• Sonuç bulunamadı

2.2. Modernizm Kavramı

2.2.3. Modernizmin Etkileri

2.2.3.2. Modern Birey Hastalıkları: Yabancılaşma ve Tükenmişlik:

Yabancılaşma kelimesi Fransızca Alienation kelimesinden gelmekte ve 20. Yüzyılın başlarına kadar Türkçede yabancılaşma anlamında değil delilik anlamında kullanılmıştır. Oğuz Arkonaç, “Psikiyatri Sözlüğü”nde kelimenin karşılığı olarak yabancılaşmayı vermiş ve şu tanımı yapmıştır: “ kişinin çoğu kez bir akıl bozukluğu nedeni ile toplum içindeki ilişkilerinin bozulması ve topluma yabancılaşması; toplumun böyle birini dışlaması, yabancı sayması” (Erkoç ve Artvinli, 2011, 7-8).

Yabancılaşma kavramı birçok kişi tarafından tanımlanmaya çalışılmış, günümüzde kullanımı çok yaygın olan bir kavramdır. Şahap Erkoç ve Fatih Artvinli’nin beraber kaleme aldıkları “Yabancılaşmak mı Delirmek mi?” adlı yazılarında yabancılaşmayı felsefe terimi olarak şöyle tanımlarlar: “Felsefede, yabancılaşma; şeylerin, nesnelerin bilinç için yabancı, uzak ve ilgisiz görünmesi, daha önceden ilgi duyulan şeylere, dostluk ilişkisi içinde bulunulan insanlara karşı kayıtsız kalma, ilgi duymama, hatta bıkkınlık ya da tiksinti duyma anlamına gelir” (2011, 9). Psikiyatride normalden sapma anlamında kullanılan kavram, çağdaş psikoloji ve sosyolojide kişinin kendisine, içinde yaşadığı topluma, doğaya ve başka insanlara karşı duyduğu yabancılık hissi olarak tanımlanır. Türk Dil Kurumu ise kelimeyi şöyle tanımlar: “ Belli tarihi şartlarda insan ve toplum etkinlikleri ürünlerinin, bu etkinliklerden bağımsız ve bunlara egemen olan unsurların değişik biçimde kavranması.” Ayhan Eğrilmez’in yabancılaşma tanımı da önemlidir: “ bir bireyin diğer insanların yanında kendini güvende hissetmeyip onları ikiyüzlü, bencil, ilgisiz, hatta düşman; dünya, toplumsal çevre ve sistemi de baskılayıcı ve bireyselliğine saygısız olarak algılayışına denk gelen ve onu kendisini toplumdan yalıtmaya güdüleyen bir sendrom olarak kavramsallaştırılır” (2011, 25).

Bireyin önce yaşadığı topluma sonra da kendine yabancılaşması söz konusudur. İçinde yaşadığı toplumdan kendini soyutlayarak bir nevi tecrid eder. Köşesine çekilmesi onun kendi içine dönüp kendini dinlemesi anlamına gelir. Modern hayatın getirileri karşısında afallayan zihin çareyi kendini kapamada, iletişimsizlikte bulur. Kapanan birey sosyolojik, psikolojik olarak bir kapanma yaşar ki bu durum sonrasında kişinin tükenmişlik sendromuna yakalanması kaçınılmazdır.

52

Yabancılaşma, Marx’ın teorisinin en önemli unsurlarındandır. Marx iki tür yabancılaşmadan söz eder. Birincisi doğadan kopuş şeklindeki yabancılaşmadır ki insan kendini doğadan çekerek toplumsal alanda kendi yarattığı bir doğada yaşamak anlamında doğaya yabancılaşır. Marx’a göre yabancılaşmanın bu türü tehlikeli değildir ve kişinin yaşama devam etme sürecinde normal karşılanmalıdır. İkinci yabancılaşma türü ise kapitalist toplumsal sistemin yarattığı yabancılaşmadır. Bunun sonucunda insan kendi doğasına yabancılaşır ki bunun anlamı kendi benine, kendi emeğine, ilişkilerine, sevdiklerine yabancılaşmasıdır, Marx’a göre tehlikeli olan da budur. Marx’a göre yabancılaşmanın dört ayrı görünümü vardır:

1. İşçinin ürettiği şey başkaları tarafından alındığında artık yarattığı ürünün üzerinde hiçbir kontrolü kalmadığından kişinin emeği kendi ürününe yabancılaşır.

