• Sonuç bulunamadı

Millî Mücadele’de Eğitim

1.2 MĐLLĐ MÜCADELE DÖNEMĐ .1 Mütareke’den Millî Mücadele’ye .1 Mütareke’den Millî Mücadele’ye

1.2.5 Millî Mücadele’de Eğitim

Millî Mücadele dönemi eğitim sistemi, Meşrutiyet döneminde yapılan eğitim reformları üzerinde inşa edilmiştir. Meşrutiyet dönemi, Osmanlı modernleşmesinin askerî alanlardan diğer alanlara kaydığı teorilerin pratik olarak uygulandığı dönemdir. Eğitim sistemi de bunlardan biridir (Ergün, 1996: 16). Đlklerden biri olarak toplumun her kesimini kuşatan eğitim anlayışı bu dönemde oluşmuştur. Zorunluluk olan din eğitiminin yanı sıra bireyleri toplumun ihtiyacına göre eğitim verme çabaları da bu dönemde başlamıştır. Osmanlı devletinde kız çocuklarına ilköğretim

zorunluluğu yine bu dönemde, 1869 yılında çıkarılan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile getirilmiştir. 1870’te ise bu okullara eğitici yetiştirmek için Daru’l-Muallimât kurulmuştur (Sakaoğlu, 2003: 149).

Anadolu’da Millî Mücadele dönemi eğitim sistemi diğer bakanlıklarda olduğu gibi Đstanbul Hükümeti’nin tasfiyesine kadar, iki bakanlık tarafından idare edilmeye çalışılmıştır. Bu durum Anadolu’da fiili olarak Sarıhan’ın (2000: 33) deyimiyle “ikili iktidar”ı oluşturmaktadır. Bunlardan birincisi Osmanlı devletine ait Maarif-i Umumiye Nezareti, diğeri 4 Mayıs 1920 tarihinde Ankara’da kurularak faaliyete geçen Maarif Vekaleti’dir. Birde bunlarla birlikte geleneksel din eğitimleri başta olmak üzere Şeyhülislama bağlı medreseler bulunmaktadır. Bu dönemi rakamsal ifadeler ve açıklamalarla anlaşılır hâle getiren Çavdar, o dönemin klasik eğitim sistemi olan medreseler hakkında bilgi vermez, oysa medreseler ciddi bir birikime ve toplumsal anlamda hinterlanda sahiptirler. Bu dönemde medreseler ile ilgili olarak doğru dürüst bir rakam verilemediği gibi yapılan çalışmalar da ideolojik olarak yanlı olmaktadır. Kimilerine göre medreseler Kurtuluş Savaşı’nı desteklemiş, kimilerine göre ise padişah taraftarı bir çizgiyi takip ederek iç isyan ve Millî Mücadele’ye karşı girişilen baltalama çalışmalarında önemli bir etkiye sahip olmuşlardır. Bazıları ise buraları, asker kaçaklarının ve başı boşların bir cenneti olarak adlandırmışlardır.

Đşgal altındaki topraklarda Yunanlılar, eğitim kurumlarını kendi atadıkları bir eğitim müdürlüğüyle merkeze bağlamışlardır. Böylece işgal altındaki bütün okullar Yunan Hükümeti’ne bağlı olarak çalışmak zorunda kalmıştır. Fiili olarak Anadolu’da üç devlet ve onların bakanlıkları, düşüncelerine bağlı olarak eğitime yön vermeye çalışmışlardır. Yunanlıların yaptığı ilk icraat, mevcut tarih dersinin içeriğinin değiştirilmesi ve bütün okullara zorunlu Rumca dersi konularak, Rumca’nın resmî dil olarak kabul ettirilmesidir (Ergün, 1997: 14-15).

Đstanbul’da Millî Mücadele dönemi sekiz kez hükümet değişmiş, kabinede görev alan bakanlarda buna göre yer değiştirmiştir. Bunların en ünlüleri, gazeteci Ali Kemâl’dir. Ali Kemâl, bazı öğretmenleri Đttihatçılıkla suçlayarak, azletmiş, bazılarını ise Đstanbul dışına Millî Mücadeleye destek olur diye göndermemiştir. Diğer taraftan

Ali Kemâl, Maarif, Nazırlığı döneminde eğitimde köklü icraatlar yapmak istemiş, ancak şartların olağanüstülüğünden dolayı bu işlerden vazgeçmiştir (Akyüz, 2001: 290-291).

