• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1. İKTİDAR, GÜÇ VE İLGİLİ KAVRAMLAR

1.1. İktidar

1.1.2. Meşruiyet

Meşruiyet, bir eylem ya da kararın kabul edilebilir, haklı, doğru ya da uygun bulunup onaylanmasını sağlayan çerçeveyi ifade etmektedir. Kavram iktidar açısından ele alındığında, bir tarafın yönetmesi, diğer tarafın itaati kabul etmesini sağlayan gerekçeleri anlatmaktadır. Dolayısıyla rıza sağlamaya ilişkindir.

24

Meşruiyet, toplum içinde bir grubun diğerleri üzerinde egemen olmasının kabulünü sağlayan gerekçelerle ilgilidir. Bu gerekçeler hukuki, dini, ahlaki, geleneksel bir veya birkaç kaynağa dayandırılmaktadır. İktidarın karar ve eylemlerinin haklılığı, doğruluğu ve uygunluğunu açıklamakta; yönetilenin kendisi ile ilgili kararlarını verme hakkını ve özgürlüğünü elinden almayı ya da sınırlandırmayı doğallaştırmaktadır. İktidarın toplumu ne adına yönettiğini söylemeden, toplumdan onay almadan meşrulaşamayacağını kaydeden Çetin’e göre (2008: 66) meşruiyet siyasal iktidarın kendisini ve eylemlerini topluma kabul ettirme sorunudur. Böylelikle iktidar neden itaat etmeleri gerektiği konusunda buyruğu altındakilerin rızasını sağlayabilmektedir. Modern devlet yapılanması öncesinde ilahi veya geleneksel kaynaklara dayandırılan meşruiyet artık toplum sözleşmesi, güvenlik, düzen ya da hukuk gibi unsurlara dayandırılmaktadır. Böylelikle yönetilenler kendi zararlarına bile olsa iktidara itaat etmeye ikna edilmektedir. Toplum yaşamının kurulmasından itibaren din, iktidarı elinde bulunduranların meşruiyetinde en önemli unsurlardan biri olagelmiştir. Nitekim din geleneksel “meşruiyet kaynakları” arasında ilk sırada gösterilmektedir. Dinin iktidarın meşruiyeti konusunda bir işlev gördüğü açıktır. Sorun dinin meşruiyetin kaynağı mı yoksa aracı mı olduğuyla ilgilidir. İktidar, insanlık tarihinde uygar yaşama geçişle ortaya çıkan bir olgudur. Uygar yaşama geçilirken toplum üyeleri üzerinde iktidar kuran ilk grubun din adamları olduğu bilinmektedir. Toplumsal üretimi ve ortaya çıkan artının bölüşümünü düzenleyen din adamları diğerlerinin itaatini tanrının temsilcileri olduklarını ve bu görevi onlara tanrının verdiğini söyleyerek sağlamışlardır. Din, dönemin din adamlarının diğer insanlar üzerinde egemenlik kurmasının aracı olarak işlev görmüştür.

Binlerce yıl sonra ortaya çıkan hristiyanlığın dönemin egemenleri tarafından önce yasaklanıp sonra resmi din olarak kabul edilmesinin ardında da ortaya çıkışından yüz yıl kadar sonra Paulus’un yaptığı değişikliklerin rol oynadığı kabul edilmektedir. “İsa ezilen sınıflara teselli vermeye çalışırken Paulus, İsa’nın bu davranış ve düşüncelerinden ürken egemen sınıflara güven vermeye çalışmıştır. (Şenel, 2004:236)

“Herkes üzerinde olan hükümetlere tabi olsun. Çünkü Allah tarafından olmayan hükümet yoktur. Bundan dolayı, hükümete mukavemet eden, Allah’ın tertibine karşı durmuş olur.” (Şenel, 2004:236; Paulus’un Romalılara Mektubu 10/12). Paulus’a göre insanlar

25

efendilerine mesihe hizmet eder gibi hizmet etmelidir. Öyle ki insana değil, tanrıya hizmet edermişçesine:

“Ey kullar, göze görünür hizmetle insanları hoşnut eder gibi değil, fakat Mesih’in hizmetçileri gibi, Allah’ın iradesini candan yaparak ve insanlara değil, Rabbe oluyor gibi iyi niyetle hizmet ederek ve gerek kul, gerek hür, herkesin, ne iyilik yaparsa Rab tarafından onu alacağını bilerek, bedene göre olan efendilerinize, Mesih’e hizmet eder gibi, yüreğinizin sadeliğinde korku, titreme ile hizmet edin.” (Şenel, 2004:236) İsa’nın açıkladığı şekliyle yasaklanan Hristiyanlık, siyasal temellerini attığı kabul eden Paulus’un, efendilere tanrıya ya da mesihe hizmet eder gibi hizmet ve itaat edilmesini tanrıyı hoşnut etmenin yolu olarak göstermesinde sonra yasaklı bir din olmaktan çıkmış, zamanla dünyanın en yaygın dinlerinden biri olmuştur. Hristiyanlıkta egemenlere itaat ve hizmeti adeta kutsallaştıran değişiklikler olmadan bu dinin yeraltından kurtulamaması, bu değişikliklerle benimsenmesi o halde din mi iktidara, iktidar mı dine meşruiyet kazandırmıştır sorusunu hak etmektedir. Hristiyanlığın yasaklı olmaktan çıkıp resmi din olarak kabul edilmesini sağlayan gelişmeler dinin bir meşruiyet aracı olarak kullanıldığını ortaya koymaktadır.

