• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2. ÇALIŞMA KAVRAMI VE ÇALIŞMA İLİŞKİLERİ DÜZENİ

2.6. Çalışma İlişkileri Düzenine Yönelik Kuram ve Yaklaşımlar

2.6.4. Marksist Yaklaşım

Marksist Kuram, endüstri ilişkilerini açıklamaya yönelik olarak geliştirilmiş bir kuram değildir. Marksizm, kapitalist toplum içinde endüstri ilişkilerinin analizine yönelik uygulamaları da içeren, toplumun ve sosyal değişimin genel bir kuramıdır (Uçkan-Kağnıcıoğlu, 2008:45; Farnham-Pimlott, 1990). Marksizm kendisini "bilimsel sosyalizm" olarak adlandırmıştır. Marksizmin oluşumuna en büyük katkılardan birisini yapmış olan Engels, Feuerbach'ın düşüncesini paylaşarak "İnsan sarayda başka, kulübede başka düşünür" demektedir. Yani tüm düşünceler ve inanç sistemleri, hep doğdukları koşulların ürünüdür. Maddesel koşullar ve fizik çevre, toplumsal gelişmelerde belirleyicidir (Kışlalı, 1995:89).

Marx'a göre (Kışlalı, 1995:89-90); teknolojideki gelişmelerin yarattığı işbölümü, üretimi kolektif bir çalışmanın ürünü yapmıştır. Oysa üretim kolektif iken, üretim araçlarının

91

mülkiyetinin özel oluşu bir çelişkidir. Özel mülkiyete dayalı üstyapı kurumları ile altyapı arasında bir uyumsuzluk söz konusudur. İşçi yarattığı değerden az pay aldığı için, yarattığı ürünü satın alamayacak demektir. Yarattığı ürün ona yabancılaşacak, yarattığı artı-değer işverenin elinde giderek onu ezen bir güce dönüşecektir. Kapitalist toplumun yaratacağı bunalımlar bu kadarla bitmemektedir. Servetin giderek belirli ellerde toplanması, üretim araçları üzerinde bir tekelin oluşması kaçınılmazdır. Çünkü rekabete dayalı bir ekonomik yaşamda güçlü güçsüzü ezer ve küçük sermayeye dayalı işletmeler, büyüklerin karşısında giderek yok olurlar. Sermayenin ve üretim araçlarının belirli ellerde toplanması hızlanırken, "ara tabakalar" erir ve toplumun büyük çoğunluğu proleterleşir, yaşamını sürdürmek için kol gücünden başka bir şeyi kalmayanlar kesimine kayar. Bu kutuplaşma süreci içinde, emekçi toplum kesimlerinin giderek yoksullaşması da kaçınılmazdır. Çünkü çığ gibi büyüyen işsizler ordusu, aynı işi daha ucuza yapmaya hazır kitleler demektir. Böylece ücretler de boğaz tokluğu düzeyine kadar inecektir. Bir yanda küçük, ama çok varlıklı bir azınlık, öte yanda çok büyük, ama çok yoksul bir çoğunluk oluşacaktır. Üretim araçlarına sahip bulunan küçük azınlık, büyük çoğunluğu sömüren "egemen sınıfı” oluşturur.

Devlet (Kışlalı, 1995:89-90); bu egemen sınıfın elindeki basit bir araçtan başka bir şey değildir. Toplumun ve siyasal rejimin tüm kurumları, bu egemenliğin devamını sağlamaya, yani egemen sınıfın ayrıcalıklarım korumaya yöneliktir. Aile, din, ahlak, hukuk, egemen ideoloji vb. hep bu egemenliğin sürmesini güvence altına alan üst yapı kurumlarıdır. Siyasal iktidar, ekonomik iktidarın yansımasından başka bir şey olamaz. Devletin hakemliği -yani yansızlığı- ancak geçiş dönemlerinde, eski egemen sınıf gücünü yitirirken, yeni üretim biçiminin güçlendirdiği sınıfın da henüz egemenliğini kabul ettirecek düzeye ulaşmadığı ortamlarda söz konusudur .

Marksizme göre (Kışlalı, 1995:89-90), kapitalist sınıfın egemenliğinden en çok zarar gören toplum kesimini işçi sınıfı oluşturur. Çünkü kapitalist sınıf işçi sınıfının emeği ile oluşan ekonomik olanakları, bizzat işçi sınıfını ezmek ve kendi egemenliğini sürdürmek için kullanır. Bu nedenle de, kapitalist toplum düzenini yıkacak olan temel güç "proleterya", yani işçi sınıfıdır. Bu, işçi sınıfının savaşımının bilinçsiz olan, kendiliğinden ortaya çıkan aşamasıdır. Başka bir deyişle, bu aşamada işçi sınıfı, ancak "kendiliğinden" bir sınıftır. Bilinçlendikçe "kendisi için" sınıfa dönüşecektir. Eskiyen ve yeni koşullara

