• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: TEREKE DEFTERLERİ NEDEN TUTULUR? ÖLÜM, MİRAS VE YETİMLİK MİRAS VE YETİMLİK

2.1. Mahkemeler ve Mirasın Paylaştırılması

2.1.1. Mirasla İlgili Sicil Kayıtları

Bu kısımda, tereke defterleri dışında, mahkemelerde mirasla ilgili tanzim edilmiş belge türlerine değinilecektir. Esasen herhangi bir tereke defteri, görevlilerce üstlenilmiş miras paylaşım davasının sonuçlandırılmasıyla kaleme alınan, konuyla alâkalı en önemli tutanaktır. Ancak, ölümle beraber, hatta tereke sahibinin sağlığında gerçekleştirdiği vasî tayiniyle (vasî-i muhtar) başlayan ve tereke defterinin yazılmasına kadar devam eden süreçte çeşitli davalar görülür ve şer‘i senetleri tanzim edilirdi.

105

Bunlardan başka, mahkemenin müdahil olmadığı miras paylaşımlarının tarafları, yaptıkları işlemi tescil ettirmek üzere de kadıya başvurabilirlerdi; böylece kaydı görevlilerce tutulmamış kimi terekeler hakkında da sınırlı bilgiye sahip olabilmekteyiz.

Mirasdan ibrâ derkenarlı kayıtlar, kuvvetle muhtemel, miras meselesini mahkemeye

taşımadan aralarında halletmiş kişilerin bu işe resmiyet kazandırmak için mahkemeye gelmeleriyle tanzim ediliyordu.1İncelediğimiz dönemde, çok sayıda tereke defterinin sonunda2 varislerin birbirlerinin haklarını ibrâ ettikleri bölüm bulunduğuna göre3,

1

Canbakal’ın kadı sicillerinde kayıtlı tereke defterlerinin ağırlıklı olarak toplumun önde gelen kişilerine ait olabileceğine dair görüşü, çabuk verilmiş bir karar gibi görünüyor. Seçkinlerin mahkemeyi diğer insanlardan daha yoğun kullandıkları fikrine dayanan, “…seleflerinin terekelerini mahkemede kaydettirme yüksek statülü kimseler arasında belirgin bir eğilimdi. Bu yüzden, tereke kayıtlarının yüzde 20’si zenginlere ait görünüyorsa, büyük olasılıkla, bu gibi terekelerin sahipleri aslında nüfusun daha ufak bir oranını oluşturuyordu.” (Canbakal, 2009:117) varsayımı, kadı sicillerinde sınırlı sayıda terekenin bulunduğu 17. yüzyıl Antep’i için doğru olabilir. Ancak, genel olarak, toplumun belirli kesiminin miras paylaşımı için mahkemeye daha sık geldiği, diğer bir ifadeyle zenginlere veya askerîlere ait terekelerin kaydedilme oranının yüksek olduğuna dair yazarın görüşleri, hangi terekelerin kaydının tutulduğu sorusuna da yanıt aradığımız bu çalışmada elde ettiğimiz bulgularla desteklenmemiştir. Toplumda nüfuz sahibi kişiler, konumları gereği çeşitli işlemler (alım-satım, ticarî ortaklık, toplumsal sorumluluk, yerel meseleler vb.) için sık sık mahkemeye gelmişlerdir. Benzer şekilde, mahkeme kanalıyla taksim edilmesi gerekmeyen terekelerin paylaşımını kendileri yaptıklarında dahi, bunu tescil ettirmek üzere kadının huzuruna diğer insanlardan daha sık çıktıklarını ve bu amaçlarını kaleme alınan bir hüccet senediyle (mirastan ibrâ hücceti) gerçekleştirdiklerini düşünebiliriz. Ancak, şu ana kadar belirsiz kalmış bu durum somut olarak ortaya konduğunda bile, mirasla ilgili her türlü işlemin mahkeme marifetiyle yapılarak tereke defterinin sicile kaydedilmesiyle, şahısların gerçekleştirdikleri miras paylaşımına resmiyet kazandırma işleminin birbirinden farklı uygulamalar olduğunu dikkate almamız gerekmektedir.

