• Sonuç bulunamadı

Mevcut Çalışmaların Tereke Defteri Diplomatiğine Yaklaşımı

BÖLÜM 1: SAHNENİN HAZIRLANIŞI: ŞERİYE SİCİLLERİ VE OSMANLI MADDÎ KÜLTÜRÜ OSMANLI MADDÎ KÜLTÜRÜ

1.3. Tereke Defterlerinin Diplomatik Özellikleri ve Dönemsel Değişmeler

1.3.2. Mevcut Çalışmaların Tereke Defteri Diplomatiğine Yaklaşımı

Tereke defterlerinin öneminin fark edilmesiyle beraber, terekelerdeki verilere dayalı çok sayıda akademik çalışma yapılmış, zengin bir literatür ortaya çıkmıştır. Sınırlı sayıda tereke defterinin kullanıldığı makale düzeyindeki çalışmalarda, kaynağın şekil ve içerik özellikleri hakkında değerlendirme nadiren yapılmıştır. 3

Terekelerin diplomatiği konusunu ele alan ciddi yayınlar ise, terekeler üzerine monografik tarzda kapsamlı çalışmaları gerçekleştiren araştırmacılardan gelmiştir. Bu alanda ilk kapsamlı çalışma, Barkan’ın Edirne Askeri Kassamına Ait Tereke Defterleri (1545-1659) başlıklı incelemesidir.4 Barkan’ın öncü çalışmasını takip eden yaklaşık yirmi yıl boyunca aynı

tereke defterlerine göre, ölüm tarihleri ile kayıt tarihleri arasında ortalama bir-iki aylık zaman farkı vardı. 18. yüzyıl ve önceki dönem terekelerini demografik analizler için kullanan bazı araştırmacılar ise, terekenin giriş bölümündeki tarihi ya doğrudan ölüm tarihi kabul ederek (Özdeğer, 1998:19-38; Öztürk, 1995:129-137) ya da ölüm tarihine yakın, dolayısıyla ölüm tarihi gibi değerlendirilebilecek kayıt tarihi varsayarak (Establet ve Pascual, 1994:45-50), ölümlerin aylık ve mevsimsel dağılımını analiz etmişlerdir.

1

“Tereke Eşyasının Satışı” bölümüne bakınız.

2

Hacı anlamındaki kelime metinde “ﻫﺍﺠﻰ” şeklinde yazılmıştır.

3

Tereke defterlerinin temel kaynak olarak kullanıldığı makalelerde daha çok üst düzey görevliler, eşraf ve varlıklı tüccar sınıfına mensup kişilerin serveti, yaşam tarzı, ilişki ağları ele alınmıştır. Araştımanın kapsamı, kurgusu ve kullanılan terekelerin görece azlığından ötürü aralarında kıymetli eserler de olsa terekenin diplomatiği konusuna değinen nadiren olmuştur. Ancak, bunlar da tereke defterleri hakkında bazı eksik ve yanlış kabulleri tekrarlamaktan kurtulamamıştır. Örneğin, dellalların bilirkişi olarak tarif ve kabulünden hareketle, incelediği tereke defterlerinde kayıtlı dellâl-ı esbâb, dellâl-ı sarraf, dellâl-ı

cariye gibi ihracat kalemleri farklı uzmanlık alanlarına sahip bilirkişilerin (dellalların) kanıtı olarak

değerlendirilmiştir (Bizbirlik, 2002:731.)

4

Barkan’ın çalışması Türk Tarih Kurumu Belgeler dergisinin 1966 yılı sayısında yayınlamış olsa da 500 sayfaya yaklaşan hacmi ile makaleden çok müstakil yayın niteliği taşımaktadır (Barkan, 1966:1-479). En eski tarihli Bursa tereke defterlerini inceleyen İnalcık ise, XV. Asır Türkiye İktisadi ve İçtimaî Tarihi

Kaynakları isimli makalesiyle, iktisadî ve sosyal tarihin mühim kaynakları olarak tanımladığı tereke

65

kapsamda ikinci bir çalışma yapılmamıştır. 1980’li yıllar tereke defterlerinin öneminin yerli ve yabancı araştırmacılar tarafından keşfini haber veriyordu. Çok sayıda eserin kaleme alındığı son yirmi beş yıl içinde zengin bir literatür oluşmuştur. Bu bölümde Barkan’ın ve sonraki dönem araştırmacılardan tereke defterlerinin diplomatik özelliklerini ele alanların tespit ve yaklaşımları üzerinde durulacaktır. Araştırmacıların inceledikleri tereke defterlerindeki verileri yorumlarken, tereke ve diplomatiği hakkındaki genel kanaatlerinin etkileri de sorgulanacaktır.

