• Sonuç bulunamadı

M. K. Gupta, “Korkuyu Nasıl Yeneceksiniz” (2009) adlı kitabında korkunun kardeşleri olarak endişe, tedirginlik, merak ve fobi kavramlarını ele almıştır.

21

Endişeyi, sabırsızlıkla beklenilen herhangi bir şey ile ilgili bir nevi kuruntu olarak ele alır. Tedirginliğin de kişinin kendini yetersiz hissettiği durumlarda ortaya çıktığını vurgular. Merak da insanda korku yaratır ve merak eden kişi neyden korktuğunu bilmesine rağmen korkuyu zihninden bir türlü atamaz. Endişe ve tedirginliğe oranla merak daha uzun süreli bir korku çeşididir. Düşünüre göre fobi, herhangi bir şey hakkında aşırı ve anlamsız korkudur. Fobi insanda duygusal rahatsızlık ve oldukça fazla fiziksel uyarım yaratır.

Freud, gerçek korku ile nevrotik korku arasındaki farka değinmiştir. Nevroz, fiziksel nedeni olmayan ciddi ve sürekli davranış bozukluklarıdır. Korku nevrozunda, nedensiz bir korku söz konusudur. Korkulan şeye ait bir görüntü, ses, bir koku vb. hastaya kriz yaşatabilir. “Gerçek tehlike tanıdığımız bir tehlikedir, gerçek korku böyle bilinen bir tehlikeden duyulan korkudur. Nevrotik korku tanımadığımız bilmediğimiz bir tehlikeden duyulan korkudur” (Freud, 2014, 106). Tehlike karşısında korku oluşmasının nedeni kişinin kendini güçsüz hissetmesidir. Gerçek tehlike karşısında somut bir çaresizlik hissedilirken dürtü tehlikesinde hissedilen psikolojik çaresizliktir. İşte bu çaresizlik durumu korkunun ana sebebidir. Korku, tehlike önceden sezildiğinde oluşacak zararları önlemek adına kişinin kendisini savunmaya almasını sağlar. Aslında korku, hayvanlarda ve insanlarda hayatta kalma yeteneğini geliştirmesi bakımından önemlidir. Freud’a göre insan tabiatı dolayısıyla kötüdür, vahşidir. Toplum içine girdiğinde toplum onu uygarlaştırmaya çalışır. Bu sebeple de uygarlık ile baskı arasında da bir ilişki görür. Çünkü insan sadece baskı yoluyla denetim altında tutulur inancı yaygındır. Uygarlığın arttığı ölçüde baskı da artar, baskı arttığında nevrozlar da artış gösterir. Genel yargıyla nevrozlar uygarlığın ürünüdür.

Korku kaynaklı bazı hastalıkları korkunun derecelerini anlamak bakımından ele almak da fayda var. Panik bozukluğu, yaygın kaygı bozukluğu (kuruntu), takıntı- zorlantı bozukluğu (obsesif-kompulsif bozukluk), toplumsal kaygı bozukluğu (sosyal fobi), fobik bozukluklar bu noktada değineceğimiz korku hastalıklarıdır.

“Panik atağı bir korku kuşatmasıdır” fikri Prof. Dr. Ertuğrul Köroğlu’na aittir. (2013, 4). Tehlikeye karşı aniden bir tepki gösterilir ve atak sırasında bedensel birçok sorun meydana gelir. Çarpıntı, titreme, terleme, nefes darlığı, bulantı, çıldırma korkusu, ölüm korkusu gibi durumlardan en az dördü görülüyorsa panik atağının habercisidir. Yaşadığı ataklar sonucu kişide kendine güvensizlik başlar. Özcan Köknel, panik atağın tıp dilinde birden ortaya çıkan bedensel ve ruhsal belirtilerle

22

kendini gösteren kaygı, korku ve şaşkınlık yaratan durumları tanımlamak için kullanıldığının altını çizer (2014, 170). Kişi küçük düşürülme, aşağılanmış hissetme, kendi başına kalma, çaresizlik gibi duygular altında ezilir. Bu duygu ve düşünce yoğunluğu içinde kişi panik atağına doğru ilerler.