2

Aşağıdaki notta verilen örnekler ve diğer benzeri kayıtların çoğu, tereke defterlerinin taksimatı takip eden son kısmındaki bilgilerden elde edilmiştir. Ancak, tereke defteri ile aynı tarihi taşımasına rağmen, terekeyi takip eden ayrı ve müstakil bir kayıt gibi yazılmış mirastan ibrâ hüccetleri de vardır. Örneğin, Nazlı bint-i Asvador isimli Nasraniye’ye ait tereke defteri ile aynı gün (17 Aralık 1802) müstakil olarak tanzim edilmiş mirastan ibrâ derkenarlı hüccet örneğinde olduğu gibi (EŞS, no.319, vr.5b ve 6a), tereke defteri ve o terekeyle ilgili mirastan ibrâ kaydı kadı sicilinde peş peşe yer alabiliyordu. Yaklaşık altmış yıl sonrasına ait, benzer bir örnek için bkz. EŞS, no.506, vr.6ab. Gerek kassamlıkların gerekse diğer mahkemelerin sicillerindeki mirastan ibrâ hüccetlerini, öncesinde veya sonrasında aynı davayla alâkalı tereke defteri bulunmadığı sürece, mirası mahkeme dışında paylaşmış kişilerin mahkemeye gelerek, bu durumu tescil ettirmeleri olarak kabul ettik.

3

Seçtiğimiz örnek tereke defterlerinin büyük kısmının sonunda, mirasçıların birbirlerinin zimmetlerini ibrâ ettiklerine dâir ifadeler bulunmuyordu. Her ne kadar mirastan haklarını aldıklarını ve diğer varislerin ölenin terekesiyle ilgili her türlü hukukî sorumluluk ve davadan mesul tutulamayacağına dâir varislerin beyanlarının kayda geçirilmesi yaygın görünse de, genel bir kural niteliğine sahip olmamıştır. Mirasın görevlilerce taksim edilerek tereke defterinin yazılmış olması bile, bir bakıma, hak sahiplerinin yapılan işlemleri ve birbirlerinin hisselerini onayladıkları anlamına geldiğine göre, çoğu zaman varislerin ibrâsına ayrıca ihtiyaç duyulmamıştır. Meseleye bu gözle baktığımızda, ibrâ bölümü bulunan tereke defterlerinin çoğunun, belki daha fazlasının, miras tartışması yaşanmış davalarla ilgili olduğunu varsayabiliriz. 18. yüzyılın son çeyreğinden ve 19. yüzyılın ortalarından seçilmiş iki örnekten ilkinde, reşit varisler arasındaki miras kavgası açıkça görünmekteydi; ikincisinde ise, anne ve oğul iki yetişkin mirasçının masraflı bir hizmet olan mahkemeden tereke taksimini talep etmeleri de bir çekişmeyi düşündürtmektedir. Merhûm Şeyhülislâm es-Seyyid Mehmed Molla Efendi’nin kızı Fatıma Zehra Molla Hanım’ın varisleri olan eşi eski Mekke Kadısı ve Şeyhülislâm Veliyüddin Efendi’nin oğlu Mehmed Emin Molla Efendi ile müderris-i kirâmdan erkek kardeşleri es-Seyyid Mehmed Said Molla

106

müstakil olarak kaleme alınmış mirastan ibrâ kayıtları, mal paylaşımı mahkeme dışında yapıldığı halde, bu durumu tescil ettirmek isteyen kişilerle ilgili olmalıdır. Bu kişiler, miras paylaşımına ilişkin bir sorun çıktığında ya da ileride doğabilecek anlaşmazlıkların önüne geçmek amacıyla mahkemeye gelmiş olmalıdırlar. Dolayısıyla, bu durumdaki herkesin mahkemeye müracat etmeleri gerekmiyordu. Belki seçkin Osmanlılar arasında bu uygulama yaygındı; fakat bu varsayımı, mevcut bilgilerimizle delillendirmek şimdilik mümkün değildir.

İstanbul Mahkemeleri’ne ait Şer’iyye Sicilleri’nde bu tür kayıtların sayısı oldukça fazladır. Mirastan ibrâ hüccetlerini, mahkemeye intikal etmemiş miras paylaşımlarının ilgili taraflarca yapıldığının açık kanıtı olarak kabul etmek makul bir yaklaşımdır. Miras davalarına bakan özel ihtisas mahkemeleri statüsüne sahip kassamlıklar dışındaki mahkemelerin sicillerinde yer alan mirastan ibrâ hüccetlerini başka türlü değerlendirmek mümkün görünmemektedir. Örneğin sur içinde yaşayan İstanbulluların terekelerine Askerî Kassamlık ve Beledî Kassamlık bakarken İstanbul Kadılığı Mahkemesi’ne ve daha fazla olarak İstanbul Bâb Mahkemesi’ne ve diğer naiblikliklere başvurarak, murislerinden kalan terekeyi aralarında İslâm miras hukukuna göre paylaştıklarını ve birbirlerinin zimmetlerini ibrâ ve iskāt ettiklerini ifade eden İstanbullularla ilgili kayıtları bu çerçevede ele almak gerekir.