Ankara’da diğer bakanlıklar gibi zor şartlar altında çalışmaya çalışan Maarif Vekaleti’nin ilk bakanı Rıza Nur, birkaç mesai arkadaşı ile bakanlığı yürütmeye çalışmıştır. Rıza Nur, 10 Mayıs 1920’de yayınladığı ilk genelgeyle öğretmenlere şöyle seslenmiştir; “Batının köle etmeyi amaçlayan emperyalist saldırısına uğrayan ulusumuz bir buhran yaşıyor, dinimiz ve ulusumuz tehdit altındadır. Eğitim ve öğretim görevlileri olan siz aydınlar, ulusumuzu uyarmakla yükümlüsünüz ” (Sakaoğlu, 2003: 158). Đlk kurulan 11 bakanlıktan biri olan Maarif Vekaleti, genel olarak şu özellikleri taşımaktadır. Yapılmaya çalışılan yenilikler mümkün olduğunca kırtasiyecilikten uzak tutulmaya çalışılmıştır. Şartlar gereği eğitim işleri, Đstanbul’daki 200 kişilik kadroya karşılık, birkaç kişiyle yürütülmüştür. Vekalet idarecilikten ziyade, eğitimci ve bilimsel çalışma yanlısı olmakla birlikte, pratiğe yönelik çalışmalar yapacağı sinyallerini vermiştir. Sonuncu olarakda mevcut şartlara göre bir yapılanmaya gidildiği ve imkânlar el verdiği müddetçe yeni teşkilatlanmanın kendini hissettireceği gözlenmiştir (Kayaoğlu, 1998: 196-198).

1920’ler Millî Mücadele Anadolu’sunda, çeşitli siyasal güçler ve bireyler tarafından oluşturulan ve açıkça ortaya konulan değişik eğitim politikaları vardır. Başka bir deyişle Kemâlist eğitim politikaları tek seçenek değildir. Güçler dengesinin farklı olduğu bir ortamda uygulama fırsatı bulabilecek bu politikalar muhafazakar-liberal, liberal-solidarist ve komünist eşitlikçi politikaları kapsayan bir yelpaze oluşturmaktadır. Bunun sonucunda hazırlanan ilk anayasa olan 1921 Anayasas ı’nda eğitim ile ilgili özel bir hüküm konmamıştır. Anayasanın 11. maddesine göre de eğitim işleri “Vilâyet Şuralarının” yetkisine bırakılmıştır (Kaplan, 1999: 147-157).

Eğitim sisteminde yönetim açısından çeşitlilik olduğu gibi, muhteva olarak da farklılıklar vardır. Bir taraftan medreseler, diğer taraftan resmî eğitim kurumları ve her azınlığın kendi okulunu açma özgürlüğü, eğitim camiasının farklılığının nedenini oluşturmaktadır. Bununla birlikte eğitim olgusunun yerel idarelere bırakılması, çeşitliliği bir kat daha artırmıştır. Millî Mücadele’de eğitim sistemi içerisinde

yüzyıllardır sürüp gelen klasik eğitim sistemi olan medreseler, yeni duruma denk gelecek şekilde bir revizyona tabi tutulmaya çalışılmıştır. Bu reform çabaları bir anlamda Meşrutiyet Dönemi’nin devamı niteliğindedir. Çağa ayak uydurma sorunuyla karşı karşıya kalan medreseler, bu dönemde de kendilerine çeki düzen veren bir yapılanma ile karşı karşıya kalmışlardır. Yasama, yürütme ve yargıyı elinde tutarak olağanüstü yetkilere sahip Büyük Millet Meclisi bu mesele hakkında 21 Mayıs 1921’de bir nizamname çıkarır. Bu nizamname ile medreseler ikiye ayrılır. Eski medreseler ve yeni medreseler, yani Dar’ül Hilafe ve Medrese-i Đlmiye iki ayrı teşkilat iki ayrı sistem. Bu nizamname ile medreselerin bir bütünlük ve ahenk içinde çalıştırılması hedeflenir. Ancak bu medreselerde okuyan öğrencilerin çoğunda askerlik sorunu vardır. Bu sorun çözülmeden önce medrese ve yüksek okul öğrencileri silâh altına alınmışlardır. Bu sorun da Mayıs 1921’de çıkarılan bir tecil kanunu ile halledilir. Bu kanuna göre bütün yüksek okul ve orta dereceli okullar ile ziraat, orman, erkek öğretmen, Dar’ül Hilafet ve Eimmei Medâris talebelerinin fiili hizmetleri, tahsillerini tamamlayıncaya kadar tecil olunacaktır. Bunu müderrisler ve öğretmenlerin tecil olayı izler. Ancak istenilen şekilde eğitim verilemez; çünkü okullarda öğrenci kıtlığı had safhadadır (Arabacı, 1996: 583-619).

