• Sonuç bulunamadı

ĠZMĠR’DEKĠ YAHUDĠ AZINLIKLARA ETKĠSĠ

3.3. TEK PARTĠ DÖNEMĠNDE YAHUDĠ AZINLIKLARA YÖNELĠK BASKICI POLĠTĠKALAR

3.3.6. Milli Ġktisat Politikaları ve Yahudi Azınlıklar

Tek parti iktidarının azınlık karĢıtı politikalarından biri de ekonomiye yöneliktir. Osmanlı Ġmparatorluğu‟nda Müslümanlar sadece idarecilik, savunma, din ve tarımla ilgili iĢlerde çalıĢmakta; sanayi ve ticaretle ilgili iĢleri gayrimüslimler üstlenmekteydi. Gayrimüslimler Avrupalılarla kurdukları aracılık iliĢkilileri sayesinde sadece iç değil, dıĢ ticareti de elinde tutmaktaydı. Genel olarak Osmanlı‟daki gayrimüslimlerin iktisadi yaĢamdaki rolünü 3 grupta toplamak mümkündür: (i) Orta sınıf tüccar, banker, Avrupalı Ģirketlerle küçük ticarethane ve çiftçiler arasında aracılık; (ii) doktorluk, eczacılık, mühendislik, avukatlık; (iii) vasıflı iĢçi. Müslüman Türkler ise genelde rençber, memur, asker, vakıfçı gibi meleklerde istihdam olunmaktadır ve bu rol paylaĢımı sosyal bir sıkıntı yaratmadan gönüllü Ģekilde yüzyıllarca sürmüĢtür.290

Gayrimüslim gruplar içerisinde Yahudilerin 18. yüzyılın ortalarına kadar ithalat ve ihracatta büyük etkinlik gösterdiğini; mültezimlik, sarraflık, doktorluk ve simsarlık gibi meslek dallarında uzmanlaĢıp ülke ekonomisinde önemli bir yer edindiğini biliyoruz. Tarih boyunca Yahudilerin bedenen çalıĢmaktan kaçıp kolay yoldan para kazanmayı arzuladığı, dini bir cemaat olmayıp ticari menfaatleri için yaĢayan topluluklar olduğu iddia edilmiĢtir. Avram Galanti ise Yahudilerin ticaret ve sarraflık gibi kolay para kazandıran meslekler icra etmesinin nedeninin rahata düĢkünlük yahut kurnazlık olmadığını savunur. Galanti‟ye göre Yahudiler bağımsızlıklarını kaybedip ülkelerinden çıkarılmadan önce çiftçilik ve çobanlık yapmaktaydı. Ancak gittikleri her yerden kovuldukları ve sürekli göç halinde oldukları için sürekli ikamete dayanan meslekler yerine ticarette uzmanlaĢmak zorunda kalmıĢlardır.291

Osmanlı Devleti‟nde yukarıda bahsettiğimiz rol paylaĢımının Birinci Dünya SavaĢı‟na giden süreçte gayrimüslimleri önemli ölçüde zenginleĢtirdiği görülmektedir. Örneğin 1912‟de Ġstanbul‟da kayıtlı 40 özel bankerin tamamı gayrimüslimdir. Yine aynı yıllarda ülke genelindeki 53 sigorta Ģirketinin sadece 9‟u Türklere aittir ve 270 maden iĢletmesinin 102‟si (%38) Türkler, 101‟i (%37) yabancılar, 67‟si (%25) gayrimüslimler tarafından iĢletilmektedir.

