• Sonuç bulunamadı

1.2 MĐLLĐ MÜCADELE DÖNEMĐ .1 Mütareke’den Millî Mücadele’ye .1 Mütareke’den Millî Mücadele’ye

1.2.3 Askerî Durum

Millî Mücadele dönemi ordu ve askerî yapılanma, diğer, yapılanmalarda olduğu gibi Osmanlı ordusu (Yasamee, 2000: 71-79) ve Türk Milleti üzerine inşa edilmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nda değişik cephelerde savaşan, bazen yenilen, bazen de hiç umulmadık zamanda zafer kazanan Türk ordusu, savaş bitip Mütareke imzalandığı zaman neredeyse yok olmak üzeredir. Ordu dağılmış birlikler şeklinde, değişik topraklarda haberleşmenin kıt olduğu bir durumdadır. Askerlerî gruplardan, merkezden habersiz savaşa devam edenler olduğu gibi (Kandemir, 1999: 148-150), baş komutanlıktan habersiz işgal kuvvetlerine teslim olanlarda vardır (Selek, 2000: 80).

Savaşın sonunda Osmanlı ordusu, yenilgiler, salgın hastalıklar ve firarlarla tükenmiştir. Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’nın başında 1.710.000 kilometre kare yüz ölçümüne; çeşitli ırk, din ve dillerden oluşan 22 milyondan oluşan bir nüfusa sahiptir. Dört yıl süren Birinci Dünya Savaşı için 2.850.000 kişi silâh altına alınmış ve Osmanlı orduları Çanakkale, Galiçya, Doğu Anadolu, Kafkasya, Suriye, Irak, Gazze ve Yemen cephelerinde çarpışmışlardır (Müderrisoğlu, 1990: 7). Savaşın sonunda asker sayısı azalmış ancak ordunun gücü önemini korumuştur. 1916’da asker sayısı eğitimli ve silâhlı 800.000 kişi iken Ekim sonunda bu sayı 100.000’e düşmüştür. Bunun nedeni yaklaşık 500.000 kişilik bir askerî kütlenin askeriyeden firar etmesidir. Subaylar konusunda ise çok bir değişiklik yoktur. Erlere göre subay sınıfı çoğunlukla yerli yerinde durmaktadır (Zürcher, 2000: 217).

Birinci Dünya Savaşı’ndaki kayıplara baktığımız zaman 325.000 kişi şehit ve 400.000 kişi yaralı olmak üzere toplam 725.000 kişidir. Bazı kaynaklarda ise bu sayı 975.000 kişi olarak verilmektedir. Anadolu nüfusunun da bu dönem 8.5 milyon civarlarında olduğu tahmin edilmektedir. Müderrisoğlu, işgal altındaki halkı da bu nüfusa dahil ederek toplum yapısı tamamen değiştiğini ileri sürer. Toplumda 18-35 yaşları arasındaki erkek gücü önemli ölçüde zayıflamıştır. Toplumun üretici ve tüketici dengesi bozulmuş, toplumun genelini yaşlılar, kadınlar ve çocuklardan oluşmaya başlamıştır (Müderrisoğlu, 1990: 24-25). Diğer taraftan askerî alımlarda Gayr-i Müslim ve Đstanbul doğumluların askerlik dışında tutulmaları, askerlik

olgusunu Anadolu insanının sırtına yüklemiştir. Bunlara ilâveten medrese müntesiplerinin de askere alınmaması askerlik yapan kesimin alanını iyice daraltmıştır.

Türk ordusunun Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmesinin en büyük nedeni, kötü ikmalle, son derece kıt iaşe durumudur. Osmanlı’nın kıt ve bağımlı ekonomisi, savaş yıllarının üzerine eklediği yükle, iyice kötüleşmiştir. Bunun sonucu olarak savaş zamanı cephelerde savaşan askerlerin tayınları ilk zamanlarda tam olarak verilirken, savaş uzadıkça yavaş yavaş tayınlar küçülmeye, daha sonra ise besin değeri azalmaya başlamıştır. Ölümler artmıştır. Harbin sonlarına doğru asker açığını kapatmak için artık yaşa bakılmadan insanlar kilolarına bakılarak askere alınmaya başlamıştır. Kilosu kırk beş kilo olanlar askere alınmaya başlamıştır. Böylece on beş yaşında çocuklar dahi askere gönderilmişlerdir (Selçuk, 2002: 9).