Millî Mücadele dönemi Misak-ı Millî sınırları içerisinde 12.812 ilkokul vardır. Bu okullarda çalışan öğretmen sayısı toplam olarak 19.212’dir. Đlkokullarda aynı dönemde okuyan öğrenci sayısı 596.460’tır. Yine aynı dönemde, orta öğretimde okul sayısı 1.815 ve öğrenci sayısı da 27.461’dir. Fakültelerle birlikte 17 yüksek okul, bunlara ders veren 368 profesör ve yardımcıları ile 6.677 öğrenci de yüksek öğrenimde eğitimine devam etmektedir. Sakaoğlu, (2003: 158) Okul sayısını 3.495 ilkokul, bunun yüzde yirmisine tekabül eden 682’si kapalı, 3316 (1511’i muallim okulu mezunu olmayan) öğretmen, 5 sultani, 32 idadi, 13 muallim mektebi olarak vermektedir. Millî Mücadele dönemi bitiminde yapılan 1924-1925 yılı istatistiklere göre ülkedeki kız-erkek öğrenci toplam 381.713, okul sayısı ise 5.840’tır (Sakaoğlu, 2003: 359). Azınlık okulları ve misyoner faaliyetlerine baktığımız zaman ise ciddi miktarda insanın eğitim alanına tahsis edildiği görülmektedir. Kilise elemanlarının sayısı 64.918’dir. 27.927 de öğrenci bulunmaktadır (Çavdar, 1971: 86-87). Misyoner eleman ve öğrenci sayınının yüksekliği Osmanlı Devleti’nde yabancı misyonların ne

kadar örgütlü çalıştığı ve bunların yurdun her safhasına yayıldığını gösterir. Bu rakamlar yukarıdakilere ilâveten Anadolu’daki etnik azınlığın sürekli olarak eğitildiğini ve eğitim işinin din gibi toplumsal yapıda bütünleştirici bir özellik taşıdığını, etnik toplulukların kendilerini tanımlamasına da yardımcı olduğunu göstermektedir. Üzerinde ciddi şekilde çalışmalar olmasa da yabancı okullar, din, milliyetçilik ve özgürlük (ayrılık/ayrılma) ideolojilerinin birleşmesinde ana etken olmuşlardır.

Amerikalılar 1920 yılında dünyanın diğer büyük şehirlerinde olduğu gibi Đstanbul’da da bir saha araştırması yaparlar. Geniş bir envanter çıkaran Amerikalılara göre okullar, dini ve sivil olmak üzere ikiye ayrılır. Dini okullar medreseler tarafından temsil edilirken, sivil okullar, rüştiyeler, idadiler ve sultaniyeler tarafından temsil edilmektedir. Araştırmacı Black’e (1995: 328-329) göre savaştan önce Đstanbul’da medrese sayısı 196 ve öğrenci sayısı ise 10.000’dir. Ama bu sayı savaşla birlikte 21 medrese ve 1.000 öğrenciye düşer. Diğer taraftan Đstanbul'da, ilköğretimde 29.111, ortaokulda 5.280, üniversitede ise 1.574 öğrenci öğrenim görür iken özel olarak ta 2.010 kişi öğrenim görmektedir. Ermeni okullarında ise toplam öğrenci sayısı 8.727, Yahudi okullarındaki öğrenci sayısı 7.460, Rum okullarında ise 20.490 ilköğretim, 2.812 ortaöğretim öğrencisi olduğunu iddia eder. Black’in bu sayılarını içinde kaç tane Türk öğrencinin yabancı okullarda eğitim aldığı ve mahalle mekteplerinde (Kara ve Birinci, 1997: 64) eğitim alan öğrencilerin sayısı bulunmamaktadır. Okula devam ile ilgili olarak klasik olarak, devam sorunu olduğunu söyleyen Black, (1995: 334), toplumun toplam okuma yazma oranının %30 olduğunu söyler. Đşgal altında Đstanbul’u inceleyen Criss’de (2000: 56), Đstanbul’da siyasete olağanüstü yüksek düzeyde ilgi gösterilmesinin nedenini okuma yazma olgusunun yüksek olmasına bağlar. Ayrıca Türklerin batılı eğitim kurumları ile batı düşüncesinin farklılığının bilincinde olarak ülkeyi işgal eden ülkelerin okullarında okumaya devam ettiklerini belirtir. Yabancı okulların sayısı oldukça yüksektir. Sadece Fransız eğitim kurumlarında 15.000 ile 20.000 öğrenci vardır.

