• Sonuç bulunamadı

ĠZMĠR’DEKĠ YAHUDĠ AZINLIKLARA ETKĠSĠ

3.3. TEK PARTĠ DÖNEMĠNDE YAHUDĠ AZINLIKLARA YÖNELĠK BASKICI POLĠTĠKALAR

3.3.2. Laiklik ve Cemaatin Ġdari Örgütlenmes

Laiklik ilkesi yeni devletin en temel karakteristiği olarak belirir. Kemalizmin ideologları dinin devlet ve toplum hayatındaki etkilerini en aza indirmek için gerekli yasal düzenlemeleri yapmakta ve ödün vermeden uygulamaktadır. Bu yasal düzenleme ve uygulamalar Ġslam gibi, Yahudiliğin de yaĢanıĢını yeniden tanzim etme anlamı taĢımaktadır. Yeni rejim Yahudilere kiĢisel – eĢit haklar, din ve vicdan özgürlüğü tanımakta tereddüt etmese de bir toplum olarak örgütlenmeleri ve özerk kurumlara sahip olmaları noktasında direnç gösterir. Ancak Yahudilik toplumsal bir dindir. Günlük duaları bile en az 10 ergin erkeğin bulunmasını gerektirmektedir. Dindar bir Yahudi olarak yaĢayabilmek; bir haham, özel et kesimi, özel yiyecekler, özel mezarlık gerektirmektedir. Yahudiler bazı günler elektrikli alet kullanmaz, otomobile binmezler. Tüm bunları düzenleyecek bir iç örgütlenmeye ihtiyaç duydukları açıktır. Ancak tek parti iktidarı Yahudilerin idari örgütlenmeleri konusunda uzun süre ayak diremiĢ ve bu durum cemaatin yönetiminde uzun yıllar kaos yaĢanmasına sebep olmuĢtur.251

Ağustos 1922‟de Adliye Vekaleti, HahambaĢılığa yolladığı resmi yazıda 1918‟den beri cemaati yöneten geçici idare heyetinin lağvedilip yerine cemaat nizamnamesine uygun yeni bir heyetin oluĢturulmasını ister. HahambaĢı Hayim Nahum‟un istifasıyla boĢalan makamda 1921‟den beri vekaleten oturmakta olan MoĢe Becerano yazının gereğini uygular ve heyeti lağveder. Cumhuriyetin ilanının ardından Osmanlı döneminden kalma HahambaĢılık Nizamnamesinin yeni devletin kuruluĢ felsefesiyle örtüĢmediği anlaĢılır ve 30 Mayıs 1924‟te cemaatin ileri gelenleri toplanarak yeni bir nizamname hazırlanana kadar cemaati yönetecek geçici bir heyet seçer. Aynı süreçte hükümet, HahambaĢının cemaat iĢleriyle ilgili tüm yetkilerini Valilere devreder ve geçmiĢte olduğu gibi cemaat ileri gelenlerinden 80 kiĢilik bir Meclis-i Umumi oluĢturulmasını ister. Meclis-i Umumi‟nin mevcudiyeti korunuyor olsa da HahambaĢının yetkilerinin valilere devri cemaatin merkezi teĢkilatını parçalamakta ve

250

Levi, s. 56-57; Nahum, s. 212

251

gelirlerini azaltmaktadır. Ete vurduğu “kaĢer” damgası gibi sair gelirlerden mahrum kalan HahambaĢılık, savaĢ sonrası sefalet nedeniyle mutad vergilerini de toplayamıyordur. Cemaati iktisaden rahatlatabilecek zengin Yahudi ailelerin çoğu da savaĢ zamanı deniz aĢırı ülkelere göç etmiĢtir. Cemaat, personelinin maaĢını bile ödemekte zorlanmaktadır.252