Din gibi hukuk da meşruiyetin araçlarından biridir. Gündelik yaşamda “hukuka uygunluk, yasallık” anlamında kullanılan meşru sözcüğü Büyük Türkçe Sözlük’te de “yasaya, dine uygun olan” şeklinde açıklanmaktadır. “İngilizce “legimate”, Almanca “legitim”, Fransıca “légimoto” sözcükleri de Latince’de “yasal ilan etmek” anlamına gelen “legitimore”den türetilmiştir ve benzer anlamda kullanılmaktadır.” (Coşkun, 2007:20) Konuya siyasal iktidar açısından bakıldığında meşruiyet, iktidarın karar ve uygulamalarının yasaya, dine, ahlaka, geleneklere uygunluğunu ifade etmekte ve zor kullanmaya gerek kalmadan itaati, ya da karşı çıkıldığında zor kullanmayı iktidarın hakkı olarak kabul etmeyi sağlayan bir işlev görmektedir. İktidarın karar ve eylemlerinin meşruiyeti hayati önem taşımakta ve iktidar “sürekli ve düzenli olarak kendini meşrulaştırmaya” (Coşkun, 2007:26) çalışmaktadır. Meşruiyetin en önemli araçlarından biri hukuktur.

Hukuki ve meşru kavramları gündelik yaşamda genel olarak aynı anlamda kullanılsa da hukuki olan her zaman meşru kabul edilmeyebileceği gibi, meşru olan da her zaman hukuki olanı yani yasalara uygun olanı ifade etmeyebilmektedir. Konunun bu yönü hukuk felsefesinin tartışma alanlarından birini oluşturmaktadır. Ancak konu siyasal iktidarın

26

meşruiyet kaynağı (aracı) olarak hukukun nasıl işlev gördüğü ile sınırlandırıldığında somut örneğini modern devlet tasarımı oluşturmaktadır. Egemen yaklaşıma göre modern devletin temeli halkın egemenliği, toplum yararı, insan hak ve özgürlüklerine dayanmakta ve halkın seçimiyle işbaşına gelen siyasal iktidar halkın iradesini hayata geçirmektedir. Meşruiyeti aynı zamanda hukuka dayanan siyasal iktidarın egemenliği de hukukla sınırlandırılmaktadır. Yasama, yürütme ve yargının ayrılığı ilkesi de güvence ve denge unsuru olarak ifade edilmektedir. Peki modern devletin dayandığı hukuku oluşturan kimdir. Egemenliğin sınırlarını belirleyen hukuku yasama gücünü elinde bulunduran düzenlediğine göre onun egemenliğinin sınırlarını hukuk mu kendisi mi belirlemektedir.

Hukukun işlevsel olarak haklar düzeni kurup önceden belirlenmiş bir siyasal ve toplumsal dengeler sistemi oluşturduğunu kaydeden Kutlu (2011:76), bu hukukun doğal olarak onu var edenin çıkarına bir düzene yardımcı olduğunu ifade etmektedir.

“Hukuk mekaniğinin insani olana yatkınlığı kadar, insani olanı perdeleme işlevi gördüğünü biliyoruz. Hukuk işlevsel olarak haklar düzeni kurarak önceden belirlenmiş bir siyasal ve toplumsal dengeler sistemi oluşturur. Bu dengeler sistemi içinde hukuk, determinize edilmiş, çıkarsal deneyimle kurgulanıp sınanmış mantığına uygun işler. Ancak hukuk mekaniği, hukuku varedenin çıkarı veya yararına özgülenip, hukukun işlevselliği ve anlamlılığı, baskın bir çıkarın güdülediği formüllere indirgenerek, sınıfsal, oligarşik, militarist, monarşik veya demokratik istemler, hukuk kuralı koyanın hukuku içeriklendirmesi ile sonlandırılır. … Buradaki çelişkiyi ve geri dönüşü anlayabilmek için hukuk ile onun gerçekliği, birey ile toplum, siyasal olan ile insani olan, çoğunluk ile azınlık, üst yapının alt yapıyı belirlemesi, kaba güç ile medeni güç, devlet ile sivil toplum, çıkar ile yarar ve kamu, haklar ile yasa, özgürlük ile eşitlik ve yasak arasındaki gerilimi görebilmeliyiz.” (Kutlu, 2011: 76-77)

Meşruiyet, “neden itaat edilmesi gerektiğine” dair gerekçelerden oluşan bir bilinç inşa sürecini ifade etmektedir. Meşruiyetin ne olduğuna dair kuramsal açıklamalar da bu bilinç inşa sürecinde önemli bir işlev üstlenmiş görünmektedir. Meşruiyet kaynağı olarak üzerinde durulan unsurların meşruiyet araçları, meşruiyetin kaynağının ise iktidar olduğu açıktır. Oysa konu ile ilgili kuramsal çalışmalar yaygın olarak iktidarın meşruiyet kaynaklarının ne olduğunu açıklamaya-tartışmaya yöneliktir. “Meşruiyet kaynakları” nitelemesi bunları iktidarın ürettiğini gözden kaçırmakta, kurgulanmış olanı doğallaştırmaktadır.