Terekelerin diplomatiği konusuna bu kadar önem vermemizin nedeni, Osmanlı toplumsal tarihinin en önemli kaynakları arasında yer alan tereke defterlerinin zayıf ve güçlü yönlerinin ancak bu şekilde anlaşabileceğini düşündüğümüz içindir. Ayrıca, Osmanlı ailesi, toplumda servetin dağılımı ve bileşenleri, gündelik hayatta kullanılan eşyalar, toplumsal gruplar arasındaki farklar vb. konularda birincil kaynak olma özelliğine sahip terekelerdeki verileri mümkün mertebe isabetli ve doğru değerlendirmek kaygısı da konuya ağırlık verilmesinin diğer sebebidir. Terekelerin bize sunduğu imkânları, sınırlarının da farkında olarak kullanmak bilimsel çalışmaların kalitesini artıracaktır.1

Barkan ve sonraki dönem araştırmacılardan bir kısmı kullandıkları malzemenin diplomatiğine çalışmalarında yer vermişlerdir (Barkan, 1966:74-76; Öztürk, 1995:75-77; Reyhan, 2008:211-213; Anastassiadou, 2001:188-189). Ancak bu konuda yazılanlar, incelenen döneme ait tereke defterlerinin içerik ve bölümlerinin tanıtılması ve kısaca değerlendirilmesinden ibaret kalmıştır. Konu hakkında sınırlı bilgi verilmesinin nedenleri arasında ilk olarak, Barkan başta olmak üzere öncü çalışmaları yapanların, 15. yüzyıldan 17. yüzyılın ortalarına uzanan döneme ait tereke defterlerini incelemelerini gösterebiliriz. Bu kayıtların, sonraki dönem terekelerine göre bazı ayrıntıları içermediğinden ve diplomatik özellikleri bakımdan araştırmacıların ilgisini

1

Örneğin; evinde vefat ettiği kardeşi, cari miras hukukuna göre varisi olamayan kişinin içinde yaşadığı sosyal çevreyi ve toplumsal ilişki ağlarını tanımlarken tereke listesindeki mirasçılardan hareketle, küçük/çekirdek aileye dayalı sosyal ilişkilerin hâkim olduğu bir muhitte yaşadığını varsaymak doğru olmayacaktır. Mirasçılar arasında tek bir oğlun varlığı, ölen kişinin neseben akrabası olan birçok kişinin mirasçı olmasını, dolayısıyla tereke kaydına girmesini engellediğine göre, tereke defterlerini büyük aile olgusunun birçok Osmanlı şehrinde nadirattan olduğunu iddia etmek için (farklı kaynaklara ve verasetle ilgili diğer belgelere başvurmadan) kullanmak, bilimsel bir yaklaşım içinde değerlendirilemeyecektir. Ancak, herhangi bir tereke defterinin taksimat kısmına odaklandığımızda ve mirastan hisse sahibi akrabalar üzerinden Osmanlı ailesi hakkında tarihsel veriler elde etmek istediğimizde, bize sunabileceği (genellikle) çekirdek aile modelinin ötesine geçemeyecektir.

66

yeterince çekemediğinden, detaylı şekilde ele alınamadıklarını varsayabiliriz. 18. yüzyıl ve sonrasına ait terekeler üzerine çalışanlar da mevcut eserlerde mevzuyla alâkalı aktarılan bilgileri ve konuya yaklaşım tarzlarını tekrar etmişlerdir. Dolayısıyla, belgelerin form ve içeriği hakkında yazılanlar, bölümlerin isimlendirilmesi ve tanıtımıyla sınırlı kalmıştır. Meseleyi dar çerçevede değerlendiren araştırmacılar ve bunları referans gösteren çok sayıda akademisyen, erken dönem tereke defterlerini şekil ve muhteva bakımından asırlarca değişmeden kalmış ideal örnekler gibi algılamışlardır. Sonuç olarak, tereke defterleriyle ilgili güvenilir verilere dayanmayan bazı eksik ve yanlış varsayımların gerektiği kadar sorgulanmadan bilimsel doğrular olarak kabul edilmesi kaçınılmaz olmuştur.

