• Sonuç bulunamadı

Çalışma İlişkilerinde Güç ve Çatışma

BÖLÜM 2. ÇALIŞMA KAVRAMI VE ÇALIŞMA İLİŞKİLERİ DÜZENİ

2.7. Çalışma İlişkilerinde Güç ve Çatışma

Çıkarlar, amaçlar, değerler ve/veya inançlar üzerinden verilen mücadeleyi anlatan çatışma kavramı (Şahin, 2013:33), en az iki taraf arasındaki algılanmış, çatışan ve kesişen amaçlar üzerinde gerçekleşmiş, dışa vurmuş ve her zaman şiddet içermesi gerekmeyen mücadele türü olarak da açıklanmaktadır. Toplumsal çatışma aynı zamanda, sinmiş, yaygınlaşmış olan kişiler, gruplar ya da uluslararası düzeyde, benzeşmeyen; ayrışan farklı değerler ve çıkarlar üzerindeki rekabeti temsil eden yapısal (ekonomik ilişkiler, iktidar mücadelesi, kültürel baskınlık ve kimliğin tanınması gibi) ve psikolojik (değer uyuşmazlığı, önyargılar) unsurların da etkisiyle ortaya çıkan mücadeleleri ifade etmektedir.

Çatışma süreci genel olarak üç ön kabule dayalı olarak ele alınmaktadır (Aydınalp, 2010:190); bunların ilki, bütün insanların elde etmek için çabaladığı temel çıkarlarının varlığıdır. İkincisi, eşitsiz ve zorlayıcı bir gücün bulunmasıdır. Üçüncüsü ise değerlerin ve düşüncelerin toplumun genelinin kimlik ve hedeflerini tayin eden araçlar olmaktan ziyade farklı toplulukların kendi amaçlarını gerçekleştirmek için kullandığı silahlar olduğuna dair ön kabuldür.

Çatışmanın kökeninde ekonomik, siyasal, kültürel ve statüden kaynaklanan çıkarlar ve gereksinimler üzerindeki eşitsizlikler ve ayrımcılıklarla fırsatlar, kaynaklar, iktidar ve çıkarlara ulaşma amaçları yer almaktadır. Çatışma kavramını açıklamaya yönelik çalışmalar (Şahin, 2013:35-36) genel hatlarıyla yapısal, biyolojik ve psikolojik unsurlara

94

dayanmasına göre üç ana kümede toplanmakta, yapısal çatışmalar da kendi içinde iki alt kümeye ayrılmaktadır; sosyolojik ve çıkarlar-ihtiyaçlarla ilgili çatışmalar. Çatışma, düşünce tarihi boyunca üzerinde durulan konulardan birini oluşturmasına karşın kavramı ilk kez sosyolojik bir çerçevede ele alıp irdeleyen Karl Marks olmuştur.

Marksist yaklaşıma göre sınıf çatışması emekle sermaye arasındaki güç eşitsizliğinin bir sonucudur. Toplumda ekonomik gücün dağılımı ve ekonomik güce sahip olma konusundaki eşitsizlikten kaynaklanan sınıf çatışması toplumsal değişimin bir kaynağıdır. Marksist yaklaşımda toplumsal ve siyasal değişmenin itici gücü, toplumsal sınıflar arasındaki çatışmadır. Bu çatışmayı ise, üretim araçlarının üzerindeki özel mülkiyet ortaya çıkarmaktadır.

