• Sonuç bulunamadı

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ÖZEL GÜVENLİK

3.3. ÖZEL GÜVENLİĞİN DEĞERLENDİRİLMESİ

İlkçağlardan beri şiddetin özel ellerde yoğunlaşması (silahlı kiralık askerler vb.) görülmekteydi. Bu süreç, 18. yüzyılda sömürgelerde Batılı şirketlerin kendi denetimlerinde paralı ordular kurmalarına rağmen, 17. yüzyıldan başlayarak duraksamıştır. Şiddet araçlarının tekelinin devletin eline geçişiyle birlikte, her zaman devletin denetiminden kaçan muhalif silahlı güçler olmakla birlikte, devlet güvenlik

yaşanan dönüşüm güvenlik alanında da yansımasını bulmuş, devlet güvenlik alanında temel aktör olarak kalmakla birlikte bu alana yeni aktörler katılmaya başlamıştır (Haspolat, 2006: 63-64).

Küçük’e göre (2003:110-112), özel güvenlik olgusu modern devletten çok feodal devlet çizgisi taşımaktadır. Feodalite, güvenlik açısından bakıldığında, güvenlik hizmetlerinin parsellenmesi ve kiralanması anlamına gelmektedir. Güvenliğin özelleşmesi olgusu net olarak ortadadır. Modern devlet öncesine bir dönüş eğilimi olduğu görülmektedir. “Korkunun egemen olması” ve “özel güvenlik görevlileri”nin maliyetlerinin düşüklüğü, hızla yayılmasının başlıca nedenidir.

Özel güvenliğin varlığının modern devleti değiştireceği varsayımı bugün için doğrulanabilir değildir. Kuşkusuz özel güvenlik genellikle devlet otoritesindeki göreli boşluk dönemlerinde daha yoğun olarak ortaya çıkmakta ancak devletin güvenliği söz konusu olduğunda her türlü kaynak bu alana yönlendirilmektedir.

Devletin şiddet tekelinden vazgeçmesi ve güvenliğin özelleştirilmesi “yurttaşlığın altını oyan sonuçlar doğuracaktır. En azından kuramsal olarak burjuva ulus-devletin şiddet tekeli, bu tekelin yurttaşların ortak siyasi iradesini temsil eden yasama ve yürütme organının denetimine tabi olması anlayışına dayanır ve meşruiyetini buradan alır. Özel güvenlik şiddet kullanımını bu denetimin ve meşruiyet temelinin dışına taşımaktadır” (Bora, 2006: 223). Halkın devlet aracılığı ile sağladığı güvenlik hizmetlerinin niteliği, devletin bu alandan çekilmesine koşut olarak düşecektir. Güvenlik ihtiyacını “özel güvenlik hizmeti satın alarak” karşılayabilen sermaye korunurken, halk devletlerin giderek daha niteliksiz sunduğu güvenlik hizmetleri ile yetinmek zorunda kalacaktır (Haspolat, 2006: 65).

Güvenlik hizmetlerinin sağlanmasında polis halen en önemli sorumluluğu üstlenmiş olmakla birlikte bu konudaki tekelini yitirdiği de bir gerçektir. Günümüzde kamusal ve özel güvenlik güçlerinin hizmetlerinin bütünleştirilmesi, işbirliğinde bulunmaları gerektiği üzerinde durulmaktadır. Artık kamusal ve özel güvenlik ayrımının tatmin edici olmaktan uzak olduğu (Law Commission Of Canada, 2006: 5) ileri sürülmektedir. TDP’de bu konuda rol oynama potansiyeline sahiptir.

Özel güvenlik, suç olgusu açısından değerlendirildiğinde, suç işlenmesinin önlenmesinde polisin tek başına yeterli olmaması gibi, özel güvenlik sistemi de ne derece mükemmel örgütlenirse örgütlensin suçun önlenmesinde yeterli

olamayacaktır. Suçun engellenmesi bakımından güvenlik önlemi almak unsurlardan sadece biridir, polisin ve özel güvenliğin denetimi dışında başka faktörler bulunmaktadır. Güvenlik tedbirinin arttırılması bazı durumlarda suç için çekiciliğin de artması anlamına gelebilmektedir.