Osmanlı’da sadece askerler değil, askerlerin savaşta en büyük yardımcıları olan atların da yem miktarı düşürülmüştür. Gücü azalan ve düşen orduyu ayakta tutan tek olgu, manevîyat ve ordunun çekirdeği oluşturan subay grubunun geleceğe olan inancıdır.

Mütareke olup Osmanlı ordusu silâhlarını teslim ettiği zaman ordu birlikleri dağılmış/dağıtılmış, silâhları teslim edilmiş, silâhlarını teslim etmeyenler eşkıyalık yapmak üzere dağlara çıkmıştır. Anadolu’daki dağınık birlikler içinde en düzgün olanı merkezi Erzurum’da bulunan ve komutanlığını Kâzım Karabekir Paşa’nın yaptığı 15. Kolordu’dur. Bu ordu 660 subay, 10.047 er, 14.380 tüfek, 120 makineli tüfek, 64 top ve 3.769 hayvandan oluşmaktadır. Bu ordu aynı zamanda doğu illerini Ermeni baskın ve zulümlerinden korumak, doğu sınırlarını emniyete almakla görevlidir. Anadolu’da diğer birliklerle beraber Mustafa Kemâl Paşa’nın Samsuna gönderildiği zaman genel ordu mevcudu 30-35 bin kişiden oluşmaktadır. (Müderrisoğlu, 1990: 39). Şapolya, Türk ordusunun miktarını biraz artırarak 50.000 kişiden oluştuğunu belirtir. Fakat ordudan bahsetmek hemen hemen abestir. Çünkü hakikatte böyle bir şey yoktur. Kumandanlara maaş verilmek için kurulmuş muayyen bazı kadrolar ve kıt’a isimleri, öte tarafta askerleri askere gelmekten alıkoymak için bir sürü engel ve propaganda vardır. Aynı zamanda bu vaziyeti düzeltecek bir

çalışmada yoktur (Yazman, 2001: 11). Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı ordusunun elinde kalan silâhlar ve ortalığa bıraktığı eşyalar toplanarak “Âli Satış Komisyonu” kurulmuştur. Bunlar satışa çıkarılarak mallardan ve komisyonlardan gelecek gelirle bozulan ekonomiye destek olunmaya çalışılmıştır (Olgun, 1991: 82).

Đşgal kuvvetleri Anadolu’da 41.500 Đngiliz (Đstanbul Çanakkale demiryolları güzergahı, Musul Petrol mıntıkası) askerî, 49 bin Fransız askerî (Đstanbul, Beyoğlu, Çanakkale Rumeli, Anadolu, Urfa, Maraş ve Antep’te) ve Đstanbul, Isparta, Muğla, Söke, Konya, Afyon Akşehir olmak üzere 17.400 Đtalyan askerinden oluşmaktadır. Daha sonra bunlara 15 Mayıs 1919’dan sonra 300.000 Yunan askerî gücü katılmıştır.

Millî Mücadele’de düzenli ordu kurulup Anadolu’da askerî yapılanma tamamlanıncaya kadar en büyük sorunlardan biri asker kaçakları olmuştur. Asker kaçakları olayının bir çok nedeni vardır. Bunların başında askeriyedeki olumsuz şartlar, askere gitmeye zorlanan kişilerin ailevi durumları, ekonomik sıkıntılar, ülkenin o günkü şartlarının insanlar üzerinde meydana getirdiği etkiler ve en önemlisi ise bireylerin ülkenin geleceğine ilişkin düşünceleridir.

Birinci Dünya Savaşı’nda askerî kaçaklarla ilgili olarak verilen sayılar çeşitlidir. 300 bin ile 500 bin kişi arasında değişik rakamlar verilmektedir. Çeteler ve başı bozuk askerlerin oluşturduğu yapılanma daha önce Anadolu hareketlerinin hepsine birden ad olarak verilen Celali Đsyanları gibi değildir. Balkanlardan bu yana olağanüstü karışık durumlar yaşayan Anadolu’da eşrafla, büyük toprak sahibi kişiler kendi varlıklarını korumak, hem de onları kendi iktidarlarının bir aracı durumuna sokmak için eşkıyalık ve başı bozuklukları destekler bir tavır takınmışlardır (Atay, 1984: 239).

