• Sonuç bulunamadı

2.3. Osmanlı Toplumsal Yapısı

2.3.1. Klasik Yapıya Geçişte Dönüm Noktaları

2.3.1.3. Merkezî Devlet ile Köylü İttifakı

Milliyetçi söylemde kendine sıklıkla yer bulan Osmanlı’nın fethettiği bölgeye barış getirmesi, halkın Osmanlı yönetimini tercih etmesi vb. gibi söylemlerin tarihi ve niceliksel karşılıkları da mevcuttur.

Avrupa’da feodal sistemi yıkıma götüren önemli etmenlerden biri olan merkezî devlet ile burjuvazi ve köylü sınıfının aristokratlara karşı çıkar birliği ittifakının bir benzerini erken dönem Osmanlı’da da görmek mümkündür.

Geç orta çağ dönemi vergilerine ait araştırmalara bakıldığında Osmanlı’nın uyguladığı vergi oranlarının, feodal düzende toplanan vergilerden hayli düşük olduğu görülmektedir. Bu konuda yapılan bir araştırmaya göre aynı dönemde feodal Batı Avrupa’da köylü, ürettiği ürünün yaklaşık yarısını vergi olarak vermekteyken Osmanlı’da ise “tımar sistemine tabi olan” reaya, ürettiği toplam ürünün ¼’ünü vergi olarak vermektedir.17 Bu durumun köylü sınıfının Osmanlı idaresinden memnuniyet duymasına, feodal isyanlara destek vermemesine sebep olduğu düşünülebilir. Feodal isyanlara destek vermemenin yanında toprağın statüsünün tımara geçmesinin reaya için daha kârlı olması aktif olarak bu yönde mücadele etmesini de sağlamıştır. Bu duruma dair çarpıcı örneklerden birisi Kıbrıs’ın fethinin ardından ada topraklarının nasıl kayıtlanacağı

17 Bu bulgunun mutlak doğru olduğu kabul edilemez. Ancak büyük bir hata payı dahi bırakılsa Osmanlı’da

hususundaki tartışmadır. Osmanlı yönetimi, ada halkını Osmanlı düzeni yani tımar ile fetih öncesi düzen yani serflik arasında muhayyer bırakmıştır. Bu iki şık arasında Kıbrıs’ın gayrimüslim halkı serflikten kurtulmak ümidiyle Osmanlı düzenini istemiştir. Kıbrıs muhasarası esnasında Kıbrıs’ın gayrimüslim halkından Osmanlı idaresini arzulayan ve onlarla işbirliği yapmaya hazır pek çok köylünün var olduğu da kaynaklarda ifade edilmektedir (İnalcık, 2000: 177).

Tımar, Osmanlı’nın tek toprak kayıt sistemi değildir. Kuruluştan klasik döneme giden yolda baskın toprak kayıt sistemi haline gelse de Osmanlı devletinde daimi olarak farklı toprak kayıt sistemleri cari olmuştur. Özellikle Anadolu’da malikâne/divani sistemi de yaygın olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha önce de belirtildiği gibi Anadolu Beyliklerinin toprakları Osmanlı’ya dahil olurken Beyliğin yönetici sınıfına özel haklar içeren toprak kayıtlamaları yapılmıştır. Bu türden topraklar malikâne/divani sistemi olarak geçmektedir. Balkanlardaki aristokratik unsurlar kadar Anadolu’daki bu seçkin sınıfın da devleti feodalizme götürme potansiyeli taşıdığını söylemek hata olmaz. Beylik, Osmanlı Devletine katılırken malikâne/divani sistemi şeklinde kayıtlanan toprak daha sonra merkez tarafından tımara çevrilmeye çalışılmaktadır. Bu nedenle 14.yy ila 16. yüzyıllar arası Anadolu’da toprağın hukuki statüsü üzerinden bir mücadelenin olduğu görülmektedir. Bu mücadelenin tarafları malikâne/divani topraklardaki ayrıcalıklarını terk etmek istemeyen bir seçkin sınıf –ki bunlar Osmanlı’yı feodal olarak niteleyen araştırmacılar için aristokrat sınıf niteliğindedir- ile bu toprakları tımara çevirmek isteyen merkezî devlet oluşturmaktadır. Bu noktada köylü sınıfının tımardan yana cephe alması Osmanlı’nın toplumsal formasyonundaki ön feodal öğelerin feodalizme doğru uzanmasını engelleyen unsurlardan biri olarak görülebilir. Zira malikâne/divani sisteminde köylüden alınan vergi, tımar sistemine göre bir hayli artmaktadır. Hem toprağı tasarruf hakkına sahip seçkinler üründen vergi almaktadır hem de merkezî devlet için vergi alınmaktadır (Öz, 1997: 65-69). Bu dönemde yaşanan tımar – malikâne/divani sistemi çatışmasından genel itibariyle tımar sistemi yani merkezî devlet galip olarak çıkmıştır. Ve bu kazanımda köylü sınıfının tımar sistemini tercihi de önemli bir rol oynamış gibi gözükmektedir.

