• Sonuç bulunamadı

Mehmet Akif’in Ankara’ya Gitmeye Karar Vermesi

MĐLLĐ MÜCADELE VE MEHMET AKĐF

3.2 MĐLLĐ MÜCADELE DÖNEMĐNDE KAMUOYU OLUŞTURMADA MEHMET AKĐF

3.2.4 Mehmet Akif’in Ankara’ya Gitmeye Karar Vermesi

Resmi izin almadan Balıkesir’e giden, orada halkı Milli Mücadeleye destek vermeye çağıran bir konuşma yapan Mehmet Akif’in bu hareketi Đstanbul Hükümetini harekete geçirmiş, 3 Mayıs 1920’de Mehmet Akif’in Dar’ül Hikmet-il Đslamiye’deki başkatiplik görevine son verilmiştir (Yıldırım, 2007: 144). Mehmet Akif’in Đstanbul’a dönüşünde Đstanbul Đtilaf Devletleri’nce resmen işgal edilmiş, 23 Nisan l920’de de Ankara’da ilk Büyük Millet Meclisi açılmıştır. Artık Mehmet Akif için Đstanbul’un o karamsar atmosferinde yaşamak imkansızdır. Akif’in milli

hareketin merkezi olan Ankara’ya gitme arzusuyla yoğunlaştığı günlerden birinde, yürüyüşünden asker olduğu anlaşılan bir zat Mehmet Akif’i Çengelköyü’ndeki evinde ziyaret etmiştir. Yirmi beş dakika kadar süren bu görüşmeden sonra Akif’i düşünceli bir hal almıştır (Ayvazoğlu, 1986: 13). Kuvvetle muhtemel Mehmet Akif, bu görüşmede milli harekete katılması yönünde Ankara’dan davet almıştır. Ancak böyle bir davet gelmese de Mehmet Akif Anadolu’ya geçecektir. Akif, Ankara’ya geçme düşüncesini sadece damadı Ömer Rıza Doğrul ve yakın arkadaşı Eşref Edip ile paylaşmış ve onlara artık burada duracak zaman değildir. Gidip çalışmak lazım. Bizim tarafımızdan halkın aydınlatılmasına ihtiyaç varmış. Çağırıyorlar... Mutlaka gitmeliyiz. Ben yarın Ankara’ya hareket ediyorum. Hiç kimsenin haberi olmasın. Sen de idarehanenin işlerini derle topla, Sebilürreşad klişesini al, arkamdan gel. Şeyhülislamlık makamındakilerle de görüş, harekat-ı milliye aleyhinde bir harekette bulunmasınlar, (Edip, 1938: 139) demiştir. Mehmet Akif’in bu ifadesi, Anadolu’ya geçmesi için Ankara’dan davet almış olduğu tezini güçlendirmektedir. 1957 yılında Eşref Edip konuya açıklık getirmiş ve Ali Şükrü Bey’in milli hareketin manevi cephesini kuvvetlendirmek amacıyla Mehmet Akif’i Ankara’ya davet ettiğini doğrulamıştır (Semiz ve Akandere, 2002: 913).

Mehmet Akif, Anadolu’ya gitmesi konusunda kendisine yardımcı olabilecek en güvenilir adres olan Üsküdar semtindeki Özbekler Tekkesine gitmiştir. Özbekler Tekkesi, Đstanbul’un işgal edildiğı günlerde Milli Mücadeleye katılmak isteyen gönüllülerin Anadolu’ya geçirilmesinde önemli bir merkez olarak kullanılmaktadır. Mehmet Akif, tekkenin Milli Mücadeleye taraftar şeyhi Ata Efendi ile 1920 Nisan’ında görüşmüştür. Görüşme sırasında Đtalyan polisi ve birkaç Đngiliz subayının ortaklaşa düzenlediği bir operasyonla tekke basılmış, ancak şeyhin aldığı tedbirler sayesinde kimse yakalanamamıştır. Tekkeden ayrılan Mehmet Akif, oğlu Emin ile birlikte yol arkadaşı Ali Şükrü Bey’le Üsküdar Karacaahmet Mezarlığı’nda buluştuktan sonra Anadolu’ya hareket etmiştir. Mehmet Akif, kendisine Çal köyüne kadar eşlik eden Şeyh Ata Efendi’ye dönerek: Ne mutlu sana şeyhim.. . Kurtuluş savaşçılarına yaptığın bu büyük hizmet inan ki, hiçbir zaman unutulmayacak ve milleti istiklale kavuşturacak yıldızlar arasında adın daima hürmetle anılacak. Bu mazhariyetine ve seni bekleyen şerefli istikbaline imreniyorum, demiştir (Mısıroğlu,

1980: 279).

