• Sonuç bulunamadı

Millî Mücadele’de Nüfus

1.2 MĐLLĐ MÜCADELE DÖNEMĐ .1 Mütareke’den Millî Mücadele’ye .1 Mütareke’den Millî Mücadele’ye

1.2.7 Millî Mücadele’de Nüfus

Nüfus yapısı ile ilgili olarak Osmanlı Devleti’nde tam bir sayım olmadığı herkesçe bilinen bir durumdur. Bu konuda Avrupa devletlerinin konsolosluklarından, seyyahlara, azınlık toplulukların sayımlarına kadar değişik sonuçlar verilmektedir. Ancak Osmanlı’dan başka hiç kimse, nüfusla ilgili gerçek sayılar hakkında tam bir bilgi sahibi değildir (Mcharty, 1998: 3). Osmanlı Devleti, nüfus istatistiklerini kendi okuyabileceği bir şekilde tutmuş, bunu hane halkı veya erkek nüfusu olarak sayıya dahil etmiştir. Kadın ve çocuklar nüfus sayımlarında yer almamışlardır.

Anadolu toprakları, Osmanlı Devleti’nin son bağımsız toprağı olarak güvenlikli yer olarak addedilmiş ve sürekli olarak göç almıştır. Özellikle Osmanlının gerileme dönenimde toprak kaybetmeye başlaması Müslümanların, Osmanlı topraklarında daha güvenli olduğunu bildikleri Anadolu topraklarına göç (Ağaoğlu, 2001: 25) etmelerine neden olmuştur. Bu göçler Makedonya ve Balkanların (Andoryan, 1999: 19) kaybedilmesiyle birlikte bir felaketler zinciri şeklinde devam etmiştir. Girit’in elden çıkması ve buradaki Müslümanlarının çoğunun katledilmesi,

Müslüman Türk milleti için tek kurtuluş yeri ve savunulacak kalenin Anadolu toprakları olduğunu göstermiştir.

Diğer taraftan Kafkaslardan Anadolu’ya büyük oranda göçler olmuştur. Rusya iç sorunlarını halledip dışarıya açılma ve sıcak denizlere inme politikalarına başladıktan sonra, Kafkaslar tam bir cehenneme dönmüştür. Savaşı kaybeden Kafkas kabileleri, akın akın zor şartlar altında Kafkaslardan göçe zorlanmıştır. Göç edenlerin hedefi yine Anadolu’dur. Fakat Balkanlar’da olduğu gibi buradan da göç edenlerin ancak yarısı Anadolu’ya ulaşabilmiştir. Bununla birlikte Osmanlı’nın Ruslar karşısında yenilmesi ve Doğu Anadolu ile bazı Karadeniz şehirlerini Ruslara bırakması, bu günkü Anadolu topraklarında da içeriye doğru Özellikle Güney Batı Bölgesi’ne yeni bir göç dalgasını başlatmıştır (Yerasimos, 2000: 12).

II. Meşrutiyet’le birlikte iktidara gelen Đttihat ve Terakki partisi (Tunaya, 2000: 23) göç dalgasını Anadolu nüfusunun yoğunluğu için kullanımı, göçmenleri düzenli şekilde Anadolu içlerine yerleştirerek, bir anlamda Anadolu’nun Türk ve Müslüman kimliğinin tekrar kazanılması sağlamıştır (Dündar, 2001: 17).

Osmanlı Anadolu’sunda nüfus 1878’den 1911’e kadar neredeyse %50 artmıştır. Fakat bu nüfus genişlemesi Anadolu’daki her toplum için geçerli bir olgu değildir. Nüfus artışının en çok görüldüğü toplum Türklerdir. Elverişsiz şartlar ortadan kalkınca doğum oranı yükselmiştir. Zaten olumsuz şartlar oluşmazsa Anadolu Türk nüfusu, doğal olarak her elli yılda bir misli daha büyümesi gerekmektedir (Mcharty, 1998: 2). Ancak nüfus Mcharty’nin iddia ettiği gibi doğal yollarla değil diğer bölgelerden gelen göç nedeniyledir.

