• Sonuç bulunamadı

3.2. Dünya-Ekonomiye Entegrasyon ve Tipoloji Problemi

3.2.3. Çevre Bölgeler

3.2.3.2 Mısır Örneği

3.2.3.2.1 Mısır Toplumsal Yapısı

Mısır, Nil deltası boyunca mevcut olan son derece verimli topraklarda üretilen artı değer sayesinde tarih boyunca zengin bir coğrafya olagelmiştir. Bu bölgede ortaya çıkan artı değerin bolluğu, Mısır’ın pek çok medeniyete ev sahipliği yapmasını sağlamıştır. Osmanlı’nın kontrolüne girmeden evvel Mısır, Memlük devletinin egemenliği altındadır. Memlük devletinde iktidarın dağılımına bakılacak olursa son derece adem-i merkeziyetçi bir yapı olduğu görülebilir. Kendi hanelerine sahip Memlük beyleri, ülkede belli bölgeleri kontrol etmektedir. Üstelik devlet yöneticisi de üst düzey Memlükler arasından seçilmektedir (Levanoni, 1994). Bu durum, bir hükümdar öldüğünde taht kavgalarına sebep olduğu gibi aynı zamanda Mısır’da merkezi iktidarın güdük kalmasına da neden olmuştur.

1517 yılında Yavuz Sultan Selim, Hicaz ve Mısır’ı fethettiğinde Halife ünvanının Osmanlı Padişahına geçmesinin yanında Akdeniz bölgesinin en zengin topraklarından olan Mısır da Osmanlı egemenliğine girmiştir. Osmanlı tımar düzenini Mısır’a taşıyarak Mısır tarımındaki hassas dengeyi bozmak istememiştir. Bunun yerine Mısır’a yıllık belli bir vergi miktarı bağlamış ve verginin toplanıp İstanbul’a gönderilmesi vazifesini de atadığı Mısır Valisinin uhdesine vermiştir. Ancak Yavuz, Mısır seferi dönüşünde kritik

bir karara imza atarak Mısır’da mevcut Memlük beylerini affetmiş ve Memlük hanelerinin devamına müsaade etmiştir. Kaynaklarda bu affın temel sebebi olarak İstanbul’dan oldukça uzak olan Mısır’da valinin bağımsızlık hareketlerine girişmemesi için Yavuz’un Memlük beylerini dengeleyici bir unsur olarak görmüş olabileceği ihtimali üzerinde durulmaktadır (Güner, 2013: 158). Sebep her ne olursa olsun Osmanlı, Mısır’ı bulduğu hal üzere yönetmeye devam ettirmiştir. Mısır; taşrasında Arap kabileleri ve bu kabilelerin şeyhleri, kentlerde Memlük beyleri ve merkezde de Osmanlı valisinin bulunduğu ve iktidarın son derece dağınık bir yapıda olduğu vaziyettedir.

Fetihten sonra yaklaşık bir asır Osmanlı valisi Mısır’ın en güçlü kişisi konumundadır. Ancak 17. yüzyıldan itibaren iktidarını yavaş yavaş kaybetmeye başlar. Bu güç kaybının en önemli sebebi ise Mısır’daki Memlük hanelerinin tekrar güç kazanmaya başlamasıdır. Mısır’da dağıtılan iltizamları almak için Memlükler arasında kıyasıya bir rekabet mevcuttur; ancak Memlükler, kendilerinin Mısır’ın yerli eliti, valinin ise İstanbul’dan gelen bir yabancı olduğu gerçeğini hiç unutmamış gibidirler. Memlüklerin kendi aralarındaki iktidar yarışı ne kadar kanlı olursa olsun bir toplumsal sınıf olarak kendi çıkarlarının farkında olduklarına şüphe yoktur. Mısır valisi, Memlük beylerinden birisini 1631 yılında suikast ile öldürdüğünde geriye kalan tüm Memlük beyleri birleşerek valiyi makamından indirebilmiştir (Hathaway, 2008: 41). Tüm bu kanlı mücadelelere rağmen Mısır hem kendini hem Hicaz’ı besleyecek hem de her yıl İstanbul’a oldukça yüksek miktarda altın gönderecek bir zenginliğe sahip olmayı sürdürmektedir. Bu nedenle Mısır’da elitler arasında yaşanan çatışmaların üretime engel olmadığı ve üretim düzeyini aşağı çekmediği anlaşılmaktadır.

