• Sonuç bulunamadı

2.2. Modernizm Kavramı

2.2.2. Modernizmin Ortaya Çıkışı:

dönüşümün adıdır. Aydınlanma felsefesinin temelinde geleneksel olandan sıyrılma ve aklın düzenine uyma anlayışı vardır. Bauman’ın ifadesiyle modernite “ tarihin durdurulamaz yürüyüşü olarak görülmesi, aklın duygulara ya da hayvanca içgüdülere karşı, bilimin dine ve büyüye karşı, hakikatin önyargıya karşı, doğru bilginin batıl itikada karşı, düşünmenin eleştirel olmayan varoluşa karşı, rasyonelliğin duyguların egemenliği ile göreneğin yasasına karşı yürüttüğü zorlu ancak zaferle sonuçlanan bir savaşım” dır (Erkilet, 2008, 82). Aydınlanma felsefesi ve sanayileşme ile biçimlenen modernizmin, eski geleneği yok sayıp kendi kurallarına göre bir gelenek oluşturmak asıl amacıdır. Bu geleneği oluştururken de bireyselleşme, farklılık, çoğulluk gibi kavramlara önem vermiştir. Modernizm, aydınlanma felsefesinin ilkelerini temel aldığı için inancın karşısına bilgiyi, dinin karşısına da bilimi yerleştirmeye çalışmıştır.

Aydınlanma Çağı, insan aklının ve bilimin ön plana alındığı, zihinlerin dogmatik din öğretilerinden arındırıldığı, 18. Yüzyılda başlayan ve modernizme kaynaklık eden bir dönemin adıdır. Her şeyin temeline insan aklını yerleştiren aydınlanma felsefesi, aklın öncülüğünde daha özgür, daha eşit toplumlar yaratılacağı inancındaydı. 18. Yüzyılda görülmeye başlanan bu felsefenin oluşum aşaması aslında çok eskilere dayanmaktadır. Geçmişin büyük fikir hareketlerinin aydınlanmanın zeminini oluşturdukları gerçeği yadsınmamalıdır. Mehmet Alp Fazlıoğlu’na göre, aydınlanma kavramının Avrupa’da gelişen düşünce sisteminin adı olarak kullanılmasının sebebi, aydınlanma ilkelerini temel alan modernizmin geçmişi silip atan, Batı merkeziyetçi bir düşünce sistemine sahip olan yapısıdır. Modernizm,

43

Aydınlanma felsefesinin üzerine 19. Yüzyılda Sanayi Devrimi’nin etkilerini de bünyesine alarak oluşan dönüşümün adıdır (Fazlıoğlu, 2013).

Rönesans ile birlikte zeminini oluşturan modernizm, fikri bakımdan eksiklerini de aydınlanma ile giderince ortaya çıkış zemini oluşmuş oldu. İnsan aklının ilerlemesi fikri üzerine kurulu bütün bu fikir hareketlerinin sonucunda modern dönemde yaşam tarzı da değişiklik gösterdi. Modernite, din üzerine kurulmuş, Tanrı merkeziyetçi yaşam tarzını insan aklına yönlendirerek birey merkeziyetçi bir yaşam tarzı oluşturmayı hedeflemiştir ki bunda da oldukça başarılı olmuştur. Nietzsche’nin “Tanrı’nın ölümü” diye adlandırdığı durum bir nevi bu cinstendir ki, birey modernleşme yolunda dinden, Tanrı inancından öylesine uzaklaşmış ve öylesine kendi gücüne inanıp diğer bütün güçleri yok etmiştir ki Tanrı’nın öldürüldüğü gerçeği burada kendini göstermektedir. Nietzsche, Şen Bilim adlı kitabında Tanrı’nın ölümünü şöyle verir ki oldukça manidardır:

