• Sonuç bulunamadı

Melik kelimesi sözlük anlamı olarak “sahip ve malik olmak” manasındadır132. Melik

tabiri bir unvan olarak Selçuklularda yalnızca hanedanın en büyük hükümdarları için kullanılmamış, bu tabir şehzade, vezir ve bunların yanı sıra mahalli yöneticilere de verilmiştir133.

“Kûtvâl” kelimesinin anlamı ise “kale komutanı” demektir134. Kûtvâl tabiri kimi

yerde “Kütüval” olarak da geçmektedir135. Bu tabiri, İbn Bibi136, Aksarayî137 gibi

Türkiye Selçukluları Dönemi’nin kaynaklarında görmekteyiz. Kûtvâller, liyakat ve sadakatleriyle temayüz etmiş olan devlet adamları içerisinden seçilerek, sultan veya bölgenin subaşısı tarafından tayin edilirler138. Osman Turan tarafından neşredilen

129 Göksu, Ordu, s. 257.

130 Arapça hesap etmek, saymak anlamlarında kullanılan “hasb” (hisab) kökünden türeyen “ihtisap” mastarından isim olan hisbe kelimesi, kamu düzenini koruma faaliyetini ve özellikle bununla görevli müesseseyi ifade eder. Detaylı bilgi için bkz., Cengiz Kallek, “Hisbe”, DİA, C. 18, İstanbul 1998, s. 133. 131 Göksu, Ordu, s. 261.

132 Ahmet Güner, “Melik”, DİA, C. 29, İstanbul 2004, s. 51. 133 Güner, “Melik”, s. 52.

134 Göksu, Ordu, s. 268.

135 Turan, Vesîkalar, s. 33, 42; Çoğulu İbn Bibi’de (el-Evamir, C. I, s. 427.) “kütüvalan” olarak da geçmektedir.

136 İbn Bibi, el-Evamir, C. II, s. 48, 184, 198, 238. 137 Aksarayî, Müsâmeretü’l-Ahbâr, s. 9, 53.

138 Türkiye Selçuklularında Kûtvâl tayin edilen, içerisinde Konya’nın da olduğu kalelerden bazıları şunlardır: Kayseri, Sinop Hançin, Merzuban, Tell-Bâşir, Süveyda (Siverek) ve Konya. Bkz., Göksu, Ordu, s. 269-270.

Konya’ya Kûtvâl tayini ile ilgili bir vesikada bu görevle alakalı bilgiler de dikkati çekmektedir139.

Vakıf kaydında Hâce-i Cihân’ın görevleri içerisinde Melikü’l-Kûtvâl yani “Kale Komutanı” ifadesi vardır. Osman Turan, mezkûr Kûtvâl kaydında, Konya Kûtvâlliğine tayin edilen zatın isminin geçmemesi, bunun yanı sıra “Uluğ Kutluğ Bilge Kütüval-Beg” gibi tabirlerin kullanılmasının bu kişiye atfen olduğu kanaatindedir140. Hâce-i Cihân

Bedreddin Ahmed’in görevinin de Melikü’l-Kûtvâl olarak geçmesi de bu sebeptendir. Müstahfız, koruyan, muhafaza eden demektir141. Türkiye Selçuklularında Kûtvâl,

yöneticisi durumunda olduğu kalenin en üst komutanı olmasının yanında, Müstahfız, Hatib, Kethüda, Nöbetiyân, Mu’arrif vb. gibi kişiler de Kûtvâl’ın emrindedir142. Bunun

yanı sıra sadece Müstahfız kullanımı Türkiye Selçuklularında ayrıca kale komutanını ve emrindeki askerleri de ifade etmektedir143.

Vakfiye kaydında Bedreddin Ahmed’in görevi tam olarak, “Melikü’l-Kûtûve’l- Müstahfız” yani “Kale Komutan ve Muhafızlarının Meliki” olarak geçmektedir. Bedreddin Ahmed, sadece bir kalenin ve oradaki muhafızların komutanı değil, aynı zamanda bu Kûtvallerin de bağlı bulunduğu idare merkezinde bir üst görevi yürütmüş olmalıdır. Bu görev ise ordudaki komuta merkezi olan Melikü’l-Ümerâ (Beglerbegi) yani Başkomutanlık144 görevinin karşılığıdır. Ancak elimizde Bedreddin Ahmed’in

askeri görevini öğrendiğimiz vakfiye kaydı haricinde herhangi bir belge olmadığı için bu konuda net bir şeyler söylemek mümkün değildir.

139 O. Turan’ın (Vesîkalar, s. 34.) yayınladığı vesikalarda, Konya Kalesi Kûtvâlliğine tayin edilen zatın meziyetleri söylendikten sonra, kalenin muhafaza ve denetimi, oradaki evlerin, ambarların, zahire ve silahlarının yazılması hususunda çalışılması zikredilmektedir. Kale halkının müreffeh ve rahat tutulması, münasebetsiz hareket edenlere ceza verilmesi, kale muhafızlarına ihtimam gösterilmesi, kaleye hiç kimsenin kefilsiz girmesine müsaade edilmemesi, kale muhafızlarının kale ve burçlarda bulundurulması bunların yerlerinde olup olmadıklarının devamlı kontrol edilmesi, zaruretler dışında dışarıya çıkılmaması ve halkın Kûtvâl’den memnun olması, Konya’daki ümera, küberâ, havâss, hadem, nüvvâb, gumâştegân ve şehir ahalisi, bilen ve görenler tarafından Kûtvâl ve “hâkim-i kale-i mahrûs” olarak bilinmesinin ve ona saygıda kusur edilmemesinin zikredilmiş olması… gibi görev ve dikkat edilmesi gereken konular söylenmektedir.