18. yüzyıl boyunca artı ürünün yerel güçlere akış hızı artmış ve bunun bir neticesi olarak giderek güç kaybeden Osmanlı valisi nihayetinde, Kahire kalesinin yöneticisi, konumuna düşmüştür (Crecelıus, 2008: 61). Vali, uzun müddet Mısır’da egemenliğini bir şekilde tesis etmek için birbirine rakip Memlük hanelerinden birisine yaslanarak denge politikası izlemiştir.

Mısır’da iktidar çatışmaları sürerken 1730’lardan itibaren bir Memlük hanesinin yükseldiği görülmektedir. Kazdağlı Hanesi, fiili olarak Mısır’ı yöneten ilk Memlük hanesi olmayı başarmıştır. Bu dönemde halen daha İstanbul’dan gönderilen bir vali görev yapmaktadır ancak Mısır eyaletinin yönetimi fiili olarak Kazdağlı hanesinin başı olan

İbrahim Kethüda’dadır.49 Mısır’ın, Osmanlı’nın iktisat anlayışından görece uzaklaşıp

kapitalist ekonomiye yaklaşmasının ilk adımları da Kazdağlı hanesinin yönetimi sırasında görülmektedir. Bu dönemde, Mısır limanlarına gelecek yabancı gemilere yönelik İstanbul tarafından işletilen kota sistemi fiili olarak kaldırılmıştır. İbrahim Kethüda, Mısır’da üretilen tarımsal ürünü İmparatorluk içine değil de Avrupa’daki müşterilere satarsa daha kârlı çıktığını anlamıştır. Yine bu dönemde Suriye’den gelen gayrimüslimler, yerel üreticiler ile Avrupalı burjuvazi arasında aracılık rolünü üstlenmişler ve Mısır’ın dünya- ekonomiye mal arzı sürecini hızlandıran bir katalizör görevi gördükleri gibi İskenderiye gibi liman kentlerini de kozmopolit bir hale getirmişlerdir (Crecelıus, 2008: 68-69).

Napolyon, Mısır’ı ele geçirene kadar Kazdağlı hanesinin fiili yönetimi devam etmiştir. Osmanlı, Fransız işgalini Britanya’nın yardımı ile savuşturduğunda, ilk olarak Mısır’da Memlük hanelerini temizlemeyi hedeflemiştir. Ancak kaynaklardan aktarıldığı kadarıyla Britanya, Osmanlı’nın böyle bir hamle ile Mısır’da egemenliğini pekiştirmesine müsaade etmemiştir (Dykstra, 2008: 133). Bu durumun bir sonucu olarak da Napolyon sonrası Mısır’da uzun ve kanlı bir iktidar mücadelesi yaşanmıştır. Takribi olarak 1810 yılında bu mücadeleden galip çıkan ise Kavalalı Mehmet Ali Paşa olmuştur. Böylece Mısır, dünya-ekonomiye sömürge biçiminde entegre olmaktan kurtulmuş ve Kazdağlı hanesinin yönetiminde yavaş yavaş başlayan çevreleşme süreci Kavalalı ve varislerinin yönetiminde giderek hızlanmıştır.50

Mısır’da yaklaşık 40 yıl süren Kavalalı Mehmet Ali Paşa dönemi tarihçiler tarafından oldukça detaylıca incelenmiştir. Bu 40 yıl hülasa edilecek olursa bu dönem boyunca modern bir ordu, modern bir bürokrasi, modern eğitim ve modern bir devletin teşekkül ettiği rahatlıkla söylenebilir. Mısır’daki egemenliğinin henüz başında 1811 yılında Kavalalı, Kahire’de verdiği bir davette ülkenin önde gelen Memlük beylerini suikast ile öldürme emri vermiştir. Böylece pek çok Memlük hanesi kendi içerisindeki liderlik çatışmalarına yoğunlaşmışken Kavalalı, merkezî iktidarını güçlendirme imkânına kavuşmuştur (Marsot, 2007: 65). Kavalalı döneminde merkezî yönetim iktidarını ulema,

49 Kazdağlı Hanesinin Mısır’da yükselişi hususunda ayrıntılı bilgi için bkz: Jane Hathaway, Osmanlı

Mısır'ında Hane Politikaları Kazdağlıların Yükselişi, çev: Nalan Özsoy, Tarih Vakfı Yurt Yayınları,

İstanbul, 2002.