Mirastan ibrâ hüccetleri hukukî açıdan değerlendirildiğinde, terekeyle ilgili her türlü iddia, suçlama ve davadan aklama, temize çıkarma anlamı taşıdığı için, mahkemeye başvuranların önemli kısmını, kendi aralarında mirası paylaşmış ancak sorun yaşayan

Efendi ile es-Seyyid Mehmed Şerif Molla Efendi’nin miras kavgaları sonucunda mahkemede paylaşabildikleri terekenin sonundaki uzun ibrâ bölümü şu şekilde idi: “verese-i mûmâileyhimden her

biri yedlerine verilen pusulalar mantûkunca hisse-i mezkurelerini terekeden iştirâ eyledikleri eşyâdan ve terekeden eşyâ iştirâ iden ma‘lûmu’l-esâmi kimesnelerden havâle ile istifa idüb dahl-i defter-i mezbur ve haric-i ez-defter bi’l-cümle tereke-yi merhûme-yi mezbureye müte‘allike ‘âmme-i da‘vadan mûmâileyh Mehmed Emin Molla Efendi Hazretleri mûmâileyhimâ es-Seyyid Mehmed Said Mola Efendi ve es-Seyyid Mehmed Şerif Molla Efendi’nin zimmetlerini ibrâ-i ‘âmm ile ibrâ ve iskāt eylediklerinde mûmâileyhimâ es-Seyyid Mehmed Said Molla Efendi ve es-Seyyid Mehmed Şerif Molla Efendi’den her biri dahi mûmâileyh Mehmed Emin Molla Efendi’nin kezalik zimmetlerini ibrâ ve iskāt ve her biri âharın ibrâsını kabûl eyledikleri bu mahalle şerh olundı” (KŞS, no.530, vr.23b). 31 Ocak 1845 tarihli,

Câbî Hâfız İsmail Efendi’nin terekesinin taksimattan sonraki kısmında yer alan ibrâ ise daha kısaydı (mirasçılar hanımı Aişe Hatun ile mezkur Aişe Hatun’dan doğma reşit oğlu Aziz Mahmud Ağa’dan ibabetti): “zevce-i mezbûre Aişe Hatun bâlâda muharrer hisse-i ırsiyyesi olan bin üç yüz altmış altı

buçuk guruşı tereke-i müteveffa-yı mezbûre bi’l-verâse vâz‘u’l-yed olan ibn-i mezbûr Aziz Mahmud Ağa yedinden bi’l-verâse bi’t-tamam ve’l-kemâl ahz u kabz ve istifa-yı hak ve bâ-hüccet-i ibrâ-yı zimmet eylediği kâtib el-Hâc Hâfız İbrahim Edhem Efendi inhâsıyla işbu mahalle şerh olundı” (EŞS,

107

kişilerin oluşturduğunu düşünebiliriz. Terekeyi aralarında paylaştıktan sonra kadıya gelen bir diğer grubu, yapılan işleme resmiyet kazandırmak isteyenlerin meydana getirdiğini varsayabiliriz. Konunun anlaşılması adına, sicillerde mevcut çok sayıdaki kayıttan ikisini zikredelim. İlk örneğimizin tarafları, İstanbul’da Aksaray’da yaşarken birbirini müteakiben vefat eden Tabancacı Kerim İbrahim Ağa ile eşi Afife Hanım’ın mirasçısı ikisi de yetişkin kız ve erkek evlatlarıydı. Anne ve babalarının ölümlerinden altı sene sonra, 22 Mayıs 1820 tarihinde mahkemeye gelen iki kardeşin beyanlarına göre, “…mûrisemiz ebeveynimiz müteveffiyân-ı zevceyn-ı mezbûrânın bi’l-cümle

terekeleri beynimizde bi’t-terâzî tahrîr ve bey‘ olunub…”, masraflar çıktıktan sonra

kalan tutarı İslâm Miras Hukuku’na göre aralarında paylaşmışlardır. Birbirinin zimmetlerini ibrâ ederken kullandıkları tabirler, kendilerinin gerçekleştirdiği miras paylaşımından yahut başka sebeplerden ötürü yakın zamanda aralarında sorun çıkmış olabileceğini akla getirmektedir: “…zevceyn-i mezbûrânın kalîl ü kesîr [ve] celîl ü