92

yanıt vermeyen bir üretim biçiminin değişmesi kendiliğinden olmaz. Eğer var olan "nesnel" koşullara, "öznel" koşul demek olan bilinç öğesi eklenmezse, ortaya çıkan toplumsal patlama, düzenin sonunu değil, ancak biçim değiştirmesini sağlar. Marksizm açısından, bilinçlenmenin önemli bir öğesini "ideoloji" oluşturur. Marx, egemen sınıfın ideolojisinin tüm toplumu etkilediğini ve diğer toplum kesimlerinde bir sınıf bilincinin oluşumunu zorlaştırdığını öne sürüyordu. Bu noktadan hareket eden Lenin de, işçi sınıfının -kendi başına bırakılması durumunda- gerçek bir sınıf bilincine ulaşamayacağını, bu bilincin ona dışarıdan götürülmesi gerektiğini savunduğu "Ne Yapmalı?" adlı kitabında şöyle demiştir:

"Bütün ülkelerin tarihinin bize gösterdiği bir gerçek var. İşçi sınıfı yalnız kendi gücüne dayanırsa, ancak tradeunionist bir bilince, yani sendikalar halinde örgütlenmek, işverenlere karşı savaşım vermek, işçilerin yararına bazı yasaların çıkmasını hükümetten istemek gerektiği inancına varabilir... İşçi hareketinin kendiliğinden gelişmesi, onu ancak burjuva ideolojisine yamanmaya götürür... İşçiye sınıf bilinci ancak dışarıdan, yani ekonomik savaşımın dışından, işçi-işveren ilişkilerinin oluşturduğu ortamın dışından götürülebilir." (Kışlalı, 1995:90)

Çalışma ilişkilerinde Marksist kuram, Allen, Vidal ve Hyman tarafından endüstri ilişkilerine uyarlanmıştır. Marksist yaklaşıma göre (Yıldırım, 2007:34-35; Hyman, 1975:4) endüstri ilişkileri üretimin sosyal ilişkilerinden türer ve kendisi kapalı bir sistemmiş gibi toplumsal yapıdan soyutlanamaz. Marksist analiz bütünlük, değişme, tezat ve pratik gibi unsurlardan oluşmaktadır. Bütünlük sosyal olguların hepsinin birbiriyle bağlantılı olduğunu ve hiçbir alanının izole edilerek incelenemeyeceğini ifade etmektedir. Sistem analizinden farklı olarak Marksistler endüstri ilişkilerinin siyasal ekonomisini incelemişlerdir. Bu endüstri ilişkilerinin iktisadi ve siyasi alanlardan ayrı olmadığı, aksine onlarla bütünleşmiş olduğu anlamına gelmektedir. Dolayısıyla üretimin sosyal ilişkilerini, yani toplumdaki iktisadi faaliyetlerin nasıl organize edildiğini çözümlemeye çalışmışlardır. Marksist endüstri ilişkileri yaklaşımları istikrar ve denge yerine, değişme ve tezatı vurgulamaktadır. Buna göre sosyal ilişkiler farklı grupların zıt çıkarlarını yansıtmaktadır ve bu zıtlıklar değişme için yeni fırsatlar sağlamaktadır.

Marksist yaklaşımda emek ile sermaye arasındaki piyasa ilişkisi endüstri ilişkilerinin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Marksistler üretim araçları üzerinde kontrol ve mülkiyeti olmayan, emek gücünü iş piyasasında satmaya zorlayan ve bir yönetim ve kontrol hiyerarşisi emrinde çalışanları kapsayan işçi sınıfı tanımı içine beyaz yakalıları

93

da almaktadır. Marksist yaklaşımda son yıllarda sınıf mücadelesi ile iş mücadelesini ayrı gören çalışmalar da dikkat çekmektedir (Yıldırım, 2007:36-37; Beynon 1984):

“Yakın zamanlara kadar Marksist analiz sadece işçilerin ve sendikaların yaptığı direnişleri ve grevleri sınıf bilinci kavramı içinde incelemeye önem verirdi. Gerçekleştirilen eylemler ve grevler sınıf bilincinin bir yansıması olarak görülür adeta kutsallaştırılırdı. Ancak bazı Marksist araştırmacılar işçi militanlığını sınıf mücadelesi olarak değil, iş mcadelesi olarak değerlendirmişlerdir. Örneğin beş yıl süreyle İngiltere’nin Liverpool kentindeki Ford fabrikası işçilerinin günlük yaşamlarını, ilişkilerini ve mücadelelerini inceleyen Huw Beynon bu işçilerin mücadelelerinin sınıf bilinci değil, “fabrika bilinci”ni yansıttığını öne sürmüştür. Beynon fabrika bilincini işçilerle işverenler arasındaki çatışmanın fabrika içiyle sınırlı kalması, fabrika kapısından öteye gidememesi olarak tanımlamıştır. Böyle olunca işçilerden toplumsal özgürlüğü sağlamalarını beklemek bir hayalden ibaret kalacaktır”