290

Okutan, s. 197-199; Murat Koltürk, “Bir ġirketin BaĢından Geçenler ve Ekonominin TürkleĢtirilmesi”,Tarih

ve Toplum, Sayı: 221, Mayıs 2002, s. 9-17; Milli Ġktisat Politikalarına iliĢkin lehte görüĢ için bkz.: Doğan

Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, Cilt I, Bilgi Yayınevi, 5. Basım, Mart 1971, s. 290-328

291

Gayrimüslimlerin zenginleĢmesi sanayi içindeki paylarının da artmasına sebep olmuĢtur.292

AĢağıdaki tabloda yer alan 1915 tarihli veriler bu durumu açıkça ortaya koymaktadır:

Milliyeti Sermaye % Emek %

Türk 15 15

Rum 50 60

Ermeni 20 15

Yahudi 5 10

Yabancı 10 -

Tablo: 12- 1915 Yılında Türk Sanayinin Etnik Yapısı (Kaynak: Bali, 2000, s. 197)

Sanayi Devrimi ve Osmanlı Devleti‟nin Avrupalı ülkelere tanıdığı kapitülasyonlarla birlikte ülkeye kolayca giren ucuz mallar Anadolu‟daki el sanatlarının gelir getirmediği bir süreç baĢlatır. Anadolu‟da baĢlayan iĢsizlikten kaynaklanan sosyal sıkıntılar Ġttihat ve Terakki‟yi milli iktisat politikaları üretmeye sevk eder. Ancak Ġmparatorluğun Avrupa ile hukuki ve fiili iliĢkileri bu politikaların uygulanmasını mümkün kılmaz.293

KurtuluĢ SavaĢı‟nın ardından Kemalist ideologlar, Ġttihat ve Terakki‟nin uygulamakta baĢarısız olduğu “milli iktisat politikaları”nı siyasi bağımsızlığın ön koĢulu ve ivedilikle gerçekleĢmesi gereken bir ideal olarak görmüĢ, yeni devletin en önemli unsurlarından biri olarak algılamıĢtır. Milli iktisat politikalarının hedefine yabancı sermayeli kuruluĢlar konmuĢ olsa da azınlıklar onların “iĢbirlikçisi” kabul edildiğinden bu politikalardan ziyadesiyle etkilenmiĢlerdir. Yeni Türk devletinin ekonomik anlamda yol haritasının çizildiği 17 ġubat 1923 tarihli Ġzmir Ġktisat Kongresi‟nde yaptığı açılıĢ konuĢmasında Mustafa Kemal, izleyecekleri ekonomi politikasının Ģifrelerini Ģöyle vermektedir:

“Osmanlı Devleti hakikatte ve fiilen mahrumı istiklal bir hale getirilmişti. Filhakika bir devlet ki kendi tebaasına vazettiği bir vergiyi ecnebilere vazedemez. Gümrük muamelatını, rusumunu memleketin ve milletin ihtiyacına göre tanzim etmekten memnudur. Ve bir devlet ki fazla olarak ecnebiler üzerinde hakkı kazasını tatbikten mahrumdur. Böyle bir devlete bittabi müstakil denilemez (…) Osmanlı ülkesi ecnebilerin serbest bir müstameresinden başka bir şey değildi ve Osmanlı halkı içindeki Türk milleti de tamamen esir bir vaziyete getirilmişti.294

Mustafa Kemal, Mart 1923‟te Adana ziyareti sırasında esnafa hitaben yaptığı konuĢmada ise: 292 Bali, s. 197; Okutan, s. 199 293 Okutan, s. 194-195 294 Okutan, s. 207

“Artık tarihe karışan Osmanlı hükümeti maatteessüf asırlarca yanlış bir zihniyet sahibi oldu. Çünkü onlar sanatı ve sanatkarları kendi milletinden yetişmiş görmekten zevk almazlardı. Hatta en şevketli Osmanlı padişahlarından biri, zannedersem Kanuni Sultan Süleyman, askerlerden bir Türk Müslümanın saraçlık sanatına sahip olduğunu görünce, fevkalade meyus müteessir olmuştu. Onların nazarında sanatkarların gayrimüslimlerden olması müraccahtı. Onlar sanattaki hayat menbalarını başka milletlerin elinde bulundurmanın zararlarını göremiyorlardı. Asil milletimiz sanattan mahrumdu. Sanatkarlar azdı. Mevcut olanlar da icap ed en derecede sanata mahir değildi. Arkadaşımız beyanatında demişlerdir ki Adanamıza müstevli olan anasırı saire, şular, bunlar, Ermeniler sanat ocaklarımızı işgal etmişler ve bunlar bu memleketin sahibi gibi bir vaziyet almışlardır. Şüphesiz haksızlık ve küstahlığın bundan fazlası olamaz. Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleket sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte türktü, o halde türktür ve ebediyen türk olarak yaşayacaktır. (…) Bu bereketli yerler koyu ve öz Türk memleketidir.”