Yukarıda verilen rakamlardan yola çıkarak Müslüman öğrenci nüfusu ile azınlık ve yabancı uyruklu öğrenciler kıyaslandığında aradaki uçurum dikkati

çekmektedir. Bu bir anlamda Misak-ı Millî sınırları içerisinde iddia edilen azınlık ve çoğunluk iddialarına cevap vermektedir. Ortalama nüfusun 12 milyonun üstünde olduğunu farz edersek her 24 kişiden biri öğrenci durumundadır.

Misak-ı Millî sınırları içerisinde Yabancı okullara ilk etapta çok fazla ses çıkarılmazken savaşın şiddetlenmesi ve Anadolu’daki yabancı okulların ihanet içinde olmaları üzerine ilk önce, Amerikan okulları hariç diğer bütün yabancı okullar kapatılır. Amerikan ilişkileri ve geleceğe dönük bakış acısıyla ilk etapta Amerikan okulları kapatılmaz. Ancak Merzifon Amerikan Koleji’nde bir Türk öğretmen öldürülünce Mart 1921 yılında Anadolu’daki bütün yabancı okullar kapatılır (Akyüz, 2001: 294).

Millî Mücadele döneminde tek üniversite Đstanbul’da Dârülfünun’dur. Anadolu’ya üniversite kurma çalışmaları olmuş, özellikle Konya’da 1908’de hukuk mektebi açılmış, ancak 15 Mart 1919’da kapanmıştır. Dârülfünun, Millî Mücadele’de aktif bir rol oymamıştır. Özellikle öğrenciler Millî Mücadele taraftarı olarak bildiri dağıtımından miting organizasyonlarına kadar her türlü faaliyette ön plânda olmuşlardır. Türk Ocağı’nda örgütlenerek ellerinden geleni yapmışlar, sivil bir direniş gerçekleştirmiş ve Đzmir’in işgali üzerine Đzmir dağlarına çıkmak için Đstanbul’dan ayrılmışlardır (Adıvar, 1987: 28-35). Millî Mücadele dönemi üniversite, işgaller karşısında iki miting yapmıştır. Bunların ikisi de Đzmir’in işgali üzerinedir.

Darülfünun’da zaman zaman öğrenci ve hocalar arasında sorunlar çıkmıştır. Bunun başlıca sebebi Millî Mücadele tarafı olup olmamadır. Öğrenciler tartıştıkları hocaları Rıza Tevfik ve Cenap Şehabettin’i sınıflara sokmamışlar, bunların istifasını isteyerek sonunda muvafık olmuşlardır. Bununla birlikte Darülfünun Müderrisler Divanı okulun açılmasını isterken öğrenciler Anadolu’daki durum nedeniyle bu isteği reddederek tıp başta olmak üzere fen ve diş bölümlerinin katkısıyla okulda boykot uygulamışlardır. Okula gelen polislerle çatışma çıkmış, altı öğrenci yaralanmıştır. Đşin bir diğer boyutu ise öğrencilerin Maarif Nazırı Said Bey’in bürosunun camlarını kırması, hocaların okuldan dışarı atılması ve gelen memurların ise kapı dışarı edilmesidir (Babalık 28 Mayıs 1922).