Ön kabullerin yaygınlık kazanmasında, sonraki araştırmacıların Barkan’ın öncü çalışmasından faydalanırken sergiledikleri yaklaşım tarzlarının da etkili olduğunu düşünebiliriz. Barkan, her türlü takdir ve övgüyü hak eden kıymetli eserinde, bazı meselelerin izahında incelediği tereke defterlerinin yetersiz kaldığını gördüğünde, diğer sicil kayıtlarına ve arşiv belgelerine müracaat etmiş, buna rağmen bazı çekincelerini ifade ederek, nispeten ihtiyatlı değerlendirmelerde bulunmuştur. Örneğin; Barkan, tereke listelerindeki mal ve eşyaların fiyatları için bilirkişilerin takdirleriyle oluşmuş tahmini fiyatlar olarak görmek gerektiğini ifade ederken, zayıf da olsa satış fiyatları olma ihtimalini tamamen dışlamamıştır.1

Terekelerin ölen kişilerin servetini hakikate yakın temsil ettiğini düşünen Barkan, bunun her zaman mümkün olmayabileceğini maddeler halinde açıklamıştır (Barkan, 1966:75). Benzer şekilde, dellalların bilirkişi vazifesi gördüklerine dair görüşü baskın olmakla beraber, tereke eşyasının satışında görev almış olabileceklerini de bildiriyordu. Ardılları ise, Barkan’ın ortaya koyduğu tespit ve değerlendirmeleri sorgulayıp geliştirmek yerine mekânsal ve dönemsel bağlamından kopararak, tüm Osmanlı coğrafyasına ve dönemlerine teşmil etmiştir.

1

Barkan, 1966:2, 74, 84, 299, 379, 380. Barkan, neşrettiği tereke defterlerini tanıttığı, dikkat çeken özelliklerine değindiği bölümlerde sık sık “tahmin edilen serveti” ifadesini kullanmaktadır. Bundan başka, Edirne terekelerinde satışın belirtildiği bazı kayıtlar hakkında kanaati ise şu şekildedir: “Diğer

taraftan, tereke defterleri’ne geçmiş olan fiyatların bilirkişi takdir ve tahminleri veya mahdut bir alıcı grubunun sözde arttırmaları ve çok defa mirasçılar arasında dostâne bir anlaşma ile kararlaştırılmış olduğunu ve bu bakımdan bugünkü şekliyle inkişaf etmiş kudretli bir piyasanın kanunlarına tâbi bulunmadığını da unutmamak lâzım gelir.” (Barkan, 1966:444).

67

Gelinen nokta, Barkan’ın kesin dille ifade etmekten kaçındığı konuların dahi sonrakiler tarafından mutlak doğrular gibi kabul edilmesi olmuştur.1

Bu noktada akla gelen bir soru, çok titiz çalışmış Barkan’ın tereke defterlerindeki somut verilerle desteklenmeyen konular hakkında tahmin ve yorumlarının nasıl oluştuğudur? Barkan’ın çalışması incelendiğinde, kullandığı tereke defterlerinin suskun kaldığı konularda kanunnamelere başvurduğu görülecektir. Barkan’dan sonra Öztürk de çalışmasının bazı bölümlerini kanunnamelerde mevcut bilgilerden faydalanarak kaleme almıştır. Kanunnamelerde tereke taksimiyle ilgili hükümler daha çok resm-i kısmet başlığı altında geçmektedir. Kadıların hangi miras paylaşımlarına müdahale edebileceği, tereke taksimini kimin yapacağı, terekeden tahsil edilen resm-i kısmetin miktarı ve kime ait olduğu sorularına cevap veren kanunnamelerin tereke çalışmalarında önemli kaynaklar olduğuna şüphe yok.2

Ancak, kanunnamede yer alan terekeyle ilgili hükümler tetkik edildiğinde, erken dönem tereke defterlerinin sessiz kaldığı konuları açıklamak için yeterli olmadığı gözlenmektedir.