demekte295 ve bir yanlıĢ anlaĢılmaya mahal vermeyecek Ģekilde yeni devletin azınlıklara iktisadi hayatta eski kolaylığı sağlamayacağını ortaya koymaktadır. Ancak henüz bir barıĢ antlaĢmasının imzalanmamıĢ oluĢu, Türkiye‟nin milli iktisada yönelik olarak radikal adımlar atmasını 1930‟lu yıllara erteler. Belki de uluslararası konjonktür nedeniyle Ġktisat Kongresi Kararları‟nın 9. maddesi dengeli bir üslupla yazılmıĢtır:

“Türk dinine, milliyetine, toprağına, hayatına ve müessesatına düşman olmayan milletlere daima dosttur; ecnebi sermayesine aleyhtar değildir. Ancak kendi yurdunda, kendi lisanına ve kendi kanununa uymayan müesseselerle münasebette bulunmaz. Türk ilim ve sanat yeniliklerini nereden olursa olun, doğrudan doğruya alır ve her türlü münasebette fazla mutavassıt (aracı) istemez.”296

Ġktisadi bağımsızlığın en önemli simgesi bankacılık olarak algılanır. Osmanlı Bankası milli kabul edilmediğinden “Büyük Taaruzun yıldönümü” olan 26 Ağustos 1924‟te Celal Bayar tarafından Türkiye ĠĢ Bankası kurulur. Bu yıllarda diğer bir giriĢim de Rumlar ve Ermeniler tarafından boĢaltılan ticari alanların Türkler tarafından doldurulmasına yöneliktir; ancak, bu konuda Yahudilerin daha atak davrandığı bir gerçektir. Yahudilerin ticaret alanlarını geniĢletmesi zaten kamuoyunda yeĢermeye baĢlayan Yahudi karĢıtlığını daha da körüklemiĢtir. Bu “alan mücadelesi”nden kaynaklanan gerginlik Rum ve Ermenilerin kitlesel olarak terk ettiği Ġzmir‟de daha hissedilir durumdadır. 1926-1927 yıllarında toplanan Türk Ocakları Kurultaylarının oturumlarından birinde söz alan Salihli Delegesi Zahit Bey, Ġzmir‟deki psikolojiyi Ģu Ģekilde yansıtmaktadır: “Bu Yahudiler biz İzmir‟de ticaret ederken bizi soydular. Yunanlılara casusluk ettiler ve terk sırasında belki lazım olur diyerek bize hulus

295

Bali, 2000, s. 197

296

göstermişlerdir. Ve bu suretle bir Yahudilik ihtiyatıyla bize de casusluk eder göründüler. Yunanlılar memleketimizi işgal ettikleri zaman Yahudiler bize „ay ve yıldızı bundan sonra semada görürsünüz‟ dediler. Bu Yahudiler bugün Türk gençliğinin iktisab etmek istediği iktisadi vaziyete tamamiyle hakim olmuştur.”297

Avram Galanti ise Yahudilerin ticari alanları doldurmasına iliĢkin olarak Ģu yorumu yapmaktadır:

