• Sonuç bulunamadı

1.2. KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE DEVLET ve KAMU YÖNETİMİ

1.2.1. Devlet Anlayışında Değişim ve Yeni Sağ Politikalar

Küreselleşme kavramı, uluslararası sermayenin gelişen teknoloji ile birlikte ulusal ekonomilerin, ulusal sınırların, ulusal kültürlerin üzerinde bir hareket kolaylığına ulaşması ve bu bağlamda ulus devletlerin öneminin azalması (Göktürk, 1999: 279), ulusal ekonomilerin, siyasal sistemlerin, kültürlerin ve kimliklerin dünya kapitalist sistemi ile bütünleşmesi olarak da ifade edilmektedir. Küreselleşme süreci korumacı devletlerin yarattığı uluslar arasındaki etkileşim ve değişimin önündeki tüm engellerin kaldırılmasını gerektirmektedir. Diğer yandan, küreselleşmeyi kolaylaştırmak için, ulusötesi şirketler, kitle iletişim ağları, uluslararası kuruluşlar ve yeni liberal düzenleme ve kurumlar dahil olmak üzere, çeşitli küresel güçler ile aktörler, piyasa yanlısı varsayımlar kümesine dayanan politika reformlarını önermekte, savunmakta, benimsemekte ya da empoze etmektedir. Özellikle, Bretton Woods kuruluşları, ekonomik açıdan kırılgan Üçüncü Dünya ülkelerinin, küreselleşme yararına bu tür politika reformlarını kabul etmesi için üstü örtülü etki ve açık baskı yöntemlerini kullanmaktadır. Piyasa yanlısı devlet ve kamu yönetimi reform ve politikalarının mali krizleri azaltacağı, açıkların üstesinden geleceği, etkinliği arttıracağı, kaliteyi sağlayacağı ve dağılımı iyileştireceği gerekçesiyle “piyasa dostu küreselleşme”, “devlet karşıtı ekonomik reform” ve “refah karşıtı kamu politikaları” taraftarlarınca özellikle Üçüncü Dünya ülkelerine önerilmektedir (Haque, 2002: 103-105).

Küreselleşme sürecinde devletin yeniden yapılanmasının temel özellikleri olarak şunlar söylenebilir; sermayenin örgütlü emeğe karşı kesin üstünlük sağlaması, devletin işlevlerinin esas olarak sermaye birikimini sağlama ve adil bölüşüm taleplerini bastırmaya doğru dönüşmesi, uluslararasılaşan sermayenin önündeki coğrafi-politik engellerin kalkması (Şaylan, 1995: 141), mal, ticaret ve sermaye hareketlerinin serbestisinin artması, üretimin uluslararasılaşma eğilimi, yeni teknolojilerin varlığı ve etkileri, işletme içinde ve dışında enformasyon

üretim tekniklerinde ve işletme yönetimlerinde ve örgütlerde önemli sayılabilecek değişikliklere yol açması, kitlesel üretimden esnek uzmanlaşmaya geçiş, düşük katma değerli emek yoğun üretimin gelişmekte olan ülkelere daha çok kayması, işçi sınıfının yapısının değişmesi, ırka-milliyete-etnik özelliklere ve toplumsal cinsiyete dayalı yeni bölünmeler, meslek yapılarındaki değişmeler, işsizlik ve yeni eksik istihdam biçimlerinin varlığı (Erdoğdu, 1999: 49).

Yeni sağ, ekonomik, sosyal, siyasal ve yönetsel dönüşümün çerçeve kavramıdır. Yeni sağ anlayışın ekonomik, sosyal, siyasal ve yönetsel boyuttan yaygınlaşması devlet eliyle ve devlet politikalarıyla sağlanmaktadır. Yeni sağ devletin varlığına değil, devletin işlevlerine ve bu işlevlerin boyut ve derinliğini değiştirmeye yöneliktir (Aksoy, 1995: 159-160). Yeni sağ, devletin ekonomik-mali ve toplumsal alanda yeri olmadığını iddia etmektedir. Devlet bu iki alandan özelleştirme yoluyla çekilmelidir (Güler, 1996: 8).