Osmanlı Devleti, kuruluş tarihi üzerinde ihtilaf olsa da meşhur olan görüşe göre 1299 yılında Osman Bey’in önderliğinde kurulmuştur. Osman Bey, diğer Osmanlı padişahları ile kıyaslanırsa etrafındaki savaşçı Türkmen Beyleri ile daha eşit bir konumda durmaktadır. 1320’li yıllardan itibaren Osman Bey halen daha hayatta olsa da

yaşlılığından ötürü devletin yönetimi Orhan Bey’e geçmiş görünmektedir. 1326 yılında ilk başkent Bursa şehri ele geçirilir. Orhan, devleti daha kurumsal; devletin başı olan sultanı da daha güçlü hale getirme niyetindedir. Yukarıda da bahsedildiği gibi işlevsel olarak hassa ordusu niteliğinde olan yaya ve müsellem teşkilatının kuruluşu padişahın diğer Türkmen beylerinden kuvvet olarak ayrılması açısından oldukça önemli bir gelişmedir. Vezirlik teşkilatı, divan müessesi, ilk gümüş akçenin basılması ve de ilk medresenin açılması gibi teşkilatlanma açısından mühim olaylar Orhan Bey zamanında gerçekleşmiştir. Bunun yanında ülke sınırlarının genişleme ivmesi artmıştır. Bursa’nın ardından başkentin güvenliğini tahkim etmek için İzmit ve İznik fethedilmiş ve ardından 1341 – 1345 yılları arasında yaşanan taht kavgalarından faydalanılarak Karesi Beyliğinin toprakları ele geçirilmiştir. Bu genişleme ile beraber Marmara Denizi’nin güneyi tamamen Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Bundan da önemli olarak güçlü bir donanma ile çok tecrübeli denizciler Osmanlı ordusuna dahil olmuştur. Deniz kuvvetlerindeki gelişmelere paralel olarak Osmanlı Devleti’nin, Süleyman Paşa’nın komutasında ilk defa Rumeli’ye geçmesi de Orhan Bey’in zamanında gerçekleşmiştir.

1361 yılında Edirne’nin fethi ve I. Murat’ın saltanatının ilk yıllarında Edirne’nin başkent olarak tayin edilmesi devletin yüzünü Rumeli’ye döndüğünün önemli göstergelerinden biri olarak algılanmaktadır. Bu yıllarda I. Murat kendisine vezir olarak Çandarlı Hayrettin Paşa’yı seçmiştir ve Hayrettin Paşa, Osmanlı klasik döneminin en önemli unsurlarından birisi olan kapıkulu ocağının temellerini bu yıllarda atmıştır. Esir alınan Hıristiyan çocukları devşirme sistemini kullanarak devlete sadık, ailevi ve aşiret bağları olmayan askerlere dönüştüren kurum olan Yeniçeri Ocağının kurucusu Vezir Hayrettin Paşa sayılmaktadır.