Anadolu’da ise Đstanbul’daki üniversitenin yerini tutacak ilk girişim Kasım 1921’de Maarif Vekaleti tarafından başlatılmıştır. Kayıtları hemen dolan “Âli Ders”ler günde bir saat ve haftada beş gün devam ederek işe başlamış, daha sonra program değişikliği ve ilâvelerle yola devam edilmiştir (Ergün, 1997: 19-20).

Eğitim çalışmalarının hızı hiç kesilmeden devam eden Millî Mücadele’de, eğitim için gerekli hazırlıklar yapmak üzere on kişiden müteşekkil bir Telif ve Tercüme Encümeni oluşturulmuştur (Babalık, Hakimiyet-i Milliyet Gazetesi 24 Mart 1921). Tarih, coğrafya, iktisat ve içtimai bilgilere olan ihtiyaçlara cevap vermek için, bu encümen zor şartlar altında görevini yapmaya başlamıştır. Bu encümenin başkanlığını ise sırasıyla Samih Rıfat Bey ve Yusuf Akçura Bey yapmışlardır. Azalarına gelince çoğu, o dönem milletvekili yada Millî Mücadele’nin ileri gelenlerindendir. Olağanüstü durumlarda insanlar bir taraftan cephede savaşırken diğer taraftan ise ilim, irfan ve cehâletle savaşmak için gerekli alt yapıya hazırlık amacıyla tercümeler yapılmaya çalışılmış ve bir çok da tercüme yapılmıştır. Yapılan tercüme ve telif eserlere mükafatlar verilmiştir (Kayaoğlu, 1998: 200-216). Ekonomik sıkıntılar içinde yüzen Millî Mücadele Hükümetleri, hane halkının ürettiğinin yüzde kırkına el koyan Tekalif-i Millîye Kanunları’nın yanında, eğitime verdikleri değeri gösteren önemli bir işaretle oldukça cömert bir davranışta bulunmuşlardır.

Maârif Vekaleti, Millî Mücadele döneminde çıkarılan ilmi eserleri teşvik etmiş ve çeşitli para ödülleriyle bunları desteklemiştir. Örneğin Konya Sultaniyesi öğretmenlerinden Abdulkadir Efendi, on beş yıldır çalıştığı eseri “Konya’da Türk Âsari”ni bitirmiş, Vekalet, eserin basımı için üç yüz lira verdiği gibi yazara da yüz elli lira vermiştir (Hakimiyet-i Milliye Gazetesi 29 Mart 1921). Telif ve Tercüme Dairesi’de bir yandan savaş devam ederken diğer taraftan Türk tarihi ile ilgili iki kitabın çevirisine başlandığını ve bunların en kısa zamanda biteceğini haber vermektedir. Bu kitaplar; Moğol Tarihi ve Asya Tarihine Medhal olarak belirtilmektedir (Hakimiyet-i Milliye Gazetesi 30 Mart 1921).

Savaş zamanı olmasına rağmen halk eğitim ve öğretim olgusundan geri kalmamıştır. 27 Nisan 1922 tarihli Babalık’ta eğitim ile ilgili iki haber dikkati çeker.

Birincisi Bolu’da çıkan Dertli gazetesine göre Gerede kazasından bir okul yapımı ile ilgilidir. “Bir Köylünün Maarifperverliği” başlığıyla verilen habere göre; Çalışlar karyesi eşrafından Alemdar Oğlu Hacı Hüseyin Efendi bir mektep için gerekli bütün malzemeyi vermeyi taahhüt etmiş, Bolu Mutasarrıflığı da kendisine teşekkür yazısı göndermiştir. Eğitim seferberliği savaş seferberliğiyle beraber devam etmiştir. Diğer haber ise iptidai hocaları hakkındadır. Buna göre; tatil esnasında bilumum iptidai muallimlerinin merkeze çağrılarak mütehassis muallimler tarafından özellikle terbiye ve ahvali tedrise ait dersler verilmesi hakkında, Maârif Vekaleti’nce bir tasavvur mevcuttur. Bu hususta mütalaa ve düşüncelerini bildirmeleri keyfiyeti Maârif Vekaleti ’nce bütün Maarif Müdüriyetlerine tebliğ edilmiştir. Maârif Vekaleti, olağanüstü durumlarda dahi personelin eğitimini sürdürmektedir.