“Üretim araçlarının özel mülkiyeti rekabeti, rekabet büyük balığın küçük balığı yutmasını ve sonuçta tüm üretim araçlarının küçük bir varlıklı azınlığın elinde toplanmasını kaçınılmaz kılar. Küçük varlıklı azınlık, bu yoldan varlıksız bir çoğunluğun üretici gücünü sömürmüş olur. Böylece de, üretim ilişkileri giderek sınıf ilişkilerine dönüşür. Bu ilişkinin bir yanında sermayeye ve üretim araçlarına sahip bir sınıf, öteki yanında ise emeğinden başka satacak şeyi bulunmayan bir başka sınıf yer alır. Sömürülen sınıfların varlıklı sınıfları devirmek için verdikleri uğraş, tarihin itici gücüdür. Toplumsal değişme ve devrim bu itici gücün ürünüdür. Marksist kuramcılar, özellikle sanayi toplumu aşamasında, iki temel sınıf arasındaki çelişkilerin büyük bir açıklık kazandığını savunurlar. Sanayileşme, büyük ölçüde sermaye, makine ve insan gücünün bir araya gelmesini gerektirmiştir. Varlıklı sınıfın elinde biriken olanaklar ne kadar büyükse, fabrikalarda bir araya gelen işçilerin sayısı da o ölçüde büyüktür, iki sınıf arasındaki uzlaşmaz çatışma, kapitalist toplumda, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar belirgin duruma gelmiştir.” (Kışlalı,http://www.1001kitap.com/ Guncel/Ahmet_Taner_Kislali/siyasal_sistemler /ss1_31b.html)

Marksist kuram, işçi sınıfına tarihsel bir işlev yüklemektedir. Buna göre kapitalist toplum düzenindeki rekabet, daha çok kâr edebilmek amacıyla işçileri sürekli yoksullaştırmaktadır. Aynı işi daha ucuza yapmaya hazır işsiz kitleler bulunduğu sürece, ücretlerin düşmesi kaçınılmazdır. Çok sayıda işçinin bir arada yaşamasına neden olduğu için fabrikalarda işçi sınıfının durumun bilincine varması kolaylaşmaktadır. Sonunda egemen kapitalist sınıfa başkaldıran işçi sınıfı devrimi gerçekleştirecek; üretim araçlarının özel mülkiyeti kalkınca sömürü kalkacak, o sömürüyü sürdürebilmek için var olan devlet baskısına gerek kalmayacak, uzlaşmaz çelişkilerin bulunmadığı yeni bir toplumsal düzen doğacaktır. Egemen sınıfların ideolojisinin işçi sınıfını uyuttuğunu, onun gerçeği görmesini engellediğini savunan Marks bu nedenle de işçi sınıfının bilinçsiz

95

(http://www.1001kitap.com/Guncel/Ahmet_Taner_Kislali/siyasal_sistemler/ss1_31b.ht ml)

Uyuşmazlıkların ve çatışmaların endüstri toplumunun özündeki bir olgu olduğunu savunulan sosyolojik yaklaşımda (Uçkan-Kağnıcıoğlu, 2008:51) endüstri ilişkilerinin karşılaştırılması ve sosyal çatışmaların analizi için toplumun sosyal yapısının temel alınması gerektiği kaydedilmektedir. Bu, endüstri ilişkileri sistemini oluşturan çeşitli güçler hakkında daha iyi fikir verecek ve endüstrinin politik ve ekonomik analizlerinin sosyal yapıdan türeyen unsurlara dayandığını gösterecektir. Uyuşmazlık ve çatışmalara endüstri ilişkilerinin özünde vardır. Bu uyuşmazlıklar tarafların kabul edecekleri yöntemlerle çözümlenmelidir.

Endüstriyel çatışma, çalışma ilişkisinde iş sözleşmesine ve çaba pazarlığına taraf olan kesimlerin hoşnutsuzluklarını yansıtan her türlü ifade için kullanılan bir terimdir (Marshall, 1999:195): Endüstriyel çatışma gayri resmi ve resmi çatışma olarak iki başlık altında toplanabilir. Gayri resmi endüstriyel çatışma örgütlü ve sistemli olmayan dolaysız biçimde ortaya çıkan memnuniyetsizlikten kaynaklanan ve tamamen ifade edici nitelik taşıyan çatışmaları temsil etmektedir. Normal koşullarda akılcı olmayan birçok sabotaj, sık iş değiştirme, ihmalkarlık ve sık iş kazaları gibi tamamen bireysel hatta bilinçdışı protestolar bu kümeye girmektedir. Gayri resmi endüstriyel çatışma, yönetim açısından bakıldığında akılcı olmayan davranışları vurgulayan, çok sık başvurulduğunda etkisini kaybedecek davranış ve tutumları ifade etmektedir.