Millî Mücadele, Mustafa Kemâl Paşa’nın Anadolu’ya ayak basmasından evvel başlamış mukavemet arzuları kendini göstermiştir (Yazman, 2001: 13). Enver Paşa Kabinesi istifa ederken Mütareke aleyhinde bulunuyor ve harbe devam etmeye mecbur olunacağından, Boğazlar olmasa bile Anadolu’ya ve bilhassa doğu vilâyetlerine gidilerek müdafaaya devam edileceğini ileri sürmektedir (Cemil, 1992: 13). 1919’da gittikçe daha çok subay Anadolu’ya geçtiğinde ve bir direniş hareketi

ortaya çıkmaya başladığında harekete başkanlık edecek otorite sahibi ve adı lekesiz, siyasete bulaşmamış birine ihtiyaç duyulmuştur. Bu ihtiyaçla önce Ahmet Đzzet Paşa’ya baş vurulmuştur. Paşa yurtsever biridir. Fakat Đttihat ve Terakki’nin gizli kanadı Karakol’la anlaşamayan Paşa’dan sonra bu örgütlenmeler, Mustafa Kemâl Paşa’ya yanaşmış ve onun önderliğinde toplanmaya başlamışlardır (Zürcher, 2000: 207). Đttihat ve Terakki, Đstanbul’da Fransızca yayınlanan Stamboul’a göre Osmanlı hükümetinin boyun eğmesinden sonra tüm direnme çabalarında rol almıştır. Ayrıca örgüt meclis seçimlerinde de etken rol oynamıştır (Alemdar, 1980: 135).

Bu olayın bir diğer tarafını Kâzım Karabekir Paşa, (1995: 37-39), anılarında Anadolu’ya geçmeden önce Đsmet Bey, Rauf Bey, Đzzet Cevat, Şevket Turgut, Fevzi Paşalarla Đstanbul'da, Cafer Tayyar Paşa ile Edirne’de görüşerek komutanların Anadolu’ya geçmelerini önerdiğini, Mustafa Kemâl Atatürk’ün ise bu dönem Đstanbul’da siyasi pazarlar ve hesaplar içinde olduğunu iddia eder. Atatürk Anadolu’ya ayak bastığı zaman bir çok cemiyet, grup ve siyasi teşekküller, çeşitli çetelerle karşı karşıyadır. Bu cemiyetlerin bir kısmı olağanüstü şartlarda vatanın kurtuluşu için çalışırken bir kısmı ise bir takım sergüzeştlerin elinde bulunmaktadır (Ertürk, 1996: 190).

Savaşın sonunda Đttihat ve Terakki kamuoyunu harekete geçirmek için elindeki sosyo-kültürel kaynaklı örgütleri kullanarak inisiyatifi ele almıştır (Zürcher, 1995: 119). Đlk Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, Yunan ve Ermeni işgali tehlikesi altında olan bölgelerde toplanmış ve toplumsal bilinç ortaya konmaya çalışılmıştır (Zürcher, 2000: 215). Cemiyetler Kuva-yı Millîye’yi meydana getirmiştir. Kutsal bir emel ve amaç ile meydana çıkmış olan Kuva-yı Millîye’cilik, zaman geçtikçe bazı menfaatperest çeteler tarafından kötüye kullanılarak, çapulculuğa dönüştürülmüştür. Bunun üzerine bir an önce düzenli örgütlerin genişletilmesi ve kanun konusu hükümlerin tam olarak uygulanmasını gerekli kılmıştır. Kayıt ve şarta bağlı olmak istemeyen Kuva-yı Millîye taraftarları, bu karar ve girişimlerden doğal olarak memnun gözükmemişledir (Arif, 1992: 34; BACA 3018/ 010324 ).

