• Sonuç bulunamadı

BĐLGĐLER, BORÇLANMA ĐLE ĐLGĐLĐ DÜŞÜNCELER BORÇLANMANIN SINIFLANDIRILMASI, BORÇLARININ

1.4. Borçlanma konusunda Temel Yaklaşımlar

1.4.2. Modern Yaklaşımlar

1929 dünya ekonomik buhranı ve etkilerinin uzun süre ortadan kaldırılamamış olması, gelir dağılımındaki dengesizlikler, ekonomide tam çalışmanın sağlanamaması bazı iktisatçıları piyasa ekonomisinin yapısı ve otomatik kuvvetlerin çalışıp çalışmadığı konusunda düşünmeye yöneltmiştir (Türk, 2001: 9).

Klasik ekonomi doktrininin gerçekten, yani kendi mantığı içindeki eleştirisi, ancak ekonomik faaliyet hacminin tam istihdam düzeyinin altında da devamlı olarak kalabileceğinin, yani düşük düzeylerde de dengeye gelebileceğinin kanıtlanması ile mümkün olmuştur. John Maynard Keynes, 1936 yılında yayınladığı “Đstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi” adlı yapıtı ile bunu yapmış, yani ekonomik faaliyet hacminin tam istihdam düzeyinin altında da dengeye gelebileceğini iddia etmiş ve bunu kanıtlamıştır (Aren, 1981: 22). Keynes’in temel fikirlerini aşağıdaki noktalar altında toplamak mümkündür;

a) Ekonomi; Klasiklerin iddia ettiği gibi her zaman tam çalışma halinde dengede değildir. Ekonomi için; aşırı istihdam, noksan istihdam, tam istihdam dengelerinden birinde bulunmak söz konusudur. Klasikler sadece tam istihdamı kabul etmişlerdir. Bu hatalıdır.

b) Faiz, klasik iktisatçıların ileri sürdükleri gibi yatırım tasarruf eşitliğini sağlamaz. Faiz para arzı ile para talebi arasında denge sağlar. Faiz tasarruf sahiplerinin likiditelerinden uzaklaşmalarının bedelidir. Faiz haddi yükseldikçe likidite tercihi azalır faiz haddi düştükçe likidite tercihi artar. Toplam para arzındaki artışlar faiz haddini düşürür. Yatırımlar yalnız faiz haddine değil, aynı zamanda sermayenin marjinal verimliliğine bağlıdır. Sermayenin marjinal verimliliği ise girişimcilerin gelecek hakkındaki bekleyişleridir.

c) Her mal kendi talebini yaratmaz. Bu durum ancak, tam çalışma düzeyinde cari fiyat düzeyi üzerinden toplam arzın toplam talebe eşitliği halinde meydana gelir. Bireyler, ellerine geçen parasal gelirlerin bir kısmını tasarruf edebilirler. Bu durumda her arz cari fiyat düzeyi üzerinden talebini kendisi yaratmamış olur.

d) Ekonominin tam çalışmanın altında dengede bulunduğu zamanlarda, özel harcamalarla kamu harcamaları birbirleriyle rekabet halinde değildir (Türk, 2001: 9). Kamu ekonomisinin temel fonksiyonlarından birisi ekonomik dengenin sağlanmasıdır (Aktan, 2000: 34).

Keynes, genel teorisiyle klasik teorinin prensiplerini kabul etmekle beraber, klasik teorinin zayıf taraflarını bulup çıkarmış, klasik iktisadi düşünceyi metot, teori ve ulaştığı sonuçlar yönünden eksik görmüştür (Zeytinoğlu, 1972: 514). Klasiklere göre, kamu harcamaları özel harcamalardan kısıntı yapılmak pahasına artırılabilir, fakat Keynesyen görüşe göre istihdam hacmi toplam talep düzeyine bağlıdır. Toplam talep düzeyi ise devletin uygun vergi ve harcama politikaları ile ayarlanabilir (Özbilen, 1998: 40).

Keynesyen yaklaşımda talep çok önemlidir. Keynes’e göre bir ekonomide üretim ve istihdam hacmi toplam talep düzeyine bağlıdır. Böyle kabul edildiğinde, talebi oluşturan unsurlardaki dalgalanmaların ekonomide istikrarsızlıklara neden olması doğaldır. Örnek vermek gerekirse, toplam talebin yetersiz olduğu bir ekonomide yüksek düzeyde bir işsizlik meydana gelmekte, tam istihdamda çalışan bir ekonomide ise aşırı talep enflasyona neden olmaktadır. Đstikrar ve maksimum üretime toplam talebin doğru bir biçimde yönetildiği bir ekonomide ulaşmak mümkündür (Ataç, 2002: 8).