2. İşçinin üretim eylemine yabancılaşmasıdır, çünkü üretim bir amaç olmaktan çıkar yabancı bir faaliyet haline gelir. Artık onu değerli kılan tek yönü satılabilir olmasıdır.

3. İşçinin özüne, doğasına, türsel varlığına yabancılaşmasıdır (Erkoç ve Artvinli, 2011, 10-11).

Yabancılaşmayı, “On The Meaning of Alination” (Yabancılaşmanın Anlamı Üzerine) adlı makalesinde Melvin Seeman da ele almıştır. Seeman makalesinde beş ayrı yabancılaşma kategorisi olduğunu belirtir. 1.Güçsüzlük 2. Anlamsızlık 3. Kuralsızlık 4. Tecrid edilme 5. Kendi kendine yabancılaşma (Erkoç ve Artvinli, 2011: 10). Bu kavramlardan ilki güçsüzlük duygusu, kişi amaçlarını gerçekleştiremediğinde, eylemlerinin ve fikirlerinin sonucunda hayatında istediği değişiklikleri elde edemediğinde ortaya çıkar. Güçsüzlük bir bakıma başarısızlık hissinden kaynaklanır ki bireyin toplumsal konumunu en çok sarsan bu histir. Yabancılaşmanın ikinci kategorisi anlamsızlık günümüzde en popüler kelimelerdendir. Hayattaki konumunu anlamlandıramayan çoğu kişinin hayata yönelik amaçlarının olmadığı görülür. Amaçsızlık insanı anlamsızlığa sürükleyen en tehlikeli yoldur. Hayattaki amacını anlamlandırma yolunda atılan adımlar başarısızlıkla sonuçlandığında kişi hemen bir anlamsızlık uçurumunun ucuna geliyor. Kişi yaptığı ya da yapacağı şeylerin bir işe yaramadığına, önemine, gerçekliğine inanmama duygusunu yaşamında sürekli hale getirdiğinde anlamsızlaşmaya doğru ilk adımı atar.

53

Irvın Yalom, Bağışlanan Terapi adlı kitabında, hayatın anlamı hakkında şunları yazmış: “Biz insanlar, yaratılıştan anlamı olmayan bir dünyaya fırlatılma talihsizliğini yaşamış olan, anlam arayan yaratıklar gibi görünüyoruz. En büyük görevlerimizden biri; yaşamı destekleyecek kadar sağlam bir anlam icat etmek ve bu anlamı ortaya koymadaki kişisel katkımızı inkar etme şeklindeki hileli manevrayı gerçekleştirmektir. Böylelikle anlamın ‘dışarıda bir yerlerde’ bizi beklediği sonucuna varabiliriz. Sağlam anlam sistemlerine yönelik süre giden araştırmalarımız sıklıkla anlam krizlerine sokar bizi” (Yılmaz, 2010).

Toplumsal yapının bireyin varlığı üzerindeki etkisi bilinmekte, bireyin varlığı toplumsal koşullara göre biçimlenmektedir. Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Akyıldız “ Bireysel ve Toplumsal Boyutlarıyla Yabancılaşma” isimli makalesinde bu durumu şu örnekle açıklar: “19. Yüzyılın kapitalist toplum yapısı, bireyleri ekonomik sistemin amaçları için yapmak zorunda olduğu biriktirme, sahip olma, tüketimden kaçınma ve otoriteye saygı gibi unsurları yerine getirmekten zevk alacakları şekilde; 20. Yüzyıl kapitalist toplum düzeninin ise bireyi tüketimin tutkulu bir amaç ve erdem olduğu bir biçimde belirlemesi, iki ayrı yüzyılda gerçekleşen iki farklı insan varlığını tanımlamaktadır” (Akyıldız, 1998, 165). Toplum yapısındaki hızlı değişimler, ortak değerlerin azalması ya da yok olması, medyanın korku kültürü dayatması gibi sorunlar yabancılaşmanın sebepleri arasındadır. Yabancılaşmanın oluşması sadece toplumsal durumlara bağlanamaz, kişinin kişisel yaşamındaki durumlar da yabancılaşmaya neden olur. Kişinin ailesinden birini kaybetmesi, meslekten ayrılması ya da meslek değiştirmesi, boşanma gibi durumlar hayal kırıklığı yaratır. Çoğu insan bu olayları çabuk atlatabilir ama yabancılaşma duygusu bunların üstesinden gelemeyenler için hazırda beklemektedir. Yabancılaşan birey varlığını anlamlandıramaz, başkalarının acıları onda duygu oluşturmaz, hatta kendi acılarına karşı bile hissizleşmeye başlar, çevresinde olup biten her şeye karşı duyarsızlaşır. Yabancılaşma aslında bir nevi toplum için ötekileşmedir. Topluma uyum sağlayamayan, kurallara uymayan kişiler toplum tarafından hemen ötekileştirilir. Aynı durum kendini içinde bulunduğu topluma yabancı hisseden kişi için de geçerlidir. O da ben ve ötekiler ayrımına vararak kendisiyle toplum arasına bir set çeker. Sosyolojide yabancılaşma tanımlanırken ruhsal ve toplumsal birtakım sorunlar ele alınır. Benlik yitimi, kaygı, korku, anlamsızlık, köksüzlük, kimliksizlik, soyutlama, değerlerin ve inancın yitimi gibi birçok sorun yabancılaşmanın içeriğini oluşturur.

