• Sonuç bulunamadı

Diriyye Emirliği (I Suud Devleti): Karanlık Bölgede Gelişen

3.2. Dünya-Ekonomiye Entegrasyon ve Tipoloji Problemi

3.2.1 Karanlık Bölgeler

3.2.1.1. Diriyye Emirliği (I Suud Devleti): Karanlık Bölgede Gelişen

Suudi Arabistan, karanlık bölge olarak adlandırılan örneğe harfiyen uymaktadır. Suudi Arabistan’ın dünya-ekonomi ile olan/olmayan ilişkisi ve bu ilişkinin bölgede gelişen İslamcı akımlar üzerindeki etkisi bu başlıkta incelenecektir.

Öncelikle coğrafi şartlardan başlamak gerekirse Arabistan bölgesinin, kuzey ve güneyindeki çöller doğal sınır vazifesi görmektedir. Bölgenin batısında Mekke, Medine ve Cidde gibi kentlerden oluşan Hicaz bölgesi, doğusunda ise bugün Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar Emirliği gibi ülkelerin de bulunduğu Basra Körfezi bölgesi yer almaktadır. Bölge, Osmanlı zamanında kuzeyden Şam ve Bağdat valiliklerinin toprakları ile güneyden ise Umman ve Yemen ile komşudur. Arabistan bölgesinin batıdan Hicaz, doğudan Basra, kuzeyden Şam ve Bağdat güneyden ise Umman ve Yemen hudutları arasında kalan orta bölgesine Necid ismi verilmektedir. Aşağıda Arabistan’ın Osmanlı zamanındaki bölgesel ayrımı ile Suudi Arabistan devletinin günümüzdeki yönetimsel haritaları verilmektedir.

Harita: Suudi Arabistan Devleti İdari Taksimatı

Necid bölgesinin ekonomik ve beşeri yapısı incelenecek olursa oldukça durağan bir tablo ile karşılaşılmaktadır. Bölgede kent sayısı son derece azdır. Hatta literatürde vaha-kent ismi verilen yerleşim yerlerinden ibarettir. Vaha-kentler, çöllerde son derece seyrek bulunan vahaların etrafına kurulmuş yerleşim yerleridir. Bir vaha-kent ile bir diğer vaha-kent arasında yüzlerce kilometre çöllük alanlar bulunmaktadır. İklim itibariyle insan eliyle sulama olmadan tarım mümkün değildir ve mevcut tarımsal faaliyetin çok büyük kısmı da hurma ve tahıl üretimine hasredilmiştir. Ancak yine de yeterli olmayan üretim düzeyi, Suriye-Mısır-Yemen-Hindistan bölgelerinden yapılan ticaret ile dengelenmektedir. Safkan Arap atları, deve ve hurma haricinde bu bölgeden dışarıya satılan fazlaca bir üründen söz edilememektedir (Vassiliev, 2000: 29-64).

Toplumsal yapı incelendiğinde ise kabilelere ayrılmış ve sert biçimde hiyerarşik bir toplumla karşılaşılmaktadır. Deve çobanlığı yapan, çöllerde yaşayan ve göçer olan bedevi kabileler bu hiyerarşik piramidin en üstünde yer almaktadır. Koyun ve keçi yetiştiriciliği yapıp yarı göçer olan kabileler ise ikinci sıradadır. Yerleşik halk ve köylüler ise hiyerarşinin en alt düzeyinde yer almaktadır. Farklı hiyerarşik gruplar arasında fazlaca ilişki görülmemekte, hatta aynı düzeydeki farklı kabileler de kendi arasında şeref bakımından hiyerarşik ilişkiler barındırdığından çoğu zaman bir kabile kendisine yeterli biçimde ve dışa kapalı şekilde hayatını idame ettirmektedir. Zorlu hayat şartları neticesinde her bedevinin çöl şartlarında oldukça iyi birer deve sürücüsü ve asker olarak yetiştiği de belirtilmelidir. Bedevi kabileler arasında diğer kabilelere verilen baskınlar ile yağma faaliyetleri çok yaygındır. Hatta herhangi bir yağmaya katılmamış bir bedevi gencin evlenemeyeceği dahi kaynaklarda belirtilmektedir. Tüm zorlu doğa şartları ve düşük nüfus yoğunluğunun üzerine yağma faaliyetleri eklendiğinde zaten son derece durgun ve birikime kapalı olan ekonominin gelişmeye ve sermaye birikimine tamamen kapandığı anlaşılabilir.33

Her ne kadar Yavuz Sultan Selim zamanından beri kutsal toprakların yöneticisi Osmanlı Devleti olsa da Orta ve Doğu Arabistan’da Osmanlı hâkimiyetinin hiçbir zaman tam mânâsıyla yerleşmediği bilinmektedir (Kurşun, 1998: 6). Bölgedeki kontrolünün zayıflığına misal olarak Osmanlı’nın, hacıların güvenliği için her yıl bölgenin kabile liderlerine ücret ödemesi gösterilebilir. Bu ücret aksadığında kabileler, hac kervanlarına saldırmaktan çekinmemektedir (Güner, 2019). Necid bedevileri İstanbul’un tahammülünü zorlayan eylemlere ısrarla devam ettiğinde ise payitaht genelde vassalı mesabesinde bulunan Mekke Şerifi aracılığıyla bölgeye askerî harekâtlar düzenletmektedir. Ancak 18. yüzyıl başlarından itibaren Hicaz, Orta Arabistan üzerindeki askerî üstünlüğünü kaybetmiştir. Bu durumda da bir konfederasyonun dahi bulunmadığı Necid bölgesinde kabileler tamamen bağımsız hareket etme imkânına kavuşmuştur.