Yeni liberal politikalar artı-değerin yaratılmasında kullanılabilir yeni bir alan olarak güvenlik alanını da sürece katmıştır. Sermaye birikiminin sağlanması için devletin tekelindeki tüm alanlar özel sektöre açılmaya başlamıştır. Bu süreçten güvenlik alanı da etkilenmiştir. Devletin sosyal işlevini terk etmesine koşut olarak artan işsizlik, gelir dağılımındaki adaletsizlik ve suç nedeniyle belirli kesimler kendilerini güvende hissetmek için devletin sağladığı emniyet hizmetleri ile yetinemez hale gelmiştir (Haspolat, 2006: 73- 74).

Güvenlik alanının özelleşmesi bir yandan sosyal devletin küçültülmesinin yarattığı sorunlara çare olarak görülmekte, diğer yandan emniyet hizmetlerinin bütçede yük oluşturmasını engelleyici bir unsur olma özelliği taşımaktadır. Toplumsal yaşamda güvenlik endişesi artmıştır. Bu endişe bir yandan haklı nedenlere dayanırken öte yandan güvenlik endişelerinin beslenmesi siyasal rıza üretiminin sağlanması ile de ilişkilidir. Güvenlik sektöründeki özelleşmenin demokratikleşme sürecine karşı potansiyel tehlike içerdiğine dikkat çekenler bulunmaktadır (Bora, 2006: 223-229). Özel güvenlik hizmetinin yaygınlaşması ve farklı güvenlik standartlarının olabileceği kabulünün kamusal olarak meşrulaşması eşitlik ve adalet düşüncesine zarar verecek niteliktedir. Geniş halk kesimleri, özel güvenlik hizmetlerinden yoksundur. Özel güvenlik hizmetinin yaygınlaşması toplumun “polis toplumu” biçimi kazanmasının da bir başka yönüdür Polis benzeri kıyafet giyenlerin kamusal alanda var olması gündelik yaşamda polisiye denetimin etkisini arttırmaktadır (Bora, 2006: 226).

Ülkemizde sermaye sınıfının bütün kesimleri ile polis yerine özel güvenliği kullanmaya istekli olmadıkları da bir başka gerçektir. Büyük sermaye kendi güvenliğini sağlamaya bir dereceye kadar isteklidir ve bazı sermaye kesimleri kârlı gördükleri bu alana girmekte ve faaliyet alanını genişletmeye çalışmaktadır. Bununla birlikte özel güvenlik hizmetini satın alan sermaye kesimleri açısından özel güvenlik bir maliyet unsurudur ve özelikle kriz dönemlerinde ilk el atılan bu “verimsiz” alandır. Örneğin Türkiye’de statlarda özel güvenliğin kullanılmasına kulüpler

direnmektedir. Bankalar zaman zaman özel güvenlik personelinin mali yükünden şikayet etmektedir. Özel güvenlik şirketlerine kaynak aktaran en büyük işveren devlettir. Bir başka anlatımla özel güvenlik yoluyla kamudan özel kesime kaynak transfer edilmektedir. Bu noktada bir parantez açarak özel güvenlik kavramsallaştırmasının ülkemizdeki kullanımının yol açtığı belirsizliğe değinmek gerekir. Kamuda görev yapan ve devlet memuru olan güvenlik görevlileri de 5188 SK kapsamına girmekte ve bu nedenle özel güvenlik olarak adlandırılmaktadır. Oysa onların yaptıkları hizmet “özel” olsa da özel güvenlik değillerdir.

Gülcü (2002b: 64-65) “güvenlik tuzağı” olarak adlandırdığı bir duruma dikkate çekmektedir. “Güvenlik tuzağı”; giderek artan sayıda güvenlikçi çalıştırılması ve bu güvenlikçilere giderek daha çok yetki verilmesinin güvenliği o derece arttıracağı düşüncesidir. “Bu durum kamu özgürlüklerini ağır bir baskı altına alır, hatta kullanılmalarını büsbütün engelleyebilir. İşin sonu demokrasinin askıya alındığı baskıcı bir rejime kadar gidebilir. Devlet ‘Güvenlik Devleti’ne dönüşebilir.” “Yüzde yüz” güvenlik mümkün değildir. Üstelik bu uğurda feda edileceklere bakarsak, gerekli de değildir. Kolluğun yetkilerinin son derece net ve olabildiğince sınırlı olması liberal demokrasinin gereğidir. Yetkilerimizin sınırlı olmasından yakınmak yerine, bu yetkileri sınırları içerisinde etkili olarak kullanmaya çalışmak gereklidir (Gülcü, 2002b: 65).

