• Sonuç bulunamadı

Millî Mücadele’de Siyasî Düşünceler

1.2 MĐLLĐ MÜCADELE DÖNEMĐ .1 Mütareke’den Millî Mücadele’ye .1 Mütareke’den Millî Mücadele’ye

1.2.4 Millî Mücadele’de Siyasî Yapı

1.2.4.2 Millî Mücadele’de Siyasî Düşünceler

Millî Mücadelede Dönemi Đstanbul Hükümeti’nde renksizler çoğunluktadır (Akşin, 1998: 2). Ancak bu renksizler Đttihatçılardan daha kötü çıkmışlardır. Siyaset, tamamen çıkar üzerine kuruludur. Gelen gideni aratmaktadır. Nazırların kim olacağına siyasi partilerin kurulları veya yöneticileri karar vermemekte, o anda saraya yakın olmak veya Đttihatçı karşıtlığı nazır olmak için yetmektedir. Savaş sonunda oluşan kabineler, iktidar olduklarını zannetmektedirler ancak hiçbir zaman iktidar ellerinde olmamıştır. Đstanbul’daki bir polis şefinin yeri, Đngilizlerden habersiz değiştirildiği için sorunlar çıkmıştır (Karay, 1964: 54-60-80). Bu da iktidarın

güçsüzlüğünü ve işgalin boyutlarını sergilemektedir.

Ancak iktidar (HĐF) harici, tamamen Anadolu taraftarıdır. Đşgal döneminde Đstanbul’da Đtalyan siyasi komiserliğini yapan Kont Sforza’ya göre; “idam fetvalarını biz verirdik ama imzayı atanlar, padişah başta olmak üzere Mustafa Kemâl’in Anadolu zaferine gizli gizli dua etmektedirler” (Bardakçı, 1993: 59).

Đstanbul, 14 Ekim 1918’den, 4 Kasım 1922’ye kadar, 8 hükümet görmüştür. 28 günlük hükümetler olduğu gibi, beş ay süren hükümetler de olmuştur (Öztuna, 1989: 952-1066). Ancak en çok sorun Damat Ferit Paşa ve onun Đçişleri Bakanı Ali Kemâli Bey zamanında yaşanmıştır.

Millî Mücadele dönemi Ankara’sı ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’nde var olan siyasal tutumu Yust, (1995: 151-153) altı kategoride değerlendirir. Birinci grup, tutuculardır; bu grubu, Đtilafçılar, Đngilizciler ve dinciler oluşturmaktadır. Đkinci Grub, liberallerle millîyetçilerden oluşmaktadır. Liberal millîyetçiler Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne hakim olan gruptur. Kendi içlerinde bölünmeler vardır. Ama birlikte görünüp amacı tek bir kanala (kurtuluşa) kaydırdıkları için çoğunluk bunlardadır. Üçüncü kesim Anadoluculardır; bunlar her şeyden önce Anadolu’nun çıkarlarını gözetmeye çalışmaktadırlar. Rumeli’nin güçlenmesini istemezler. Dördüncü kesim radikal millîyetçilerdir. Devrimci özellik taşımayan bu grupta, çok sayıda ittihatçı vardır. Beşinci grupta ise, başında Yeni Gün gazetesi sahibi ve baş yazarı Yunus Nadi’nin bulunduğu halkçılar bulunmaktadır. Bunların aralarında sol eğilimli ittihatçılar da yer almaktadırlar. Fakat bunların mecliste sayıları azdır. Son grup olan Halk Komünistleri, 1922 başlarında Ankara’da ılımlı bir grup olarak gözükmektedirler.

Yust’un bu kategorilendirmesine değişik açılardan eleştiri getirilebilir. Bunların başında Đtilafçılar, Đslâmcılar ve Đngiliz muhibbilerini aynı kategoride değerlendirmesi gelir. Đtilafçılar, Đttihatçılara düşman, aynı zamanda Đslâmcılarla ortak yanları var, ancak Đslâmcıların her iki tarafla da sorunu vardır. Hemen hemen bütün iktidarı eleştiren Đslâmcı yazarlar, düşünce olarak bu grupların hepsine ters düşerler. Đslamcıların ayrı bir grup olarak değerlendirilmesi gerekir. Halkçılık,

