• Sonuç bulunamadı

İcareteynli Vakıf Mülkleri: Tereke Defterlerinde Görünmeyen Servet

BÖLÜM 1: SAHNENİN HAZIRLANIŞI: ŞERİYE SİCİLLERİ VE OSMANLI MADDÎ KÜLTÜRÜ OSMANLI MADDÎ KÜLTÜRÜ

1.4. Tereke Defterlerinde Servetin Kısmi Temsili

1.4.1. İcareteynli Vakıf Mülkleri: Tereke Defterlerinde Görünmeyen Servet

Osmanlı medeniyeti tarif edilirken çeşitli özellikleriyle beraber “vakıf medeniyeti” olduğunun altının çizilmesi anlamlı ve yerinde bir tespittir. Osmanlı toplum hayatının her alanında etkin olarak faaliyet göstermiş vakıflar sayesinde eğitimden sağlığa, barınmadan imar faaliyetine, üretimden finansal desteğe kadar çeşitli alanlarda toplumun ihtiyaç duyduğu hizmetlerin karşılanması mümkün olmuştur. “Menfaati

ibâdullaha âid olur vechile (ait olmak üzere) bir â’ynı Cenâb-ı Hakkın mülkü

1

18 S 1241/1 Ekim 1825 tarihli tereke defteri için bkz. KŞS, no.1179, vr.54b-55a.

2

GŞS, no.478, vr.9a; 1874 yılına ait tereke defterinde ise Üsküdar’da vefat eden Fatma hanımın terekesinin %55’i mehr-i muaccel ve müeccel alacağından oluşuyordu (ÜŞS, no.704, vr.1b).

80

hükmünde olmak üzere temlik ve temellükten mahpûs ve memnu’ kılmaktır.”1

şeklinde tarif edilen vakıf müessesesinin etraflıca incelenmesi bu çalışmanın kapsamı dışındadır.2

Bu bölümde icareteynli vakıf mülkleri, bireylerin hayatlarında tasarruf ettikleri önemli bir servet unsuru olarak ele alınacaktır. Bu amaçla, vakıfların en önemli gelir kaynağı olan kira gelirlerini nasıl temin ettikleri üzerinde durulacak, bâhusus icareteyn usulüyle kiralama yöntemi hakkında bilgi verilecektir.

Vakıf akaratını tasarruf eden kişileri merkeze koyarak konuyu ele aldığımızda, vakıf mülklerinin kiralanmasının iki taraflı bir ilişkiyi içerdiği görülmektedir. Yapılan çalışmalarda vakıflar genellikle bir yönüyle ele alınmıştır; sahip olduğu akarat-ı mevkufe ve diğer kaynakları yöneten, çeşitli alanlara yönlendirdiği geliriyle kamusal ihtiyaçları karşılayan kurumun kendisi gelir ve giderleri dikkate alınarak incelenmiştir. Diğer tarafta ise vakıflara ait gayrimenkulleri kiralamak suretiyle barınma, yatırım, üretim ve ticaret için ihtiyaç duyduğu binalara sahip olan, vakfa yaptığı kira ödemeleri ile vakfın bütçesine katkı yapan kesim vardır. Biz meseleyi kiracılar, özellikle icareteynli vakıf mülklerini tasarruf edenler açısından ele alacağız.

Vakıflar sahip oldukları gayrimenkulleri icare-i vahide3

, mukataa ve icareteyn olmak üzere üç yöntemle kiralayabiliyorlardı. İcare-i vahideli vakıflar ay veya sene olarak belirli ve kısa bir süre için kiralanan vakıflardır ki en belirgin özelliği budur. Bir defaya mahsus olan kira akdi belirlenen sürede sona ererdi. Vakıf mütevellisi, eski kiracı ile

1

Öztürk, 1983:28. Vakıf müessesini ele alan eserlerin giriş kısmında vakfın tanımı verilmektedir. Tariflerin mealen aynı olduğu ve vakıfların iki özelliğine dikkat çekildiği görülmektedir. Birincisi, vakıfların temin edeceği hizmet ve menfaatin topluma hasredildiği, ikincisi ise vakfa ait akarın şahsi mülklerden tefrik edilerek alım, satım, hibe, rehin ve miras gibi uygulamalardan kesinlikle muaf olduğudur. Diğer tarifleri için bkz. Bilmen, Cilt IV, 1969:284; Akgündüz, 1996:76 vd., Yediyıldız, 2003:8 vd.

