• Sonuç bulunamadı

1.1. DEVLET ve DEVLETİN İŞLEVLERİ

1.1.2. Marksizmde Devletin İşlevleri ve Güvenlik

Devletin sınıflar üstü olduğu, doğru yasalar ve organlar arası denge ile toplumun uyum içinde bir arada yaşayabileceği savlarına karşı; Marx ve Engels, aralarında uzlaşmaz çelişkiler bulunan toplumsal sınıfların çatışmasının ve sınıf savaşımının kaçınılmazlığını savunmuştur. Bu bağlamda devlet, toplumsal sınıf çelişkilerinin bağdaşmazlığının ürünüdür ve sınıf çatışmalarının çözülemez olduğunda ortaya çıkmıştır. Marx ve Engels’e göre (1991:112), tarihsel gelişmenin bir ürünü olan devlet, özel mülkiyetin ve sınıfların ortaya çıkmasına koşut olarak, ekonomik güce sahip azınlığın ihtiyaç duyduğu baskı mekanizmasını nedeniyle “icat” edilmiştir ve “büyükleri ve küçükleri, zenginleri ve yoksulları, yasa karşısında eşitsiz kılmakla başlar.” Marksist kuram, sermayenin devlet idaresi ve devlet politikalarının belirlenmesi süreçlerini yönlendirme ve yapılandırma gücü olduğunu belirterek bunu eleştirir (Keane, 1994: 277). Marx ve Engels’e göre (1991: 112), “modern devletin yönetimi, tüm burjuvazinin ortak işlerini yöneten bir komiteden başka bir şey değildir”. Bu anlamda, Marx, devletten, “kapitalist sınıfın yakın

denetimi altında olan ve sınıf hakimiyetinin doğrudan bir aracıymış gibi söz eder” (Giddens, 1998: 75).

Devlet, topluma dışardan dayatılmış bir güç değil, toplumun gelişmesinin belirli bir aşamasındaki üründür. Devlet toplumun, önlemekte yetersiz kaldığı uzlaşmaz karşıtlıklar biçiminde bölünmesinden doğar. Karşıt ekonomik çıkarlara sahip sınıfların, kendilerini ve toplumu kısır bir savaşın içinde eriyip bitirmemeleri için, görünüşte toplumun üstünde yer alan çatışmayı hafifletmesi, “düzen” sınırları içinde tutması gereken bir güç gereksinmesi ortaya çıkar. “İşte, toplumdan doğan, ama onun üstünde yer alan ve gitgide ona yabancılaşan bu güç devlettir” (Engels, 1998: 199). Bütün erken devletlerde geçerli ortak unsurlar; uyruklarının toprağa göre dağılması gereği ve silahlı bir güç halinde örgütlenen halkla aynı şey olmayan bir kamu gücünün kuruluşudur. Bu kamu gücü her devlette olup, yalnızca silahlı adamlardan oluşmaz, hapishaneler ve diğer ceza kurumlarından da oluşur. Bu kamu gücünü yaşatmak için, devletin yurttaşlarının katkıda bulunması gerekir. Bu ise vergilerle olur (Engels, 1998: 198-199).

Marksist kurama göre, “devlet düşünülemeyecek bir zamandan beri varolan bir şey değildir. İşlerini onsuz gören, hiçbir devlet ve devlet gücü fikri bulunmayan toplumlar olmuştur. Toplumun sınıflara bölünmesine zorunlu olarak bağlı bulunan belirli bir iktisadi gelişme aşamasında, bu bölünme, devleti bir zorunluluk durumuna getirmiştir. Bu sınıflar, tarihsel süreç içinde ne kadar kaçınılmaz bir biçimde ortaya çıktılarsa, o kadar kaçınılmaz bir biçimde ortadan kalkacaklardır. Onlarla birlikte devlet de kaçınılmaz bir biçimde yok” olacaktır. Ancak devlet ilga edilemeyecek sönecektir (Lenin, 1978: 37). Lenin’e göre (1992: 79-81) kapitalizmden sosyalizme geçiş sürecinde devlet, proletarya için demokratik burjuvaziye karşı diktatörce bir devlet olmak zorundadır. Burjuva devletleri birbirlerinden tüm farklılıklara rağmen özünde bir burjuva diktatörlüğüdür. Kapitalizmden sosyalizme geçişin özü proletarya diktatörlüğüdür. Devletin bu süreçte sönümlenmesi uzun süre alacaktır. Devlet yalnızca, baskı altına alınacak sınıf bulunmadığı zaman söner (Lenin, 1992: 87, 91).