54

Erich Fromm (2010), “Özgürlük Korkusu” isimli kitabında yalıtılmış bireylerin güvensizliğinden kaynaklanan kaçınma mekanizmaları olduğunu belirtir. Bu mekanizmalar birey kendini toplumdan ayrı bir varlık olarak görmeye başladığı süreçte kendini gösterir.

1. Otoriterlik: Kişinin bireysel benliğinden vazgeçerek yoksun olduğu güce kavuşmak için benliğini kendi dışında bir şeye ya da kişiye bağlamasıdır. Fromm otoriterliğin en yaygın biçimde mazoşizm ve sadizmde kendini gösterdiğini belirtir. Bu eğilimlerin bireyin yalnızlık ve önemsizlik duygularından kaçınmasında yardımcı oldukları tespit edilmiştir. Korkan birey benliğini bağlayacağı birini ya da bir şeyi arar, çünkü kendi benliği ona yük gibi gelmektedir.

2. Yıkıcılık: Güçsüzlük ve yalnızlığın dayanılmazlığından kaynaklanan mekanizmadır. Bireyin kendini kıyasladığı bütün nesnelerin ortadan kaldırılmasını amaçlar. Yıkıcılık başkalarına düşmanlık şeklinde olduğu gibi kendine düşmanlık biçiminde de görülür. Fromm’a göre yıkıcılık, yaşanmamış hayatın sonucudur. Hayatını istediği şekilde sürdüremeyen birey bunun suçunu ya çevresinde ya da kendinde aramaya başlar.

3. Robot Uyumu: Bireyin kendisi olmaktan çıktığı, herkesle benzer duruma geldiği durumdur. Böylelikle ben ve ötekiler arasındaki karşıtlık ortadan kalkacak, bireyin yalnızlık korkusu da son bulacaktır. Kendi benliğinden vazgeçerek robot gibi yaşayan, çevresindeki milyonlarca robota benzeyen kişinin ne yazık ki ödediği bedel ağırdır. Bu bedel, benlik yitimidir ( Fromm, 2010, 123-172).

Zafer Kalfa’ya göre yabancılaşma evrensel bir dönüşüm değil, değişim değil yitişimdir. Yabancılaşan insan yitik insandır, kaybedendir, tükenmiştir. Makineleşen sadece bedeni değildir, ruhu da makineleşmiştir ki tehlikeli boyutu bu noktadır. Çünkü ruhunu kaybeden birey vicdanını da kaybedecektir (2011, 158).

Peyami Safa, maddi ve manevi değerler arasında sıkışıp kalan bireyin yaşadığı duruma “hakikat buhranı” adını verir ve şöyle açıklar: “ Teknik inkişafla insan ruhunun ve zekasının tekamülü arasında ciddiye alınacak bir nispetsizlik olamaz. Eğer bir nispetsizlik varsa bu, belki de insan ruhu ile makine arasında

55

olmaktan ziyade, maddi ve manevi değerleri ayrı ayrı müdafaa eden, birbirine zıt iki dünya görüşü, yani modern elbiseler giyerek karşımıza çıkan eski materyalist ve spiritüalist görüşlerdir. Bugün dünyada yaşanan ve maddi ve manevi gelişmeler arasında nispetsizlik varmış gibi bir izlenim uyandıran buhrana aslında hakikat buhranı demek daha doğrudur” (Ayvazoğlu, 2008, 315).