“Cumhuriyetin ilanına kadar memleketin sanayi ve ticaretinin mühim bir kısmı Rumların, Ermenilerin ve Yahudilerin elindeydi. I. Umumi Harb‟in sonuna doğru Ermenilerin büyük bir kısmı hicret, Rumlar ise -İstanbul Rumlarından başka- mübadele gereğince memleketi terketmişlerdi. İşler Yahudilerin elinde kalmıştır. Basit düşünen bir kimseye göre Yahudiler meydanı boş bularak istifadelerini temin etmişlerdir. Bu doğrudur. Yahudiler bu işte istifade etmekle memlekete faydalı olmamışlar mı? Asıl meselenin ruhu buradadır. Ticaret dendiği vakit, dükkan açıp yalnız mal alıp ve satmak değildir. Ticaret demek alışverişi daima harekette bulundurmak, ona yeni şeyler katmak ve yeni işler yaratmaktır. Bu iki unsurun buradan ayrılmasına müteakip memleketin iktisadiyatında büyük bir boşluk görülmüştür. O zaman milli bankalar henüz kurulmamış yahut kurulmak üzere idi. Zannedildiği gibi Yahudiler zengin olmamakla beraber, namusları sayesinde bankalarda kredi yani itibar kazanmaya muvaffak oldukları için bu müesseslerden para istikraz ve bunları ziraat, sanayi ve ticaret erbabına ve iş ashabına ikraz ve bu suretle memleketin iktisadi kalkınmasına hizmet etmişlerdir. Bu mühim hizmetleri yapmakla beraber kendileri de kazandılar ki gayet tabii bir şeydir.”298

1923 yılının yaz aylarında Türk gençlerinin istihdamının yaygınlaĢtırılması için yabancı sermayeli banka ve müesseselerde çalıĢan gayrimüslim memurların Türk memurlarla ikame edilmesi kararı alındı. Zaten ticaret faaliyetlerinde Türkçeden baĢka bir dilin kullanılmayacak olması, Türkçeye vakıf olmayan azınlık memurların zaman içinde tasfiyesi anlamını taĢıyordu; ancak, azınlıkların tazminat dahi ödenmeden bir anda kitleler halinde iĢten çıkartılması tepki çekti. Azınlık basınında büyük gürültü koptu, bu kararı protesto eden makaleler peĢ peĢe yayımlanmaya baĢladı. Bir grup Yahudi, Rum ve Ermeni memur Milletler Cemiyeti Genel Sekreterliği‟ne “Türk uyruklu gayrimüslim memurlar adına” isimsiz bir Ģikayet mektubu yazdılar. Mektupta; “Ticaret Vekaleti‟nin bütün yabancı sermayeli ve kamu yararına çalıĢan Ģirketlere gayrimüslim memurları tasfiye edip yerlerine Türk memurları istihdam etmelerini Ģart koĢtuğunu, bunun Lozan AntlaĢması‟nın azınlıklara eĢitlik tanıyan 37 ila 43. Maddelerine aykırı olduğunu, Milletler Cemiyeti ve Batı ülkelerinin konsolosluklarının müdahale etmemesi durumunda Ģirketlerde çalıĢan tek bir gayrimüslimin kalmayacağını” belirttiler. Milletlet Cemiyeti, uygulamanın – bir yasa ile desteklenmediğinden - Lozan‟ın

297

Bali, 2000, s. 233

298

ihlal edildiğini kanıtlamayacağını ve Batılı ülkelerin olaya müdahalesinin Türkiye‟nin içiĢlerine karıĢma anlamı taĢıyacağını düĢünerek mektuba herhangi bir karĢılık vermedi.299

Milletler Cemiyeti‟ne yazılan mektubun yanı sıra Müttefik Kuvvetleri Yüksek Komisyonleri, söz konusu uygulamanın Lozan AntlaĢması‟nın 39. maddesi ile çeliĢtiğini vurgulamıĢtır. Türk makamları ise Türk hükümetinin ülkenin çoğunluğuna ait unsurların ülkedeki önemli bir iĢ alanına iĢtirak etmekten mahrum kalmalarına dikkat etme hakkına sahip olduğunu ve Lozan‟ın 37 ve 39. maddedelerinin Türk hükümetini bu görevinden alıkoyamayacağını ileri sürmüĢtür.300