Yaygın kaygı bozukluğu, birçok olay ya da durumla ilgili sürekli kaygı duyma durumudur. Kişi sürekli kötü bir şey olacakmış, bir felaket haberi alacakmış gibi endişe içindedir. Yaygın kaygı bozukluklarında kişinin herhangi bir nesneye, olaya, saplantılı düşünceye odaklanması söz konusu değildir.

Takıntı- zorlantı bozukluğu, hasta tarafından da anlamsız ve gereksiz görülen fakat, hastanın iradesi dışında gelişen saplantılı düşünceler ve düşüncelerin sonucu olan eylemlerdir. Köknel zorunlu hareketleri şöyle ayırır: “Belli nesnelere dokunma ya da dokunmama; belirli sayılara göre durma ya da hareket etme, eylemde bulunma; elektrik düğmelerini, aygaz, havagazı, su musluklarını tekrar tekrar açıp kapama; durmadan el yıkama, yıkanma, temizlenme; saatlerce bulaşık, çamaşır yıkama; meyveyi, sebzeyi deterjanlı sıcak sularla yıkama, kaynatma; bitip tükenmek bilmeyen eşya ve ev temizliği, silip süpürme, toz alma, yerleştirme; kapıyı, pencereyi açıp kapayarak kontrol etme; evden çıkıp eve dönme vb. en sık görülen zorunlu hareketler arasında yer alır” (Köknel, 2014, 208). Hasta bunları yaparken ne kadar gereksiz olduklarının bilincindedir fakat kendini engelleyemez. Bunları yapsa da yapmasa da kaygı ve korkusu devam eder. Köroğlu da takıntı ve zorlantı arasındaki farka değinerek bu durumlarda ne tür davranışlar sergilendiğini açıklamıştır. Takıntılar, kişinin kendini düşünmekten alıkoyamadığı düşünceler, dürtüler ve imgelerdir. Zorlantılar ise, takıntıları ortadan kaldırmak ya da bunların doğurduğu kaygı ve bunaltıyı gidermek için yapılan zihinsel eylemler ve yineleyici davranışlardır. Takıntılar; kirlenme takıntısı, biriktirip saklama takıntısı, düzene koyma takıntısı, dinsel takıntı, bedensel takıntılar, bilme ya da hatırlama takıntısı vb.dir. Zorlantılar; yıkama ve yıkanma zorlantıları, denetleme zorlantıları, yineleme- sayma- düzenleme zorlantıları, dokunma zorlantıları vb.dir (Köroğlu, 2013, 157- 166).

Sosyal fobi olarak da bildiğimiz toplumsal kaygı bozuklukları, kişinin toplumsal ortamlarda başkalarıyla iletişim kurmaya çalışması sürecinde gerçekleşirler. Sosyal fobisi olan kişiler kalabalık ortamlara girmek istemez, bu ortamlara girmeye zorlandıklarında da kaygı düzeyleri yükselir. Kendilerini başkalarının yanında yetersiz, beceriksiz, değersiz hissederler ve toplum içinde hata

23

yapmaktan aşırı korkarlar. Sosyal fobisi olan kişiler bulundukları ortamlarda utangaç ve çekingen olarak tanınırlar. “Çekingenlik ve utangaçlık, kişinin öznel duygu ve düşünceleriyle bunları baskı ve denetim altında tutan, engelleyen, erteleyen, önleyen üstbenlik arasındaki çatışmanın yarattığı durumluk kaygıdan kaçıp kurtulmak için oluşan savunma düzenleridir” (Köknel, 2014, 203).

Toplumsal kaygı bozukluğuna genellikle eleştirilmeye, olumsuz değerlendirilmeye, reddedilmeye karşı aşırı duyarlılık eşlik eder. Aynı zamanda kişi haklarını savunmada yetersizdir, benlik saygısında oldukça düşme vardır. Bu tür kişiler olasılıkları abarttıkları, karşısındaki insanların kendisiyle ilgili olumsuz düşünceleri olduğuna inandıkları, kötü sonuçlanan olaylarda sorumluluğu üstlendikleri, ya hep ya hiç şeklinde düşündükleri için sürekli kaygı duyarlar ve toplum içine karışmaktan korkar hale gelirler (Köroğlu, 2013, 197-205).