19. yüzyılda şehirleşmeyle birlikte nüfus dengeleri yavaş yavaş değişmeye başlamıştır. Müslüman demografik yapı, gittikçe kötüye gitmiştir. Müslüman nüfusun oranı, yüksek ölüm oranı erkeklerin askere gitmeleri ve genç yaşta hayatlarını kaybetmeleri üzerine azalırken bunun tam aksi şekilde, azınlıkların sosyo ekonomik yapısının iyi olması, askerlikten muaf tutulması, Đttihat ve Terakki yönetimiyle birlikte askere alınsalar bile, güvenlik sorunundan dolayı geri hizmete verilmeleri, azınlık nüfusunda erime değil, ciddi bir büyümeyi getirmiştir.

Diğer taraftan Batı Anadolu’daki Rumların artışı 17. yüzyılda başlamıştır. Özellikle Aydın Vilâyeti’ne yapılan kitlesel göçler, Tanzimat Fermanı’yla birlikte artmıştır. Tanzimat Fermanı bölgenin demografik yapısını etkilemiştir. Göçün nedeni, Ortodoks Rumların Osmanlı Devleti’nin sanayileşen Avrupa’nın ihtiyacı olan tarım malzemelerini satmak için tarlalarda çalışacak insana ihtiyaç duyması ve bu ihtiyacın da Rumların tarafından karşılanmasıdır. Yalnızca 1800 yılların başında 300.000 Rum Aydın bölgesine göç etmiştir. 1884 nüfus sayımında bu bölgenin nüfusu yaklaşık olarak 680 bin kişi artmıştır. Bunun nedeni Anadolu’ya çalışmak ve ticaret yapmak için göç eden Rum’lardır (Nakracas, 2003: 76-77).

Savaşın henüz bitmediği Anadolu’da, Anadolu topraklarının korunması için gerekli hazırlıklar yapmak üzere askerî raporlardan oluşturulmuş Anadolu’daki Đslâm nüfusu askerî bir nitelik taşımaktadır. Burada da millet kavramı din ile tanımlanmaktadır. Toplam nüfusun 13.762.060 kişi olduğu iddia edilmektedir. Askerî bir amaçla oluşturulan rapor devamında Türk asker sayısı Almanya ve Bulgaristan askerî mevcutlarıyla kıyaslanarak ve olması gerekenler hakkında bilgi verilmektedir. Sınır güvenliğinden askerî harcamalara esas teşkil etmeye kadar değişik alanlarda kullanılmak üzere hazırlanan rapor, Anadolu Müslümanlarını sayısını vermektedir. Yakılıp yıkılan ve yok edilen köy kasaba ve ilçeler sorgusuz sualsiz öldürülen yüz binlerce insan ve diğer nedenlerden dolayı ölenler de buna dahil edildiği zaman ortay çıkan sonuça göre Anadolu’da iddia edildiği gibi Rum ve Ermeni nüfusunun yaşaması imkânsızdır. Osmanlı hoş görüsü içinde, Osmanlı Devleti’nin sınırları içinde rahatça yaşayan her millet gibi, Ermeni ve Rum milleti de yüzyıllarca Anadolu’da yaşamışlar ancak hiçbir zaman bir bölgede çoğunluk sağlayacak nüfusa sahip olmamışlardır.

Yunan kaynaklarıyla ilgili olarak ise bu bilgiler “Yunan Propagandası” adlı eserden alınmıştır. Temel düşünce Yunanlıların Batı Anadolu’da hak iddia etmeleri ve yaptığı propaganda işleri için kullandıkları nüfus istatistikleridir.

Çavdar ve Mcharty’nin Türklerle ilgili olarak verdikleri nüfus sayısı neredeyse birbirine eşittir. Anadolu’nun doğudan Türkleştirilmeye başlandığı ve Ege’deki adaların Türkleştirildiği göz önüne alındığında verilen ermeni ve Rum

rakamlarının oldukça ütopik olduğu söylenebilir.