Bunalım dönemlerinde toplam talep artışı için bütçe açıklarını finanse etmede borçlanma geçerli bir yöntemdir. Çünkü borçlanmayla finanse edilen kamu harcamaları, çarpan etkisiyle tüketimi ve yatırımları artırır, böylece talep sorunu da giderilmiş olur. Borçlanmanın neden olduğu dışlama etkisi tam istihdama sahip ülkelerde geçerlidir. Fakat ekonomiler genelde eksik istihdamda olduklarından borçlanma özel kesim yatırımlarında karlılığı artırır.

Keynesyenler, klasik mantıktan farklı olarak, borçlanmaya sadece bir gelir elde etme değil, ekonomik konjonktüre uygun etkiler meydana getirmek amacıyla da bakılması gerektiğini belirtmişlerdir. Borçlanmada önemli olan toplumun zenginleşmesi, hayat standardının yükselmesidir. Buna hizmet edecek her türlü borçlanmaya başvurulabilir (Ulusoy, 2009: 7).

Keynesyen düşünceyle beraber artan devlet harcamalarının finansmanı konusunda vergiyle finansman yerine borçlanmaya ağırlık verilmiş ve bu yöntem ise bütçe açıklarının giderek artmasına ve dolayısıyla bütçe açıkları/GSMH oranı ile borç stoku/GSMH oranlarının da yükselmesine neden olmuştur. Keynesyen Đktisadi Düşünce’nin uygulamaya konulması sonucunda, giderek artan devlet borçları, beraberinde faiz ödemelerini de getirmiş ve borç-faiz kısır döngüsü içinde ekonomik istikrar ve mali disiplin olumsuz etkilenmiştir (Özen, 2002: 39).

Keynes’le birlikte başlayan müdahaleci kapitalizm uygulaması 1970’lere kadar kabul görmüştür. 1970’li yılların ortalarından itibaren ise, bütçe açıklarındaki hızlı artışla birlikte kuvvetli bir enflasyon, düşük bir büyüme, artan işsizlik ve kamu borçlanmasında yükselişle karşılaşılmıştır (Tüğen, 1991: 21). 1970’li yıllardan sonra parasalcılar Keynes ekolünün yerini almış, kamu gelirlerini ve kamu harcamalarını, dolayısıyla da devletin ekonomideki rolünü azaltmayı ön plana çıkartan teoriler gündeme getirmişlerdir (Kazgan, 1997: 241). Kısaca Monetaristler (parasalcılar) denilen bu görüşleri savunanların başında, Amerikalı iktisatçı Milton Friedman gelmektedir (Dinler, 2002: 18).

Monateristler bir ekonomideki istikrarsızlıkların genellikle para arzındaki düzensiz dalgalanmalar sonucu meydana geldiğini ileri sürmüşlerdir. Onlara göre; para arzındaki bir artış, kısa dönemde üretimi etkileyerek gerçek milli gelir düzeyi üzerinde geçici olarak bir artışa neden olur. Uzun dönemde ise, para arzındaki bir değişikliğin temel etkisi gerçek üretim üzerinde değil, fiyatlar genel düzeyi üzerinde olacaktır. Bunun sonucu; enflasyona bir tepki olarak, para otoriteleri para arzındaki artışı azaltacaklar, bu da ekonomik durgunluğa neden olacaktır (Ataç, 2002: 13). Bu nedenle, ekonomiyi krizden kurtarmak için önce enflasyonu durdurmak gerekir. Enflasyonun durdurulmasından sonra ekonomi kendiliğinden canlanma

sürecine girecektir (Pehlivan, 2007: 55). Moneteristlere göre, eğer ekonomideki yanlış para politikaları uygulamalarından vazgeçilirse, ekonomi nisbi bir istikrara kavuşabilir.

Moneteristler, para politikasının karşısındadırlar. Diğer yandan maliye politikasının kullanımına da karşıdırlar. Onlara göre, saf bir maliye politikasının ekonomi üzerindeki etkisi “dışlama etkisi” (crowding-out effect) nedeniyle en az düzeydedir. Çünkü moneteristler, ekonomide para arzının sabit olması halinde, kamu harcamaları çarpanının yıl içinde belirli bir dönem boyunca pozitif değer alacağını, uzun dönemde ise çarpan değerinin sıfır olacağını savunmuşlardır. Bu görüş, Friedman ve taraftarlarınca ortaya atılan ve “dışlama etkisi “(crowding-out effect) olarak isimlendirilen etkinin sonucu ortaya çıkmaktadır (Ataç, 2002: 15: 16).

Kamu harcamalarının borçlanma ile finansmanı dışlama etkisine neden olur (Önder, Kirmanoğlu, Kartallı, 1993: 41). Böylelikle, piyasada ödünç verilebilir fonlara olan talep artar, buna bağlı olarak faiz oranlarında bir artış meydana gelir. Faiz oranlarının yükselmesi ise özel yatırım harcamalarının azalmasına neden olur. Bu durumda, faiz oranındaki yükselme sonucu özel yatırım harcamalarının azalması nedeniyle (dışlama etkisi) kamu harcamalarına meydana gelen artışa bağlı, milli gelir düzeyinde meydana gelmesi gereken genişletici etki büyük ölçüde azalır (Ataç, 2002: 15: 16).