Gazetelerdeki sürekli çıkan haberler arasında, eğitimin devam ettiği ve okulların açılış kapanış ve derslikleriyle ilgili olanları da yer alır. Sürekli olarak da dersliklerin ilâve edildiği bildirilir. Babalık’ın haberine göre (24-28 Mayıs 1922) insanlar savaş zamanında bile eğitim ve öğretimden geri durmayarak, Beyşehir’in Doğanbey kazasına altı derslik okul yaptırmışlardır. Savaşa en yakın yerlerden biri olan Akşehir’de sınavlar hiç ertelenmemiş okullar normal sürecinde devam etmiştir. Okuldan mezun olan öğrenciler ve okul sınavları, okul toplantıları dahi o dönem için bir haber niteliği taşımaktadır.

Yönetim acısından Bolşeviklik ve emperyal devletlerin sistemi arasında gidip gelen Millî Mücadele Ankara’sı (Gökay, 2002: 66), Meclis Birinci Grub’un resmi gazetesi (Ağaoğlu 1998:59) durumundaki Hakimiyet-i Millîye’de (15 Mart 1921) bir makale çıkar. Makale başlığı “Azerbaycan’da Mektep, Maarif Terakkiyesi”dir. Makalede, Azerbaycan Şuâralar Hükümeti’nin yapmayı tasarladığı eğitim faaliyetleri ve bu eğitim kurumlarının muhtevaları geniş bir şekilde tartışılmaktadır. Sosyalist sistemin yapacağı eğitim devriminin olumlu ve olumsuz yönleri tartışılıyor. Gazetede Azerbaycan Şuâralar Hükümeti’nin eğitim sistemi yaklaşık yarım sayfa biçiminde tartışılması oldukça manidardır. Bu da Ankara Hükümeti’nin eğitim sistemi için gerekli alt yapıda bile düşünce ve pratikte uygulama olarak nasıl bir tavır takınacağı ile ilgili sorular olduğunu gösterir.

Öğrenciler acısından eğitimi, Millî Mücadele döneminde bir lise öğrencisi olan Velidedeoğlu, (1990: 157-158) herkesi saran Millî Mücadele ateşinde liseli öğrencileri şöyle tarif eder; “Biz “genç mektepliler”de ruhlarımız kurulmuş birer çelik zemberek gibi gergin, aynı savaşın isteği doğrultusunda, her an fırlayıp düşmana atılmaya hazır, ruhsal bir durum içerisindeydik. Đşte bu ruhsak durum ve vatan aşkı ile Ankara Lisesi’nden benden yüksek sınıflardan ve benim sınıfımdan kimi arkadaşlar, 1920 yazında okulun dinlence aylarında, gönüllü olarak Kuvva-yı Millîye’ye yazılıp Demirci Savaşları’na katıldılar. Öğretim başlayınca cepheden okula dönen gönüllüleri birer kahraman gibi karşıladık ”. Savaşta bazı öğrenciler şehit olmuş bazıları gazi olarak okullarına dönmüşler ve savaş hikayelerini arkadaşlarına anlatarak övünmüşlerdir.

Sakarya Savaşı’ndan önce Hakimiyet-i Millîye gazetesinde cephede durumun iyi gitmediğini ve düşmanın ilerlemekte olduğunu yazmakta, Mecliste de ordunun ve cephenin durumu tartışılırken, halk arasında düşmanın sürekli ilerlediği söylentileri gezmektedir. Bu sırada Meclis, Atatürk’e tüm yetkilerini vererek Baş komutanlığa atamıştır. Yunan’ın yaklaşması üzerine, Ankara’nın boşaltmasına karar verilmiş, resmî daireler Kayseri’ye taşınmıştır. Böylece Okullar ve Millî Eğitim Bakanlığı da geçici bir süreyle Kayseri’ye nakledilmiştir (Velidedeoğlu, 1990: 183-186).