Kanunnamelerde miras meselesine dair hükümlerin hangi bağlamda geçtiği sorusu, önemlidir. Mirasla ilgili çeşitli konulardan bahsedilmezken, özellikle üç konu etrafında hükümlerin kanunnamelerde yer alıyor olması anlamlıdır. Farklı dönemlere ait kanunnamelerin hükümleri incelendiğinde görülecektir ki; kadıların hangi miras paylaşımlarına karışıp karışamayacakları, mahkeme marifetiyle miras taksim

1

: “Tereke kayıtları ölen kişinin gelirini değil, toplam servetini aktarmaktadır.”, “Tereke defterlerine

kaydedilen mallar kişinin hayatta iken kazandığı menkul ve gayr-ı menkul servetinin toplamını yansıtmaktadır.” (Öztürk, 1995: 13,138). Barkan’ın tereke-servet ilişkisine dair haklı çekinceleri ciddi

bir şekilde ele alınması gerekirken kesin bir ifadeyle tereke defterlerinin serveti tamamen yansıttığı iddiası sağlam delillere dayanmamaktadır. “Tereke defterleri bir kişinin ölümü sebebiyle kaydı tutulan

ve kıymeti kadı tarafından belirlenen mal varlığının listeleridir.” (Reyhan, 2008:207). İncelediği 18.

yüzyılın son çeyreğine ait tereke defterlerinin birçoğunda, terekenin sûk-ı sultânîde müzayedeyle satıldığı katipler tarafından özenle kaydedilmiş olmasına rağmen, ilgili bölümün giriş cümlesindeki tereke defteri tanımı, Reyhan’ın yerleşik yargının ne kadar etkisinde kaldığını göstermektedir. Örnekleri çoğaltmak mümkün; fakat son olarak tereke defterlerinde verilen (kayıt) tarihinin Barkan ve sonraki araştırmacılar tarafından nasıl değerlendirildiğini aktaralım. Barkan, bu tarihleri kayıt tarihi kabul ettiğini ihsas ettiren bir yaklaşımla, incelediği “bahis konusu kayıtların senelere ve aylara göre

erkek ve kadın olarak dağılımını” analiz etmiştir (Barkan, 1966: 81-82, 113-114, 160-161). Özdeğer ve

Öztürk ise, herhangi bir açıklama getirmeden söz konusu tarihleri ölüm tarihi kabul etmiş ve demografik tahliller yapmışlardır (Özdeğer, 1988:19 vd.; Öztürk, 1995:129 vd.).

2

Barkan, İnalcık, Akgündüz ve diğerleri tarafından çok sayıda kanunname neşredilmiş olup, tamamı 15-17. yüzyıllara ait kanunnamelerdir. 18. yüzyıldan itibaren çeşitli konulara münhasır hükümleri kanunname tarzında tedvin etme ihtiyacı duyulmadı mı? Kanunname çalışmaları üzerine bir değerlendirme için bkz. Macit Kenanoğlu (2005), “Osmanlı Kanunnâmeleri Neşriyatı Üzerine Bir Tahlil”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Cilt III, Sayı 5: Türk Hukuk Tarihi Sayısı, s. 141-186.

68

edildiğinde alınacak resm-i kısmetin miktarı ve tahsil edilen resm-i kısmetin kimin adına toplanacağı (kazasker yahut kaza kadısı), son madde bağlamında kassama ait paya beledî kassamların mı yoksa askerî kassamların mı sahip olacağı konularında hükümler yer almaktadır.1

Bu üç maddeden ilk ikisi, tereke taksiminde görev alan kadı ve yardımcılarının hak sahiplerinin mağduriyetini doğuracak kanunsuz uygulamalarını önlemeye yönelikken, üçüncüsü ise askerî kassamlar ile beledî kassamlar arasında resm-i kısmetin tahsili konusunda yaşanan tartışma ve çekişmelere son vermeyi amaçlamaktadır. Dolayısıyla kanunnameler, tereke mevzuunda daha çok şikayet ve çekişmelere neden olabilecek hususlarda kanunun ne olduğunu hatırlatan2

, bazen sert ikazlarla ilgilileri uyaran önemli hükümlerin bulunduğu kaynaklardır.

