• Sonuç bulunamadı

2.3. Osmanlı Toplumsal Yapısı

3.1.2. İslamcılık – İdeolojik Söylem

İdeoloji kavramının tanımı üzerinde bir uzlaşı olmadığı gibi bir ideoloji olarak addedilen İslamcılık da aynı muğlaklık ile maluldur. Günümüzde temel olarak laiklik ile problemli olduğu kabul edilen ve bir şekilde yürürlükteki hukuki normların, İslam hukukuna benzemesi yönünde tercihte bulunan insanları niteleyen İslamcılık sıfatı; Osmanlı’nın son dönemi incelenirken ise belli kavramlara oldukça heteredoks mânâlar yükleyerek seküler hukuki normları, yürürlükte olan İslam hukuku aleyhine genişletmek isteyen insanlar için de kullanılabilmektedir. Literatürde İslamcılık tanımı verilirken İsmail Kara’nın tanımının halen daha efradını camii ağyarını mâni olmak noktasında en geçerli tanım olduğu görülebilir. Kara (2011: 17) ilgili eserinde İslamcılığı, “XIX-XX.

yüzyılda, İslâm'ı bir bütün olarak (inanç, ibadet, ahlâk, felsefe, siyaset, eğitim) yeniden hayata hâkim kılmak ve akılcı bir metodla Müslümanları, İslâm dünyasını batı sömürüsünden, zâlim ve müstebit yöneticilerden, esaretten, taklitten, hurafelerden

kurtarmak, medenîleştirmek, birleştirmek ve kalkındırmak uğruna yapılan aktivist ve eklektik yönleri baskın siyasî, fikrî ve ilmî çalışmaların, arayışların, teklif ve çözümlerin bütününü ihtiva eden bir hareket” şeklinde tanımlamaktadır. Bu ifade henüz başlangçta

19. yüzyıl kısıtı koyarak bu tarihten önce siyasette, ahlak yahut inanç alanında İslam’ı hayata hâkim kılmak adına ortaya koyulan eylem ve söylemleri tanımın dışında bırakarak ideoloji kavramının mevcut dahi olmadığı dönemlerdeki hareketlere ideolojik vasfı verilmesinin önüne geçmektedir. Batı sömürüsüne yaptığı vurgu ile fikriyatın tepkisel mahiyetine değinildiği gibi “hurafelerden kurtarmak”, “eklektik” ve “medenileştirmek” ifadeleri ile İslamcılığın içinde olduğu kabul edilen ancak İslam’ın ortodoks (Sünni) yorumlarının dışında kalan eylem ve söylemleri de bünyesine almaktadır. Bir ideolojinin tanımı, hangi insanların o ideolojinin mensubu kabul edilebileceği sorusu cevaplanırken pusula işlevi göreceği için önemlidir. Bu çalışmada da mezkûr tanım ile iktifa edilecek olup İslamcıların çok geniş bir yelpazede serdettiği düşüncelerinin çeşitliliğinden neşet eden ideolojiyi tanımlama çabasının kifayetsizliği hususundaki tartışmalar es geçilecektir.

Çalışmanın gayesinin anlaşılması açısından İslamcılığın tanımının yanında bir o kadar hatta ihtimal ki tanımlamadan daha fazla önem arz eden bir diğer husus ise ideolojik söylem ile ideolojik eylem arasındaki ayrımdır. Hangi söylemin ideolojik anlamlar içerdiği zor bir meseledir. Bir ifadenin ideolojik olup olmadığı kelimelerin ve cümlelerin tikel olarak mânâlarından ziyade bağlamla ilgili bir meseledir (Eagleton, 1996: 28). Gündelik hayatta “ideolojik konuşmak” ithamı daha çok meselelerin çarpıtılması mânâsını içeriyor olsa da tamamen nesnel ifadeler de ideolojik söylem içinde yer alabilir. “Diyanet İşleri Başkanlığı’na 2019 bütçesinden 10,5 milyar TL pay ayrıldı.” cümlesi nesnel bir ifadedir. Bu cümle, bağlamından koparılarak alındığında ideolojik bir söyleme dahil olup olmadığı asla anlaşılamaz. Bir üniversitesinin maliye bölümünde devlet bütçesinin işlendiği bir derste hoca tarafından sadece çıplak gerçeği ifade etmek maksadıyla söylenmiş olabilir. Bu bağlam içinde söylemin ideolojik olduğu iddia edilemez. Bunun yanında DİB’na bütçeden bu kadar pay ayrılmasını doğru bulmayan bir insan tarafından dile getirildiğinde ise ideolojik bir söylem olduğu inkâr edilemez. Bir örnek daha vermek gerekirse Kuzey Avrupa ülkelerinin gelişmiş sosyal güvenlik sistemleri, devletin ekonomiye müdahalesini yanlış bulan bir liberal tarafndan olumsuz; sosyal refah devletini savunan bir insan tarafından ise olumlu mânâda ideolojik söyleme