2

Vakıflar konusunda çok sayıda eser telif edilmiştir. Farklı disiplinlerden araştırmacılar vakıf kurumunu çeşitli açılardan ele almışlardır. Tarihçiler şehir tarihi, müessese incelemesi; iktisat tarihçileri vakıfların ekonomik faaliyetleri ve üstlendikleri roller; İslâm hukukçuları evkâfla ilgili şer‘i hükümler bağlamında konuya eğilmişlerdir. Vakıflar hakkında detaylı bilgi için bkz. Ebül‘ulâ Mardin (1340),

Ahkâm-ı Evkâf, İstanbul; Ali Himmet Berki (1946), Vakıflar, İstanbul; Ömer Lütfi Barkan ve Ekrem

Hakkı Ayverdi (1970), İstanbul Vakıfları Tahrîr Dedfteri 953 (1546) Târihli, İstanbul; Nazif Öztürk (1983), Menşe’i ve Tarihi Gelişimi Açısında Vakıflar, Ankara; Ahmet Akgündüz (1996), İslâm

Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, İstanbul; Bahaeddin Yediyıldız (2003), XVIII. Yüzyılda Türkiye’de Vakıf Müessesesi: Bir Sosyal Tarih İncelemesi, Ankara; Mehmet Canatar (2004), İstanbul Vakıfları Tahrîr Defteri 1009 (1600) Tarihli, İstanbul, 2004; Tevfik Güran (2006), Ekonomik ve Malî Yönleriyle Vakıflar: Süleymaniye ve Şehzade Süleyman Paşa Vakıfları, İstanbul, 2006. Tahsin

Özcan (2003), Osmanlı Para Vaıfkları: Kanuni Dönemi Üsküdar Örneği, Ankara.

3

Berki, kiralama yöntemi arasında icare-i vahide-i kadimeyi de zikretmektedir. Bunlar, icare-i vahideyle kiralanmış iken kira müddetinin sonunda belli bir ücret mukabilinde kiracısı veya mirasçılarında bırakılan vakıf mülkleridir (Ali Hikmet Berki, 1946:33).

81

yeni bir sözleşme yapmayı ya da başka birine kiralamayı tercih edebilirdi. Vakfiye şartında kira süresi ile ilgili bir şart yoksa ev ve dükkânlar için bir yıl, çiftlik ve araziler için üç yıl süreyle kiraya verilmesi uygun görülmüştür. Mukataalı ve icareteynli vakıfların aksine ferağ ve intikal özelliği olmayan, rayiç bedelle alelade kiralama yöntemiydi. İcare-i sahiha olarak da adlandırılan icare-i vahide, fukahanın ittifak ve tavsiye ettiği kiralama usulü olarak başlangıcından itibaren uzun süre uygulanmış olmalıdır. Tek kira (icare-i vahide) ile idare edilen vakıf akarlarının zorlayıcı bazı sebeplerden dolayı mukataalı ve icareteynli kullanımına izin verilebileceği görüşü sonraki dönemlerde benimsenmiştir.1

Mukataalı vakıf ise zeminin vakfa, zemin üzerindeki bina ve ağaçların mülkiyetinin ise şahıslara ait olduğu ve uzun süreli kiralamanın yapılabildiği vakıf demektir. Meseleyi hukukî açıdan ele alan araştırmacılar mukataalı vakıfların icareteynliler gibi zamanla zaruretler neticesinde ortaya çıktığı görüşündedirler (Öztürk, 1983:106-107). Yangın, deprem gibi doğal afetler neticesinde harap olan ve vakfın sınırlı bütçesiyle imarı mümkün olmayan mülklerin bu haliyle ne vakfa ne de insanlara bir faydası olamayacağı düşüncesiyle, zeminin rakabesi (çıplak mülkiyeti) vakfa ait kalmak kaydıyla, kiracıya zemin üzerinde dilediği binayı yapma ya da zirai üretimi gerçekleştirme hakkını (bu ilave unsurların mülkiyetiyle beraber) veren mukataa uygulaması şartların zorlamasıyla sonradan ihdas edilmiş olmalıdır. Mukataalı vakfın karakteristik özelliği, vakıf mülkü olan toprak üzerindeki bina ve ağaçlar için şahsî mülkiyete izin veren kiralama yöntemi olmasıdır. İncelediğimiz tereke defterleri bağlamında fikir verecek kadar tesadüf edemediğimiz mukataalı vakıflar hakkında kaynaklarda verilen bilgiye göre, mukataalı vakfın mutasarrıfı, ilk kiraladığında bedel-i mukataa namıyla yüksek bir rakam ödüyor, her sene de icare-i zemin adıyla bir miktar kira ödemeye devam ediyordu.2

Zemin üzerindeki yapılar şahsi mülkiyet hükmü kazandığı için mutasarrıfın bunlar üzerindeki tasarrufu vakıf mülkleriyle ilgili hiçbir sınırlandırmaya tabi değildi. Vakıf olan zeminin tasarruf hakkının başkasına devri (ferâğ) ve öldüğünde çocuklarına intikali de mümkündü. Öztürk’ün bildirdiğine göre, mutasarrıf, zemini vakfa ait olan binasını veya bağçesini sattığında, tasarruf hakkının

1

Bu hususta bkz. Öztürk, 1983:104-106; Bilmen, Cilt V, 1969:17-18; Berki, 1946:33; Akgündüz, 2000:388-389.