Marx, 1848 Devrimlerini Fransa özelinde analiz ederken devletin burjuvazinin bir aygıtı olduğunu vurgulamaktadır. Marx, Fransa’da 1848 Devrimleri sonrasında, başta kişi özgürlüğü olmak üzere, temel hak ve özgürlüklerin Fransız yurttaşlarının “mutlak” hakkı ilan edilmesine karşın, bu özgürlüklerin “başkasının

eşit hakları”, “yasalar” ve “genel güvenlik”le çatışmadığı ölçüde, sınırsız olduğunu belirtmektedir. Fransız Anayasası, “sürekli olarak,...kamu güvenliğini tehlikeye düşürmelerini önlemek için…temel yasalara atıf yapar.” Bu temel yasalar, ne zaman özgürlükleri burjuvazi dışındaki sınıflara yasaklasa ya da “polis tuzaklarından başka bir şey olmayan koşullar altında kullanılmalarına izin verse, bu,…yalnızca ‘kamu güvenliği’, başka bir deyişle burjuvazinin güvenliği yararına olmuştur” (Marx, 1990: 29-30). “Fransız burjuvazisinin maddi çıkarı, kesinlikle, bu geniş ve karmaşık hükümet makinesinin sürdürülmesine sımsıkı bağlıdır. İşte burjuvazi, kendi fazla nüfusunu buraya yerleştirir ve kâr, faiz, rant ve serbest meslek ücreti olarak cebe indiremediklerini, maaş biçiminde tamamlar. Öte yandan, burjuvazinin siyasal çıkarı, onu, baskıyı günden güne ağırlaştırmaya ve dolayısıyla da hükümet iktidarının araçlarını ve personelini artırmaya zorlar” (Marx, 1990: 66).

Marksistler devleti, işlevi sınıf egemenliğini ve sömürüsünü sürdürmek ve savunmak olan temel bir kurum olarak görürler (Bottomore, 2002: 131). Devlet, genel çıkarları temsil eden nötr bir güç değil, egemen sınıfın çıkarlarını gözeten bir aygıttır (Hall ve Ikenberry, 2000: 19). Amacı, sınıflar arası çatışmayı hafifletmek ve çatışmayı düzenin sınırları içinde tutmaktır. Görünüşte tüm toplumun üstünde olan bir güçtür. Devlet, üretim araçlarını elinde bulunduran sınıfın “baskı aracı”dır. Parlamentosu, bürokrasisi, mahkemeleri, hapishaneleri, gizli servisleri, polisi, jandarması ve ordusuyla, bu baskının örgütlenmesidir (Tanilli, 1981: 3). Devlet hem açık şiddet, hem de kilise ve okul gibi ruhsal ve ideolojik ikna yöntemleriyle çalışır. Devletin baskı sistemi orduyu, polisi, savcıları, mahkemeleri, cezaevlerini gerektirir.

Baskı biçimleri; “nazik fakat katı bir ricadan, ölüme kadar değişir” (Spirkin ve Yakhot, tarihsiz, 224-227).