Kuva-yı Millîye, Millî Mücadele döneminin ilk bir buçuk yılını kapsar. Bu dönem halkın sıkıntılarına çözüm bulmak ve ordu-millet gerginliğine, toplum

tarafından çözüm üretilmeye çalışılan bir dönemdir (Aralov, 1967: 69). Kuva-yı Millîye, Millî Mücadele’de toplumun örgütlenmesine ve askerî yapılanmaya hazırlık yapmasını sağlamıştır. Propaganda hareketlerinde ve işgal kuvvetlerini rahatsızedici faaliyetlerde bulunan Kuva-yı Millîye, Millî Mücadele’de önemli görevler üstlenmiştir. Bu önemli görevleri üstlenen Kuva-yı Millîye’nin askerî bünyesini oluşturan kişileri gruplândırdığımız zaman karşımıza değişik gruplar çıkar. Bunların başında dağda gezen eşkıya ve zeybekler gelir. Asker kaçakları ve adaletten kaçan suçlular ise bir diğer insan kaynağıdır. Macera peşinde koşan insanlar ve mükellef olarak cemiyetler tarafından askere alınanlar bir diğer kaynağı oluşturan insanlardır. Bunlarla birlikte asıl kaynak, vatan millet sevdalı kişilerin katılımıdır. Bu kişiler değişik sayılarda karışık bir biçimde Kuva-yı Millîye’yi oluşturmuşlardır (Selek, 2000: 120-125). Müderrisoğlu, (1990: 178-179) bunlara ilâve olarak şu grupları ekler; herhangi bir suç işleyerek adaletten kaçanlar, soyguna, vurguna hevesli maceracılar, Đç isyan olaylarına katılıp, bağışlanmak için Kuva-yı Millîye’ye sığınanlar, yakınlarının düşman zulmünden zarar görmesi üzerine intikam almak amacıyla silâha sarılanlar ve düşman işgalinden kaçarak Kuva-yı Millîye’ye katılan yersiz yurtsuzlardır. Kuva-yı Millîye birliklerinin komutanları da bir ayrıma tabi tutulursa şunlar görülecektir. Efeler, eşkıya reisleri, komiteciler, sivil komutanlar ve subaylardır (Müderrisoğlu, 1990: 180-181). Örgütlenmenin tam olarak sağlanamadığı bölgelerde millet içinde güvenilir kişilere kendini ve halkı korumak için silâh dağıtımı yapılmıştır (Selek, 2000: 76) bazen bu silâhlar görülen lüzum üzerine toplanmış veya olduğu gibi bırakılmıştır.

Kuva-yı Milliye’ciler zaman zaman halka zulüm ve baskı yapmış, halkın nefretini toplamıştır. Halkı soymuş, korkutmuş, sorgusuz sualsiz idam etmiş ve terör estirmişlerdir (Selek, 2000: 129). Đç isyanların çıkması ve halkı isyan teşvik eden şartlardan biri de Kuvayı Millîye dönemi bazı komutan ve idarecilerin halka işkence yapması ve sorgusuz sualsiz adam asmalarıdır. Örneğin Bolu Komutanı Arif Bey, atımı yaralattı diye makineli tüfek erlerinden birini öldürmüş, kardeşi de komutanı öldürmüştür. Diğer taraftan Kasap Osman, Koya-Ilgın Đsyanı’nda (komutan olup daha sonra Bolu Kalem Reisi Osman Bey) 39. ve 40. idam sehpalarında adam olmadığını görünce oradan odun taşıyan eşeğiyle geçmekte olan yaşlı adam ve

oğlunu emredip astırmıştır (Özkök,1971: 289-297). Çerkes Ethem’in adamları daha da ileri gidip, devlet erkanını asmakla tehdit etmiş, Demirci Mehmet Efe, Denizli’de yüzlerce masumu katlettirmiştir. Bunların içinde bölge komutanları ve şehrin ileri gelen hoca ve temsilcileri de bulunmaktadır (Apak, 1990: 202-210). Mestan Efe daha da ileri giderek aleyhte faaliyette bulunmuş, Yunanlılarla da iş birliği yapmış, Parti Pehlivan ise halka kan kusturmuştur (Selçuk, 2002: 63-65-83-84).