Toplumsal süreç içinde bireyin yaşadığı psikolojik bir durum olan yabancılaşmada toplumun etken bir unsur olduğunu belirtmiştik. Freud(2013), insan tabiatının kötü ve vahşi olduğunu, toplumun insanın bu yönünü uygarlaştırmaya çabaladığını savunur. Yeni dönem Freudçular ise bunun tersini savunurlar; onlara göre insan tabiatı kötü değildir, çünkü sosyal bir varlık olan insan sürekli gelişmek amacındadır. İşte bu noktada gelişme gösteremeyen, amaçlarını gerçekleştiremeyen bireyin kötülüğü ortaya çıkar. Çevresindeki insanlara, genel olarak topluma düşman bir tavır sergilemeye, git gide var olan düzenden sapmaya, yalnızlaşmaya başlar. Dışlanmışlık, başarısızlık hissi insanda bir süre sonra “tükenmişlik” adını verdiğimiz bir tür ruhsal sıkıntı olan hastalığı doğurur. Başarı duygusu bazı insanlara varoluşsal bir anlam kattığından geçmiş kaynaklı eksikliklerini örtmek adına sürekli başarılı olmak isterler. Başarılı olamadıklarında, istedikleri sonuçları elde edemediklerinde yaşamlarındaki anlamı yitirerek tükenme eğilimi gösterirler. Yazarlarla ilgili bölümümüzde yazarların ve kahramanlarının tükenme sebepleri arasında bu başarı olgusunun ne kadar önem taşıdığını ele alacağız.

Günümüz çağdaş insanının popüler hastalığı olan tükenmişlik sendromunu Dünya Sağlık Örgütü raporunda şöyle tanımlar: “Fazla çalışma ile ortaya çıkan aşırı bir duygusal yorgunluk ve bunun sonucunda iş ve sorumlulukları yerine getirememe durumudur” (Tetik, 2011, 340). Karşılaştığı insanlara karşı duyarsızlaşma, başarısızlık korkusu ve bunun sonucunda kişisel başarıda azalma, çaresizlik duygusu tükenmişliğin genel belirtileri arasındadır. Tükenmişlikte görülen umutsuzluk, boşluk, çaresizlik, mutsuzluk hisleri aynı şekilde depresyonda da görüldüğünden çoğu zaman iki hastalık karıştırılmaktadır. Tükenmişliğin duygusal, fiziksel, zihinsel ve davranışsal olmak üzere dört farklı belirtisi vardır. Duygusal belirtiler; endişe, karamsarlık, tedirginlik, hüzün, gerginlik ve kaygı halidir. Diğer kişilerle iletişimi reddetme, kapanma en çok görülen duygusal belirtilerdir. Zihinsel olarak da unutkanlık, hata yapma, dikkat eksikliği, iletişimsizlik gibi sorunlar kendini gösterir. Kişinin zihnini sürekli olumsuz düşünceler meşgul ettiği için kişi çevresine de bu şekilde yaklaşma eğilimi gösterir. Çevresindeki her şey, her olay, her insan

56

bir şüphe aracına döner. Tükenmişliğin fiziksel belirtileri arasında en çok görüleni sürekli yorgun hissetme halidir. Kas ağrıları, baş ağrıları, sık hastalanmalar, uyku problemleri, nefes darlıkları gibi sorunlar ortaya çıkar. Öfkeli ve saldırgan davranışlar, kararsızlık, soyutlanma, kırıcılık davranışsal belirtiler arasındadır. Çevrelerine karşı ilginin azalması, memnuniyetsizlik, cesaret kaybı, hayal kırıklıkları ve isteksizlik de tükenmişliğin belirtileri arasındadır.

Tükenmişlik, birden bire ortaya çıkan bir durum değildir, zamana yayılarak gelişim gösterir. Tükenmişlik sendromunu tüm yönleriyle ele alan İbrahim Balcıoğlu, Seyfi Memetali ve Rakel Rozant birlikte kaleme aldıkları “Tükenmişlik Sendromu” adlı makalede tükenmişliğin evreleri olduğunu belirtirler.

I.Evre: Şevk ve Çoşku Evresi (Enthusiasm): Birinci evrede mesleki beklentiler çok yüksek seviyededir. Umut ve beklenti yüksek olduğu için kişinin enerjisi çoktur ve zorlukları kolay benimser.