Neyin meşru, neyin gayrimeşru olduğunu belirleme ve topluma kabul ettirme gücünün ona ait olması meşruiyet kaynağının iktidar olduğunu ortaya koymaktadır. İktidar, hem

27

varlığını açıklamak için hem de karar ve uygulamaları yönetilenlerin zararına olsa da itaate ikna etmek için çeşitli meşruiyet araçlarını birlikte kullanmaktadır. Varlığını açıklamak için din ve toplumun güvenliği, barış, toplumsal düzen, toplum sözleşmesi iddiası en ikna edici araçlar olarak kullanılagelmektedir. Karar ve uygulamalarına itaati sürdürmek için yukarda sayılanlara ek meşruiyet araçları devreye girmektedir. Gelenekler, hukuk, bilim, ulusal çıkarlar, ekonomik çıkarlar, güvenlik vb. gerekçeler bu amaçla en yaygın kullanılan meşruiyet araçları arasında yer almaktadır.

İktidar meşruiyetini sürekli yeniden üretirken, kendisini tehdit edecek unsurların varlığını engellemeye, “alternatif meşruiyet arayışlarının toplumsal değer ve zemin” (Çetin, 2003: 68) kazanmasını önlemeye çalışmaktadır.

“Siyasal iktidar, kendi meşruiyet alanını tanımlarken kendi dışındakilerin de meşruluk alanını belirlemiş olmaktadır. Siyasal iktidarın bu meşruluk alanı, kendisine yönelik değerlendirmelerin de objektif kriterlerini vererek siyasal sistem içerisindeki toplumsal ve siyasal faaliyetlerinin sınırını çizmiş olmaktadır. Bu sınır içerisinde yapılan görüş, eleştiri ve faaliyetler meşrudur. Diğerleri gayri meşru olarak sistemin dışına itilirler. Bu sistem kurgusu içinde meşruiyet bir ideolojik düzen inşasına dönüşür. Sorokin’in ifade ettiği gibi ideolojiler kendilerini meşrulaştırmak için açık fikirlilik, bütünleştiricilik, bilimsel gerçeklik ve pek tabii ki adillik iddiası içindedirler. Tüm ideolojiler kendi dışındakileri olumsuzlayıcıdırlar. Her ideoloji sadece kendisinin haklı bir kökene dayandığını ve rasyonel olduğunu iddia eder. (Sorokin, 1941:482) Dolayısıyla kendi dışındaki meşruiyet arayışlarını da ötekileştirirler. Ötekileştirme, siyasal iktidarın meşruiyetine alternatif meşruiyet arayışlarının toplumsal değer ve zemin kazanmamasına yönelik bir tavırdır.” (Çetin, 2003:68)

Siyasal iktidar için tehdit oluşturan, sistem dışına itilen seçenekler egemenliği altındaki toplum için de aynı tehditleri içermekte midir? Örneğin anarşizm, hayata geçirilebilir bir toplum düzeni önerme konusunda zayıf bulunması nedeniyle ilk bakışta mevcut düzene karşı bir tehdit unsuru olarak görülmese de özel mülkiyeti hırsızlık olarak nitelemesi ve bireyin iradesi üzerindeki tüm baskı ve zorlamalara, her türlü iktidara karşı çıkması meşru alanın dışına itilmesinin başlıca nedenleri olabilir mi?

İktidarın kendi meşruiyet gerekçelerinin kabul edilebilirliği-geçerliliği konusunda toplumu ikna edebilmesi ve diğerlerini meşru alanın dışına taşıması için meşruiyetini sürekli yeniden üretmesi gerekmektedir. Meşruiyetin sürekli yeniden üretimi de -rıza üretimi, bilinç inşası, bilinç üretimi ya da ideolojik inşa olarak da ifade edebiliriz- insanların bilincini “meşru” olarak tanımlanan bir çerçevede şekillendirmeyi

28

gerektirmektedir. Bu da resmi eğitim-öğretim süreci, bilim, kültür, aydınlar, kanaat önderleri, kitle iletişim araçları aracılığıyla gerçekleştirilmektedir.

Bu durumda diyebiliriz ki meşruiyet, hegemonik bir düzeni anlatmakta ve haklılaştırmaya çalışmaktadır. Meşruiyet sözcüğüne siyasal alanda yüklenen anlam da özünde meşruiyet sağlamayla ilgilidir. Meşruiyet kavramı bizzat meşruiyet sağlayıp sürdürmek amacına hizmet etmektedir. Siyasal iktidarla ilgili meşruiyet kavramının meşruiyetinin, hegemonyayı kabul edilebilir gerekçelerle sunarak olumlamasından kaynaklandığı ortadadır.