Resmi çatışma ise (Marshall, 1999:196) sendika ya da işçileri temsil eden başka bir organ aracılığıyla dile getirilen örgütlü çatışmaları ifade etmektedir. Resmi çatışmaların amacı, tepkileri ya da memnuniyetsizliği yansıtmanın yanı sıra stratejik ve araçsal niteliktedir ve genellikle anlaşmazlık konusu sorunlara kayıtsız kalan ya da kişisel olarak etkilenmeyen işçileri de kapsayabilir. Resmi endüstriyel çatışmanın karakteristik biçimi örgütlü grev yani yaptırımlardan kurtulmak için işçilerin kolektif gücüne dayanarak ve ücret ya da çalışma koşullarında birtakım kazanımlar elde etmeyi hedefleyerek, sözleşmeyi geçici bir süre için askıya alma ve çalışmama eylemidir. Grevler, iş yavaşlatma eylemi ve kuralcı çalışma gibi başka resmi yaptırımlarla güçlendirilebileceği gibi, doğrudan etkilenen kişilerle sınırlı tutulabilir ya da ilişkili işlerde ve sanayi kollarında çalışan işçilerin sempati grevleri biçiminde gerçekleşebilir. Sendika öncülüğünde başlatılan ve yasalara,

96

toplu pazarlık anlaşmalarına uygun biçimde yapılan grevler resmi eylemler sayılır. Resmi olmayan ya da kanunsuz grev sie sendika sorumluları gibi tanınmayan liderlerin, yetkisiz bir sendikanın öncülüğünde ya da yerleşik toplu pazarlık kurallarıyla yasalarını ihlal eden başka yollarla başlatılan grevler için kullanılan terimlerdir. Pratikte kanunsuz grevler ile resmi olmayan çatışmanın daha kolektif biçimlerinin bazıları arasında net bir ayrımın yapılamayacağı da söylenebilir.

Endüstriyel çatışmalar için yapılan açıklamalarda (Marshall, 1999:197), işçilerin ve liderlerinin algıladıkları stratejik etkilerin ve endüstriyel eylemin anlamının akılda tutulması gereklidir. Bu anlam endüstriyel ilişki kültürlerine göre büyük değişiklikler sergileyebilir. Örneğin iş sırasında kırmızı şapka giymek Japon işletmelerinde İngiltere’deki uzatılmış bir grev kararı kadar ciddi bir muhalefet göstergesidir.

Çalışma ilişkilerinde klasik yaklaşımın temsilcileri Webb’lere göre (Yıldırım, 2007:25) bireysel iş ilişkilerinde taraflar arasında büyük güç dengesizliği ve dolayısıyla çıkar çatışması vardır. Dengenin sağlanması ve çıkar çatışmasının önlenmesi ancak toplu pazarlık süreciyle olabilir. Webb’ler Sınıf çatışmasını kabul etmekle birlikte Marksist yaklaşımdan farklı olarak bunun şiddet veya karşı tarafın yok edilmesi ile önlenemeyeceğini belirtmişlerdir.

Sistem yaklaşımına göre çatışma hep vardır ancak dengelerin bozulmaması için belli sınırlar içinde tutulması gerekmektedir (Yıldırım, 1997:98):