Selek, (2000: 66) nüfusla ilgili olarak Birinci Dünya Savaşına girerken Osmanlı 22 milyon nüfusa ve 1.700.000 km toprağa sahip olduğunu belirtir. Harp ile beraber toprağın bir milyon kilometrekaresinin ve bu topraklarda oturan 10 milyon kişinin imparatorluk hesabına düşüldüğünü iddia eder. Geriye ise mütecanis olmayan, topluluktan ayrılmaya hazır unsurlardan ve Türk çoğunluğundan müteşekkil en çok 12 milyonluk bir halk yığını kalmıştır, der. Etnik yapıyla ilgili olarak Osmanlı’da din eksenli olduğu için %85 Müslüman, %9’u Rum, %5’i Ermeni ve %0.8’i ise diğer azınlıklar, Musevi ve ecnebilerden oluşmaktadır. Bunları rakamla ifade edersek 9.291.346 Müslüman, 1.014.612 Rum, 542.572 Ermeni, 93.364 Musevi ve diğer ecnebilerden oluşmaktadır.

Millî Mücadele dönemi Türk nüfusuna bakıldığında çoğunluğun köyde yaşadığı görülmektedir. Nüfus köyde olmasına rağmen gerekli artışı gösterememiştir. Millî Mücadele dönemi bazı şehirlerinin nüfusuna baktığımızda ise şunları görürüz; Đstanbul 1.122.000, Đzmir 198.000, Bursa 76.000, Adana 64.000, Konya 44.000, Kayseri 49.000, Sivas 43.000, Antep 43.000, Erzurum 38.000, Trabzon 35.000, Ankara 27.000, Kütahya 22.000, Samsun 20.000, Eskişehir 19.000’dir (Çavdar, 1971: 17-18).

Đngiliz istihbarat subayı Armstrong, Türkiye’de Millî Mücadele sırasında yaptığı gözlemlerin birinde nüfus ile ilgili olarak şunları söyler; “Türk kadınları az doğuruyor, doğanlar ise şu veya bu sebepten, çocuk iken ölüyorlar, Hıristiyanlar ise, bataklıktaki sinekler gibi çoğaldıkça çoğalıyorlardır” (Armstrong, 1997: 130).

3 Kasım 1919’da Albay Lawrence ile Amerikalı yetkililerinin görüşmesi sonucunda Türkiye’nin askerne nüfus yapısıyla ilgili olarak ilginç ortaya çıkar. “Türkiye yorgun düşmüştür. Ahalisinin 7 milyondan fazlası dağıldı, bunlardan 350 bini asker sayılabilir. Bu da onların yedi yıl gibi bir süre askere alma yöntemlerinden ileri gelmektedir. Ordu zührevi hastalıklar ve doğal olmayan alışkanlıklar nedeniyle çürümüştür, bu nedenle doğum oranı düşmektedir. Askerlik süresi kısaltılırsa ve Türklerin eylemleri kendi ülkelerinde sınırlı tutulursa otuz yıl

içinde yeniden ayağa kalkabilir, Türk ordusu tamamen Anadolu’dan toplânmıştır” (Duru, 1978: 60). Bu durum aslında bir gerçeği gösterir. Savaşın ürkütücü sonucu Anadolu’nun savaş gören yerlerinde kendi insan faktörünü yok ederek göstermesidir. Daha sonra yapılan 1927 nüfus sayımında dulların, tüm yetişkin kadınların arasında oranı %30 üzerinde olması, ancak bu nedenle açıklanabilir. Dul nüfusun ağırlığı nendense savaşın olduğu ve Yunanlıların ileriye doğru yürüyüş yaptığı yerlerdir (Mcharty, 1998: 123).

Anadolu’daki savaşın nüfus üzerindeki etkisi bir diğer istatistikte daha açık ortaya konur. Mcharty 1912 nüfus sayımı ile, buradan hareketle 1922 yılında Anadolu’da olması gereken nüfusu hesapladığında ortaya korkunç bir rakam çıkar. Anadolu’nun nüfusu 1912 yılının toplam nüfusu olan 14.080.800’ün altına düşerek 11.618.550 olmuştur. Olması gereken nüfus ise 15.712.455’tir. Buradan hareketle 4.093.905 kişi yok olmuştur (Mcharty, 1998: 145).