Devlet, bir toplumsal oluşumun bütünlüğünü koruyucu unsur olarak işlev görür. Bu işlev, oluşumun çeşitli düzeylerine göre (ekonomik, ideolojik, politik) kendine özgü biçimler gösterir. Devletin ekonomik ya da ideolojik işlevleri egemen sınıfın politik çıkarlarını sağlamaya yöneliktir. Bu bağlamda, devletin çeşitli işlevleri, devletin sınıflara bölünmüş bir toplumsal oluşumun bütünlüğünün korunması unsuru olarak, egemen sınıfların çıkarlarına hizmet ederler (Poulantzas, 1992: 43-45). Poulantzas (1992: 35, 41, 43), devletin işlevlerini, özel işlevler ve genel işlev olarak ikiye ayırmaktadır. Özel işlevler şunlardır: 1. Teknik-ekonomik

işlevler: Üretim güçleri ve ilişkileriyle ilgili olanlar. (Devletin işlevi öncelikle ekonomik ortama ve özellikle çalışma sürecine ve bu sürecin üreticiliğine yöneliktir. Ayrıca devlet kapitalist değiş-tokuşu düzenleyen kurallar bütününün yasal sistemini oluşturma işlevine de sahiptir) 2. Siyasal işlevler: Devletin varlığı ve faaliyetleriyle ilgili olanlar. Devlet, sınıfsal politik çatışma durumunda mevcut politik düzeni korumayı amaçlar. 3. İdeolojik işlevler: Eğitim, haberleşme, ulusal gelenekler. Genel işlev ise; sınıflara bölünmüş bir toplumda toplumsal birliği sağlamaktır.

Sınıflara bölünmüş toplumlarda, sömürücü azınlığın çoğunluk üzerindeki egemenliğini sürdürebilmesinin tek nedeni azınlığın toplumun geri kalanını baskı altında tutmak ve aynı zamanda da toplumun bütünlüğünü korumak için özel bir örgüte sahip olması ve bunu denetlemesidir. Bu örgüt devlettir. Devlet toplumun bütününe ait bir örgüt olmayıp, toplum içinde, bastırma ve boyun eğdirme gücüyle donanmış özel bir örgüttür. Devletin biçimi ne olursa olsun, onun en temel unsuru toplumun üzerindeki zor uygulama araçlarıdır. Zor, silahlı insanlardan oluşan özel topluluklar (askerler, polis vb.) aracılığıyla uygulanır. Devlet yasaları yapmak için bir otorite ve bu yasaları yorumlamak ve uygulamak için hakimlerden oluşan bir yasal sistem oluşturur. Devlet, insanları fiziksel olarak boyun eğdirme araçlarının yanı sıra; onları çeşitli türden ideolojik ve propaganda araçları da kullanarak zihinsel olarak boyun eğdirmeye çalışır. Bu tür bir örgüt ancak toplumun sınıflara bölündüğünde zorunlu hale gelmiştir. O günden beri, devlet toplumsal çelişkilerin toplumu karıştırmamasını ve yıkmasını önlemeye yarayan özel bir güç olarak zorunlu olmuştur (Cornforth, tarihsiz: 86).

Marksizm’e göre burjuvazinin egemen olduğu bir devlet tipinde “güvenlik” (ordu, mahkemeler, hapishaneler) ve daha özel olarak da polis, toplumun tümü açısından değil sadece burjuvazi için gerekli ve vazgeçilmez bir unsur olup, egemen sınıfın bu konumunu sürdürmesini sağlayan bir mekanizmadır. Bir başka anlatımla, polis sınıflı bir toplumu sürdürmenin aracıdır. Burjuvazi, toplumsal çatışmayı hafifletmek ve çatışmayı düzenin sınırlarında tutmak için diğer araçlar yanında kamu gücüne sahip polise ihtiyaç duyar. Polis faaliyetleri toplumun genel yararına gibi göründüğü anlarda bile son analizde burjuvazinin yararınadır.