Öğretmenlerin Millî Mücadele’de durumu içler acısıdır. Millîyetperver Vahdet Gazetesi’nin (28 Mart 1922) haberine göre Đstanbul’daki iptidaî ve sultaniye muallimleri on iki günden beri mekteplere devam etmemektedirler. Bunun nedeni muallimlerin parasız pulsuz kalmalarıdır. Aylardır maaş alamayan muallimler bundan dolayı okula gitmemektedirler. Evlerine yiyecek götüremeyen öğretmenler, bazı bölgelerde açlık ve hastalık nedeniyle okullarını terk etmek zorunda kalmışlardır. Sadece Đstanbul’da değil, Anadolu’da da en önemli eğitim sorunlarından birisi öğretmenlerin maaşlarıdır. Aylarca maaş alamayan öğretmenler, meslekten ayrılıp polis, jandarma, katip olmuşlardır (Ergün, 1997: 12). Geçim sıkıntısı çeken öğretmenler zaman zaman protestolardan ileri giderek grev ve boykotlar yapmışlardır. Kasım 1920’de Ankara, Tokat ve Yozgat’ta öğretmenler derslere girmemişlerdir (Akyüz, 1978: 171-178).

Osmanlı geleneğiyle birlikte, yerel idareler meclisleri tarafından ilgilenilen ve yönetilen okullar, aynı zamanda, Türk eğitim sisteminde en büyük sorunlardan biri olan “okul kapatma” hadisesini yaşatmışlardır. Đlköğretim okulları, ilkokullar ve idadiler, Đdare-i Hususiye’ye bağlıdırlar. Bu okulların masrafları da bu kurum tarafından karşılanmaktadır. Bu yüzden valilikler, eğitimle ilgili yetkililer veya bazen de halk tarafından masrafları karşılanmıyor diye, okullar istenildiğinde kapatılmışlardır (Ergün, 1997: 13).

Masrafların karşılanarak okullar açık olsa dahi bu sefer de öğretmen bulmak zorlaşmaktadır. Bundan dolayı Millî Mücadele dönemi eksik öğretmen kadrolarını takviye için gazetelere ilanlar verilmiştir. Bunlardan biri de Babalık 22 A ğustos 1922 tarihli ilandır. Buna göre; Sivas Maarif Müdüriyeti’nden verilen ilanda Sivas ve çevresi için kadın ve erkek öğretmenler aranmaktadır. Asgari yedi yüz kuruş maaşla çalışacak öğretmenlerin Sivas Maarif Müdüriyeti’ne baş vurmaları gerekmektedir. Ancak isteklilerle karşılanamayan öğretmen açığını kapatmak için değişik alternatifler üzerinde düşünülüp çözüm yolları bulunmaya çalışılır. Öğretmen açığının en fazla olduğu yerler köylerdir. 16 Mart 1922 günü Maarif Encümeni’ne öğretmen yetersizliğini ortadan kaldırmak için bir öneri sunulur. Buna göre Mekâtibi Aliye ve Tâliyeden mezun olanlar ile medreselerden şahadetname ve icazetname alanlar iki sene müddetle köy muallimliği yapmaya veya beş yüz lira bedel vermeye, elli beş yaşını geçmeyen bilumum mütekaidlerin de bu yolda muallimlik eylemeye mecbur oldukları hakkında Đzmit Mebusu Hamdi Bey tarafından tazim kılınan layiha kanuniye, layiha encümenince kabul edilmiş ve Büyük Millet Meclisi Maarif Encümeni’nce de tetkik edildiği bildirilmiştir.

Satveti Millîye gazetesinde 5 Haziran 1338 tarihli “Eğitim Hakkında Düşünceler” başlıklı bir makale yayınlanır. Bu makale o dönemin eğitim durumunu gözler önüne serecek bir özellik taşır. Đmzasız yayınlanan makalede özetle, belli başlı konular olarak milletin olanakları ve okulların durumu tartışılır. Buna göre bazı yerlerde okul vardır ama bu okullar tam kapasite çalışmamaktadır. Bunun temel nedeni, insanların okumaya karşı isteksiz veya karşıt olmaları değil, maddî imkânsızlıklardır. Her köy ve kasabada gerekli eğitim kurumları bulunmamaktadır.

Bu kurumlar olmayınca da insanlar değişik arayışlara girmek zorunda kalmakta, ya