Nafia Vekaleti Komiseri Fevzi Bey, 19 Ekim 1923‟te düzenlediği basın toplantısında Türk (Müslüman) memurların istihdam edilmesi Ģartının devlet veya belediyeyle sözleĢme yapmıĢ özel Ģirketler için de geçerli olduğunu belirterek hükümetin konuyla ilgili kararlılığını Ģöyle vurgulamaktadır:

“Şirketlerle yaptığımız anlaşmalar çok sarihtir. Yabancı şirketlerle yapılan mutabakat gereğince, bu şirketler sadece Türk memurları istihdam etmek zorundadır. Bu TBMM‟nin tüm tebaalarını ayırım gözetmeksizin istihdam edecekleri anlamını taşımaz. Tüm şirketler bizim ileri sürdüğümüz, dinleri ne olursa olsun tüm Türk vatandaşlarını değil, sadece Müslüman asıllı Türkleri istihdam etme şartını kabul ettiler. Buna rağmen ilgili şirketler Rum, Ermeni ve Yahudi memurları istihdam etmeye devam ederler ve onların işlerine son vermezlerse onlarla yaptığımız sözleşmeleri iptal etmek zorunda kalacağız. Bu konuda son derece kararlıyız. İstanbul‟un elektiriğini söndürmek ve tramvaylarını durdurmak pahasına da olsa bu kararlı tavrımızı değiştirmeyeceğiz.”

Hükümetin kararlılığı iĢten çıkarmanın son derece geniĢ bir çerçevede uygulanmasına yol açtı. Dersaadet Telefon ġirketi‟nden, Ġstanbul Liman Amirliği‟ne; Demir Yolları ĠĢletmesi‟nden, gümrük idarelerine; Reji Ġdaresi‟nden yabancı sigorta Ģirketleri ve denizcilik iĢletmelerine kadar hemen her alanda uygulanan karar, yüzlerce kiĢiyi iĢsiz bıraktı. Gayrimüslim turist rehberlerinin çalıĢma izinlerinin ve Ģoför ehliyetlerinin yenilenmemesi de bu iĢlerle geçimini sağlayanları zor durumda bıraktı. Diğer yandan Ģirketler görevlerine son verdikleri kiĢiler yerine aynı nitelikte ve tecrübede Türk personel bulmakta zorlandılar. Üstelik “devlet destekli” yeni personelin, iĢletme yöneticilerine hayli dik baĢlı davrandığı da hatırlanmaktadır.301

Kanuna ve yazılı tebiliğe dayanmayan kararlar yanında “Türk personel çalıĢtırılması” hususunda kanuni düzenleme ve yönetmelikler de çıkartılmıĢtır. Anayasaya göre Türkiye Cumhuriyeti‟ne vatandaĢlık bağıyla bağlı olan herkes Türk kabul edildiğinden

299

Bali, 2000, s. 206-209

300

Rıfat N. Bali, “Cumhuriyet Döneminde Azınlıklar Politikası”, Birikim Dergisi, Sayı: 102, Ekim 1997, s. 81- 82

301

bu tarz kanun ve yönetmelikler Lozan‟a aykırılık arz etmemiĢ; ancak, uygulamada “Türk olmak”, “müslüman olmak”la eĢdeğer tutulmuĢtur. Bu durumun laiklik ilkesini devlet eliyle ihlal ettiğini ve çeliĢki oluĢturduğunu düĢünenler gelecekte Kemalist ideolojinin “müslümanlığa” alıĢılmıĢın dıĢında bir anlam yüklediğini görecektir.