Yeni sağın yer yer birbirleriyle çelişen özelliklere sahip üç temel kaynağı bulunmaktadır. Bunlar, yeni-liberalizm, yeni-muhafazakarlık ve kamu tercihi kuramıdır (Aksoy, 1995: 159-160). Yeni sağın “minimal devlet” söylemi ve bu söylem doğrultusundaki deregülasyon (düzenleme dışı bırakma), özelleştirme gibi uygulamalar devletin kamusal yarar merkezli müdahale alanları ve araçlarını “tahrip ve tasfiye” etmektedir (Güzelsarı, 2003: 17-18). Yeni liberaller, özel sektörün kaynak kullanımında kamu sektörüne göre daha verimli ve etkili olduğu iddiasındadır (Aksoy, 1998: 9).

Yeni sağcı söylem “yeniden bölüşümcü politikalar”dan vazgeçmiş, sosyo- ekonomik işlevi daraltılmış ancak “yasa ve düzen” işlevi ön plana çıkmış bir devlet anlayışı inşa etmeye çalışmıştır. Özellikle, “muhafazakarlık” devletin “yasa ve düzen” işlevini vurgulamaktadır. Devletin “eşitlikçi yönde yeniden dağıtımcı işlevi”nin daralması toplumsal eşitsizlikleri ve toplumsal gerilimleri tırmandırmaktadır. Bu durum yasa ve düzen, yani güvenlik sorunu yaratmaktadır. Bu anlamda, devlet yasa ve düzen işlevi için giderek daha fazla kaynak ayırmaktadır. Buna rağmen bu da yetmemekte toplumda hızla büyüyen bir “sivil güvenlik sektörü” ortaya çıkmaktadır. Devletin eşitlikçi yönde sosyo-ekonomik amaçlı kaynak aktarımları eleştirilirken, güvenlik sektörüne giderek artan oranda kaynak aktarması eleştirilmemekte ve tartışılmamaktadır (Şaylan, 2000: 12-13).

Yeni liberal düşünceye göre etkin bir kamu yönetimi için; kamu hizmetlerinin finansmanı vergilerle değil, fiyatlandırma ile sağlanmalıdır, işler iş güvencesine sahip memurlar eliyle değil, performansını sürekli sergilemek zorunda kalan sözleşmeli personel eliyle yürütülmeli ve bürokrasi, “talep odaklı” olmalıdır. Arz odaklı bürokrasi açısından hizmetin kâr amaçlı olması önemli değilken, talep odaklı bürokrasi kâr odaklı olmayı önemser (Güler, 2003: 10).

Küreselleşme sürecinde kamu yönetiminin işlevi, özel sektörün öncülüğünde, taşeronlaşma sürecini güvence altına almak ve yönetmek olarak tanımlanmıştır. Kamu yönetiminin kendisi kamu hizmetinin ticarileştirildiği, “kamu hizmetinin piyasa mekanizmalarına” uyarlandığı, piyasa mekanizmalarına göre çalışan bir yapıya dönüştürülmeye, kısaca özel sektörleştirilmeye çalışılmaktadır. Buna koşut olarak devletin toplumsal eşitliğe yönelik işlevleri daraltılmaktadır (Güler, 1996: 111, 169). Martin’e göre (1995: 265), kamu hizmetlerinin ticarileşmesi, iddia edilenin aksine seçme özgürlüğünü yurttaşlara aktaracak yerde; hizmeti üretenlere, kime hizmet satacaklarını seçme özgürlüğü vermiştir. Sonuçta seçim hakkı eşit yurttaşlar yerine parası olanın hakkına dönüşmüştür. Kamu kesiminin özel sektörleşmesine verilebilecek iyi bir örnektir yerel yönetimlerdeki şirketleşmedir (Güler, 1996: 162).