50 Her ne kadar Mısır daha sonra Britanya sömürgesi haline gelse de diğer sömürgelere göre belli başlı

farklılıklar arz etmektedir. İlk olarak Mısır, sömürge edilmeden evvel zaten dünya-ekonomiye başarılı biçimde bütünleşmiştir. İkincisi ise Britanya’nın Mısır’daki sömürge yönetimi diğer sömürgelere kıyasla daha farklı bir boyutta ele alınmaktadır. Bu alandaki temel kaynaklardan birisi olan Ferro’nun (2011) çalışmasında da Mısır, geri kalan sömürgelerden farklı bir örnek olarak ele alınmaktadır.

kabile şeyhleri ve Memlük haneleri aleyhine genişletmiştir. Bu süreçte ilk olarak modern bir ordu kuran Kavalalı, lazım olan geliri ise iltizam sistemini peyderpey kaldırarak ve Mısır tarımına devlet tekelini getirerek elde etmiştir. O döneme kadar Mısır’daki tarım topraklarının yaklaşık 1/5’i vakıflar aracılığıyla ulemanın kontrolündedir. Kavalalı, ulemanın elindeki toprakların bir kısmını ve daha önce iltizama verilen toprakların önemli bir kısmını belli düzenlemelerle merkezî devletin kontrolüne almıştır. Bunun yanında 1818-1830 aralığında toplam ekili alanı % 18 arttırarak merkezî devletin doğrudan yönettiği toprak miktarını Mısır tarihinde görülmedik bir noktaya çekmiştir (Fahmy, 2008: 148-152). Mısır vilayetinin İstanbul’a gönderdiği yıllık verginin sabit kaldığı yahut çok az artış gösterdiği düşünülürse toprak düzenlemeleri ile aracıları ortadan kaldıran Kavalalı’nın bütçesine oldukça yüksek miktarda nakit akışı olduğu söylenebilir.

Yaptığı düzenlemeler ile ülkenin tarım politikasına doğrudan etki edebilen Kahire, kısa bir süre içinde Mısır tarımını geçimlik üretimden pazar için üretime çevirmiştir. Fellahlar51 ile doğrudan ilişkiye giren merkezî devlet, tarlalara hangi ürünün

ekileceğini mutlak olarak belirlemiş ve kendisini de tek alıcı olarak ilan etmiştir. Ürünün fiyatını da belirleyen Kavalalı, tahmin edileceği üzere fellahlardan doğrudan ve çok ucuza aldığı ürünü yüksek fiyatlara ihraç ederek oldukça önemli bir gelir elde etmiştir. Yine Kavalalı döneminde köylülere yönelik oldukça ağır angaryalar ve zorunlu askerlik uygulamaları başlamıştır. Mısır’da ölü topraklar tarıma açıldıkça daha fazla sulama ihtiyacı hâsıl olmuş ve bu ihtiyacı karşılamak içinse yeni yollar ve barajlar yapmak gerekmiştir. Üstelik üretilen ürünün limanlara ulaştırılması için de ülkedeki demiryolu ağının genişletilmesi gerekmiştir. Tüm bu altyapı çalışmalarının yapılabilmesi için ihtiyaç duyulan muazzam iş gücü ise angarya ile köylülerden sağlanmıştır (Fahmy, 2008: 146- 156). Kavalalı’nın ekonomi politikaları incelendiğinde rahatlıkla söylenebilir ki Mısır adeta bir sömürge zihniyeti ile yönetilmiştir. Baraj ve sulama kanalı inşaatlarında ölen köylüler, devasa bir pamuk plantasyonuna dönüşmüş bir ülke ve her tarımsal üründe uygulanan katı tekel politikaları göz önüne alındığında Kavalalı’nın bir sömürge valisinden pek de farklı olmadığı anlaşılabilir. Ancak tüm ahlaki problemlerin yanında bu politikaların devlet gelirlerini muazzam ölçüde arttırdığı da inkâr edilemez. 1884 yılında Mısır üzerine bazı istatistiklerin yayınlandığı bir makalede Mısır’ın 1821-59 arası pamuk üretimi ve bu üretimden elde edilen gelirleri 1860 yılında yayınlanan başka bir

rapordan aktarılmaktadır. Bu belgeye göre Mısır’ın sadece pamuk üretiminden geliri aşağıda grafik olarak gösterilmiştir (Rabino, 1884):

Tüm bu gelirin aktığı mecra ise askeriyedir. Kavalalı, modern bir ordu kurmak için Mısır’ın tüm imkânlarını seferber etmektedir. Fransa’dan yüzlerce subay eğitici olarak getirilmekte, subay yetiştiren modern okullar, süvari okulları ve tüfek, top gibi materyalleri imal eden askeri sanayi hamleleri gerçekleştirilmektedir. Bununla birlikte hem asker olarak hem de ucuz iş gücü olarak Mısırlılardan faydalanan Kavalalı, nüfusun da önemli bir güç kaynağı olduğunun farkındadır. Geleneksel metotlarla işlerini yapan ebelerin yüksek ölüm oranlarına sebebiyet verdiği gerekçesiyle Mısır, çok erken bir tarihte ebe yetiştiren okullar açmıştır. Bunun yanında orduya hizmet veren tıp okulları ve hemşirelik okullarının hemen sonrasında Mısır’da sivil hastanelerin kurulması da Osmanlı’ya kıyasla erken tarihlere tekabül etmektedir (Fahmy, 2008: 169).