bilinçlenme açısından neredeyse yok denecek kadar azdır. Halk kavramı yerine gazetelerde, dergilerde ve diğer basılı belgelerde millet ve din kardeşliği kavramı ön plâna çıkmaktadır. Sadece o dönem Sovyet yakınlaşması ve bazı komünist kişilerin etkisi altına giren basın organlarında halk kavramları kullanılmaya başlamıştır. Bunlardan biri de Albayrak gazetesidir. Gazete kapanmadan önce “Halkçı Gazete” ismini kullanmaya başlamış çok geçmeden de kapatılmıştır. Diğer yandan milliyetçilerin, liberal ve radikal olarak ayrılması neredeyse imkânsız gibi gözükmektedir. Ana gövde, o dönem için askerlerdedir. Askerlerin siyasal tutum ve davranışları emir komuta zincirinde, Millî Mücadele olgusunu başlatan beş kişinin eğilimi içinde yer almaktadır. Bunların hiçbiri de kesin çizgileri olmayan insanlardır. Hareket Ordusu’nda bulunmuşlar, memleketin değişik yerlerinde görevler yapmışlar, zamanın gereklerini iyi tahlil ederek durumdan faydalanmayı bilmişlerdir. Örneğin; Kâzım Karabekir bunların hangisindedir? Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Rauf Orbay hangi kategoriye dahil edilebilir.

Anadolu’da 1920 yılının ilk yarısı ile 1922 yılının ilk yarısı canlı bir solculuk eylemine sahne olmuştur. Her ne kadar Berkes, (2002: 500) bu düşünceyi çok önemli gelişmeler olarak görmeyip ilgilenenleri eleştirse de solculuk (halkçılık), önemli akımlardan biridir. Bunun nedenini Kurtuluş Savaşı yönetici kadrosuyla, Sovyet Hükümeti arasındaki ilişkilerde aramak gerekir (Tuncay, 1978: 95) Anadolu’daki sol akımlar gelişmiştir. Fakat halkçılık, doğal süreçlerden (Osmanlı kentlerinden) değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk yıllarında ve sonradan Frunze’nin Türkiye’ye gelişiyle birlikte ortaya çıkmıştır (Frunze, 1996: 20). Buğra, (1997: 34) “Firavun’un Đmanı” adlı eserinde, sol propagandanın faaliyetlerini, gücünü ve milletvekillerinin bazılarının bunu bizzat desteklediğini, bazılarının ise bunu değiştirmek için nasıl can siperane uğraştıklarını anlatır. Bu roman, aynı zamanda Atatürk’ün kurdurduğu Komünist Parti ile diğer solcular arasındaki ilişkilerin bir romancı gözüyle anlatımıdır.

Ayrıca dönem gazeteleri, Rus Elçiliği’nin yaptığı gezilere normalden çok fazla yer ayırmış, elçinin yaptığı beyanatlar gazetelerde boy boy yayınlamıştır (Babalık Mart 1922). Gazetelerde Rus siyaseti ve Rusya ile ilgili sürekli haberler

verilmiştir. Bu gazetelerden bu konuda en çok yayın yapan Açıksöz gazetesidir. Telgraf haberleri olarak verilen haberlerde, Türkiye’nin o dönem siyasi çizgisini tam olarak net bir biçimde ortaya koymadığı anlaşılmaktadır.

Komünist yapılanma askerlerin dikkatini çekecek kadar önemli mesafeler kat etmiştir. 10-07-1337 tarihli belge komünist teşkilatlanma ve komünistlerle ilgilidir. Belgeye göre işgal altındaki Đstanbul’da, Đstanbul Komünist Fırkası’nı teşkilatlandırmakla görevlendirilen Kaptan Hamit’in hüviyeti tespit edilmiş ve takip edilmeye başlamıştır. TKP Anadolu’da da değişik kişilerden oluşmuş ve zaman zaman Ankara hükümetini tehdit eder hâle gelmiştir. Tevetoğlu da (1967: 23) uzun araştırmalar sonucunda yayınladığı eserinde, Millî Mücadele dönemi solcu hareketini, Rus Bolşeviklerinin organize ettiğini ve Millî Mücadele Ankara’sını Sovyetleştirme amacını taşıdıklarını, işçiler ve köylüler adına faaliyette bulunan (açık/gizli) parti ve derneklerde, hiçbir işçi ve köylünün olmadığını iddia eder.

Şekil 1.1 Türkiye Komünist Partisi Soyağacı

Tuncay’dan (1978: 224) alınan bu şekille birlikte Millî Mücadele’de komünist siyasal yapılanmayı Meriç’in (1981: 26-28) ihtilal kavramı için söylediği, olgunlaşan civcivin kabuğunu kırması olarak tanımlayabiliriz. Farklı kanallardan beslenen komünist yapılanma Đslamcılar hariç diğer muhalifleri toplayacak güçte

gözükmektedir.