Lenin (1992: 63-64), 1917’de yazdığı bir yazıda devlete ilişkin şu görüşlere yer vermiştir; Burjuva devlet tipinde devlet makinesi; pratikte görevden alınamaz,

ayrıcalıklı ve halkın üstünde konumlanmış memurlar topluluğu olan ordu ve polisten oluşur. Oysa burjuva devlet tipinden daha üstün bir devlet tipi halktan ayrı bir ordu ve polisin olmadığı, Paris Komünü tipi bir devlettir. Marksizm, Paris Komünü tipinde bir devletin zorunluluğunu tanır. Bu devlet tipini burjuva devletinden ayıran özellikler şunlardır; Burjuva devlet tipinde, tüm baskı aygıtı; ordu, polis ve bürokrasi olduğu gibi kalmaya devam eder. Oysa, Paris Komünü tipi devlette bu aygıt parçalanır ve kaldırılır. Burjuva devletinde, yığınlar devlet yaşamının örgütlenmesine doğrudan katılamaz, katılım engellenir. Oysa, Paris Komünü tipi devlette bunun tersi yapılır. Paris Komünü tipi devlet, halk çoğunluğunun bilincinde olgunlaşmamış hiçbir reformu gerçekleştirmez. Halk, bu yeni tip devleti kurma işine kendisi girişmelidir. Bu süreçte, proletarya ve köylülerin büyük çoğunluğu, polise, görevden alınamaz ve ayrıcalıklı memurlar topluluğuna, halktan ayrı orduya karşı olacaklardır. Yeni tip devletin dayanak noktası budur. Polisin yerine halk milisinin geçirilmesi, Rusya’da gerçekleşme yolunda olan bir reformdur. Burjuva tipi devlette ve burjuva devrimleri sonrasında, halktan ayrı, burjuvazi tarafından yönetilen ve halkı ezmekle görevli bir polis gücü her zaman kurulmuştur. Polisin kurulmasını önlemenin yolu, ordu yerine geçen halkın silahlandırılması ile bir halk milisi kurmaktır. Yaşları 15-65 arasında olan erkek ve kadın tüm yurttaşlar, istisnasız bu milise katılacaklardır. Kadınların siyasal yaşama doğrudan katılmaları, sosyalizmin ve demokrasinin kurulması için yeterli değildir. Milislik gibi yurttaşlık görevlerinde de kadınlar yer almalıdır (Lenin, 1992: 64-66).

Althusser (2002: 27-33), Marksist teoride, devlet aygıtının hükümet, yönetim, ordu, polis, mahkemeler ve hapishaneleri kapsadığını belirtmektedir. Bunlar, aynı zamanda, devletin baskı aygıtı denilen yönünü oluştururlar. Baskı aygıtının varlığı, söz konusu devletin, hiç olmazsa en son durumda “zor kullandığı”nı belirtmektedir. Devletin baskı aygıtının “zor kullanarak” işlediği düşüncesi düzeltilmelidir, devletin her aygıtı hem baskı hem de ideoloji ile işler. Kuşkusuz baskı aygıtı, fiziki baskı dahil, baskıya öncelik verirken ideoloji ikincil önemdedir. Ancak örneğin polis, hem kendi uyumunu ve yeniden üretimini sağlamak için, hem de dışarıya sundukları “değerler” ile aynı zamanda ideolojiyi kullanarak işler. Kısaca, devletin baskı aygıtı ile ideolojik aygıtı birbirleriyle ilişki içindedir. Devletin baskı aygıtı; kanunlar, yönetmelikler ve kararnamelerle hareket eder ve tüm devlet

aygıtları hem ideoloji, hem de baskı kullanarak işler. Ancak devlet aygıtı özellikle baskı (fiziksel güç, idari yasak ve emirler, sansür vb.) yoluyla ideolojik aygıtlarının işleyişinin koşullarını sağlar (Althusser, 2002: 35, 38-39).