Yaşanan tüm bu değişim neticesinde; merkezî devlete bağlı olan yüzlerce fabrika/okul gibi müesseseler, köylüden satın alınması gereken tarımsal ürünler ve bu ürünlerin liman kentlerine ulaştırılması, liman kentlerine ulaşan ürünlerin Batı Avrupa burjuvazisine satışı, ülkede halen daha toprak sahibi olan mültezimlerin kontrolü, kentlerdeki ticari faaliyetlerin vergilendirilmesi, askere alma ve angarya işlemlerinin mevzuata göre yürütülmesi gibi devasa bir iş yükü ortaya çıkmıştır. Bu iş yükünün üstesinden gelmek için erken dönemde Fransız teknokratlara bel bağlayan Kavalalı, Fransız sivil uzmanlar ve Mısırlılar arasında yaşanan uyum sorunu neticesinde istediği verimi alamadığını görünce yurt dışına çok sayıda öğrenci göndermiştir. Tahmin edileceği üzere çevreleşme süreci neticesinde yaşananlar Mısır’da da bürokrasiyi ortaya çıkarmıştır. Kavalalı’nın güçlü yöneticiliği döneminde iktidara ortak olmak hevesini pek de belli etmeyen Mısır bürokrasisi, Kavalalı’nın ardından giderek güçlenecektir.

Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Sultan II. Mahmut’tan Suriye valiliğini istemesi ve Sultanın bu talebi reddedip Kavalalı’ya Girit valiliğini teklif etmesi üzerine tarihte Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanı olarak geçen Mısır – Osmanlı çatışmaları başlamıştır. Hem insan gücü hem de donanması için kereste kaynağı olarak gördüğü Suriye’yi kısa sürede ele geçiren Kavalalı’nın modern orduları karşısında Osmanlı ordusu yenilerek Kütahya’ya kadar geri çekilmiştir. Bilindiği üzere Sultan’ın Rusya’dan gelen yardım teklifini kabul etmesi üzerine yaşanabileceklerden korkan Britanya, olaya müdahale etmiştir (Eşiyok, 2010: 72-77). Bu olaylar üzerine 1838’de Osmanlı ile Britanya arasında imzalanan Balta Limanı antlaşması, Osmanlı iktisadına etkileri bağlamında detaylıca değerlendirilmiş ancak antlaşmanın Mısır’a taalluk eden sonuçları ise genellikle es geçilmiştir. Balta Limanı Antlaşması ile Osmanlı ülkesindeki tüm tekellerin kaldırılacağı garantisi verilmiştir. Bu madde ile Kavalalı’nın en büyük gelir kapılarından birisine darbe vurulmuştur. Özellikle İngiliz ve Fransız tüccarlar uzun zamandır Mısır üreticisinden doğrudan mal alamamaktan yakınırken, tekellerin kaldırılması ile bu imkâna kavuşmuşlardır. Antlaşmanın hemen ardından Osmanlı Devleti ile Britanya, Mısır’ın en fazla 18.000 askerlik bir ordu besleyebileceği ve Kavalalı’nın Mısır dışındaki askerî birliklerini çekmesi yönünde mutabakata varmıştır. Suriye, Girit, Hicaz ve Adana’daki kontrolünü kaybetmemekte bir müddet diretse de İngilizlerin caydırıcı askerî gücü karşısında Kavalalı, birliklerini Mısır’a çekmiş ve ordusunu 18.000 ile tahdit etmiştir. Sadece I. Suud Devleti üzerine yaklaşık 30.000 kişilik askerî birlik gönderen Mısır için 18.000’in üzerindeki personelin terhis edilmesinin önemli sonuçları olmuştur. Olaya

tarımsal üretim açısından bakılacak olursa grafikten de görüleceği üzere 1840 dolaylarından itibaren üretimde sert bir artış eğilimi göze çarpmaktadır. Zorla askere alınan fellahlar topraklarına döndükçe doğal olarak üretim artmış olmalıdır. Ancak asker sayısındaki bu sınırlandırma aynı zamanda Mısır’da mevcut olan beyaz yakalı sayısında da patlamaya yol açmıştır. Zira askeriyede farklı sahalarda orta ve alt kademe subay olarak görev yapan tüm personel terhis edildikten sonra sivil hayatta “beyaz yakalıların” arasına dâhil olmuştur (Fahmy, 2008: 170-177).