“O'nu biz öldürdük, sizlerle ben! O'nun katiliyiz hepimiz. Ama bunu nasıl yaptık? Denizi kim içebilir? Bütün çevreyi silmemiz için bize bu süngeri kim verdi? Onu güneşin zincirlerinden kurtarırken ne yaptık biz yeryüzünde? Nereye gidiyor şimdi dünya, biz nereye gidiyoruz? Bütün güneşlerden uzağa mı? Sürekli, boş yere geriye, öne ve yana, bütün yönlere atılıp durmuyor muyuz? Üst alt kaldı mı? Sanki sonsuz bir hiçte yolumuzu yitirmiyor muyuz? Boş uzayın soluğunu duymuyor muyuz? Hava giderek soğumuyor mu? Giderek daha çok, daha çok gece gelmiyor mu? Öğleden önce fenerleri yakmak gerekmiyor mu? Tanrı'yı gömen mezar kazıcılarının çığlığından başka bir ses duyuyor muyuz? Tanrı'nın çürümesinden başka bir koku duyuyor muyuz? Tanrı öldü! Tanrı öldü! O'nu öldüren biziz! Bütün katillerin katili olan biz, nasıl avunacağız?" (Berk, 2007).

Auguste Comte, Batı insanının kendi oluşturduğu pozitif felsefesinin temelinde önemli üç saha olduğunu söyler. İnsanlığın düşüncesinin gelişme safhaları şöyledir: ilk safha teolojik safhadır ki bu dönemde insan her fenomeni doğaüstü nedenlerle açıklama yoluna gitmiştir. Doğa olaylarını, evreni kendince yarattığı doğaüstü güçlerin ya da tanrıların bir işi olarak gördü. İkinci safha olan metafizik safha ise teolojinin aşırılıkları ile pozitif bilimin akılcılığı arasında bir geçiş dönemidir. Akıl, Tanrı fikrinin yerine doğayı ve doğanın gücünü yerleştirmekte gecikmedi. Son safha olan pozitif bilimsel safhada ise düşünce artık boş düşüncelerden arındırılmıştır. Akıl artık metafizikle ilgili hiçbir düşünceye yer vermez, bilimin önderliğinde gerçeklerin peşine düşer (Şatır, 2004, 476-477).

44

17. Yüzyılda görülmeye başlanan modernizmin etkisi eskiyi tamamen yok etme amacında olduğu için önce büyük tepki çekti. Çünkü bu çağ büyük çelişkilerin, savaşların, dini ayrılmaların yaşandığı bir çağdır. Aynı zamanda sanat ve düşünce bakımından zirvenin yaşandığı bir çağdır. A. O. Gündoğan, Descartes’te Mekanizm adlı yazısında 17. Yüzyılı şöyle açıklar: “ 17. Yüzyıl, bu ışıklı doğanın bütün sihrini kaybederek sadece mekan ve hareketten ibaret büyük bir makineye dönüşecektir. Kocaman evren ruhsuz bir makinedir artık. Bu makineye hakim olacak olan insan, adeta bu mekanik evrenin Tanrı’sı olacaktır” (Poyraz, 2008, 18). Ali Galip Yener, “Modernizmden Postmodernizme Edebi Eleştiri Meselesi” isimli yazısında modernliğin bir nevi aklın aydınlanması olduğunu ileri sürer. Artık Batıda Tanrının yerini bilim almıştır. Akılcı, bilimsel, teknolojik etkinlikler yaygınlaşır ve tüm bunların temelinde yatan da Aydınlanma felsefesinin izleridir. Yener aynı zamanda moderniteye geçişi belirleyen devrim niteliğindeki dört aşamanın neler olduğunu belirlemiştir. 1. Newton ile başlayan Bilimsel Devrim: kendi kendini düzenleyen bir doğaya geçişin temsilidir. 2. Demokrasinin devletin tek rasyonel idare şekli olduğu Siyasal Devrim. 3. Ölçütlerin rasyonelleştirilmesini, laikleşmeyi ve insan araştırmalarının merkezileşmesini içeren Kültürel Devrim. 4. İnsanın imalat sürecinin dışına atılmasını ifade eden Teknik- Endüstriyel Devrim (2008, 516).