Bunlardan ilki, kadı ve yardımcılarının müdahale edebilecekleri terekelerin hangileri olduğunu açıklayan hükümlerdir. Farklı tarihlerde tedvin edilmiş kanunnamelerde bu konudaki hükümlerin değişmeden sürekli tekrar edilmesi ve uygulanması önemine işaret etmektedir. Kanunnamelere göre, mirasçıların tamamı reşit kişilerden oluşuyor ve varisleri terekenin taksimini mahkemeden talep etmiyorlarsa, kadı ve yardımcıları müdahale edemezler. Eğer, varisler arasında sağîr, sağîre, gâib, gâibe gibi reşit olmayan mirasçılar bulunuyorsa terekenin mahkeme tarafından taksim edilmesi lüzumludur.3

1

Askerî kassamlar ile beledî kassamlar arasında resm-i kısmetin kime ait olduğu konusunda çıkan ihtilaflara Uzunçarşılı da eserinde yer vermektedir. Mühimme defteri ve kanunnamelerdeki hükümlerin de aktarıldığı çalışma için bkz. Uzunçarşılı, 1984:122-125.

2

Yenice-i Karasu’da resm-i kısmet ve diğer vergilerin ziyade alınarak halka zulmedildiği ihbarına binaen Yenice kadısına gönderilen emir bunun güzel bir örneğidir. Kadıların gördükleri çeşitli davalardan alacakları vergi ve harçların tasrihen kaydedildiği hüküm, bu vesileyle Anadolu ve Rumeli’deki kadılara da hatırlatılmış oluyordu. Bu hüküm için bkz. Celâl-zâde Kanunnâmesi, Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih Bölümü, no.3507, vr.38a. Koca Nişancı lakaplı Celâl-zâde Mustafa Çelebi’nin ölüm tarihi 1567’dir. Söz konusu hükmün sonunda verilen tarih ise Evâil-i Safer 921 (Mart 1515) olduğuna göre, önceki döneme ait bir hükme kanunname tedvin edilirken yer verilmiş olmalıdır.

3

Bu konudaki hüküm, farklı tarihlere ait kanunnâmelerde ve benzeri metinlerde yer almaktadır, birkaçını aktaralım:“Min ba‘d verese-i müteveffâ kibâr olub mâdem ki, anlar cânibinden kısmet taleb

eylemeyeler ve müteveffânın metrûkâtın yazmayalar…Meğer ki, müteveffânın evladı sığâr ve eytâm olub yazılub kısmet olmamağla hukûk-ı eytâm zâyi‘ ve telef olmak lâzım gele, ol vakit varub kısmet eyleyüb emvâl-i eytâmı nakîr ve kıtmîr yazub defterler eyleyeler” (Kanunî dönemine ait olması

muhtemel Resm-i Kısmet Kanunnâmesi’nden aktaran Akgündüz, Cilt V, 1992:54); “Resm-i kısmet dahi

müteveffanın vârisleri kebîr olub kısmet [taleb] olunmaz iken cebren kısmet olunmaya yahud verese sağîr ve sağîre veyahud gâib ve gâibe olub beynel verese kısmet olunmak lazım geldikde..”

(Mecmua-i Kavan(Mecmua-in bâ-ma’ruzat-ı Ebu’s-Suud, Süleyman(Mecmua-iye Kütüphanes(Mecmua-i, Serez Bölümü, no.2730, vr.44a); “ve

resm-i kısmet dahi müteveffânın varisleri kebîr olub kısmet taleb olunmaz iken cebren kısmet alınmaya yahud verese sağîr ve sağîre veyahud gâib ve gâibe olub beyne’l-verese kısmet olunmak lazım geldikde” (Osmanlı Kanunnâmeleri, Milli Tetebbular Mecmuası, Sayı 2:326); “..sagîr ve sagîresi veyahud gâibde vârisi olmayıp müteveffânın veresesi tâlib değil iken terekelerin tahrîr irâdesiyle verese tazyîk ve rencîde olunmamak ve veresesi sagîr veyahud gâibde olan müteveffânın terekesi tahrîr

69

Kadı ve yardımcıları hakkında mirasa gereksiz yere müdahale ettiklerine dair şikâyetlerin bir kısmının, çocukluk ile yetişkinlik arasında bulunan ergen mirasçıların rüşt sahibi yetişkinler olup olmadıkları konusunda mahkeme personeli ile diğer varislerin görüşlerinin farklı olmasından kaynaklandığını varsayabiliriz.