EGM’nin hazırladığı Stratejik Planda da benzer bir tehlikeye işaret edilmektedir. Stratejik Planda, Emniyet Örgütünün önceliğinin, suç işlenmesini önleyecek mekanizmaları geliştirmek olarak belirtilmektedir. Ayrıca kamu düzenini otoriter olmayan yollarla sağlamanın, “daha fazla özgürlük ve aynı zamanda daha fazla güvenlik istekleri ile ilgili çözüm”leri geliştirme gereği vurgulanmaktadır. Bireysel özgürlük alanı daraltılmadan kamu düzenin sağlayacak yöntemlerin bulunup uygulanması (EGM, 2008b: 29) üzerinde durulmaktadır. Bu bağlamda TDP, Stratejik Planda belirtilen amaca ulaşmada bir araç olarak kullanılabilecektir. Özel güvenlik olgusu açısından konuya baktığımızda özgürlük-güvenlik dengesi gibi bir kaygının özel güvenlik şirketleri ve görevlileri açısından olmadığı söylenebilir. Bu kesim açısından temel kaygı, özel çıkar, kâr ve kendisini kiralayanların özel istekleridir.

Özel güvenlik şirketleri kamunun denetimine tabidir. Ancak devletin kamusal şiddet tekeline “taşeronluk” yapmakla birlikte, bir işverene bağlı olarak

çalışmanın getirdiği bir serbesti de bulunmaktadır. Zor kullanımı mevzuatta belirtilen belirli koşullara bağlı olmakla birlikte işverenin tehdit algılamasına ve tanımana bağlı olarak göreli keyfi kullanım riski bulunmaktadır (Bora, 2006: 227).

Önleyici güvenliğin özel sektöre ihale edilmesinin sakıncaları bulunmaktadır. Önleyici iç güvenlik, özel sektörün kâr ve rekabet koşullarında yerine getirilirse, “bu hizmetlerin aksamasının bedelini kamu öder. Ayrıca telafisi çok güç sonuçlar doğurabilir” (Öztekin, 2005: 304).

Özel güvenliğin genel güvenliğin sağlamasında oynadığı rol devletten devlete değişmektedir. Bu rol işbirliği, rekabet ve bir arada var olma biçiminde üçlü ayrımla incelenebilir (GÜSOD, 2009: 32-38);

1. İşbirliği: Toplumun kamu güvenlik güçlerinin daha fazla zaman ve kaynağı güvenlik alanına aktarmasını talep etmesi nedeniyle kamu güvenlik güçleri asli işlevleri olarak görmedikleri polis faaliyetlerinin yerine getirilmesini özel güvenlik kuruluşlarına bırakmak istemektedir. Özel güvenlik temel olarak ticari bir faaliyet olsa da faaliyet alanlarının büyümesi kamu güvenlik güçleriyle daha yakın ilişki içinde çalışmasına yol açmaktadır. Örneğin havaalanları işbirliğinin yapıldığı tipik yerlerdendir.

2. Rekabet: Özel güvenlik eskiden polisin münhasıran görev yaptığı alanlara girmektedir. Devletin mali krizi özelleştirmeyi gündeme getirmektedir. Bu durumda ilişkilerde karşılıklı şüphe ve hatta açık düşmanlık olabilmektedir. Örneğin İngiltere’de cezaevi hizmetlerinde kamu-özel rekabete itilmektedir. Bu rekabet duygusu iki sektör arasındaki ilişkileri aksatma potansiyeline sahiptir. Almanya’da polis özel güvenlik şirketlerinin kamu binalarının gözetimindeki verimliliğini sert biçimde eleştirmektedir Özel güvenlik sektörü bu eleştiriyi polisin güvenlik alanındaki meşruiyetini yitirme korkusuna ve eski polislerin bu alanda pek kullanılmamasına bağlamaktadır. Çıkar çatışmaları hatta yolsuzluk vakalarına neden olabilmektedir.

3. Bir Arada Var Olma: Polis ve özel güvenlik farklı alanlarda görev yapmaktadır. Bir sanayi bölgesinin gözetiminde özel güvenlik ile polisin birlikte işbirliği içinde faaliyet göstermesine gerek yoktur. Özel güvenlik suçla karşılaştığında sıradan bir yurttaş gibi polisi haberdar etmesi yeterlidir. Ancak bu

ilgisizliğinde sakıncalı yönleri bulunmaktadır. Polis özel alanda işlenen suçlara ilgisiz kalabilir.