Millî Mücadele döneminde en çok eleştiriye tabi tutulan kesim Kuva-yı Millîye, bu kesimde de Ethem’in (Ethem, 1993: 24) kuvvetlerini oluşturan Kuvva-i Seyyare Birlikleri’dir. Ancak Ethem’in bu birlikleri kendine ait bir birlik değildir. Bu birlikler daha önce yetiştirilmiş ve olağanüstü durumlarda kullanılmak üzere bir taraflara gönderilmiş olan kişiler ve onlara ait silâhların kullanılmasından oluşmuştur. Genç bir Çerkes’in kendi insiyatifiyle bu güçü kullanması ve yönlendirmesi imkânsızdır. Olayın işinde Teşkilât-ı Mahsusa vardır. Burada Kuşçubaşı Eşref ve ekibinin izleri açıkça görülmektedir. Birde bunlara Enver Paşa’nın askerleri katılmıştır. Demirci Kaymakamı Đbrahim’in hatıratında belirttiği gibi, Ethem’in yanında Enver Paşa’nın adamları vardır. Bu adamlar Ethem bazı adamlarıyla Yunanlılara sığınırken, millî harekete katılmışlardır (Akıncı, 1978: 28). Bir diğer eleştiri tarafı ise Kuva-yı Millî’ye’nin Đttihatçı yanının ağır basması nedeniyle (Tahir, 1999: 19) bazı bölgeler ittihatçı karşıtı davranışından dolayı Millî Mücadeleye karşı tavır almışlardır. Diğer taraftan dış basında da Kuva-yı Millîye hareketi, Đttihatçı bir örgütlenme olarak görülmüştür (Zürcher, 1995: 130-134).

Kuva-yı Millîye’nin mevcudu hakkında sosyal hareketlilik nedeniyle değişik rakamlar verilmektedir. Bunun nedeni, Kuva-yı Millîye’ye katılanların istediklerinde bu kuvvetlerden ayrılmalarıdır. Sorgusuz sualsiz istedikleri zaman oluşturulan birliklerden ayrılanlar olduğu gibi, bir başarı kazanınca artık iş bitti diyerek köylerine dönenler de olmuştur. Başlangıçta Kuva-yı Millîye birlikleri, Batı Anadolu’da yaklaşık 15.000 kişilik kuvvetiyle askerlerden fazla bir kuvvete sahiptirler (Selek, 2000: 129).

Kuva-yı Millî’ye hareketini askerî kanadı Çerkes Ethem’le birlikte ortadan kalkmış, bunların yerine düzenli birlikler tesis edilmesi gerekmiştir. Fakat eldeki

birliklerden yeni bir ordu kurulması oldukça zordur. Orduyu istenilen şekle sokmak için iki şey lâzımdır. Birincisi ordunun idari mekanizmasının subayların ve eratın tamamlanması, ikincisi ise gerekli silâh ve mühimmatın bulunmasıdır.

Subay kadrosu, Đstanbul’dan kaçanlar, Anadolu’da terhis olup, tekrar silâh altına alınanlar ve Ankara’da açılan talimgahta yetiştirilenlerle mümkün mertebe tamamlanmıştır. Đhanet, ilgisizlik, şerefsizlik, ahlâksızlık, dönemin belirgin vasıfları olmasına rağmen her gün çok sayıda subay, asker ve üniversite öğrencisi başkentten Ankara’ya geçmektedir. Tüm hizmetlerde karmaşa, müttefiklerarası husumet, polislerin emirlerine ve her türlü yola rağmen Anadolu’ya insan akışı durmamıştır. Anadolu’nun silâh ihtiyacı Đstanbul ve Anadolu’daki silâh depolarının boşaltılması ile gerçekleşmiştir. Ancak bu silâhlar yeterli değildir. Diğer silâh ihtiyacı Kâzım Karabekir Paşa’nın Ermenileri yenmesi üzerine buradan toplanan silâhlarla tamamlamıştır. Bir diğer silâh temini ise, eldeki kıt imkânlarla oluşturulan imalâthanelerde üretilen silâhlardır (Selek, 2000: 114-115). Rusya’dan da değişik zamanlarda silâh yardımı alınmıştır.

Kurulan düzenli ordunun silâh ve diğer masraflarının karşılanması için bütün millet elinden geleni yapmıştır. O zaman’a kadar tek merkez Đstanbul’dur. Silâh depoları da oradadır. Bu silâhların Anadolu’ya taşınması gerekmektedir. Bu sebeple Đstanbul’dan çeşitli zamanlarda askerî malzeme depoları boşaltılarak Anadolu’ya taşınmıştır. Đstanbul’dan muhtelif tarihlerde kaçırılan silâhlar; 560000 mekanizma; 2000 sandık cephane; 320 makineli tüfek; 1500 tüfek; 1 batarya top; 10000 takım elbise; 100000 nal ve mıh; 15000 matara; 1000 muhtelif malzemedir (Arif, 1992: 71).