Ulusal kurtuluş savaşları ve sosyal devrimlerin en önemli yasalarından biri, iktidarın yavaş yavaş ele geçirilmesidir. Bu özellik Millî Mücadele döneminde de görülmektedir. Đşgal altına alınan Đstanbul ve diğer bölgeler de halk önce iç bölgelerde üs kurmuş ve önce bu bölgede bir iktidar oluşturulmuştur. Öncelikli olarak toplanan yerel kongreler, bu iktidara gidişin hazırlıklarıdır. Kimi yerlerde valiler, mutasarrıflar ve öteki idare âmirleri, eski devrin adamlarıdır ve ikili bir iktidar görünümü vermişlerdir (Sarıhan, 2000: 20). Đkili iktidar aynı zamanda Đstanbul ve Anadolu arasında mücadelenin bürokraside devam etmesidir. Mütareke esnasında, Đstanbul ve Anadolu’da bulunan birçok resmî ve gayri resmî kişiler, ya korktuklarından veya Đtilâf Devletlerine hoş görünmek maksadıyla mandaya taraftarlık etmişlerdir (Topuzlu, 1994: 214). Mustafa Kemâl, yavaş yavaş Anadolu’ya hakim oldukça bunları değiştirmiştir. Böylece toplum düzeninde ve şehir işlerinin idaresinde yeni oluşum kendini duyurmağa başlamıştır (Aralov, 1967: 69).

Millî Mücadele’de kullanılan siyasi kavramlara baktığımız zaman din ve millet kavramları ön plâna çıkmaktadır. Bu kavramlar aynı zamanda kurtuluşu simgeleyen ve savaşmayı emreden öğeler olarak kullanılmaktadır. Buna bazen eklenen hakçılık kavramı, bazı gazetelerde kendine yer bulmuştur.

Safa, (1999: 87) din ve millet kavramlarına farklı bir bakış acısıyla günün düşüncesini özetler. Din kavramı daha önce gelen tesirlerden ayrı bir şekilde millî duyguyu perçinleyen bir öğe olarak işlevde bulunmaktadır. Din şeriatçılık ve siyasal bir duruş değil, durum analizlerinde toplumu heyecana getirmek için kullanılan aksiyonlardan biridir. Mehmet Akif’in Đstiklâl Marşı, millete yaptığı vurgular, din kavramının önüne millet kavramını çıkaran bir metin olarak okunabilir. Şüphesiz bunlar olağanüstü durumlarda toplumsal reflekslerin kendini bir arada tutma, koruma ve kollama düşüncelerin bir tezahürü olarak algılanabilir (Mardin, 1995: 30).

Birinci Dünya Savaşının başlangıcından Lozan Barış Antlaşması’nın imzasına kadar geçen kısa müddet içinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla ilgili dört husus belirli bir şekilde ortaya çıkmakta, bu özellikler aynı zamanda siyasal

yapılanmaları meydana getirmektedir.

1. Đtilâf Devletlerinin Gelibolu Seferi bir hatadır. Avrupa düşmanını, Đslâm fanatikleri olarak değil, Türk askerî olarak seçmiştir. Savaştan Mustafa Kemâl’i kahraman olarak çıkmıştır. Zafer onu boş veya mağrur bir kumandan haline sokmamış, aksine Osmanlı kuvvetlerinin yenilgisinden sonra Türklerin peşinden gideceği tabii bir lider olarak kuvvetlendirmiştir.

2. Yunanlıların Batı Anadolu'yu işgali, pasif Türk köylülerini bir millet olarak kenetlemiştir. Mustafa Kemâl’in kuvvetleri, Misak-ı Millî ile Müslüman Araplardan vazgeçerek temelini Anadolu halkına dayandırır, böylece Kurtuluş Savaşı’ndan kumandanlar ve halk kendine karşı duyduğu saygı ve güvenle çıkmıştır.

3. Yunanlıların yenilmesinde en önemli faktör, Anadolu halkının kendi gücü olmuştur. Balkanlardan ve Kafkasya'dan gelen çok sayıda muhacirler dahil olmak üzere, aslında değişik ırkların karması olan Anadolu halkı, asırlar boyunca Osmanlı olarak yaşamıştır. Bu durum yeni bir devlet için mükemmel bir ham madde oluşturmuştur.

4. Bütün bunların üstünde stratejik vizyonu kısa, siyasi maharetten mahrum bir lider, Yunanlılara, karşı savaşın başarılarını heba edip, Müttefiklerin Türkiye'yi parçalama gayretiyle başa çıkamayabilirdi. Türkiye Cumhuriyeti bekasını Mustafa Kemâl'in karakterine, kusurlarının karşısında, çok ağır basan pozitif meziyetlerine borçludur. (Henze, 2003: 22-23).