Mehmet Akif’in Milli Mücadele hareketine hangi şartlar altında katıldığı ve ailesinden nasıl ayrıldığı konusunda kızı Feride Akçor şunları söylemektedir: Hiç unutamadığım hatıra, babamın ilk Anadolu’ya gidişi esnasında cereyan etmiştir. Annem bir sabah geldi. Babamın gideceğini söyledi. Dersi var diyorduk. Baktım babam kapının önünde giyinik vaziyette duruyor. Babamın gözlerinden yaşlar akıyordu. Đlk defa o vaziyette görüyordum babamı. Çok fena oldum... Ben de kendimi tutamadım. Ağlayarak yukarıya koştum. Babam da arkamdan koştu. Beni kucakladı. Üzülmeyin, dedi. Babamın o halini çok iyi anlıyordum. Çünkü bir daha ya görüşecektik, ya görüşmeyecektik.

Sonradan göruştüğümüz bir asker, babamın Anadolu’ya gidişini anlattı. Küçük kardeşimle birlikte yola çıkmıştı. Aileden bir hatıra olsun diye onu yanına almıştı... (Yıldırım, 2007: 152)

Mehmet Akif’in beraberinde Anadolu’ya götürdüğü oğlu Emin Ersoy ise yıllar sonra bu konu ile ilgili olarak şunları söyleyecektir: Bir Nisan sabahı babam beni pek erken uyandırdı. Kalabalık olan evimizde bir fevkaladelik, garip bir heyecan vardı... Çabucak hazırlandık... Gün doğmadan Üskudar’a doğru yola koyulduk.

Çengelköy ile Karacaahmet arasındaki mesafeyi süratle kat ettik. Henüz güneş doğarken Üskudar’ın büyük bir kısmını kaplayan Karacaahmet Mezarlığı’na ulaşmıştık. Orada bizi fayton arabası bekliyordu. Kısıklı üzerinden derhal hareket ettik. Fayton ikindiye kadar hızı Alemdağ arkalarında bir çiftliğe götürdü. O günlerde bizim geçtiğimiz yollar pek tehlikeliydi. Đşgal ordularına hizmet etmeyi kabul eden bazı vatansızlar yolları kesiyor, Milli Mücadele’ye menfaat temin edebilecek herhangi bir teşebbüse mani olmaya ellerinden geldiği kadar gayret ediyorlardı.

Çiftlikte silahlı insanlar dikkatimi çekti... Đşte o kahramanlar o muazzam savaşın ilk günlerinde düşmanlarımıza karşı cephe tutan Kuva-yı Milliye’nin serhat fedaileri oluyorlardı. Orada az bir zaman istirahat ettik. Geceyi o civar köylerinin

birinde köy muhtarının misafiri olarak geçirdik.

Ertesi gün sabah erken hareket ettik. O gün bütün gün yol aldık. Đzmit ile Adapazarı arasında bir köye geldik. Orada Kuva-yı Milliye’ye cephane götüren kalabalık bir kafileye rastladık ve onlara katıldık... Kafilemiz Geyve Boğazı’na yaklaşırken bir köyde konakladık ve orada Kuşçubaşı’nın oğlu Eşref Bey ile birleştik. Tehlikeli mıntıka geçildikten sonra biz (Mehmet Akif, ben, Ali Şükrü Bey, Eşref Bey, Binbaşı Şükrü Bey) kafileden ayrıldık, tren yolu üzerinden dekovil ile Eskişehır’e geldik... Atatürk Ankara’daydı. Millet Meclisi yeni teşekkül etmişti. Gazi ile babamın ilk görüşmelerini bugünkü gibi hatırlarım. Tren oğleye doğru Ankara’ya ulaştı (Ersoy, 1948: 18).

Mehmet Akif Ersoy da bir söyleşisinde Anadolu’ya geçişi ile ilgili olarak: Đstanbul’dan mücadele aleyhine fetva çıktığı gün ayrılmıştım. Üsküdar’dan araba ile şimdi ismini hatırlamadığım bir köye gittık...O zaman Adapazarı’nda karışıklıklar vardı. Kenarından geçtik. Kah öküz arabalarıyla, kah beygirlerle Lefke’ye geldik ve trenle Ankara’ya ulaştık. Ankara... Ya Rabbi, ne heyecanlı, helecanlı günler geçirmiştik. Hele Bursa’nın düştüğü gün... Ya Sakarya günleri... Fakat bir gün bile ümidimizi kaybetmedik, asla yeise düşmedik. Zaten başka türlü çalışılabilir miydi? Ne topumuz vardı, ne tüfeğimiz. Fakat imanımız büyüktü (Yıldırım, 2007: 154) demektedir.