Tekellerin kaldırılması ve ordunun sınırlandırılması ile güçten düşen merkeze karşılık Mısır taşrasında yüzyıllardır var olan ve Kavalalı döneminde geçici olarak sindirilen iktidar odakları tekrar güç kazanmaya başlamıştır. İltizam sistemine yavaş yavaş geri dönülmüş ve Mısır, iktidarın dağıldığı klasik yapısına tekrar evrilmiştir. Kavalalı’nın 1849 yılında ölmesi ile varislerinin yönetimine giren Mısır’da güçlü merkez dönemi kapanmıştır (Hunter, 2008).

Kavalalı’nın Mısır yöneticiliğinden ayrıldığı 1848 yılı ile Mısır’ın İngiliz sömürgesine girdiği 1882 koridoru yönetimsel olarak bürokrasinin giderek güç kazandığı, iktisadi olarak yarı sömürgeleşmenin başladığı, mali olaraksa iflasa doğru sürüklendiği bir dönemdir. ABD iç savaşına bağlı olarak 1861 yılından itibaren dünya çapında Mısır pamuğuna olan talebin artması mali olarak kısa süreli bir rahatlama sağlasa da 1865 yılında ABD’de iç savaşın bitmesi ve üretim düzeyinin savaş öncesi döneme ulaşması ile iktisadi kötü gidişin önü alınamamıştır (Bilgenoğlu, 2010). Ancak tüm bunlara rağmen 1848-1882 sürecinde de modern okulların açılması, yurt dışına öğrenci gönderilmesi gibi faaliyetler devam etmiştir. Özellikle Sultan Abdülaziz’den Hidiv ünvanını almayı başaran İsmail Paşa döneminde hızlı bir kanunlaştırma hareketi başlamıştır. Vezirden üstün ancak halifeden düşük olarak konumlandırılan hidivlik makamı ile Mısır yöneticisi, sadece Mısır’da geçerli olmak kaydı ile kanunlar yapma yetkisini kazanmıştır. Bu imtiyazın elde edilmesinin ardından Mısır adli düzeninde de kısa süre içerisinde ikilik ortaya çıkmış ve şeriat mahkemelerinin yanına özellikle Hidivlik tarafından çıkarılan kanunları uygulayacak yeni mahkemeler kurulmuştur.52

Kazdağlı Hanesinin yönetimi fiili olarak ele geçirmesi ile beraber başlayan Mısır’ın çevreleşme süreci, Fransız işgali ile kısa süreli bir kesintiye uğrasa da Kavalalı

52 Mısır yargısının geçirdiği dönüşüm adına bkz: Mustafa İnce (2016). The Ottoman Government And The

Egyptıan Questıon: Judıcıal Reform And Polıtıcs (1800-1914), (Basılmamış Doktora Tezi), Boğaziçi

dönemiyle tekrar ve hızlanarak başlamıştır. Mısır’ın kapitalizm ile entegrasyonunda dikkat çeken olgulardan birisi yöneticilerin vakanın iktisadi boyutunun bilincinde olması ve süreci ellerinden geldiğince yönetmeye çalışmasıdır. Kazdağlı hanesi de Kavalalı da Mısır’ı dünya-ekonomiye en kârlı biçimde bütünleştirmenin, Mısır’da üretilen iktisadi artığın mümkün mertebe Mısır’da kalmasını sağlamak olduğunun bilincinde gibi gözükmektedir. Bunun yanında Kavalalı döneminde yaşanan modernleşme daha çok ekonomi ve askerî alanda kendini gösterirken Kavalalı’nın ardından kültürel modernleşmenin de hız kazandığı bilinmektedir (Hunter, 2008). Kavalalı okuma yazma bilmeyen yeniçerilikten gelme bir yöneticidir. Ancak onun Fransa’da eğitim görmüş halefleri Mısır’ı yönetmeye başladıkça modernleşmenin kültürel boyutları da ivmesini arttırmıştır. 18. yüzyılın son çeyreğinden 19. yüzyılın son çeyreğine uzanan bir asırlık periferileşme sürecinde İslamcı hareketler de elbette mevcut konjonktür içerisinde şekillenmiştir. Mısır’ın toplumsal yapısı ve Mısır entegrasyon biçiminin İslamcı hareketlere ne şekilde yansıdığını izah etmeden önce Mısır ulemasının durumu da kısaca açıklanacaktır.