Ticari hayatın millileĢtirilmesi yahut TürkleĢtirilmesi kapsamında ele alınabilecek kanuni düzenlemelerden biri Avukatlık Kanunu‟dur. 3 Nisan 1924 tarihli Kanun, ülke genelinde faaliyet gösteren 960 avukatın 500‟den fazlasının çalıĢma izinlerini iptal etti. Ġzinlerin iptal nedeni çoğunlukla “ahlaki” olarak açıklandı ve bundan kasıt iĢgal döneminde düĢmanla iĢbirliği yapılmasıydı. Ġzinleri iptal edilen avuklatlar arasında Türkler ve Yahudiler de vardı ancak Rum ve Ermeniler kadar yüksek oranda değildi.302

Ticaret dilini ve çalıĢanları TürkleĢtirmek dıĢında ticarete konu olan malları da TürkleĢtirmek gündeme geldi. 9 Aralık 1925 tarihinde tüm müessese ve Ģirketlerin, memurlarına yerli kumaĢtan üretilen elbise giydirmeleri kanun ile zorunlu hale getirildi ve 1929 yılında “yerli malları haftası” uygulaması baĢlatıldı. Yerli malların kullanıĢmasını teĢvik etme çalıĢmaları esnasında “Türkiye, Türklerindir”, “Türkiye‟de ekmek önce Türkler içindir”, “Türkiye‟de Türk malı, Türk metaı geçer”, “Türkiye‟de Türk parası en üstün gelir” Ģeklinde sloganlar üretildi; Türk Ocakları, diğer sivil toplum örgütleri ve devlet yetkililerinin de katıldığı çok sayıda kampanya düzenlendi. Basın da bu kampanyalara büyük destek vermekteydi. Hareket Gazetesi 12 Haziran 1929 tarihli nüshasında özellikle Yahudilere yönelik karĢıtlığı körükleyen ve Türk malı kullanmamayı vatan ihanet sayan bir yazı yayımladı ve okuyucularına Ģöyle seslendi: “Vatandaş, bunları unutma! 1- Her işte ve her yerde Türk malı kullan, 2- Türk mağazalarından alışveriş et, 3- Türkçe konuşmayan cevap verme, 4- Türkiye‟de herkesten fazla hakkın bulunduğunu unutma!”303

TBMM‟nin 24 Ocak 1927‟de kabul ettiği “Eczacılar ve Eczaneler Hakkında Kanun” ise dolaylı yoldan azınlıkların iĢsizleĢtirilmesine yol açan bir boyut taĢır ve oldukça enteresandır. Kanunun 19. maddesi gereğince nüfusları 10 binin üzerinde olan yerlerde eczane sayısı “10 bin kiĢiye bir” olarak tespit edilir ve bu nedenle birçok eczanenin kapanması gündeme gelir. Yalnız kanunun uygulanması sırasında kapatılan eczanelerin gayrimüslimlere

302

Levi, s. 52-54

303

Doğan Duman, “1930‟larda Ekonomideki Korumacılık Politikasının Okullardaki yansımaları – YaĢasın Yerli Malı! YaĢasın Kumbara” Toplumsal Tarih Dergisi, Sayı: 40, Nisan 1997, s. 19-22

ait olmasına özen gösterilir. Yeni açılan eczaneler dururken, azınlıklara ait 50 yıllık eczaneler kapatılır ve bu durum da azınlık basınından büyük tepki alır. Mustafa Kemal‟i duruma el koymaya çağıran açık mektuplar yayımlanır ancak sonuç alınamaz. Böylelikle azınlıkların bir sektörden daha tasfiyesi gerçekleĢmiĢ olur.304