konu edilebilir. Yahut tamamen sigorta sistemlerinin incelendiği bir konuşmada nesnel gerçekliğin ifadesi amacıyla ideolojik bir mânâ yüklenmeden de dile getirilmiş olabilir.

İdeolojik söylem konusunda örnekler çoğaltılabilir. Aynı cümlelere farklı bağlamlarda değişik ideolojik mânâlar yüklenebilir yahut cümle, ideolojik olmayan bir mânâya da büründürülebilir. Şu halde ideolojik söylem tamamen bağlamla ilgili bir meseledir. Bu nedenle zaman içinde ideolojik olmayan tartışma meseleleri ideolojik alanın içine sürüklenebilir. İslamcılık mevzu bahis edildiğinde bunun örneğine sık rastlanmaktadır. Örneğin 1917 yılında çıkarılan Aile Hukuku Kararnamesi kapsamında kadının ve erkeğin evlenme yaşı büyük tartışmalara konu olmuştur. Daha evvel tamamen fıkhî bir tartışmanın konusu olan bu mesele, bu tarihten itibaren ideolojik alanın içine çekilmiştir (Durmuş ve Yargı, 2019). Bu çalışma okunurken akılda tutulması gereken önemli hususlardan birisi ise söylemler incelenirken teolojik açıdan doğruluk-yanlışlık gibi bir sonuca varma çabasının çalışma alanına dahil olmadığıdır. Aynı örnekten devam edilecek olursa, evlenme yaşı tartışması ideolojik alana çekildiğinde serdedilen söylemler aynı zamanda bir iktidar mücadelesine de tarafgirliğini beyan etmektedir. Belli bir kişinin yahut tarafın argümanlarını İslam fıkhına dayandırması mümkün ve sıklıkla vakidir. Bu çalışmada elbette argümana ulaşma süreçleri değerlidir. Ancak bu süreçler belli iktidar ilişkilerini etkilemesi ve belli söylemlerin egemen hale gelmesi açısından önemlidir. Yoksa İslamcıların fikirlerini oluştururken kamuoyuna arz ettiği, fıkıh usûlüne taalluk eden düşünme süreçlerinin İslam hukuku açısından incelenmesi bu çalışma açısından söz konusu değildir. Bir İslamcının ortaya koyduğu herhangi bir görüş, bugün yahut ortaya konduğu zaman diliminde İslam âlimleri tarafından doğru bulunmuş olabilir veya olmayabilir. Bu, teolojik alanda bir tartışmadır ve çalışmanın kesinlikle üzerinde durmayacağı bir alandır. Esas olarak oluşan söylemin iktidar ilişkilerine ve İslamcıların eylemliliğine olan etkileri incelenecektir.

Türk akademisinde İslamcı düşünürlerin ideolojik söylemleri, münferiden yahut bazen karşılaştırmalı olarak oldukça geniş çaplı incelemelere tabi tutulmuştur. Düşünürün kamuoyundaki popülerliği ile de doğru orantılı olarak inceleme makaleleri, tezler ve kitaplar çeşitlilik arz etmektedir. Ancak bir bütün olarak İslamcı söylemi doğuran şartlar, iktidar ilişkileri yahut egemen hale gelen söylemin egemen olma süreçleri, alternatiflerin yok edilme mekanizmaları üzerine fazlaca çalışılmamıştır. Tüm bu ilişkiler neticesinde ortaya çıkan söylemin İslamcıları mahkûm ettiği eylemlilik düzeyi ve bu vaziyete götüren

ekonomi-politik konjonktür ile toplumsal yapıya dair hususiyetlerin diyalektiği ise tamamen göz ardı edilmiştir.