Modern maliye anlayışında, kamu ekonomisinin mali idaresi, kamu ekonomisinin milli ekonomi ile bütünleştirilmesi, ekonomik denge ve dış ödemeler dengesinin bütçe dengesinden, ekonomik kalkınmanın mali dengeden daha önemli olduğu görüşü kabul edilmektedir. Ekonominin dengeli bir şekilde yürütülmesi, istihdam düzeyinin yükseltilmesi, ekonomik kalkınmanın sağlanması devletin önemli görevleridir. Devlet kamu hizmetlerini yerine getirirken, kamu gelirlerinin ve kamu giderlerinin, borçlanmanın, sosyal ve ekonomik etkilerini göz önünde tutmalı bu araçların ekonomik dengeyi bozmasına izin vermemelidir (Orhaner, 2000: 22).

Devletin borçlanması kamu gelirleri ve kamu giderleri arasında denge sağlanamamasından kaynaklanır. Modern maliye anlayışına göre borçlanma

kamu gelirlerinin öne alınmış bir şekli değil, hukuki bir kamu geliri olarak kabul edilir. Kamu borçlanmasının giderek artması ve borçlanmanın olağan kamu geliri olarak kabul edilmesi borçlanma konusunu sürekli gündemde tutmuştur.

Devletin borçlanma ile harcamalarını finanse etme yoluna gitmesi, vergilerle topluma yüklenecek olan yükün daha az hissedilmesi anlamına gelir. Bu nedenle borçlanma, devlete belirli bir süre finansman kolaylığı sağladığından caziptir. Borçlanmanın aynı zamanda makro ekonomik hedefleri gerçekleştirmede kullanılması maliye politikası aracı olarak da yararlanılmasını sağlar (Ulusoy, 2009: 8).

Borçlanma politikaları, kamu finansman ve ekonomi politikaları arasındaki yakın ilişkiyi vurgulayan tezlerden en önemlisi “Ricardocu denklik teoremidir”. Robert Barro ilk defa olarak 1817’de David Ricardo tarafından ortaya atılan kamu borçlarının reel etkileri ile ilgili görüşlerini yeniden yorumlamıştır. Ricardo’nun kamu harcamalarının vergi ve borçlanmayla finansmanının ekonomide etkileri açısından bir fark olmadığı görüşünü Barro yeniden yorumlamış ve kamunun aldığı kararların özel sektörün alacağı kararlarla etkisiz hale geleceğini ileri sürmüştür (Yılmazcan, 2003: 232). Böylelikle geleneksel görüşe alternatif bir görüş ileri sürmüştür (Düzgün, Uğurlu, 2009: 101).

Ricardo eşitliğine göre, devletin iktisadi faaliyetlerinin ölçümünde temel gösterge reel kamu harcamalarıdır. Bu harcamaların finansman biçiminin hiçbir önemi yoktur (Arıcan, 2005: 84). Bu nedenle, bütçe açıklarının finansmanında borçlanma ile vergileme arasında fark olmadığı için, vergileri azaltarak kamu finansmanının borçlanma ile sağlanması özel sektör harcamalarını etkilemez. Dolayısıyla ulusal tasarrufun, yatırım ve cari hesap üzerine etkisi olmamaktadır. Çünkü rasyonel tüketici, bugünkü vergi azalmalarının, yarınki vergi artışları (borçların ödenmesi) ile karşılanacağını bilerek tasarrufları artırmaktadır (Eren, 2001: 265). Kamu açıklarının vergileme veya borçlanmayla finanse edilmesinin, Barro tarafından sistemli bir şekilde incelendiği Ricardocu Denklik Kuramı’nda temel vurgu, makul koşullar altında ardı ardına gelen ve sonlu ömre sahip kuşakların kamu borcuna bağlı gelecek dönem sorumluluklarını kendi lehlerine çevirdikleri ve

kendi yararlarına kullandıklarıdır. Bu faydalanmanın boyutuna bağlı olarak devlet bonoları net servet olarak algılanmaz. Dolayısıyla bireylerin tüketim düzeylerinde herhangi bir değişiklik meydana gelmez.

Bunun yanında bireyler, sahip oldukları bonoların devlet tarafından bir sonraki dönemde anapara ve faiz ödemelerini gerçekleştireceğini bildiklerinden, tasarruf düzeylerini bu anapara ve faiz ödemelerini karşılayacak düzeyde artırırlar. Böylece Barro, borçlanmanın vergi yerine ikame edilmesinin toplam harcamalar üzerinde hiçbir genişletici etkisi olmadığı sonucuna ulaşmıştır (Gedik, 2008: 249).