Bunlarla birlikte Millî Mücadele’de ana unsur olan ordunun iaşesi ciddi bir sorun teşkil etmektedir. Ordunun temel gereksinimleri olan kılık kıyafeti Anadolu’da üretecek müesseseler yoktur. Bunların temini için Đtalya’ya askerî heyetler gönderilmiş, oradan istenilen sonuç alınamayınca Almanya’dan gerekli tedarikler karşılanmaya çalışılmıştır.

verilmiştir. Düzenli ve eğitimli birliklerle çarpıştıklarını anlayan Yunan birlikleri geri çekilmişlerdir. Diğer taraftan kömürsüz ve odunsuz tek hatlı bir tren ile 100.000 kişilik bir ordunun cephane ve gıda maddelerinin düzenli olarak gönderilmesini sağlanmaya çalışılmıştır. Rum istasyon memurlarının olumsuz davranışlarına rağmen demiryolları çalışanları, ellerinden geleni yapmışlardır. Erzak nakliyatı tren hattı olan yerlerde, trenle temin edilmektedir. Et ihtiyacı canlı hayvan olarak gönderilmekte ve mahallinde günlük olarak kesilerek ihtiyaç karşılanmaktadır. Soğutma sistemleri olmadığından tuzlama ve kavurma olarak depolama işleri yapılmaktadır. Birlikler iaşe için odun arpa ve saman depo ederek ayrıca geçici olarak köy fırınlarından istifade ile ekmek yapılmaktadır (Türkman, 1998: 206).

Đstiklâl Harbi cephe ve cephe gerisiyle birlikte tam bir topyekün savaş mahiyetindedir. Savaşı asker ile komutanlar, yediden yetmişe cephe gerisindeki kadın-erkek, çocuk-ihtiyar bir yumruk, âdeta bir ordu olarak vermişlerdir. Halkın cepheye katkısı, sadece asker vermekle bitmemiş, vatan müdafaasına can bağışına ek olarak, mal ve emek bağışı da vermiştir (Arabacı, 1991: 13). Özellikle Tekalif-i Millîye Kanunları bunun en önemli kanıtıdır.

Millî Mücadele dönemi Türk ordusunun savaştığı ordu Yunan ordusudur. Diğer Đtilâf Devletleriyle (ufak tefek çatışmalar hariç) bizzat savaşılmamıştır. Fakat Đtilâf Devletleri ellerinden gelen yardımı Yunanlılardan esirgememişlerdir. Yunanlılara toplumsal destek ve dış dünyadan yardım ve bilgi toplama dahil her türlü kolaylığı göstermişlerdir.

Yunanistan’ın 1922’nin Ağustos ayında kötü bir sonuçla biten Anadolu macerasının başlangıcını 24 Ocak 1915 yılında Sir Edward Grey’in Đngiliz Hükümeti adına, Yunanistan’ın Đtilâf Devletlerinin yanında savaşa katılması durumunda, Yunanistan’a Batı Anadolu kıyıları verileceğini teklif etmesiyle başlar (Pallis, 1997: 24) . Vaat edilen topraklar Yunanlılar için eski Bizans Đmparatorluğu’nun yeniden ihyası anlamına gelmektedir. Kökenlerini Helen ve Bizans’a gönderme yapan Yunanlılar, aynı zamanda Đstanbul’u içine alan büyük bir hayalin peşindedirler. Ancak bu heves diğer büyük devletlerin çıkarlarıyla çarpışmaktadır. Rusların Boğazlar meselesi, Đtalyanların nüfus fazlasını yerleştirecek yer problemi,

Fransızların Venizelos ve Đngilizlere olan kızgınlığı ve kamuoyundan gelen baskılar Yunanlıların Anadolu’da bir çıkmaza sürüklenmelerine neden olmuştur. Türkler karşısında parçalı bir durum sergileyen batı dünyası, kendi çıkarlarına göre Millî Mücadele’ye destek olmuş veya baskı yapmıştır (Pallis, 1997: 69-80).