Vahhabi akımın kurucu lideri Muhammed bin Abdülvehhab mezkûr coğrafı, siyasi, iktisadi şartlar altında 1703 yılında Necid bölgesindeki küçük bir yerleşim yeri olan Uyeyne’de âlim bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Bu dönemde Arabistan’daki dini hayata bakılacak olursa yine bölgesel ayrımların son derece keskin

33 Suudi Arabistan tarihini en kapsamlı şekilde ele alan ve görece daha güncel bir kaynak Alexei

Vassiliev’in eseridir. Vahhabilik’in çıkışının hemen öncesinden bölgenin sosyal, coğrafi ve ekonomik yapısını ele alarak başlayan eser, anlatıyı 1990’lara kadar getirmektedir. Eser için bkz. Alexei Vassiliev,

olduğu görülecektir. Necid’de son derece püriten bir Hanbelilik hâkimken genel olarak Arabistan’da İbadilikten Şii itikadının çeşitli mezheplerine kadar geniş bir mezhepsel dağılım söz konusudur. Ancak burada belirtilmelidir ki bedevi kabilelerin Müslüman olduklarını beyan etmeleri onları geleneksel yaşamlarından, İslam hukuku ile çatışsa dahi örfi hukuklarından ve diğer müslümanlara karşı yağma akınlarından geri koymamaktadır (Vassiliev, 2000: 46).

Muhammed bin Abdülvehhab; Basra, Bağdat, Kum, Hemedan gibi İslam inancının ilim merkezleri olan kentlere yaptığı ilim yolculuklarının ardından Vahhabi öğretiyi geliştirir.34 Uyeyne ve Hureymila kentlerinde halkın genel itibariyle büyük saygı

gösterdiği türbelere karşı katı tutumu nedeniyle tutunamayan Abdülvehhab, Suud hanesinin hâkim olduğu Diriyye kentine göçer. 1745 yılında Suud kabilesinin lideri Emir Suud ile Abdülvehhab aralarında ahitleşir. Emir Suud, Abdülvehhab’a öğretisini yayma hususunda elinden geldiği yardımı göstereceğine; Abdülvehhab ise Emir Suud’u lider olarak kabul edeceğine yemin eder. Bu tarih, genellikle I. Suud Devleti’nin yahut bir diğer ismiyle Diriyye Emirliğinin kuruluş tarihi olarak verilmektedir (Delon-Bas, 2004: 34).

Daha önce de bahsedildiği gibi tamamen kendi kaderine terk edilmiş Orta Arabistan’da yaşanan gelişmeler ne Osmanlı’nın ne Mısır vilayetinin ne de Arabistan yarım adası etrafında kendisi için mühim limanlar bulunan Britanya’nın ilgisini celbetmiştir. Bu ilgisizlik karşısında Necid çöllerinde yaşayan bedevi kabileler, Vahhabiliğin cihat anlayışını kendi yağma anlayışları için oldukça işlevsel bir dini meşrulaştırma aracı olarak benimsemeye başlar. Yüzyılların ardından bölgede bedevileri nesep asabiyesinden sebep asabiyesine geçirecek bir öğreti ortaya çıkmıştır. Emir Suud’un siyasi, Abdülvehhab’ın dini riyaseti altında Vahhabiler Orta Arabistan’da hızla ilerlemektedir. 1780’lerin sonuna gelindiğinde Necid tamamen Vahhabilerin kontrolü altındadır (Vassiliev, 2000: 89). 1791’de Muhammed bin Abdülvehhab vefat eder. Ancak Diriyye Emirliği ayaktadır. Üstelik Diriyye kenti, Vahhabiliğin yayılması için son derece