hakīr nukūd u ‘ivaz(?) ma‘lûm ve meçhûl bi’l-cümle ism-i mâl itlâk olunub terekelerine ve hukūk-ı mirâsa müte‘allika ‘amme-i de‘âvi ve kâffe mutâlebâtdan ben kız karındaşım mezbûre Afife Hatun’un zimmetini ol dahi kezâlik benim zimmetimi [silik] ibrâ-i ‘âmm-ı sahîh-i şer‘î ile ibrâ ve iskāt ve her birimiz ber-vech-i muharrer âhar‘âmm-ın ibrâs‘âmm-ın‘âmm-ı kabûl eyledik…” (İBŞS, no.362, vr.11b). Nisan 1830 tarihli İstanbul Kadılığı’nda tanzim

edilmiş ibrâ hüccetine göre ise, Çilingir Bağdisar’ın mirasçıları olan eşi ve yeğeni arasında terekenin taksiminden dolayı “münâza‘ât-ı kesîre ve muhâsamât” baş göstermiş; ancak arabulucuların yardımıyla uzlaşmaya varabilmişler ve bundan sonra birbirinin zimmetlerini ibrâ etmişlerdir (İŞS, no.153, vr.20a).

Asıl konuya, mahkemelerin (kassamlıkların) baktığı ve sürecin sonunda tereke defterlerini tanzim ettiği miraslara odaklandığımızda, çok sayıda ve çeşitte miras kayıtlarıyla karşılaşırız. Her ölüm ve terekenin kendine özgü şartları olmakla beraber, birçok terekenin tesviye sürecinde benzer davalar sonuca bağlanıp belgeleri düzenleniyordu. Herhangi bir kadılık bölgesindeki miras meseleleriyle ilgilenen kassamlıkların sicilleri tetkik edildiğinde verâset iddialarından nafaka tayinlerine, şahısların hayattayken yaptığı vasiyetlerden ölümden sonra varlığı ispat edilen vasiyetlere, şahsî mülklerin satışlarından vakıf mülklerin ferağı (tasarruf hakkının devri) için alınan izinlere, tereke sahibinin borcunun ya da alacağının kanıtlanmasına, varislerin kendilerini temsil etmek üzere atadıkları vekillerden mahkeme tarafından

108

tayin edilen vasîlere, terekenin bir kısmının saklandığı suçlamasından sulh ve ibrâya kadar çok farklı içerikte kaydın var olduğu görülür.1

Miras konusunda imparatorluk genelinde iş yükü en fazla, dolayısıyla alanında en önde gelen mahkeme olarak tanımlayabileceğimiz İstanbul Kısmet-i Askeriye Mahkemesi’nin sicillerinin başlıkları da mahkemenin baktığı miras davalarının çeşitliliği hakkında fikir vermektedir. Hicri 1231-1233 senelerine (1815-1818) ait 1000-1034 numaralı otuz beş sicil defâtir-i şer‘iyye sicili (defâtir sicili), hücec-i şer‘iyye sicili (hücec sicili), i‘lâmât-ı şer‘iyye sicili (i‘lâmât sicili), idânât-ı şer‘iyye sicili (hücec-i idânât/idânât sicili), vasî ve nafaka sicili isimlerini taşıyordu. Bu dönemde bir yıla ortalama on-on beş sicilin düştüğü mahkemede, otuz beş sicilin on sekizi defâtir, yedisi idânât, altısı hücec, ikisi i‘lâmât ve ikisi vasî ve nafaka sicilinden oluşuyordu. Defâtir sicilleri, iki tür defterden meydana geliyordu: tereke ve muhasebe defterleri. Sayısı tereke defterlerine göre az olan muhasebe defterleri, yetimlerden ve mallarının idaresinden sorumlu olan vasîlerin mahkemeye ibrâz ettikleri, yetimler için yapılan masrafların ve yetim malının işletilmesinden hâsıl olan gelirlerin dökümünü içermektedir.2

Tereke defterlerinin çoğu da varis olan yetimlerden ötürü kayda girmiştir. Vasî ve nafaka tayinlerine dâir belgelerin bulunduğu kassamlık sicilleri ise, yetimler için atanan vasîlerin kimlikleri ile yetimin zarurî ihtiyaçları için belirlenmiş