Millî Mücadele döneminde en büyük sorunlardan birisi nüfus hareketleridir. Đşgal bölgelerindeki mevcut nüfus durmadan yer değiştirmiştir. Đşgal altında ezilen ve katliama uğrayan Müslüman nüfus (Akyüz, 1988: 78), sürekli olarak güvenli bölgelere göç etmiş, bunun sonucunda kent nüfusları ve kentin ihtiyaçları sürekli artmıştır. Aynı zamanda Đstanbul’dan binlerce insan, Anadolu’ya, Millî Mücadeleye katılmak için geçiş yapmıştır. Bu dönem nüfusunda hiç bir bölgede sabitlik aranmamalıdır. Savaşların ve işgallerin olduğu bölgelerde, Çukurova’dan, Kars’a, Balıkesir’den Ankara’ya kadar değişik zamanlarda kent boşaltmalarına gidilmiş, Batı Anadolu’da Yunan mezalimi gören kentlerde, hareket (göç) etmeyen kasaba kalmamıştır. Nüfus hareketleri, savaşın bitimi ve bunun akabinde mübadele yapılıncaya kadar devam etmiştir.

Bu dönemde diğer bir nüfus hareketleri ise dış göçlerdir. Bolşevik ihtilalini takip eden süreçte yaklaşık 100 bin kişi Đstanbul’a göç etmiştir. Bir diğer göç hadisesi, Balkanlar’dan, Trakya’dan Đstanbul’a ve Anadolu’ya yapılan göçlerdir. Bu göçleri, Müslüman Kırım’dan yapılan göçler takip eder. Dışarıdan Anadolu’ya göç eden Müslümanlar genellikle Đç Anadolu bölgesine yerleştirilmiştir. Göçmen Müslümanlara halk, ellerinden gelen her şeyi yapmıştır. Mevcut gazeteler de sürekli

yardım için çağrılar yaparak kamuoyunun dikkatini bu konuya çekmişlerdir.

Göçler Đstanbul’un karmaşık nüfusunu Babil Kulesi’ne çevirmiştir. Yalnız 17 Kasım 1920 akşamına kadar Kırım’dan gelen vapur sayısı 45’tir. Muhacir sayısı ise 11.000’dir. Bunları daha sonra esirler izleyecektir (Tunaya, 1999: 21). Kasım ayında toplam 135.000 sığınmacı gelmiş, böylece şehirdeki Rus sayısı toplam 167.000’e erişmiştir (Criss, 2000: 52). Şehir Rus mültecilerden geçilemez hâle gelmiştir. Kırımdan gelenler iç bölgelere gönderilmiş ama Ruslar için Đstanbul, bir atlama taşı vazifesi görmüştür.

Đstanbul’a gelen mültecilerin durumu işler acısıdır (Davis, 1995: 178-180). Đş sahası olmayan ve ekonomik sorunlar yaşayan Đstanbul’da, bu insanların bakımını yapmak oldukça zor olmuştur. Mültecilere hem Türk Kızılayı, hem de batılı yardım kuruluşları yardım etmişlerdir. Yapılan yardımlardan bir sonuç çıkarmak gerekirse, yardım kuruluşları din ve millet gözetmeden yardıma muhtaç olan herkese yardım etmişlerdir. Aşağıdaki rakamlarda bunu bize vermektedir.

Sonuç olarak nüfus konusunda şunları söyleyebiliriz. Anadolu nüfusu, hareketli bir yapıya sahiptir. Bu hareketliliğin temelinde savaşlar, iç ve dış göçler yer almaktadır. Đç göçler, zorunlu olduğu gibi, bazen de insanlar kendi arzularıyla güvenlik acısından (özelikle Türkler) yerlerini terk etmişlerdir. Nüfus olarak zor durumda olan Anadolu, Millî Mücadele döneminde bir de dış göçlerle uğraşmak zorunda kalmıştır. Onlarca yıl süren savaşlar Anadolu’daki Müslüman nüfusu azaltmasına rağmen çoğunluk hâlâ Türklerdedir. Đl bazında hiçbir yerde azınlık nüfusu, Türk nüfusundan dörtte birinden fazla değildir. Bu da toplumsal bütünlük ve beraberliği sağlamada etkin bir rol oynamıştır.