Marx ve Engels, devleti egemen sınıfın baskı aracı alarak değerlendirmelerine karşın, son dönem çalışmalarda “devletin göreli özerkliğini” vurgulanmışlardır. Marx (1990: 21, 29-30), devleti yöneten sınıfın iç rekabetinin görece özerklik sağlayabileceğine değinmektedir. Engels’e göre (1998), kural olarak devletin en güçlü sınıfın baskı aracı olmasına karşın, “istisnai olarak savaşım durumundaki sınıfların birbirlerini dengelemeye çok yaklaştıkları öyle bazı dönemler olur ki, devlet gücü sözde-aracı olarak, bir zaman için, bu sınıflara karşı belirli bir bağımsızlık durumunu korur” (Engels, 1998: 201). Toplumsal sınıfların birbirlerini, devlet iktidarına karşı “her ikisinden belirli bir ölçüde bağımsız hale gelme olanağını sağlayacak biçimde yakından dengelediği dönemler ortaya çıkar” (Bottomore, 2002:133). Bu bağlamda belirli tarihsel dönemlerde devletin göreli özerkliğinden söz edilebilir. Daima var olan ve devlet katında ekonomik bakımdan egemen bloktan bağımsız bir hareket alanı bulunduğunu anlatan bu özerkliğin kapsamı, büyük toplumsal krizlerde veya bir üretim biçiminden diğerine geçiş dönemlerinde genişler (Boratav, 1991: 14-15).

Marx (2000: 270-275, 465), Kapital’de, sermayeden zorla kopartılıp alınan bir ödün olarak nitelediği ve İngiltere’deki fabrika yasalarını devletin işçiler lehine, kapitalistler aleyhine düzenleyici yasalar çıkarmasının kapitalizmin işlevselliği açısından tutarlı bir girişim olduğunu belirtmiştir. Bireysel girişimcinin kendi kâr hadleri ve birikimi ile ilgili olmasına karşın, devlet, düzenin yeniden üretimi için gerekirse bireysel girişimcinin çıkarlarına karşıt kararlar alabilmektedir. Bu bağlamda, devlet, kişilerin kısa vadeli çıkarını değil, bir sınıfın uzun vadeli çıkarlarını koruma ve geliştirme işlevine sahip olduğu için bazı kararları sınıflar-üstü görünebilir ancak bu kararlar sınıflar-üstü değil, “kişiler üstü”dür (Tanilli, 1981: 4). Önemli olan kapitalist üretimin kurumsal mekanizmasının kalıcılığıdır. Yapısal etmenlerle konjonktürel koşulların çeliştiği durumlarda, egemen sınıfların çıkarları ile devlet politikaları arasında uyuşmazlık çıkar. Böyle bir uyuşmazlık, devletin egemen sınıflardan bağımsız olduğunu göstermez; devlet politikalarının her zaman

sınıf çıkarlarıyla örtüşmek zorunda olmadığını gösterir. Ancak sınırları olan bir özerklik söz konusudur (Öngen, 1999: 32).

Giddens’a göre (1998: 79-80, 88), günümüzde devletin göreli özerkliğini sağlayan bir unsur da devletin tavır ve tutumu üzerinde hem sendikal güç olarak hem de işgücü ya da sosyalist partiler yoluyla etkisini hissettiren işçi sınıfının kendisinden kaynaklanan güçtür. Devlet, bir sermaye grubunu diğerine tercih edebilir. Ancak devlet aynı zamanda, örgütlü işgücünün etkisi ile de karşı karşıyadır. Mücadeleler sonucu kazanılmış yurttaşlık hakları devletteki güç dengesini değiştirmiştir. Devlet, birbiri ile çatışan iki etki arasında sıkışıp kalmıştır. Özellikle oy kullanma hakkı modern toplumlarda sosyo-ekonomik değişiklikler yapmakta önemli imkanlar getirmiştir.

Marksizmin devletin göreli özerkliği olgusunu burjuva devletinde güvenlik ve polis açısından değerlendirdiğimizde, polis örgütünün salt bir sınıfın diğer sınıfı baskı altında tutması ya da egemen sınıfın bu konumunu sürdürmesi için var olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir. Bu anlamda polis faaliyetlerinin genel yarara dönük olabilmesi mümkündür ve fiilen de böyle olabilmektedir. Polis, sadece burjuvaziye hizmet eden bir aygıt olarak değerlendirilemez. Ayrıca, topluma yönelik faaliyetleri olan bir devlet örgütü olarak da değerlendirilmelidir.