Güvenliği sağlamadaki çoğullaşma (polisin yanına özel ve gönüllü güvenliğin eklenmesi), kamu güvenliğinin sağlanmasında niceliksel ve kısmen niteliksel artış yaratmaktadır. Ancak piyasa mekanizması himayesinde gerçekleşen bu çoğullaşma toplumda güvenliğin eşit biçimde gerçekleşmesini sağlamamaktadır. Kamu güvenliğinin devletin sorumluluğunda olduğu düşünüldüğünde, gittikçe özel güvenliğe dayanmak bu alanda adaletsizliği büyütmektedir. Eğer özel sektör, kendi güvenliğini devletin değil de kendisinin sağladığını gerekçe göstererek devlete ödediği vergilere itiraz eder ve ödememeye başlarsa, bu durumda devlet fakirlere sağladığı güvenlik hizmetini üstlenemeyecek ya da niteliğini geliştiremeyecektir (Bayley ve Shearing, 1996: 593-594).

Bayley ve Shearing’e göre (1996: 596), güvenliği sağlamadaki çoğullaşma ilk bakışta hesap verebilirlik (accountibility) açısından sorun yaratmamaktadır. Özel güvenlik şirketleri müşterilerine karşı hesap verme konumundadır ve eğer müşteri memnun değilse şirketin işine son verebilir. Ancak özel güvenlik hizmetini satın alan müşterilere karşı hesap verir konumda olmak, özel güvenlik olgusundan etkilenen bütün kesimleri kapsamadığından, yeterli değildir. “Özel güvenlik kaçınılmaz olarak, işçilerden çok işverenlere hizmet eder.” Polisin en büyük avantajı, temsili demokrasi mekanizması yoluyla bütün yurttaşlara karşı hesap verebilir olmasıdır. Ayrıca özel güvenlik belirli gruplara hizmet sunarken, polis hizmeti coğrafi düzlemi esas alır. Bir başka ifadeyle, özel güvenlik seçici iken polis herkesi kapsar.

Özel güvenlik olgusunu Türkiye açısından değerlendirdiğimizde özel güvenliğin hem korunan yer, hem hizmet veren şirket, hem de personel açısından hızlı bir yayılma sürecinde olduğu görülmektedir. Küçük’e göre, (2003:113), ülkemizin özel güvenlik alanındaki hızı “ülkenin,…,yüzyıllardır bağlı olduğu Avrupa idare sisteminden uzaklaşarak, Amerikan düzenine bağlanışının bir başka göstergesi” olarak yorumlanabilir. Diğer Batılı ülkelerle karşılaştırıldığında özel güvenlik alanındaki bu göreli hızlı artış nesnel nedenler kadar toplumun güvenlik algısından da kaynaklanmaktadır. Bir yandan, sosyo-ekonomik sorunlara bağlı olarak artan suç olgusu ve toplumsal barışın olmaması, diğer yandan suçla ilgili haberlerin medyada büyük başlıklarla yer alması güvenlik konusunu öncelikli bir sorun alanı haline

getirmiştir. Bütün bunlara, televizyon dizilerinde somutlaşan, özel güvenliği güç sembolü olarak kullanma isteğini de eklemek gerekir.

Bugünkü yapılanması ile özel güvenlik önleyici güvenlik açısından kuşkusuz yararlı olmakla birlikte, özel güvenliğe ayrılan kaynak yönüyle bakıldığında beklenen yararın sağlanamadığı da bir gerçektir. Emniyet Örgütünde özel güvenliğe ilişkin kuşkularını dile getirilenler bulunmakla birlikte çok büyük ölçüde, özel güvenliğe taraftar bir bakış bulunmaktadır. Ülkemizde özel güvenliğe ilişkin gelişmenin yakın gelecek açısından geri döndürülemez olduğunu belirtmek yerindedir. TDP’nin batılı anlamda ülkemize yerleştirilmesi durumunda özel güvenliğin toplumun derinlerine daha da kök salacağı söylenebilir. Ayrıca TDP, zaman içerisinde özel güvenliğin genişlemesini sağlamasının yanı sıra onu devletin yönlendirmesine tabi kılabilecek bir unsurdur.