1920‟li yıllar boyunca benzer kanun ve düzenlemeler yapılmaya devam etmiĢ305 ve 1929 yılında Ġstanbul Ticaret Müdürlüğü yabancı Ģirketlere birer tamim göndererek çalıĢanların menĢeini sormuĢtur. 1929 yılında Amerika kaynaklı Büyük Buhran, Türkiye‟de de etkisini göstermiĢ ve 1930‟lar boyunca yine “milli iktisat”ı temel alan sıkı bir devletçilik politikası uygulanmıĢtır. 4 Haziran 1932 tarihinde kabul edilen 2007 sayılı “Türkiye‟de Türk VatandaĢlarına Tahsis Edilen Sanat ve Hizmetler Hakkında Kanun” Ģu mesleklerin sadece Türk vatandaĢları tarafından yapılabileceğini kayda almıĢtır: “Aya satıcılığı, çalgıcılık, fotoğrafçılık, berberlik, mürettiplik, simsarlık, elbise – kasket ve kundura imalciliği, borsalarda mubayyaacılık, devlet inhisarına tabi maddelerin satıcılığı, seyyahlara tercümanlık ve rehberlik, inşaat – demir ve ahşap sanaayi işçilikleri, umumi nakliye veasiti ile su ve tenvir ve teshin ve muhabere işlerinde daimi ve muvakkat işçilik, karada tahmil ve tahliye işleri, şoförlük ve muavinliği, alelumum amelelik, her türlü müesseselerde bekçilik – kapıcılık – odabaşılık, otel – han – hamam – kahvehane – gazino – dansing ve barlarda kadın – erkek hizmetçilik, bar oyunculuğu ve şarkıcılık, bayraktarlık ve kimyagerlik.” Bu kanunun uygulanmasında da yine azınlıklar “yabancı” kategorisinde ele alınmıĢtır ve kanun özellikle, mübadele kapsamına girmeyen Ġstanbul Rumlarını etkilemiĢtir. 1934 yılında 9000 kadar Ġstanbul Rumunun Yunanistan‟a göç etmesi bu yargıya kanıt olmaktadır. Ayrıca Ġzmir‟den de çok sayıda Yahudi‟nin Fransa‟ya göçü devam etmektedir. Kanunun yayımlanmasının ardından müslümanlığa geçen çok sayıda gayrimüslim olduğu da bilinmektedir.306

Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt‟un 1930‟da ÖdemiĢ‟te yaptığı konuĢma, o dönemde yaĢananların, azınlıklar tarafından çarpıtılarak akratılmadığını ortaya koymaktadır:

“CHF azasındanım, çünkü bu fırka, bu vatanın maddi - manevi varlıklarını yabancıların elinden alarak Türk milletine verdi. (…) Düne kadar vapurlarda, şimendiferlerde memleketimizin bütün ticari ve mali müesseselerinde kimler çalışıyordu ve bunlar kimlerin ellerinde bulunuyordu? Türk olmayanların değil mi? Bugün kimin ellerindedir? Türklerin! Bütün bunlar CHF‟nin siyasetinin mahsulüdür. Bağlar, bahçeler, hatta dağlar, ovalar, mal – mülk; memleketin iktisadiyatı Türk

304

Bali, 2000, s. 218-219

305

Detaylı bilgilenme için bkz.: Bali, 2000, s. 224-228

306

olmayanların elinde değil miydi? Bugün bütün bunlar Türklerin eline geçti. (…) Düne kadar yabancıların yanında amelelik yapan binlerce Türk‟ün bağ-bahçe, mülk sahibi olduğunu görüyoruz. CHF‟denim. Çünkü bu fırka bugüne kadar yaptıkları ile esasen efendi olan Türk milletine mevkiini iade etti. Benim fikrim, kanaatim şudur ki dost da, düşman da dinlesin ki bu memleketin efendisi Türk‟tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır.307

1937 tarihli bir istatistik, tüm bu politikaların baĢarıya ulaĢmakta önemli bir mesafe almadığını ortaya koymuĢtur. Söz konusu istatistiğe göre ihracat ruhsatnamesine sahip 1052 firmadan yalnızca 141‟i Türklere aittir. Geriye kalan 911 firma ise Yahudi, Ermeni ve Rumlara aittir.308 Belki de bu nedenle (ileride detaylarını aktaracağımız) Varlık Vergisi‟ni çıkartmak milli iktisatta “mutlak baĢarı” için kaçınılmaz olacaktır.

Outline

Benzer Belgeler