I. Kosova zaferinin ardından I. Murat’ın öldürülmesiyle tahta şehzadelerden Yıldırım Bayezid çıkar. Anadolu’nun siyasi birliğinin sağlanması adına çok önemli kazanımlarla saltanatını sürdüren Yıldırım Bayezid aynı zamanda Niğbolu zaferi gibi Osmanlı’nın Balkanlardaki varlığını muhkem hale getiren büyük bir başarının da kumandanıdır. Bilindiği üzere 1402 yılında Timur’un karşısında Ankara savaşında yenilgiye uğraması ile esir düşer ve Osmanlı Devleti fetret dönemine girer. Fetret devrinde Anadolu’da beylikler dönemi tekrar canlanma yaşarken Balkanlardaki toprakların görece daha sakin kalması da Osmanlı’nın bu bölgede eski seçkinler ve reaya tarafından tasvip edilmesinin bir nişanesi olarak anlaşılmaktadır.

11 yıllık (1402-1413) fetret devrinin ardından sekiz yıllık I. Mehmet saltanatı fetret döneminde kaybedilen toprakların geri alınmaya çalışılmasıyla geçmiştir. Ardından II. Murat iki yıllık bir kesinti olmak kaydıyla 1421-1451 yılları arasında hüküm sürmüştür. II. Murat’ın saltanatı esnasında Osmanlı sınırları Belgrad kapılarına dayanmış, Anadolu’daki pek çok beylik de tekrar Osmanlı hâkimiyetine sokularak siyasi birlik mümkün mertebe ikmal edilmiştir. Bunun haricinde tımar sisteminin bilinen en eski defterleri de II. Murat zamanına aittir. İnalcık (2008: 109), bir bölgede Osmanlı fethinin kurumsallaştığının en önemli göstergesinin o bölgeye dair bir tahrir yapılması olduğunu ifade etmektedir. Bu açıdan bakıldığında kuruluştan tahrir defterlerinin oturduğu süreye kadar kişilerin tasarrufuna verilen topraklardaki mülkiyet biçimleri çok net değildir. Tımarın ortaya çıkıp kurumsallaşmasının ardından Osmanlı’da hâkim toprak kayıtlama biçimi haline gelmesi devletin kuruluşundan yaklaşık bir buçuk asır sonrasına tekabül etmektedir. Bu noktada daha önce de belirtildiği gibi var olan veyahut ortaya çıkan ön feodal ilişkiler inkâr edilebilir değildir. Ancak bu ön feodal ilişkilerin feodal bir yapıya evrilmediği de ortadadır.

Bilindiği üzere II. Mehmet dönemi Osmanlı’nın klasik döneminin başlangıcı olarak addedilmektedir. Muhakkak bir başlama noktası tayin etmek gerekiyorsa klasik dönemi İstanbul’un fethi ile başlatmak en makul seçenek olarak görülebilir. Kuruluş döneminin önemli çatışma unsurlarından birisi olan Türkmen Beyleri ile devşirmelerin güç mücadelesinde ibre, II. Mehmet’in İstanbul’un fethinin ardından veziri Çandarlı Halil Paşa’yı önce hapsettirip ardından idam etmesi ve vezir olarak bir Rum devşirmesi olan Zağanos Paşa’yı tayin etmesiyle devşirmeler lehine dönmüş gibi gözükmektedir. Bunun yanında II. Mehmet tımar sistemini teferruatlandıran, Anadolu’da tımar haricinde kalan toprakları da tımar sistemine sokan kanunnameler irad etmiştir. Bu yönüyle de klasik dönemin kurumları Fatih zamanında etki ve hâkimiyet alanını arttırmıştır.