Kanunnamelerde yer alan ikinci husus, mahkeme tarafından tereke taksim edildiğinde alınacak resm-i kısmetin oranıyla ilgilidir. Dönemine göre değişen vergi miktarı söz konusu olmakla beraber binde 15, binde 20 ve binde 25 oranında resm-i kısmet alınmasının farklı tarihlerde kadılara bildirildiği görülmektedir. Kanunnamelere göre resm-i kısmet oranları şöyledir: 14. yüzyılın sonları (Yıldırım Bayezid dönemi) %020 (Uzunçarşılı, 1984:84; Öztürk, 1995:56), 15. yüzyılın ikinci yarısı %020 (İnalcık, 1965:78; Uzunçarşılı, 1984:85; Öztürk, 1995:55-56), 16. yüzyılın ilk yarısı %020 (İnalcık, 1965:78)1, 16. yüzyılın ikinci yarısında %0252, 16. yüzyılın sonu %025 (Uzunçarşılı, 1984:85)3,17. yüzyılın ilk yarısı %015 (İnalcık, 1965:78; Uzunçarşılı, 1984:85), 17. yüzyılın ikinci yarısında %015 (Tevki‘î Abdurrahman Paşa Kanunnamesi, MTM, Sayı III:541). 18. yüzyılın başları %015 (Uzunçarşılı, 1984:85). Kanunnamelerde resm-i kısmet bahsi geçtiğinde, kadı ve yardımcılarının ziyade harç almamaları için sık sık ikaz edildikleri dikkat çekmektedir.

Son olarak kanunnamelerde ele alınan bir diğer mevzu, beledî ve askerî kassamlar arasında sık sık tartışma konusu olan, mahkemeye intikal eden terekelerin hangilerine askerî veya beledî kassamın bakacağı, daha doğrusu terekeden tahsil edilen resm-i kısmet başta olmak üzere çeşitli vergi ve harçların kime ait olduğu konusudur. Eğer kişi askerî zümreden ise mahkemeyle ilgili diğer resim ve harçlarda olduğu gibi terekeye müteallik resim ve harçlar da kazasker adına tahsil edilirken, reayadan olması durumunda vergi ve harçlar mahalli kadılara ait olurdu. (Sahillioğlu, 1992:488-489; Barkan, 1966:4-7) Askerî ve beledî kassamlar arasında her dönem anlaşmazlığa sebep olmuş ölen kişinin askerî zümreden olup olmadığı tartışmasına son vermek için kanunnamalerde kimlerin askerî olduğu açıkça kaydedilmiştir. Bazı resm-i kısmet

olundukda…” (KŞS, no.741, vr.1a: Anadolu ve Rumeli’deki kadılara gönderilen 11 Temmuz 1801

tarihli fermandan)

1

(14’ü kadının, 4’ü naibin, 2’si kâtibin).

2

Resm-i kısmetin mahkeme personeli arasında nasıl taksim edildiği de açıklanmıştır. Buna göre, 25 akçenin 20 akçesi kadıya, 3 akçesi naibe, 2 akçesi de kâtibe aittir; bkz. Celâl-zâde Kanunnâmesi, Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih Bölümü, no.3507, vr.22b.

3

70

kanunlarının özellikle askerî sınıfa mensup zümrelerin tarifine odaklandığı görülmektedir.1

“Ehl-i berât olan kimesneler, kendü ve cemâ‘ati rüsûmı askerîdir”2 ifadesi, bu konudaki hükümlerin temel prensbini yansıtmaktadır. Ancak tarif ve tanımlamaların, askerî-reaya ayrımını kalıcı şekilde yaparak tartışmaları bitirdiğini düşünmek mümkün görünmemektedir. Nitekim farklı dönemlere ait kanunnamelerde askerî sınıfa giren zümrelerin değiştiği, gün geçtikçe sayısının arttığı belirtilmektedir.3 Askerî sınıf kavramının tereke ve diğer davalardan alınacak vergi ve harçların aidiyeti meselesinden dolayı teferruatlı izah edilmiş olması4