34 Vahhabilik öğretisinin/mezhebinin inanç esasları doğrudan bu çalışmanın konusunu teşkil etmemektedir.

Burada dikkate alınacak asıl nokta Vahhabiliğin gelişim evrelerinde ve Suudi Arabistan’ın kurulmasına giden yolda kapitalist dünya-ekonomi ile olan ilişki biçiminin İslamcı hareket üzerindeki etkilerini göz önüne sermektir. Ancak anlatılan tarihi olayların daha iyi anlaşılması için burada Vahhabilikten kısaca bahsedilecektir. Muhammed bin Abdülvehhab’ın temel problemi tanrının birliği/tekliği mânâsına gelen tevhidin terk edilmiş olmasıdır. İslam’ın içine esasında dinin özünde olmayan yeniliklerin(bidatlerin) dolması neticesinde insanlar türbelere, şeyhlere tapar hale gelmiş ve yaratıcıya pek çok sıfatında ortaklar koşar olmuşlardır. Abdülvehhab, tevhid üzere olmayan ve bidatler neticesinde şirke düşmüş kitlelere hakiki İslam’ın anlatılmasını bu yöntem ile doğru yola gelmeyenlerin üzerine de cihat edilmesi gerektiğini savunmaktadır. Tevhid, bidat, tekfir ve cihad kavramlarının Vahhabi öğretinin dört temel sütununu oluşturduğu söylenebilir.

mümbit bir kaynak olarak temayüz etmiştir. Burada eğitilen ulema, göçer ve yarı göçer kabilelere ve ele geçirilen vaha-kentlere gönderilmekte ve Vahhabilik yayılmaktadır. Suud kabilesinin ve müttefik bedevi kabilelerin demir yumruğu, Vahhabiliğe sıcak bakmayan tüm kabile ve kentlerin üzerindedir. Bu şartlar altında Vahhabilik Orta Arabistan’da kök salmıştır.

Diriyye Emirliğinin bölgenin iktisadi yapısına getirdiklerine bakılacak olursa Vahhabi öncesi döneme göre radikal bir farklılıktan söz edilemez. Yapılan “cihatlar” neticesinde elde edilen ganimetin 1/5’i İslam hukuku gereği Diriyye’ye akmaktadır. Bu da bölgenin iktisadi yapısına izafeten önemli bir zenginliğe tekabül etmektedir. Ancak Suud Emiri bu sermayenin çok önemli bir kısmını müttefik kabileleri ittifak dahilinde tutmak ve yeni müttefikler elde edebilmek için dağıtmaktadır (Vassiliev, 2000: 112). Bunun yanında uzun zaman sonra bölgenin siyasi olarak bir liderin hâkimiyetine girmesi neticesinde yağma faaliyetleri azalmış, yolların güvenliği artmıştır. İç ticaret için olumlu bir katkı sağlayan bu vaziyet, dış ticaret ile desteklenemediği için önemli bir ekonomik sıçrama gerçekleşmemiştir. Vahhabi ulema, kâfirler ile olan tek iletişim yolunu savaş olarak görmektedir. Bu nedenle Diriyye Emirliğinde Suriye, Irak, Mısır gibi bölgelerle ticari ilişkiler geliştirmek yasaklanmış ve ağır müeyyidelere bağlanmıştır (Vassiliev, 2000: 137). Bu nedenle bölge, sağlanan görece güvenli ortama mündemiç bulunan ekonomik ilerleme potansiyelinden yararlanamamıştır.

1803 yılında I. Suud Devleti Mekke şehrini ele geçirir. Bu, Vahhabiliğin bir dünya-imparatorluk olan Osmanlı’ya en ciddi meydan okumasıdır. Dünya-ekonomiden oldukça farklı parametrelere sahip dünya-imparatorluklarda teritoryal hâkimiyetler ve egemenliğin meşruiyeti oldukça hassas bir meseledir. Mekke gibi bir merkezin hâkimiyetinin kaybedilmesi halife ünvanı taşıyan Osmanlı Sultanı için kabul edilebilir değildir. İstanbul tarafından Mısır Valisi Kavalalı’ya, Vahhabileri kutsal topraklardan sürmek vazifesi verilir. Verilen görevi oldukça ağırdan alan Kavalalı, kutsal toprakların kurtarıcısı olma sıfatının kendi siyasi kariyeri ve bu görevi başarıyla yerine getirmesi halinde İstanbul ile ilişkileri açısından getirilerini de göz önünde bulundurarak nihayet 1813 yılında bölgeye ordu gönderir. 1813-1818 aralığında Mısır’dan gönderilen modern eğitimli ve teçhizatlı ordu, düzensiz Vahhabi birliklerine karşı askerî olarak büyük üstünlük sağlar.

Diriyye Emirliğinin yahut I. Suud Devleti’nin siyasi varlığına son verilmiştir ancak bir dünya-imparatorluğun sinir uçlarına dokunmadığı yaklaşık 60 yıllık süre içinde Vahhabilik bölgeye kök salmıştır. Karanlık bölgede var olmanın avantajını sonuna kadar kullanmış ve siyasi yapılanmadan çok daha kuvvetli biçimde inançsal olarak bölgeye yayılmıştır. Aşağıda I. Suud Devleti liderlerinin isimleri ve hüküm süreleri verilmiştir.

1. Suud Devleti Liderleri İsim

Hüküm Süresi

Muhammed bin Suud

(Kurucu Lider) 1744-1765 Abdülaziz bin

Muhammed bin Suud 1765-1803 Suud bin Abdülaziz

bin Muhammed 1803-1814 Abdullah bin Suud 1814-1818