3 Mart 1924‟te çıkartılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile tüm Yahudi okulların Maarif Vekaleti‟ne bağlanması HahambaĢılığın lağvedileceğine dair bir heyecan uyandırır. Zaten Halifeliğin kaldırılmasından sonra Türk ve dünya kamuoyunda Rum ve Ermeni Patrikhaneleri ile HahambaĢılığın da kaldırılacağına iliĢkin bir beklenti yaratmıĢtır. CHF temsilcilerinin de bu nevi idari örgütlenmelerin kaldırılmasının gerekliliğine iliĢkin beyanatları olmuĢtur. Mustafa Kemal‟in 4 Mayıs 1924 tarihinde New York Herald‟a verdiği – Türk basınında da yayımlanan – demeç iktidarın meseleye bakıĢını sarih bir biçimde ortaya koymaktadır: “Hilafetle beraber Türkiye‟de mevcut olan Ortodoks ve Ermeni kiliseleri patrikhaneleriyle Musevi hahamhanelerinin ortadan kaldırılması lazımdır. Hilafet ve muhtelif patriklikler asırlardan beri ruhani daire-i salahiyetleri haricinde muazzam imtiyazat topladılar. Halkın mütalaasına müsteniden bahsedilen hukuk haricinde imtiyazat ile Cumhuriyet idaresinin tatbiki kabil değildir.”253

Aynı günlerde Medeni Kanun‟un hazırlık çalıĢmaları sürmektedir ve cemaate Lozan‟daki haklardan vazgeçmeleri noktasından devlet yetkililerinden örtük ve açık telkinler gelmektedir. Basında da Yahudileri Lozan‟daki haklarından feragat etmeye çağıran yazılar kaleme alınmaktadır. Yahudi cemaatinin ileri gelenleri arasında da Türkiye‟nin tek hukuk sistemine geçmesi gerekliliğini, ulus devleti, laikliği ve hatta TürkleĢmeyi savunan kiĢiler bulunmaktadır. Bu baskıların bir neticesi olarak 15 Eylül 1925‟te HahambaĢılık Meclis-i Umumisi Lozan‟ın 42. maddesinin birinci ve ikinci paragraflarından vazgeçtiklerini Adliye Vekaleti‟ne beyan eder ve tek hukuk sistemine geçiĢin yolunu açar. 15 Kasım 1925‟te Bene Berit cemiyetinin merkezinde düzenlenen toplantıda cemaatin ileri gelenleri çağın gereklerine uygun yeni bir nizamname hazırlanmasına yönelik olarak çalıĢma baĢlatır ve 13 kiĢilik özel bir heyet oluĢturur. Ardı ardına süren toplantılarda öne çıkan görüĢ “kültürel ve milli faaliyetlerde bulunma hakkına sahip, laik nitelikli” yeni bir yapılanmadır.254

252 Bali, 2000, s. 54-56 253 Bali, 2000, s. 58 254

Sürece iliĢkin ayrıntılar için bkz.: Bali, 2000, s. 60-77; ayrıca tek hukuk sistemine geçiĢle ilgili ileride daha detaylı bilgilendirme yapacağız.

18 ġubat günü patlak veren “Ġspanya‟ya sadakat telgrafı” meselesi de yine cemaat üzerinde bir baskı oluĢturur. Böyle bir telgrafın bulunmadığını kanıtlama çabasında olan cemaat, Ankara‟ya özel bir heyet gönderir ve bağlıklarını bildirir. Yahudi heyetini kabulünden sonra basına açıklamalarda bulunan Dahiliye Vekili; heyet mensuplarının “Lozan‟daki bazı hakları görmezden geleceklerini, cemaat okullarında Türkçe eğitim vereceklerini, hahambaĢılığın görevlerini ruhani ve cismani olarak ayıracaklarını ve Lozan AntlaĢması‟nın 41. ve 44. maddelerinden feragat edeceklerini” vaat ettiklerini bildirir. GörüĢmeden sonraki günlerde HahambaĢılık Nizamnamesi‟nin hazırlanması için daha önce kurulmuĢ 13 kiĢilik heyet Dahiliye Vekaleti‟nin atadığı bir üyeyle birlikte toplanır ve hem nizamname hem de 42. Maddeden feragat etme mevzuu detaylarıyla ele alınır. Burada ortaya çıkan metin, 1 Ağustos 1926‟da Hahamhanede toplanan Yahudi Millet Meclisi (Meclis-i Umumi)‟nde müzakere edilir. Oy çoğunluğuyla kabul edilen nizamnameye göre; hahambaĢılığın görevleri dini ve dünyevi olarak ayrılır, hahambaĢının sadece dini meselelerle meĢgul olacağı benimsenir, dünyevi iĢlerin her cemaatin kendi yönetimince yürütüleceği kayda bağlanır. Bet-Din lağvedilerek yerine baĢka bir merkezi heyet seçilir. Diğer yandan cemaat yönetimini geçici olarak üstlenecek ve resmi makamlarla diyaloğu sağlayacak 5 kiĢilik bir heyet seçilir. Bu heyetin Kemalist ideolojiye yakın isimlerden oluĢtuğu ve üyelerinden birinin “TürkleĢtirme” isimli kitabın yazarı Moiz Kohen (Tekin Alp) olduğu hatırlanmaktadır. Diğer yandan toplantıda sadece Lozan‟ın 42. maddesinden feragat edilmiĢtir ancak kamuoyuna haber, “Lozan‟daki tüm haklardan feragat edildiği” Ģeklinde yansıtılır. Bunun sonucunda ne zaman azınlık hakları gündeme gelse “Yahudilerin bu haklardan feragat ettiği” düĢüncesiyle hareket edilir. Toplantının umumi katibi toplantının ardından Milliyet muhabirine içeride konuĢulanları Ģu Ģekilde özetlemiĢtir:

