• Sonuç bulunamadı

Korku ve kaygı kelimelerinin çoğu zaman birbirlerinin yerine kullanıldıkları görülür. Her ne kadar birbirlerinin yerine kullanılsalar da iki kavram arasında fark olduğu bir gerçektir. Bazı yazarlar kaygının ayrı bir duygu olmadığını, kaygının içinde korkunun baskın bir şekilde yer aldığını, ikisinin iç içe duygular olduğunu kabul eder.

Prof. Dr. Ertuğrul Köroğlu “Kaygılarımız, Korkularımız” adlı çalışmasında kaygı duygusuyla korku duygusunun yakından ilişkili olduğunu fakat iki kavram arasında önemli ayrımlar olduğunu vurgular. Kaygı daha çok gelecek yönelimliyken, korku hemen ortaya çıkabilecek bir tehlikeye karşı gösterilen tepkidir. Kaygı tanımlanması daha zor, daha yavaş ortaya çıkan ve uzun süreli bir duygudur (Köroğlu, 2013, 3-4). Gözümüzü korkutan olay hemen o anda karşımızda ise korku duyarız, gelecekte ortaya çıkacaksa kaygı duyarız. Köroğlu’na göre kaygılanan kişi yaptığı yorumlama yanlışları nedeniyle kaygıya kapılır. Bu yorumlama yanlışları; korkunçlaştırma, yanlış öngörülerde bulunma, kaba genelleştirmeler yapma, uçlara gitme, güvenlik etkenlerini küçümseme gibi yanlışlardır. Kaygıyı çok uç noktalarda yaşayan bazı kişilerde takıntı-zorlantı bozukluğu denilen tıbbi adıyla obsesif- kompulsif bozukluk görülmektedir. Bu kişilerin olası tehlikeleri abarttıkları, orta yollu bir düşünceye sahip olmayıp ya hep ya hiç şeklinde düşünmeleri, aşırı denetim sahibi olmaları, sürekli bir kuşkuyla yaşamaları, boş inançlara kapılmaları, belirsizliğe katlanamamaları, kötümserlik eğilimleri olduğu bilinmektedir.

J. Corraze, kaygının her şeyden önce psikolojik bir ıstırap olduğunun altını çizer. Korkunun daha banal olduğunu, onunla daha olağan durumlarda karşılaşıldığını belirtir. J. Favez-Boutonier’in ayrımı önemlidir: “Korku tehlikenin varlığını ve tanınmasını gerektirirken, kaygı, bizzat ve özellikle bilinmeyen tehlikenin olasılığından ve beklentisinden doğar” M. Eck ise korkuyu kaygıyla tanımlar: “Korku, bir nedenin bulunmasıyla kaygıdan kurtulmuş kaygı demektir” Pierre Mannoni bu tanımlardan yola çıkarak, korkunun bir şeyin korkusu olduğunu, onun bir nesnesi olduğunu, kaygının ise nesnesi bulunmadığını öne sürer. (Mannoni, 36-37). Genel olarak bakıldığında iki kavramın birbirinden nesne olup olmamasıyla ayrıldığını görüyoruz. O halde bu ayrıma göre kişi korktuğunda neyden korktuğunu bilir, kaygılı kişi ise tehlikenin belirsizliğinden dolayı sıkıntı duymaya devam eder ve uzun süreli bir bekleyişe mahkûmdur. Kendini tehdit eden şeyin ne olduğunu anladığı anda kaygısı yerini korkuya bırakacaktır.

32

Prof. Dr. Özcan Köknel (2014) de “Kaygıdan Korkuya” adlı kitabında önce korku duygusunun doğduğunu belirtir. İnsanın belirli bir durumdan, nesneden, kişiden, olaydan korktuğunu, korku duygusunu algılayıp duyumsadığını, fakat bu durumun bilinçdışında kalmasıyla artık kişi tarafından anlaşılmaz, bilinmez hale geldiğinde ve ruhsal yaşantıdan gelen bir tehlike olarak duyumsanmasıyla kaygının oluştuğunu vurgular. Köknel eserinde ayrıca birçok araştırmacının kaygı ile tanımlarına da yer vermiştir. Erich Fromm, kaygıyı insanın yalnız kalma korkusu, çaresizliği ve çevreye yabancılaşmasına bağlamış, kaygının kültür olayı olduğunu ileri sürmüştür. Sigmund Freud, kaygının içgüdü ve dürtülerden kaynaklandığını, gücün bastırılmasıyla ortaya çıktığını belirtmiştir. Alfred Adler, kaygıyı insanların güçsüz, yetersiz kaldıkları durumlarda ortaya çıkan bir duygulanım olarak tanımlamıştır ve kaygıyı aşağılık duygusunun içinde yer aldığını söylemiştir. Carl Gustav Jung, kaygıyı ortak bilinçaltından gelen, akılcı olmayan baskılar, korkular, imgeler ve tasarımlar tarafından bilincin saldırıya uğraması olarak ele almıştır. Otto Rank, kaygıyı ayrılma, kopma sonucu ortaya çıkan bir duygulanım olarak değerlendirmiş; çocuğun ilk kaygıyı annenin dölyatağından ayrılırken duyduğunu ileri sürmüştür. As Lewis, kaygı kavramında şu özelliklerin bulunması gerektiğini belirtir: hoş olmayan, elem veren bir duygulanım durumudur. Geleceğe yönelik endişeler içerir. Bir durumun algılanıp anlaşılması huzursuzluk, rahatsızlık, tedirginlik yaratır. Bedensel belirtiler, yakınmalar ortaya çıkar.

