişik tutumlarımız vardır. Bu insan, nesne, fikir, kurum ve olaylara ne şekilde tepkide bulunacağımız büyük ölçüde bu tutumlarımız tarafından tayin edilir. Bu nedenle, tutumlar konusu bireyin sosyal ortamlardaki davranışlarını inceleyen sosyal psikolojinin en önemli konularından birisini oluşturmaktadır. Tutum terimi, sosyal psikolojide genel olarak bir bireye atfedilen ve onun psikolojik bir nesneye ilişkin düşünce, duygu ve davranışlarını organize eden bir eğilime işaret etmek için kullanılmaktadır. Bu tanımdan anlaşılabileceği gibi, tutum bir bireye aittir. Bireyin bir nesneye ilişkin düşünce, duygu ve davranışlarına bir bütünlük, bir tutarlılık verir.

Tanımdaki "bir bireye atfedilen" ifadesi ise, tutumun gözle görülmeyen bireysel bir yaşantı olduğunu vurgulamaktadır. Gerçekten de bir bireyin tutumlarını gözle görmemiz mümkün değildir. Ancak; onun davranışlarına bakarak bir nesneye ilişkin tutumu hakkında bir fikir sahibi olabiliriz (O.Aydın, 2006: 281).

Tutum; bireyin herhangi bir nesne ya da duruma karşı deneyim, güdü ve bilgilerine dayanarak geliştirdiği bir tepki eğilimidir. Bu eğilim; bilişsel, duygusal ve davranışsal öğelere sahiptir.

Örneğin; bireyin Kızılderililer hakkında bildikleri olumluysa onlara sempatiyle bakar. Bunu, sözleri ya da davranışlarıyla ortaya koyar. Çoğu kez beden dili, kişinin bir konudaki tutumunu açıkça ortaya koyabilir. Sadece mimik ve jestlerini gözleyerek kişinin tutumu hakkında bir fikir sahibi olmak mümkündür. Tutumların varlığı, ancak tutumun yansıttığı birtakım gözlenebilir davranışlardan çıkarılabilir.

Tutumların özellikleri şunlardır:

 Tutumlar, geçici düşünceler değildir. Bir kez ortaya çıktıktan sonra belirli bir süre devam ederler.

 Tutumlar doğuştan elde edinilmez, sonradan kazanılır. Tutum, öğrenilerek elde edilir.

 İnsanla çevre ilişkisinde tutumlar aracılığıyla belirlenen bir yanlılık söz konusudur. Bir insan, bir tutum geliştirdiğinde artık yansız olamaz. Bu nedenle tutumlar, bireyin belli şeylere karşı yanlı olmasına yol açar.

 Haklılığı kanıtlanmamış olan tutumlar ön yargı adını alır. Ön yargı; herhangi bir konuda, yeterli ve gerekli bilgi edinmeden ya da inceleme yapmadan, yetersiz kanıtlara dayanarak varılan yargıdır. Genelde bir olumsuzluğu ifade eder. Ön yargıda tutumun duygusal öğesi ağır basar. Ön yargı, mantıklı tartışmaya açık değildir (Yamanlar, 2005: 75-76).

İnsanlar kendileri için psikolojik olarak mevcut olan her şeye karşı bir tutum sahibi olabilirler; Örneğin; diğer insanlar, eşyalar, kurumlar, olaylar, fikirler, politik ideolojiler, dinler. İnsanlar kendileri için psikolojik olarak mevcut olan her şeye karşı bir tutum sahibi olabileceklerine göre, bir bireyin sayılamayacak kadar çok tutumu

olabilir. Bir bireyin tutumlarının sayısı son derecede fazla olmakla birlikte sınırsız değildir. Birey, çevresindeki çok sayıdaki insan, eşya, kurum, olay v.s. arasından sadece kendisi için psikolojik olarak mevcut olanlara karşı tutum sahibi olabilir (O.Aydın, 2006: 281).