“Çatışma ve mutabakat aynı olgunun farklı unsurlarıdır ve hangi noktada çatışmanın mutabakata dönüştüğünü söylemek çok zordur. Çatışma sistemlerde mevcut olan bir şeydir ve hiçbir zaman tam mutabakat sağlanamaz. Sürekli çatışma olması ve bunun belli bir noktadan öteye geçmesi, toplumsal yapıyı tahrip eder. Dolayısıyla çatışmayı belli sınırlar içinde tutup mutabakat sağlayan dinamikler sistem içinde mevcuttur. Böyle olunca sistemin dengeli ve istikrarlı olması durağan olduğu anlamına gelmez. Bir endüstri ilişkileri sistemi çatışmayı ortadan kaldırmaksızın dengede olabilir (Walker, 1977, 313). Aktörler dengeli biçimde sürekli çatışma halinde bulunabilirler. Buna karşılık eğer bir endüstri ilişkileri sistemi kendiliğinden dengeyi sağlayıcı eğilimler içerisindeyse ve radikal çatışma aktörlerin ideolojileri içnde görülmezse endüstri ilişkileri gerçek dünyada sistem sayılmaz (Hyman, 1989b, 68). Dunlop’un yaklaşımı çatışmadan ziyade istikrarın temel olduğundan hareket eder. Çünkü amaçlara ve rollere ilişkin en azından bir dereceye kadar uzlaşmanın olması sistem kavramını gerekli kılar. Dunlop’un anlayışında öncelik düzen sağlamada, kural yapma sürecinde çatışmanın nasıl kontrol edildiğini açıklamaya verilmiştir. Çatışmanın nasıl doğduğu sorunu devre dışı bırakılmıştır.”

97

Çoğulcu yaklaşımda ise çatışma (Uçkan-Kağnıcıoğlu, 2008:65) endüstri ilişkilerinin en temel özelliğidir. Toplu pazarlık endüstri ilişkilerinde çatışmanın ortaya çıkmasını önlemekte ve bütünleştirici bir rol oynamaktadır. Sendikalar da çatışmanın nedeni olmaktan çok bu çatışmaların çözümlenmesinde taraf olmaktadır. Çoğulcu yaklaşımda çatışmanın temel nedeni olarak işçi ve işverenlerin çıkar farklılıkları gösterilmektedir. Çoğulcular için çatışma toplumun genel yapısında bazı aksaklıklar olduğu anlamına gelmemektedir (Yıldırım, 1997:107; Crouch, 1982:19). Özgür bir toplumda çatışma toplu pazarlık gibi kurumlar sayesinde denetim altına alınabilir (Yıldırım 1997:107; Clegg 1975:311). Bu yaklaşımın savunucularına göre çatışmanın kurallarını devlet belirler. Tarafların ortak kararlarının meşruiyeti ise sorgulanmaz. Çoğulcu yaklaşımın bir diğer ismi Jack Barbash, çatışmanın ister açık ister gizli olsun çalışma ilişkilerinin temelini oluşturduğunu, çalışma ilişkilerinin amacının da bu çatışmaların çözümlenmesi olduğunu belirtir. Gücün değişik gruplar arasında dağıldığı varsayılan kurumsal çoğulcu yaklaşımda ise herhangi bir grubun diğerlerine üstün gelecek şekilde gücünü kullanamayacağı, açık çatışmanın da tarafların isteklerinin güç tarafından bastırılmadığını göstermesi nedeniyle yararlı olduğu kabul edilir.

Tekilci yaklaşıma göre ise (Uçkan-Kağnıcıoğlu, 2008:65) çalışma ilişkilerinde çatışma kaçınılması gereken ve sistemin yapısını bozan bir durumdur. Tekilci yaklaşımın temelinde işçi ve işverenler arasında çıkar farklılıklarının bulunmadığı, her iki tarafın amacının işletmenin devamını sağlamak olduğu görüşü yer almaktadır. Örgütün bütünü için çıkarları en iyi şekilde yöneticilerin savunacağı iddia edilen bu görüşte toplu pazarlık ve sendikalar ise çıkar ayrılığını pekiştirdiği için endüstri ilişkileri sisteminde çatışmanın nedeni olarak görülmektedir. Tekilci yaklaşım çatışmanın yöneticilerin tek taraflı müdahalesiyle çözülebileceğini ileri sürmektedir. Ortaya çıkan çatışmanın çözümünü ya otoriter ya da babacan (paternalist) yöntemlerle sağlanır. Çalışanların değişime direnç göstermeleri modası geçmiş sınıf savaşı kalıntısı ya da aptallıktır. Çalışanların amaçları ve davranışları ancak yönetiminkiyle uyumluysa akılcıdır, çünkü sadece yöneticilerin amaç ve politikaları akılcı kabul edilmektedir.