Özel güvenlik gündelik yaşamımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmektedir. Bununla birlikte özel çıkara hizmet etmesi ve kâr amaçlı olması, özel güvenlik personelinin eğitimindeki ve özlük haklarındaki sorunlardan başlayan bir dizi sorun nedeniyle özel güvenlikle ilgili yurttaş gözünde olumlu bir imaj yaratmak güçtür. Çok fazla bir güvenlik hissi yarattıkları da söylenemez. “Rutinde gereksiz acil durumda yetersiz” bir görüntü çizmektedirler. Üstelik özel güvenliğin yetkisini aştığı ve şiddete yöneldiği onlarca örnek olay bulunmaktadır. Bu durum yurttaşlar açısından zaman zaman “özel güvensizlik” durumuyla karşı karşıya kalındığını göstermektedir.

Mevzuat incelendiğinde özel güvenlik görevlilerinin tanımlanmış yetkilerini aşan uygulamalara yöneldiklerinde 5188 SK çerçevesinde yaptırım ile karşılaşmadıkları görülmektedir. 5188 SK’nın idari suçlar ve cezaları düzenleyen 20. maddesinin (c) bendine göre grev yasağına uymayan, ateşli silahını 5188 SK aykırı ya da görev alanı dışında kullanan ya da çalışma belgesini başkasına kullandıran özel güvenlik görevlilerine idari para cezası verileceği ve çalışma izinlerinin iptal edileceği öngörülmüştür. Bu haller dışında özel güvenlik görevlilerinin yetkilerini ihlal ettikleri durumlar 5188 SK açısından herhangi bir yaptırıma tabi tutulmamıştır.

Görüldüğü gibi, özel güvenlik görevlileri yalnızca “ateşli silah” kullanma yetkisi bakımından yaptırıma tabi tutulmuştur. 5188 SK’da silahlı görev yapan özel güvenlik görevlilerinin silah kullanma yetkisi Türk Medeni Kanunu’nun, Borçlar

Kanunu’nun ve Türk Ceza Kanunu’nun “meşru savunma” ve benzeri halleri düzenleyen maddelerine göre mümkündür. 5188 SK’nın atıf yaptığı Kanunlardaki meşru savunma ve benzeri halleri düzenleyen hükümlerine aykırı olarak silahın kullanılması ya da silahın görev alanı dışında kullanılması halleri meydana gelmedikçe özel güvenlik görevlilerinin yetkilerini aşmaları durumu 5188 SK’da öngörülmemiştir. Yetki aşımının Türk Ceza Kanunu kapsamına girmesi durumunda kuşkusuz yaptırım söz konusudur.

Özel güvenlik görevlilerine yönelik yurttaşların yetki aşımı şikayetlerinde İzmir Özel Güvenlik Şube Müdürlüğü’nün izlediği yol, önce şirketleri ya da özel güvenlik birimini uyarmak, şikayetin tekrarlanması durumunda şirkete ya da birime idari para cezası kesmektir. Bu cezalar 5188 SK’nın “denetim” kenar başlıklı 22. maddesi ile ilgili yönetmeliğin 43. maddesine göre verilmektedir. İlgili yönetmeliğe göre; “Kanun ve Yönetmelik hükümlerinin yerine getirilip getirilmediğini…tespit etmek amacıyla, özel güvenlik şirketleri, özel güvenlik birimleri…her zaman denetlenebilir.” Denetimler sonucu yapılan uyarılara rağmen eksiklikleri gidermeyen kişi, kurum, kuruluş ya da şirketlerin yöneticilerine idari para cezası uygulanmaktadır (5188 SK, md. 20/d). Kuşkusuz özel güvenlik görevlilerine yönelik olarak, iş sözleşmelerindeki ve 657 SK’daki konuya ilişkin hükümler saklıdır.

Polis-özel güvenlik ilişkisi ve işbirliği alt düzeyde (polis memuru-özel güvenlik personeli düzeyinde) gerçekleşmemiştir. Üst düzeyde ise Emniyet üst bürokrasisi ile özel güvenlik şirketlerinin sahipleri ve üst yöneticilerinin belirli düzeyde ilişkide oldukları söylenebilir. Ancak zaman içinde kurumsallaşan bazı mekanizmalarla alt düzeyde de işbirliğinin oluşacağı öngörülebilir. Bu konuda ilk örnek olması bakımından havaalanları gösterilebilir. Daha sonra statlar bu işbirliğinin sürdüğü mekanlar olarak görülebilir. Danimarka örneğinde, toplumsal olaylarda bile özel güvenliğin kullanılması olgusu Türkiye için ileride söz konusu olabilecektir. Polis lojmanlarının özel güvenlik tarafından korunması polis merkezlerinin dış korumasının da özel güvenliğe yaptırılabileceğini göstermektedir. Nitekim bazı ülkelerde bu durum vardır. Ayrıca, TDP de polis-özel güvenlik işbirliği açısından önemli bir açılım olmaya adaydır.