Tutumlar, bireyin yaşadığı çevresel koşulların etkisiyle değişebilmektedir. Bu değişim aynı zamanda duygu, inanç ve değerlerde de bir değişimi ifade etmektedir.

Bir çalışanın işyeri koşulları veya terfi sistemi hakkındaki inançları, onun işletmesine karşı tutumunu büyük ölçüde etkiler. Bireyler, olaylara kendi görüş açılarından bakarlar. Bu nedenle, kişisel tutumları, kişisel yargılarını oluşturur. İnançlar değiştirilebildiği ölçüde tutum ve davranışların değiştirilmesi de olanaklıdır. Tutumlar, geçmiş tecrübelerin büyük etkisinde bulunduklarına göre, yeni bir takım değişikliklere zayıflatılmaları ya da tamamen değiştirilmeleri söz konusu olabilir.

Genel kabul gören standartlarda sağlanan maddi koşullar, samimi bir çalışma çevresi içinde iş görme ve yapıcı davranışlar gibi etkenler, genellikle olumlu tutumlar yaratır. İnsanlar nedenini ve sonucunu kavrayamadıkları durumlara karşı olumsuz tepkilerde bulunurlar. Tutum değişikliğinde yararlı sonuçlara ulaşmak isteyen her yönetim, astlarına, değişiklikle ilgili yeterli bilgileri verip, yeniliğe uyum noktasında eğitimlerini sağlamalıdır (Çelik vd., 1998: 54-55).

5. Davranış

Motive edilmiş davranışlar, beyinciğin uyarıcı merkezlerindeki aktivitelerin doğrudan bir fonksiyonu olarak gerçekleşir. Bizim için birincil önemi olan, motivasyon olgusunda olguya yön veren ve oluşturan fizyolojik, psikolojik ve sosyal içerikli kavram ve ilkelerin yorumudur (Türko, 1973: 125).

Davranışlar, hemen her zaman, çevreyle ilgili belirli bazı amaçlara veya teşvik edici bazı faktörlere doğru yönelmişlerdir. Ancak; bu ifadeye bakarak amaçların bir kimsenin davranışlarını kontrol eden bir unsur olduğu sonucunu da çıkartmamak gerekir. Amaçların çekici olması, insanın bazı arzu ve gereksinmelerini tatmin edebilmesindendir. Bu bakımdan ferdin davranışlarına yön veren arzu ve isteklerdir (Ataay, 1988: 245).

Motivasyon süreci açısından davranış kavramının kapsamına giren insan faaliyet ve hareketleri çok çeşitlilik arz eder. Buna göre gözlenebilen ve ölçülebilen

bütün etkinlikler davranış tanımı içerisinde düşünülebilir (Eroğlu, 2000: 13).

Davranış ile tutum arasında bir ilişki bulunduğunu gösteren çok sayıda araştırma da vardır. Tutum ile davranış arasındaki ilişkiler konusundaki bu çelişkili bulgular, bazı araştırmacıları tutumların davranışa dönüşüp dönüşmeyeceğini tayin eden faktörlerin neler olduğunu incelemeye itmiştir. Araştırmalara göre, bir tutumun davranışa dönüşüp dönüşmeyeceğini belirleyen en önemli faktör tutumun kuvvetidir. Kuvvetli bir tutumun davranışa dönüşmesi olasılığı zayıf bir tutuma oranla daha yüksektir. Bir tutumun davranışa dönüşüp dönüşmeyeceğini belirleyen bir başka faktör ortamın özellikleridir. Bazı durumlarda bireyin içinde bulunduğu ortamın özel koşulları belirli bir tutumun davranışa dönüşmesini engelleyebilir. Örneğin; seçimlerde bir sandıkta görevli olan bir birey kendi politik tutumlarına göre değil, görevinin gereklerine göre davranmak zorundadır (O.Aydın, 2006: 285).

İnsan davranışının motor unsuru ihtiyaçların tatminidir. Başka bir ifadeyle