Çalışma ilişkileri düzeninde güç ve çatışma kuramsal yaklaşımlarda, emek, sermaye ve devlet arasındaki ilişkileri etkilediği varsayılan çeşitli unsurlara göre incelenmektedir. Örneğin sistem yaklaşımı aktörlere, çoğulcu yaklaşım çıkar gruplarına atıfta bulunurken,

98

Marksist yaklaşım sınıfları vurgulamaktadır (Yıldırım, 2007:36). Hyman’a göre (Yıldırım, 2007:37; Hyman, 1989) Marksistleri geleneksel endüstri ilişkileri araştırmacılarından ayıran temel özellik; neyin veri alınıp, neyin sorunsal olarak tanımlandığıdır. Örneğin; Marksistlere göre toplu pazarlığın, yönetimin kontrolü yerine endüstriyel demokrasiyi getirdiği iddiası gerçek dışıdır. Ortak düzenleme ortak yönetim anlamına gelmemektedir. Marksist çalışma ilişkileri (Yıldırım, 2007:37-38) siyasi ve iktisadi yapılara ve süreçlere karşı hassas olup, sermaye birikiminin dinamikleri, işçi sınıfının özellikleri ve doğası ve emek ile sermaye arasındaki ilişkilerde devletin değişen rolü gibi konuları incelemektedir. Yıldırım (2007:37-38) Marksistlerin genel olarak sermayenin emek ile ilişkilerinde izlediği stratejileri ve yönetimi pek incelemediklerini belirtmektedir. Buna karşılık geleneksel endüstri ilişkileri araştırmacıları teorik çerçevelerinde yönetimin politikalarını ve çabalarını endüstri ilişkilerinin temel belirleyicisi olarak değerlendirmişlerdir. Bu yaklaşımların temel zayıflığı yönetim stratejisinin sermaye birikiminin yapısal dinamiklerinden ayrı bir otonomisi olduğunu varsaymalarıdır.

Yıldırım’a göre (1997:255) her bir yaklaşım insan davranışı ve toplum hakkında farklı varsayımlara dayanmaktadır. Sistem yaklaşımı işveren, işçi ve hükümet tarafları arasında endüstri ilişkilerinin düzenlenmesi üzerinde durarak, tarafların meydana getirdikleri kurallara, bu düzenlemeyi nasıl sağladıklarını inceleme amacını taşımaktadır. Bu yaklaşım bir dizi endüstri ilişkileri değişkenleri ve bunların karşılıklı etkileşimde bulunduğu ortamları belirleyerek endüstri ilişkileri uygulamalarının anlaşılmasına yardımcı olmaktadır. Kurallar ve toplu pazarlık gibi kural yapma süreçleri çıktı olarak değerlendirilirken, kural yapmada rol oynayan aktörler sistemin girdisini oluşturmaktadır. Böylelikle herhangi bir endüstri ilişkileri yapısı içinde, örneğin işletmede, işkolunda ve ülke düzeyinde cereyan eden ilişkileri açık bir şekilde incelemek sözkonusu olabilmektedir.

Çoğulcu teori toplumsal seviyeye vurgu yaparken, sistem teorisi daha dar olarak endüstri ilişkileriyle ilgilidir. Çoğulculuk düzenleme süreçlerinin ahlakiliği ile ilgilenir ama sonuçların ahlaki olup olmadığı onu ilgilendirmez. Sistem teorisi endüstri ilişkilerinin yapısal özellikleri üzerinde yoğunlaşırken, kurumsal çoğulcu yaklaşım toplumun ve toplumdaki güç ilişkilerinin pragmatik bir yorumunu sağlamaya çalışmaktadır. Kurumsal

99

çoğulcu yaklaşım sistem yaklaşımından farklı olarak ideolojiden ziyade ahlaka önem vermekte ve endüstri ilişkileri sistemi yerine toplu pazarlık kurumlarını ön plana çıkarmaktadır. Marksist endüstri ilişkileri yaklaşımlarına göre endüstri ilişkileri toplumdaki güç ilişkilerinin bir yansıması olup, taraflar arasındaki güç ve denetim ilişkilerini ifade eder. Marksist yaklaşıma göre ortaya çıkan çatışmaların nedeni çıkar farklılıklarıdır.