askerî ve beledî kassamların çekişmesini önlemeye yönelikti. Bundan dolayı, beledî kassamların reaya, askerî kassamların ise askerî olduğunu iddia edebilecekleri kişi ve zümrelerin üzerinde daha fazla durulmuştur. Bir bakıma, toplumsal statüleri bakımından arada kalan, haklarında kesin ve kalıcı hüküm vermekte zorlanılan bu kişiler içinde önemli makam ve servete ulaşmış olanların sayısı da fazla olmamalıdır. Kanunnamelerdeki askerî sınıf tarifinin bu özelliğini Barkan “askerî sınıf târifinin kifayetsizliği” (Barkan, 1966:7) olarak yorumlamış, neşrettiği bazı tereke sahiplerinin hangi özelliğine binaen askerî kabul edildiğinin malum olmadığını ifade etmiştir (Barkan, 1966: 83, 186, 333). Derlenen kanun mecmualarında mirasla ilgili kanunlara hangi maksatla yer verildiğini askerî zümreyle ilgili tariflerde açıkça müşahede ediyoruz. Bu konudaki hükümlerin asıl amacının, askerî ve reaya sınıflarını eksiksiz tarif ve tasnif etmek değil, beledî ve askerî kassamlar arasında mücadeleye sebep olan, askerîliği tartışmalı olabilecek kesimlerin durumuna açıklık getirmek olduğu söylenebilir (Öztürk, 1995:44).

Barkan, tereke taksimiyle ilgili özellikle iki kanunname metnine çalışmasında yer vermiştir. İlki, 16. asra ait Milli Tetebbular Mecmuası’nda neşredilmiş kanunname,

1

Kimlerin askerî olduğunu açıklayan hükümler, resm-i kısmetle ilgili olarak kanunnamelerde en fazla yer verilen hususlardandır. Askerî-reaya ayrımını belirleyen hükümler, genellikle teferruatlı tarifleri içerdiği için oldukça uzun kanunların oluşmasını sağlamıştır. Bu kanunların bir kısmı için bkz. Akgündüz, Cilt III, 1991:143-145 (Yavuz Sultan Selim dönemi Kazasker ve Kudât Rüsûmı Kanunnâmesi); Barkan, 1966:5-7 (H.907 / M.1501-1502 tarihli Konya’da Koyun-oğlu Müzesi’ndeki kanunname ve 1605 tarihli Edirne Sicili’ndeki ferman). Ayrıca bkz. Uzunçarşılı, 1984:123-125; Öztürk, 1995:40-44.

2

Fatih devri Rüsum-ı Kısmet ve Sicillât Kanunu’ndan aktaran Akgündüz, Cilt I, 1990:586.

3

Barkan, bu durumun, divanda önemli bir makam sahibi olan kazaskerlerin nüfuzu ile açıklanabileceğini düşünmektedir (Barkan, 1966:6).

4

Askerî sınıf kavramı, kimlerden oluştuğu, muafiyetleri vb. konuların ele alındığı eserlerde, burada bahsi geçen kanunnamelerde, özellikle resm-i kısmet kanunlarında, yer alan ilgili hükümler esas alınmıştır. Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. Barkan, 1966:4-8; Sahillioğlu, 1991:488-489; Uzunçarşılı, 1984:123-125; İnalcık, 1959:595-600; Öztürk, 1995:39-44.

71

ikincisi I.Ahmed’in meşhur adaletnamesidir. Her ikisinde, özellikle adaletnamede, kadıların ve yardımcılarının terekeleri cebren taksim ettikleri, köy köy dolaşıp yeni mezarları saydıkları, resim alınmayan ‘urûz ve ‘akardan resim aldıkları, vergiyi fazla almak için metrukâtı ziyade tuttukları, tereke eşyasından beğendiklerini aldıkları vb. hususlar üzerinde durulmaktadır.1

Tek başına kanunnâmeleri kullanarak mahkemelerin tereke taksimini nasıl yaptığı sorusuna cevap aradığımızda, resm-i kısmet almak maksadıyla haklı haksız her miras paylaşımına müdahale eden, bu amaçla köy köy dolaşıp yeni mezar taşlarını sayan, cenazelerin habersiz defnedilmesine müsaade etmeyen, daha önce taksim edilmiş terekeyi adil olmamış deyip tekrar taksim eden, cebren müdahale ettiği terekedeki eşyanın değerlerini yüksek tutarak resm-i kısmeti daha fazla almak isteyen, diğer resim ve harçları ziyadesiyle alan, kendi sorumluluk alanında bulunmayan terekelere müdahale eden kadı (ve yardımcıları) tipine ulaşırız ki bu makul ve kabul edilebilir bir çıkarım gibi görünmemektedir. Osmanlı teşkilatı içinde adlî, idarî ve beledî geniş yetki ve sorumluluk sahibi kadı modeli ile kanunnamelerde resm-i kısmet bağlamında tarif