Nedeni ve kaynağı bilinen bir tehlike karşısında hissedilen duygu korkuyken, nedeni belirsiz ve bilinmeyen korku da kaygıdır. Kaygıda bireyi tehdit eden gözle görülür bir tehlikenin varlığı olmadığından korkuya oranla daha hafif ve uzun sürelidir. Korku anlık durumlarda kendini gösterirken kaygı daha çok gelecek ile ilgilidir. Bireyin iç çatışmaları kaygıda önemli bir yer teşkil ederken korkuda bu tür çatışmalar yoktur.

Kaygı- diğer adıyla anksiyete- “fiziksel ve ruhsal bir bütünlük olan insan organizmasında değişik nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan gerilimlerin yol açtığı acı verici bir duygusal deneyim olarak tanımlanabilir” (Güleç, 2014, 10). Freud’un (2014) anksiyeteyi nesnel anksiyete, nevrotik anksiyete ve ahlaki anksiyete olarak ayrıma tabi tuttuğunu görürüz. Gerçeklik anksiyetesinde tehlike dış dünyadan gelir. Nevrotik anksiyetede tehdit bilinçdışı yasak ve isteklerden kaynaklanır. Ahlaki anksiyete durumlarında ise tehlikenin kaynağı süperego sisteminin içinde yer alan vicdandır. Bu üç anksiyete egoda meydana gelir ve sırayla dış dünyadan korkma,

33

id’den korkma, süperegodan korkma şeklinde kendini gösterir. Nevrotik ve ahlaki anksiyetede kişi dışardan gelecek bir tehditten değil, korkunun kendisinden korkmaktadır.

Ahmet Baydar, “Kur’an Açısından Korku ve Büyü” kitabında korkunun Var’dan, kaygının ise Ya Varsa ya da Ya Yoksa’dan doğduğunu belirtir. Henüz mahiyeti ve keyfiyeti belirmemiş bir korkuya ihtimal verme durumu olarak kaygıyı tanımlar. “ Korkan kimse, benliğinde varlık azlığı duyar. Kaygılanan ise, daha çok zaman azlığından şikayetçidir. Korkan, acil bir eylem arayışındadır, kaygılanan ise, çoğu zaman bir inançla yetinmektedir. Korkan kimse kaçar. Fakat kaygılanan kaçmaktan kaçar. Korku, insanı kuşatır, yani korkan çaresizdir, yer ve zamanın farkında olmaz. Ama kaygılanan kimse henüz kuşatılmamıştır. İçinde bulunduğu yer ve zamanın farkındadır. Sadece gelecek ile ilgili bir belirsizliği, endişeli, tasalı ve meraklı bir bekleyişi vardır” (Baydar, 1999, 18).

Tunç Alkın (2014), “Kaygının Kayıp Nesnesi- Kaygının Biyolojisi” isimli yazısında korku ve kaygının oluşum yerlerinin farklı olduğuna dikkati çeker. Korkunun oluşumunda amigdala ve ön beyin kortikal yapıları arasındaki bağlantılar önemlidir. Kaygıda amigdala yine işin içinde olmakla beraber hemen yanında bulunan stria terminalisin yatak çekirdeği isimli anotomik yapı daha çok ön plandadır.

Tahir M. Ceylan, yokluğa en çok yaklaşmış olanların duyduğu en saf ve en hayvansı haliyle kaygıyı, bir insanın kendi parçalarında yarattığı son tutamak olarak tanımlar. Psikotik kaygının normal bir insanın duyduğu kaygıdan kat kat güçlü olduğunun altını çizerek, küçülen, evrenin karşısında kocaman bir hiç olduğunun farkına varan bireyin böyle bir kaygı duymasının normal olduğunu belirtir. Psikoz, düşünce ve duyunun ağır oranda bozulduğu zihin durumunu tanımlamak için kullanılır ve tamamen yokluğun kaygısı olarak karşımıza çıkar (Ceylan, 2014, 55).

Korku ile kaygı arasında üç temel fark bulunur. Bunlardan ilki kaynaktır. Korkunun kaynağı bellidir, kaygının kaynağı belirsizdir. İkincisi şiddettir. Korku kaygıdan daha şiddetlidir. Üçüncüsü süredir. Korku kısa, kaygı ise uzun süre devam eder. Korkudan ayrımı bu şekilde yapılan kaygının ortaya çıkmasında etkili olan bazı öğeler vardır. Bunlardan ilki, alışılagelmiş ortamın ortadan kalkmasıdır, ikincisi olumsuz sonuçların ortaya çıkaracağı sonuçlardır. Üçüncüsü kişinin inandığı bir fikre

34

zıt olarak yaptığı davranışın ortaya çıkardığı çelişkidir. Sonuncu öğe ise, gelecekte neler yaşanacağının bilinememesidir (Manav, 2011, 202).

Korkunun en belirgin tepkileri –duygusal bağlamda- huzursuzluk ve kaygıdır. Çalışmamızın amacını oluşturan entelektüel yazarlarımızın korkularını ifade etmeye çalışırken de korkuyla birlikte aynı zamanda kaygı kavramını da bir bakıma ele almış olacağız.