Tablo 1:

Çatışma ve Sendikalar

Sistem Çoğulcu Tekil Marksist Emek süreci Sosyolojik Enformasyon

toplumu Ç A TI ŞM A Çatışmadan ziyade istikrarın temel olduğundan hareket eder Çatışma endüstri ilişkilerinin en temel özelliğidir Çatışma kaçınılması gereken ve sistemin yapısını bozan bir durumdur. Toplumsal ve siyasal değişmenin itici gücü, toplumsal sınıflar arasındaki çatışmadır. Bu çatışmayı ise, üretim araçlarının üzerindeki özel mülkiyet doğurur. Çatışma-mücadele süreçlerini üretimin siyaseti olarak kavramlaştırır Çatışmalar endüstri toplumunun özündeki bir olgudur Bireyselleşme, sınıf bilincinin azalması Güç merkezleri işçi hareketleri ve sendikalar yerine vatandaş hareketleri ve sivil toplum örgütlenmelerinden kaynaklanacaktır. SEN D İK A LA R Sendikalar endüstri ilişkileri şebekesi içinde

alt grup olup, sistemin dengesine katkı sağlayacak faaliyetler içinde olmaları beklenir Sendikalar çatışmanın nedeni olmaktan çok bu çatışmaların çözümlenmesinde taraf olmaktadır Toplu pazarlık ve sendikalar çıkar ayrılığını pekiştirdiği için endüstri ilişkileri sisteminde çatışmanın nedeni olarak görülmektedir. Amaç, proletaryanın devrimi sonucu sınıfsız topluma ulaşmak. Sendikalar bu devrime temel oluşturmaktan çok işçi-işveren arasında geçici uzlaşmalar sağlar Sendikaların katılımı ya da sendikasızlaştırma

Enformasyon toplumu yaklaşımlarında Alan Peyrefitte’nin ifadesiyle (Bauman, 2005: 40-41) modern kapitalist toplumun en önde giden, aslında kurucu özelliğinin güven olduğu belirtilmekte ve istihdam sağlayan işletme ona göre güven aşılama ve geliştirmenin en önemli mekanı olduğu ifade edilmektedir. Buna göre; çalışanlar kendi hakları için savaştılarsa, bunun nedeni haklarının umdukları ve arzuladıkları gibi kaydedileceği çerçevenin “tutma” gücüne duydukları güvendir.

Sendika ve Toplu Pazarlık

Klasik yaklaşımın temelini atan isimler olan Webb’ler İngiliz sendikacılığının gelişimi üzerinde önemli bir etkide bulunmuşlardır. İlk çalışmalarında işçi sendikalarının temel amacının ücretlilerin çalışma koşullarını geliştirip korumak olduğunu söylemişlerdir.

100

Bunu gerçekleştirmenin yolları da da toplu pazarlık süreci ve yasal düzenlemelerdir. Toplu pazarlık süreci ile ücretlerde ve çalışma koşularında standartların belirlenmesi gerçekleştirilebilir, piyasada çalışma koşullarının oluşturulması için toplu pazarlığın yanı sıra yasal düzenlemeler de kullanılabilir. Yasal düzenlemenin özellikle çalışanların tamamını ilgilendiren asgari ücret gibi konularda üzerinde durmuşlardır. İlk çalışmalarında toplu pazarlığa ağırlıklı bir yer vermelerine karşın daha sonraki çalışmalarında işçilerin hak ve özgürlüklerinin sağlanmasında endüstriyel demokrasinin önemini vurgulamışlardır. Buna göre (Uçkan-Kağnıcıoğlu, 2008:45) endüstriyel demokraside hem işçi hem de işverenler sendikalaşma, toplu pazarlık, grev ve lokavt hakkına sahip olacaktır. Yasaların getirdiği küçük kısıtlar dışında örgütlenmenin verdiği güçle hem işçiler hem de işverenler bu haklarından özgürce yararlanabilir. Devlet, uzlaştırmaya katkıda bulunacak bir işlev üstlenmelidir.