2

82

kendinde kalacağını açıkça belirtmemişse bu hak da alıcıya geçmektedir (Öztürk, 2006:132).

Sözlükte iki kira anlamına gelen icareteyn, vakıf akarlarının icara verilmesinde biri

icare-i muaccel diğeri icare-i müeccel adıyla tahsil edilen kira gelirlerini ifade etmek

için kullanılmıştır. Kira akdinin yapıldığı anda, peşin olarak tahsil edilen muaccel miktarı belirgin özelliklerinden ilki olup gayrimenkulün gerçek değerine yakın bir rakamdır. Dönemine göre günlük, aylık ve yıllık olarak belirlenen müeccel ise cüzi bir rakamdır. İcareteynli vakıfların dikkat çeken diğer özellikleri arasında uzun, daha doğrusu belirsiz bir zaman için yapılan kiralama yöntemi olmasıdır. Kiracının ölümü dahi akdi sona erdirmemekte, sahip olduğu kapsamlı tasarruf hakkı evlatlarına intikal etmektedir.1 Mukataalı vakıflarda olduğu gibi icareteynli akarın ferâğ ve intikali mümkündür.2

Mülkiyeti vakfa ait olduğu için borç ve ticarî alışverişlerde icareteynli mülklerin teminat ve rehin gösterilmesi mümkün değildir. Mukataalı vakıflarla benzer bir yönü, icareteynli mülklerin tasarruf hakkının ölümle beraber sadece kız ve erkek evlatlara, eşit olarak intikal etmesidir. Mutasarrıfın evladı olmaması durumunda ölümünden sonra icareteynli gayrimenkullerin tasarruf hakkı mahlûlen vakfa geri dönerdi.

Osmanlıda icareteynli kiralama yönteminin sonradan çıktığı hakkında araştırmacılar hemfikirdir. Vakıf mütevellilerinin hangi dönemden itibaren vakıf akaratının icare-i vahide dışında mukataalı ve icareteynli olarak kullanımına izin verdikleri ise kesin değildir. Hicri 10. asırdan itibaren uygulamanın başladığını iddia edenler varsa da daha erken bir tarihte başlamış olmalıdır. 3

Nazif Öztürk, Barbaros Hayreddin Paşa’nın H.941 (1534-1535) tarihli vakfiyesinde akarların icareteyn yöntemiyle kiralanmasının şart koşulduğunu tespit etmiştir (Öztürk, 1983:111). Barkan’ın eserinde neşrettiği İstanbul Kadısı’na gönderilen hükümde de (1577 tarihli), ölen kişinin evlatlarına intikal eden icareteynli mahzen ve dükkânlarından kız evlatlarının mağdur edilmesinin kanuna aykırı olduğu belirtilerek ve aynı hususta daha önce (1570) verilen hükme atıf yapılarak “müste’cirleri vefât eyledüklerinde oğullarına ve kızlarına icâre-i mu‘ayyene-i câriye

1

Bu konuda bkz. Öztürk, 1983:108-110; Akgündüz, 2000:389-391; Bilmen, Cilt V, 1969:21-23.

2

İcareteynli vakıf akarının ferâğ ve intikali konusunda ulemanın görüşleri ve bu konudaki fetvalar için bkz. Bilmen, Cilt V, 1969:30-40.

3

İcareteyn uygulamasının ne zaman başladığı hakkında görüşler için bkz. Bilmen, Cilt IV, 1969:304; krş. Öztürk, 1983:110-111; Akgündüz, 1996:451-452.

83

ile” verdirilmesi emredilmektedir. 1

Osmanlı uleması arasında da icareteyn uygulamasının şer‘îliği konusunda farklı görüşlerin ortaya çıktığını görüyoruz. 16. yüzyılda yaşamış Kanuni döneminin ünlü alimlerinden Şeyhülislam Ebüssuud Efendi’nin icareteynin caiz olmadığı görüşüne karşılık, çağdaşı Kazasker Kınalızâde Ali Çelebi, hakim ve müftinin takdiriyle, vakıf için yararlı bulunursa icareteyne müsaade edilebileciği düşüncesindedir (Akgündüz, 1996:454-455). Lehinde ve aleyhinde hükümlerin verildiği dönemden bir süre önce, muhtemelen 16. yüzyılın başları, icareteyn uygulaması görünürlük kazanmıştır diyebiliriz.