Kamu yönetiminin değişmesi özelleştirme, serbestleştirme, kuralsızlaştırma, esnekleştirme gibi yeni liberal politikaların etkisiyle olmuştur. Bu politikalardan özelleştirmenin kamu yönetimindeki değişimde öncelikli ve önemli bir rolü vardır. Özelleştirme politikaları, bürokraside ve kamu hizmeti anlayışında değişim yaratarak kamu yönetiminin değişmesinde etkide bulunmuştur. En önemli değişimlerden biri bürokraside yaşanmıştır. Küreselleşme sürecinde “büyük bir esneklik ve hareketlilik kazanan sermayenin önünde ekonomi bürokrasisi, karma ekonomi, planlı ekonomi...gibi engeller bulunmamalı, bürokrasi de gelişmelere uyum sağlayarak esnekleşmeliydi” (Şahin, 2001: 662). Özelleştirme politikaları, bürokraside yarattığı esnekleşmeye koşut olarak kamu hizmeti ve kamu yararı anlayışının değişmesinde de etkili olmuş, devletin müdahale alanı daraltılmıştır. Serbestleştirme ve özelleştirme uygulamaları ile devletin küçültülmesi sağlanmakta, ekonomik ve toplumsal işleyiş

üzerindeki belirleyiciliği ve kamusal müdahale alanları azaltılmaktadır (Göktürk, 1999: 279).

Özelleştirme kamu açıklarını kapatmanın acil, ancak kısa vadeli bir yoludur. Özelleştirme gelirlerinin cari kamu giderlerinin azaltılması için kullanılması kamusal servetin net anlamda azalmasına neden olur. Elde edilen kamusal gelir kamu açıklarını kapatmak için kullanıldığında kamusal sermaye birikimi artmaz. Yatırım oranları düşer ve kamusal servetin özel sektöre aktarılması sonucu doğar. İkinci olarak, özelleştirme dış kaynaklı kredi bulmak için istenen koşullardan birisidir. Aynı zamanda dış kredi bulmak için itibar kazanma ihtiyacındaki siyasi iktidarların itibar kazanma yöntemidir. Üçüncü olarak, özelleştirme özel sektöre kaynak aktarma mekanizması görevi görmüştür. Özelleştirme bir yandan devletin potansiyel ve gerçek kamu gelirleri düşürmekte, diğer yandan da çok büyük vurgunlara yol açmaktadır. Siyaset ve bürokrasi yaygın bir yozlaşma sürecinin etkisi altına girmektedir (Boratav ve diğerleri, 1998: 119-121).

Özelleştirmenin olduğu her yerde devletin halkın yararına yönelik hizmetleri ya çökmekte ya da daralıp pahalılaşmaktadır. Özelleştirme yanlıları, devletin küçültülmesiyle boşalan alanın “halk” tarafından doldurulacağını iddia etmişlerdir. Oysa ki, devletin boşalttığı alan “uluslararası sermaye” ve bazen de “mafya” tarafından doldurulmuştur (Işıklı, 1999: 145). Özelleştirmenin sonucunda, güç ilişkilerinde meydana gelen kayma sadece kamudan özele ya da devletten piyasaya doğru değildir. Güç kayması ulusal ve yerel siyasal kurumlardan uluslararası şirketlere ve uluslararası kurum ve kuruluşlara doğru olmaktadır (Martin, 1995: 230). Bu bağlamda özelleştirme, sadece sahipliğin el değiştirmesi anlamına gelmemekte, kamu hizmetlerin temini için özel sektörün desteğini sağlayarak dolaylı olarak kamu hizmetlerinin sunumu da özelleşmektedir. Bu nedenle, özelleştirme basit bir mülkiyet değişiminin ötesinde devlet ve kamu yönetimi anlayışını değiştiren önemli bir araç niteliğindedir.