Müttefiklerce desteklenen Yunan ordusunun maddî ve manevî vaziyeti mükemmeldir. Đtilaf orduları Büyük Harpte fazla yoruldukları halde Yunan Ordusu harp yapmamış ve yorulmamıştır. Üstelik, büyük devletlere karşı üstlendiği vazifeyi istenilen neticeye erdirecek kuvvete sahiptir (Yazman, 2001: 100). Buna karşılık Türk Ordusu çok yıpranmış elinde neredeyse hiçbir güç kalmamıştır. Ordunun en iyi nakliye araçlarının büyük kısmını kağnılar teşkil etmektedir. Büyük harpten kalmış kamyonlardan ele geçirilebilenlerin tamiri, yeni motorlu nakil vasıtaları tedariki ve yağ temini başlangıçta zor olmuş ancak bu araçlar Büyük Taarruzu yetiştirilebilmişlerdir (Yazman, 2001: 150).

Kurtuluş Savaşı’nda Yunan ve Türk ordusunu psikolojik olarak karşılaştıran Karaosmanoğlu, (1981: 80) Yunan Ordusu’nun Pire bankacıları veya Kordon Boyu meyhanecilerinden oluştuğunu, bunların şevk ve heyecan taşımadıklarını, ele geçirilen Yunan askerlerinin ceplerinde bulunan bir takım propaganda broşürlerinde Yunan Hükümetinin askerlerine Eskişehir’e girer girmez sulh olacağını bildiren yazılar bulunduğunu ve askerlerin artık yorularak isteksizce hareket ettiklerini gösterdiğini belirtir. Yunan askerinin aksine Türk askerî kendini her vakitten ziyade zinde ve gürbüz hissetmektedir. Yaralılar dahi bir an önce iyileşip cepheye dönmek ihtiyacı içinde kıvranmakta ve şehit olmaya can atmaktadır. Yunan askerleri propaganda sayesinde ayakta durur iken, Türk askerî inancı sayesinde ayakta durmaktadır.

Millî Mücadele döneminde Đnönü Muharebeleri’ne kadar Kuva-yı Millîye, Yunan ilerleyişini durdurmak istemiş, ancak bu konuda ciddi sonuçlar elde edilememiştir. Kuva-yı Millîye’nin dağınık ve düzensiz vur-kaç hareketlerinin düzenli Yunan birliklerini, Anadolu’dan çıkarması oldukça zordur. Düzenli birlikler kurulunca Kuva-yı Millîye’nin askerî kanadı bundan hoşlanmamış ve Ankara ile aralarında oluşan iktidar mücadelesini kaybetmesi kaçınılmaz olarak kendini

göstermiştir. Đnönü Muharebeleri düzenli birliklerin bir anlamda Yunan ileri harekâtı durdurma savaşıdır. Đkisinde de iyi sonuçlar alınmıştır. Türk ordusu Birinci ve Đkinci Đnönü Meydan Muharebeleri’nde gösterdiği kuvvetli savunmayı, seferberlik ilan eden Yunan karşısında Eskişehir ve Kütahya Savaşlarında gösteremeyerek Eskişehir elden çıkmış, top sesleri Polatlı’dan duyulur olmuştur. Eskişehir–Kütahya Savaşları’nda Türk ordusu, I. ve II. Đnönü Muharebeleri’nde verilen kayıplardan daha fazla kayıp vermiştir. Đnönü Savaşlarında 1588 şehit ve 2653 yaralıya karşılık, Eskişehir-Kütahya Savaşları’nda 1522 şehit olarak da 4714 kişi yaralı olmak üzere toplam 6236 kayıp verilmiştir (Müderrisoğlu, 1990: 363).

Ancak asıl savaş karşılıklı seferberliğin yapıldığı Sakarya’dır. 22 gün 22 gece süren savaş, Anadolu’nun kaderini değiştirmiştir. Yunan kuvvetleri, artık savunmaya geçmiştir. Sakarya savaşı Anadolu’nun o zamana kadar gördüğü en dehşetli savaşlardan biri olmuştur.

Millî Mücadele dönemi hava kuvvetlerinin uçak sayısına baktığımız zaman