1

Sicillerde miras hakkında ne tür belgelerin bulunduğunu tespit edebilmek amacıyla, Kısmet-i Askeriye Mahkesi’nin (Askerî Kassamlık) 1007 numaralı sicili incelendi. Hicri 1231 ve 1232 (1815-1817) tarihli kayıtları içeren sicilin başlığı hücec-i şer‘iyye idi. Mahkemede görülen mirasla ilgili çeşitli davaları içeren sicildeki kayıtları şu şekilde sıralayabiliriz: Varislerin mirastan paylarını aldıklarını gösteren

kabz hüccetleri (vr.2b, 3a, 8a, 9a, 13b, 14a, 15b, 17a, 19b, 20a…), ölen kişinin satılan gedik aletleri, ev

ve diğer gayrimenkulleriyle alâkalı senetler (2a, 4b, 8b, 12a, 17a, 18b, 19a, 23a, 24b, 25a…), tereke sahibinin vasiyetine dâir ikrâr-ı vesâyet veya isbât-ı vesâyet kayıtları (vr.1b, 5a, 7a, 6a, 13a, 14a, 15a, 16b, 21a, 22b, 26a…), mirastan hissesine düşen payı vasî tarafından idare edilmiş olan yetimin reşit olduğunu ve vasîden malını talep ettiğini ortaya koyan isbât-ı rüşd belgeleri (vr.19a, 23b, 26b, 39b, 47a, 48b…), varislerin kendileri adına belirli işlemleri yapmak üzere atadıkları kişilerle ilgili vekâlet hüccetleri (vr.13a, 14b, 23a, 39a, 41b, 51a, 64b…), yetimlere ebeveynlerinden intikal etmiş vakıf mülklerinin tasarruf haklarının başkasına devredilebilmesi için müsaade verildiğini gösteren izn-i ferâğ kayıtları (vr.26a, 28a, 54b, 67b, 70b…), terekeye varis olabilecek şekilde ölen kişiyle akrabalığını ispat eden kişilerin tanzim ettirdiği isbât-ı verâset senetleri (vr.11b, 24a, 31a, 32a, 60b, 61a…), aralarında sorun çıkmış mirasçıların arabulucuların tavassutuyla sulh olduklarını ve birbirilerinin zimmetlerini ibrâ ettiklerini ortaya koyan sulh ve ibrâ hüccetleri (vr.35b, 46b, 57a…). 1007 numaralı sicilde, bunlardan başka az da olsa terekeyi veya mirasçıları ilgilendiren çeşitli hususlarda (borcun ispatı, yetim için elbise alınmasına izin verilmesi, nazır atanması gibi) da belgeler mevcuttur. Tetkik ettiğimiz sicil, Askerî Kassamlık’ın hüccet başlığını taşıyan sicillerindeki dava tutanaklarına örneklik teşkil etmektedir; farklı başlık ve içeriğe sahip sicillerin de olduğunu belirtelim.

2

Muhasebe defterleri, yetim malının işletilmesi, yetim için vasî ve nafaka tayinleri gibi yetimlerin korunmasına yönelik uygulamalar hakkında daha detaylı bilgi için bkz. “Osmanlı’da Yetim Olmak: İnsan Ömrünün Kısalığı ve Yetimler” başlığı.

109 nafaka miktarları hakkında bilgi vermektedir.1

Sistem içinde yetimlerin önemi ve ağırlığı tekrar-be-tekrar görülmektedir; idânât başlıklı siciller, mâl-ı eytâmın (yetim paralarının) borç verilerek işletilmesiyle alâkalı kaleme alınan belgelerden ibarettir. İdâne (borç verme) hüccetlerinde yetimin, vasînin ve borç alan kişinin kimler olduğu, borcun miktarı, vadesi ve anapara dışında yetime ödenecek artı tutar da belirtilmektedir.2

Kassamlıkların sicillerinde mevcut çeşitli belge türlerinin kapsamlı incelenmesiyle, mirasın paylaşım sürecinde yaşananları ve uygulamaları daha sağlıklı değerlendirmek mümkün olacaktır. Toplumsal, ekonomik ve hukukî boyutu olan miras konusunda Osmanlı tecrübesinin etraflıca açıklanmasında bu belgelerin son derece önemli olduğu anlaşılmaktadır. En son kaleme alınan tereke defterinde, yukarıda sayılan belgelerin bir kısmındaki bazı konulara atfen kısa malumatlar yer almaktadır.3

Örneğin, vasiyet hüccetine işaret edilerek terekeden yapılan harcama tereke defterinin ihracat bölümünde belirtilir; ancak bu gider kaleminin teferruatlı açıklaması yer almaz. Benzer şekilde, tereke sahibinin satılan evinin değeri aktarılır; fakat evin özellikleri tereke defterinde bulunmaz. Anlaşıldığı kadarıyla, ilgili miras meselesini üstlenen kassâm kâtibi (tereke veya kısmet kâtibi), bütün bu davalarda aktif rol üstlendiği gibi, tereke defterini yazarken alâkalı şer‘î senetleri (dava tutanaklarını) dikkate alarak, onlardan faydalanarak hareket ediyordu.