Demokrasici sosyalistliği yaymak için kurulan Fabian Derneği’nin önde gelen düşünürleri Webb’lerin 1897’de endüstriyel Demokrasi isimli kitapları yayınlandığında yadırgandıklarını kaydeden Talas bunun nedenlerini şöyle açıklar (Talas, 1970:191):

“Bu yadırganma esas itibariyle iki bakımdan belirmekteydi. Birisi doğrudan doğruya kitabın adından gelmekteydi. Siyasal alanda tartışılması bir türlü bitmeyen ve zamanımızda da sürüp giden demokrasi sözünün sanayi içinde ne yeri olabilirdi ve sınai demokrasi gerçekten Webb’lerin ona vermek istedikleri anlama uymakta mı idi? Öteki de bazı eleştiricilerin işçi örgütlerine bu derece önem verip onlar hakkında koca bir kitap yazmaya değer mi diye ileri sürdükleri düşünce.”

Webb’lere göre (Talas, 1970:193); sanayileşmiş toplumlarda sendikalar bizzat demokrasidir. Bunun anlamı; sendikaların iç tüzüklerinin “halkın, halk tarafından, halk için idaresi” ilkesine dayanmasıdır. O halde bu tür toplumlarda halkın dörtte üçünü teşkil eden emekçilerin örgütleri aracılığı ile sanayin oluşmasında, sevk ve idaresinde söz sahibi olmaya başlaması makro planda bir sınai demokrasileşmedir. Çünkü ileri toplumlarda sanayi hem yarattığı değer hem de çalıştırmakta olduğu insanların sayısı bakımından siyasal örgütlenmeye, onun biçimine ve içeriğine kendi damgasını vurmaktadır. Endüstriyel Demokrasi kitabının üç bölümündeki başlıkların sırası (“Sendikanın Yapısı”, “Sendikanın Fonksiyonu” ve “Sendika Kuramı”) da bunu göstermektedir. Kapitalist toplumlarda sendikasız bir endüstriyel demokrasi düşünülmesi güçtür. İşçiler sorunlarını tartışmak için bir araya geldiklerinde ve bir adım sonra milli bir örgüt kurduklarında bağımsız gelir isteklerini ortaya koymakta, temsilcilerini seçmekte ve birlikte pazarlık

101

yapıp hareket etmekte; devlet içinde kendi demokrasilerini kurmaktadırlar. Eğer devlet en yüksek ve en ileri gelişme aşamasına ulaşırsa işçi örgütlerinin şimdiki ve başlıca arzuları istihdam şartlarını saptamak olacaktır. Bu da sanayinin idaresinde sendikaların özel işlevlerini gösterir.

Webb’ler sendikaları endüstriyel demokraside merkezi bir konuma alırlar ancak endüstriyel demokrasi anlayışları sosyalist toplumların demokrasi anlayışından farklıdır (Talas, 1970:197-198); “Düşünce kapitalist bir toplumun dışına çıkmamıştır. Bu durumda, işletmelerini doğrudan doğruya idare eden sosyalist bir toplumda sendikacılık hareketine başka görevler teveccüh etmektedir. Filhakika üretim mallarının kamuya mal edilmesi ile sınıf çatışması önlenmiştir ama çalışanların isteklerinin devamını, idare edenlerle zaman zaman uyuşmazlığa düşmelerini giderememiştir. Böylece doğrudan doğruya idarede sendikalar hem idare edici hem de talep edici duruma gelmiş” olmak durumunda kalacaklardır.

Sistem yaklaşımında endüstri ilişkilerinin aktörleri, yöneticiler ve yöneticilerin temsilcilerinden oluşan bir hiyerarşi, işçiler ve işçi temsilcilerinden (sendikalar) oluşan bir hiyerarşi ve işçi işveren ilişkilerinde uzmanlaşmış kamu kuruluşları ve özel kuruluşlar