II. Evre: Durağanlaşma Evresi (Stognation): Kişi bu evrede çektiği sıkıntıları düşünmeye başlar. Umutlarının ve enerjisinin giderek azalmasıyla yaptıklarını sorgulama dönemi başlar.

III. Evre: Engellenme Evresi (Frustration): Kişi sistemi ve olumsuz çalışma koşullarını değiştiremeyeceğinin farkına varır. Kendini engellenmiş hisseden kişi ortamdan çekilmeye, kaçınmaya başlar.

IV. Evre: Umursamazlık Evresi (Apathy): Artık kişi mesleğini sevdiği için değil mecbur olduğu için yapar. Görevi artık ona sıkıntı ve kaygı verici duruma gelmiştir (Balcığlu, Memetali, Rozant, 2008, 100-101).

Tükenmişlik kavramı ilk kez 1974 yılında Freudenberger tarafından kullanılmış ve mesleki bir tehlike olarak nitelendirilmiştir. Tükenmişlik tanımı şöyledir: “ Başarısız olma, yıpranma, aşırı yüklenme sonucu güç ve enerji kaybı veya karşılanamayan istekler sonucu bireyin iç kaynaklarında tükenme durumu” (Arı ve Bal, 2008, 132). Maslach ve Jackson, tükenmişlik ile ilgili üç boyut ortaya koymuşlardır.

1.Duygusal Tükenme: Bu boyutta kişide enerji kaybı, yorgunluk, duygusal yönden yıpranma gibi durumlar söz konusudur. Bu boyut tükenmişliğin belirleyici evresi olarak kabul edilir.

57

2. Duyarsızlaşma: Bu boyut, kişinin hizmet sunduğu kişilere duygudan yoksun tutum ve davranışlar sergilemesiyle kendini gösterir. Biray alaycı, küçümseyen, duygusuz bir kimliğe bürünür. Duyarsızlaşma boyutu tükenmişliğin daha çok kişiler arası boyutunu meydana getirir.

3. Kişisel Başarıda Düşme Hissi: Kişi artık kendini olumsuz değerlendirme aşamasındadır. Başarısı düşen birey kendini yetersiz hisseder ve motivasyonu giderek daha da düşer (Arı ve Bal, 2008, 133-134).

Tükenmişliğin üzerinde çevresel faktörlerin etkisi yadsınamaz, fakat bazı kişisel özelliklerin tükenmişliği kolaylaştırdığı da kabul edilir. Ayhan Eğrilmez tükenmişliği kolaylaştıran özellikleri şöyle açıklar: “ Görev ve sorumluluk duygusu aşırı gelişmiş, işine bağlı ve güdülenmesi güçlü, yüksek standartları olan, mükemmeliyetçi, kendini idealistçe işine adamış kişiler mesleklerine ilişkin bir doyumsuzluk ve yanılsama ile yüzleşme sürecine girdiklerinde kendilerini duygusal olarak aşırı yüklenmiş hissederler ve tükenme tetiklenir. Düş kırıklığı, incinme ve onu izleyen haksızlığa uğramış olma duygusu, hiddet, değersizlik, huzursuzluk, umutsuzluk, çaresizlik, utanç, endişe ve korku duyguları yoğunlaşır” (2011, 7).

Tükenmişliğin eğitim ile ilgili bir yönü mutlaka var. Eğitim düzeyi arttıkça, bilgi dağarcığı genişledikçe tükenmişliğin azalacağını savunanlar olduğu gibi eğitimin arttığı oranda tükenmişliğin de artacağını savunan görüşler de mevcuttur. Günümüzde genel itibariyle tükenmişliğin belli bir toplumsal yapıya ait olduğu fikri daha yaygındır. Özellikle bilim adamlarının, akademisyenlerin, uzmanların tükenmişliği daha çok yaşadıkları gözlenmiştir. Eğitim düzeyi arttıkça tükenmişlik de o oranda artış gösterir. Belli eğitim seviyesine gelmiş kişiler edindikleri bilgi birikimiyle birlikte umut ettikleri düzen ile var olan düzen arasındaki uçurumu fark edip bu sistemi değiştiremeyeceklerini anladıklarında, kendilerinin de bu düzenin bir piyonu olduklarını fark ettiklerinde tükenirler. Sonuçsuzluk tükenmişliğin en büyük nedenidir.

2.2.3.3. Modernizm ve Doğu- Batı Sorunsalı:

Modernizmin en önemli