140 gös. yer.

141 Komisyon, “Müstahfız”, DİA, C. 32, İstanbul 2006, s. 109. 142 Göksu, Ordu, s. 271.

143 Komisyon, “Müstahfız”, s. 109.

144 E. Göksu (Ordu, s. 253.), konu ile alakalı, Melikü’l-Ümerâ unvanını taşıyan kimi devlet adamlarının, zaman zaman önceki görevlerinden dolayı sadece “Emir” tabiriyle anıldığına dair kayıtlarda bilgi bulunduğunu söyler.

III. HÂCE-İ CİHÂN’IN ÖLÜM TARİHİNİN TESPİTİ

Hâce-i Cihân Bedreddin Ahmed’in belgeler ışığında yaşadığı yüzyıl ve muhtemel vefat tarihi hakkında bir tespitte bulunmaya çalışacağız. I. Kılıçarslan dönemindeki Hâce-i Cihân’ın, Bedreddin Ahmed olduğunu kabul edersek, Kılıçarslan adına okuduğu hutbenin muhtemel tarihinin 1192 yılı başları olduğunu söylemiştik. Buna göre bu tarihte Bedreddin Ahmed 25-30 yaşlarında olmalıdır.

Vakfettiği kitaptaki tarih, 24 Ramazan 660 (12 Ağustos 1262)’dir. Buradan iki sonuç çıkmaktadır. Birincisi Bedreddin Ahmed’in 12 Ağustos 1262’de hayatta olduğunu düşünebiliriz. İkincisi ise vakıf kaydında geçen tarihten daha önce vefat etmiş olabilir. Mevlâna’nın mektubunun tarihinin tespitini yukarıda yapmıştık. Buna göre mektup 1248-50 ile 1260-61 tarihleri arasında yani ortalama on yıllık bir zaman aralığı içerisinde yazılmıştır. Yukarıda da söylediğimiz üzere Mevlâna’nın mektubunun muhatabı yaşlı bir zattır145. Hitap cümlesinden anladığımız üzere kendinden yaşça büyük olan Hâce-i

Cihân’a bu mektubu 1260 yılı sonunda yazmış olabilir. Muhtemelen Hâce-i Cihân, Mevlâna’nın vefatı olan 24 Aralık 1273’ten146 önce vefat etmiştir147. Bu tarih ise

vakfiyede gösterilen 1262’den birkaç yıl sonra 1262-1265 yılları arasında olmalıdır148.

Öte yandan, Hâce-i Cihân’ın II. Kılıçarslan döneminde ise 25-30 yaşlarında genç bir delikanlı olduğu ortaya çıkmaktadır149. Sonuç olarak Bedreddin Ahmed’in 95-100

yaşlarına kadar yaşadığı, 1262’li yıllarda vefat ettiğini söylememiz mümkündür.

IV. HÂCE-İ CİHÂN’IN ŞAHSİYETİ

Elimizdeki belgeler ışığında, Hâce-i Cihân Bedreddin Ahmed’in Türkiye Selçuklu Devleti’nde yaptığı görev dolayısıyla kendi zamanında ünlenen bir şahsiyet olduğu görülmektedir. Bunun yanında Bedreddin Ahmed’in II. Kılıçarslan döneminden itibaren

145 Buradan şu çıkmaktadır, Hâce-i Cihân’ın bu kitabı vakfettiği tarihte halen Kûtvâllik görevini yapıyor olabilir. Lakin bu dönemde büyük ihtimalle daha önceden yaptığı bu görevden ötürü bu unvanları kullanmaktadır. Bu dönemde, Mevlâna’nın (Mektuplar, s. 113-114.) mektubunda belirtiği gibi hayır işleriyle daha çok anılan ve hayatını sürdüren biridir.

146 Ferîdûn Bin Ahmed-i Sipehsâlar, Mevlâna ve Etrafındakiler, İstanbul 1977, s. 52.

147 İ. Konyalı’da (Konya Tarihi, s. 456.) Hâce-i Cihân’ın, Mevlâna ve Sadreddin Konevî’den önce vefat ettiği kanaatindedir.

148 Bu tarih IV. Kılıçarslan’ın 1262’de tek başına tahta oturup (İbn Bibi, el-Evamir, C. II, s. 159.; Aksarayî, Müsâmeretü’l-Ahbâr, s. 53.; Abû’l-Farac, Abû’l-Farac Tarihi, C. II, s. 582.), çok geçmeden Moğollar

tarafından yay kirişiyle boğdurulduğu ve yerine III. Gıyaseddin’in çocuk yaşta tahta geçtiği 664 (1265- 66), (İbn Bibi, el-Evamir, C. II, s. 170.; Aksarayî, Müsâmeretü’l-Ahbâr, s. 66.) tarihleri arasındadır. 149 Selçuklularda genç yaşlarda Sübaşılık, Emirlik, Kadılık, yapan kişilerin varlığını bilinmektedir. Detaylı bilgi için bkz., Turan, Vesîkalar, s. 14, 15, 61.

ilim ile meşgul olduğunu, sonraki dönemdeki belgelerde hem Mevlâna’nın mektubundan hem de Sadreddin Konevî ile ilişkisinden anlaşılmaktadır. Bedreddin Ahmed çok yönlü bir şahsiyet olarak karşımızda durmaktadır. Devlet ve ilim adamlığının yanında ticaretle de meşgul olduğunu düşündüğümüz bu zat, aynı zamanda hayır ehli bir şahsiyettir.