Her ne kadar benzer kiralama yöntemlerinin İslâm tarihinde örnekleri bulunsa da kiracıya bahsettiğimiz kapsamlı tasarruf imkanlarını sağlayan icareteynli vakıf uygulaması Osmanlı tecrübesinin ürünüdür. Mukataalı ve icareteynli vakıfların ortaya çıkışı hakkında “zaruretler memnu‘ olan şeyleri mübah kılar” kaidesine göre hareket edilerek vakıf mülklerinin harap ve yok olması tehlikesine binaen uzun süreli ve kapsamlı tasarruf hakkına izin verildiği görüşü yaygındır.2

Uygulamanın meşru dayanağını da oluşturan dile getirilen hususlar önemli olmakla beraber, bunların dışında da etkenler olabilir. Aşağıdaki Tablo 1’de açıkça görüldüğü üzere, İstanbul’da yaşamış birçok kişi servetinin önemli kısmını, bazen varislerine bıraktığı mirastan daha fazlasını, sağlığında taht-ı tasarrufunda bulundurduğu icareteynli mülklere sahip olmak için kullanmıştır. Osmanlı toplumunun ihtiyaç, talep ve beklentileri de icareteynli vakıfların ortaya çıkması ve yaygınlaşmasında etkili olmuş olmalıdır. Vakıflara ait arazi ve binaların şehrin her bölgesinde fazlasıyla bulunduğu başkentte yaşayanlar barınma, üretim, ticaret ve yatırım maksadıyla birikimini değerlendirmek istediğinde sıklıkla vakıf akaratına talip olmaları gerekiyordu. Ancak kira süresi evlerde bir yıl, dükkânlarda ise üç yıl ile sınırlandırılmış ve yeni kira akdinde, eski kiracıya öncelik vermeyen icare-i vahideli usülü, toplumsal ve ekonomik ihtiyaçları karşılamakta yetersiz kalmış olmalıdır. Vakıfların harap olan mülklerini mâmur etme zarureti ile bireylerin uzun süreli ve kapsamlı tasarruf hakkına sahip olma talepleri birleşince, icareteynli vakıfların sayısı hızla artmış olmalıdır. Nitekim, yapılan bir çalışmada 18. yüzyılda vakıf gayrimenkulleri kiralanırken icareteyn yönteminin daha çok tercih

1

Mühimme Defteri, no.16, yp.187’den aktaran Barkan, 1966:157.

2

Konu hakkında bkz. Döndüren, 1998:73-75; Akgündüz, 1996:453; Öztürk, 1983:108 vd; Bilmen, Cilt IV, 1969:304 -305.

84

edildiği sonucuna varılmıştır (Yediyıldız, 2003:135 vd.). Çeşitli sicil kayıtlarından çıkardığımız veriler de 1785-1875 dönemi İstanbul’unda icareteynli vakıfların yaygın olduğunu göstermektedir.

19. yüzyılın ikinci yarısında icareteynli vakıf mülkleriyle ilgili iki önemli düzenleme yapılacaktır. Bunlardan ilki, intikal özelliğinin kapsamını genişleten, evladın olmaması durumunda tasarruf hakkının diğer varislere de geçmesine imkân veren 1867 tarihli nizamnamedir.1 Evlatlar dışında intikal hakkı sahipleri belirlenirken ölen kişiye neseb yönünden akraba olanların yakınlıklarına göre, İslâm miras hukukuna benzer şekilde sıralandıkları görülmektedir. 1869 tarihli nizamname ise, tasarruf sahibinin borçları mukabelesinde alacaklılara icareteynli vakıf mülklerini satışa2

çıkarma hakkı veriyordu (Akgündüz, 1996:480-481). 1869 yılına kadar borçları terekesinden fazla olduğunda bile icareteynli mülklerin tasarruf hakkı güvenli bir şekilde evlatlarına intikal ederken bu tarihten itibaren icareteynli vakıf mülkleri bu özelliğini yitirmiştir. Bu iki düzenleme, hem toplum hem de hukukçular nazarında icareteynli vakıfların özel mülk gibi algılandığını göstermektedir. Ayrıca, böyle düzenlemelere ihtiyaç duyulmuş olması icareteynli vakıfların yaygınlığı hakkında da fikir vermektedir.