1- Türkiye Yahudileri, Türkiye‟nin öz evlatları olduklarından vatandaşlık sıfatının beraberinde getirmiş olduğu tüm görev ve hukuka haizdirler. Bu nedenle kendilerine verilecek olan tüm istisnai hakları reddedip Türkiye Cumhuriyeti‟nin kanunlarına itaat etmeyi görev bilirler.

2- Türkiye Yahudileri, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası‟nın öngörmüş olduğu siyasi, medeni, ve cezai hukuku teminat olarak bilirler.

3- Hakkıyla Türk vatandaşı olmak Türk harsını kabul etmekle mümkün olduğundan Türkiye Yahudileri bu ülküye ulaşmak için tüm gayretleri sarfedeceklerdir.

4- Türkiye Yahudileri sinagoglarını, hayır ve eğitim müesseselerini Cumhuriyet kanunlarına göre yöneteceklerini kabul ederler.255

255

Cemaatin yönetimiyle ilgili düzenlemeleri değerlendiren Rıfat Bali‟ye göre tek parti iktidarı, azınlıklar için merkezi bir örgütlenmenin cemaat halet-i ruhiyesini canlı tutacağını ve TürkleĢtirmeyi zorlaĢtıracağını düĢünüyordu. Ayrıca Rum ve Ermeni Patrikhanelerinin geçmiĢte yaĢattığı sorunlar, merkezi teĢkilatlanmaya kuĢkuyla bakmalarına sebep oluyordu. Bu yüzden HahambaĢılığın yetkileri daraltıldı, gelirleri azaltıldı, okulları Bakanlığa bağlandı ve hayır kurumları ya kapatıldı ya da özerkleĢtirildi. Diğer yandan dünyevi iĢlere bakacak farklı kurullar oluĢturuldu, yerel cemaat yönetimleri güçlendirildi ve yönetim organları seçimlerine müdahale edildi.256

Dünyevi yetkileri elinden alınan HahambaĢı Becerano sonraki günlerde Milliyet‟e Ģu değerlendirmeyi yapmıĢtır: “Musevi cemaatinin din ile dünya işlerinin tefriki hakkında verdiği karardan sonra, ben Hahambaşı sıfatıyla artık umur-ı dünyevi ile meşgul değilim. Zaten işim o kadar başımdan aşmış ki meşgul olmak istesem de vakit bulamam. Görüyorsunuz ya; kitap, kitap, kitap… Mütemadiyen kitap okuyorum. Soruyorsunuz ki bu yeni vaziyetten memnun muyum? Ne kadar memnun olduğumu size tarif edemem. Benim öteden beri düşündüğüm şey de bu idi. Bir reis-i ruhani hiçbir zaman cemaate ait meselelerle ve hele hesap işleriyle asla uğraşmamalıdır. Varsın o işleri de ait oldukları cemaatler düşünsün. Şimdi kenimi çok rahat ve vicdanen müsterih buluyorum. Din adamı, dine ait işlerle baş başa bırakılırsa, o da tabi kendini daha serbest görür.”257

HahambaĢı Becerano‟nun 1931‟deki ölümünden sonra 1953 yılına kadar yeni bir hahambaĢı seçilemez. Cemaat 1953‟e kadar sivil liderlerin elinde; nizamnamesiz, kuralsız, kayıtsız bir biçimde idare edilir ve en sancılı yılları ruhani bir lideri olmadan geçirir.258

Outline

Benzer Belgeler