Polisin yerini bütünüyle almasa da, özel güvenlik sayısal olarak geliştikçe, polis sayısı artışını durdurması hatta geriletmesi söz konusu olabilecektir. Bu

durumda kamu yararı-kamusal alan, özel çıkar-özel alan dengesi bozulacaktır ve halen özel güvenlik lehine bozulmaktadır. Özel güvenlik, özel alan dışında kamusal alanda da faaliyet göstermektedir ve bu durumun gittikçe artacağı görülmektedir.

Devlet, özel güvenliği, ilgili Kanundaki isteğe bağlılığa rağmen adeta “zorunlu” hale getirmeye çalışmaktadır. Örneğin Yükseköğretim Kurulu (YÖK) başkanı polisin yerine özel güvenliğin tercih edileceğini açıklamıştır13. Bir başka örnekte bazı şubelerinde özel güvenlik kullanmak istemeyen bankalar Emniyet Genel Müdürlüğü’nce uyarılmaktadır (Bankalar Özel Güvenlik, 2008). 28/11/2008 tarihinde İçişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Alim Barut imzasıyla yayımlanan bir emir yazısında, “seçimler, sınavlar, bahar şenlikleri, yarışmalar, spor müsabakaları, konserler, gezici olarak yürütülen faaliyetler, dini ve milli bayramlar, yılbaşı, açılış-kapanış ve önem arz edebilecek olan diğer günlerde” Valiliklerden istenen geçici özel güvenlik izni verilmesinde “kolaylık” gösterilmesine ilişkin emir yazılarının “defaetle” yayımlanmasına rağmen bazı illerde bu taleplerin çeşitli nedenlerle olumsuz karşılanarak geçici özel güvenlik izni verilmediği, bu durumun “mağduriyetlere” yol açtığı belirtilmektedir. Emir yazısında, “geçici özel güvenlik izni verilmemesi durumunda, genel kolluğun söz konusu etkinliklerde tedbir almak zorunda kaldığı unutulmamalıdır” denmekte, Valiliklerce geçici özel güvenlik izni verilmesinin genel kolluğun iş yükünün azalması bakımından faydalı olacağı, genel asayiş ve güvenliğin sağlanmasına olumlu katkı sağlayacağı belirtilerek geçici özel güvenlik taleplerinin “kamu yararı” gerekçesiyle “olumlu” değerlendirilmesi istenmektedir.

Bütün bu gelişmeler bir arada değerlendirildiğinde, ilk olarak özel güvenlik sektörünün gelişmeye devam edeceği ve Emniyet Örgütü bakımından denetlenecek yeni bir iş alan olduğu görülmektedir. Gerektiğinde devletin özel güvenliği kamu güvenliği açısından kullanacağı, bu yönüyle polis sayısını azaltmasa da uzun vadede polis sayısının artışını sınırlandırabileceği öngörülebilir. Aynı zamanda kamudan özel kesime bir kaynak aktarma mekanizması olduğu söylenebilir. Özel güvenlik devlet eliyle desteklenmektedir. İstatistiki bir veri bulunmamakla birlikte tüm özel

13 Hürriyet Gazetesinde 29 Ocak 2009’da yer alan bir haberde Emniyet yetkilileri YÖK doğrultusunda

görüş açıklamıştır. Emniyet yetkilisi bu konuda şunları söylemektedir; "Kampus alanına sık sık polisin davet edilmesi, öğrencileri rahatsız ediyor…Rektör ve dekanlarımız…gösterilerde kampus alanına polisi davet etmesin. Sadece olay çıkması muhtemel durumlarda çevik kuvvet haberdar edilsin.

güvenlik personeli sayısının %50’sinden fazlasının kamuda istihdam edildiği ilgililerce tahmin edilmektedir. Polisin asli işlevlerine dönmesi yönüyle değerlendirildiğinde, bu söylemin sadece özel güvenliğin yaygınlaşmasını meşrulaştıran bir söylem olarak kalması olasılığı bulunmaktadır.

Öte yandan, özel güvenliğin önleyici bir işlevi başarması durumunda, polisin, adli polislik ile istihbarata (asli görevlerine) kaynak ayırabileceğine ilişkin bir görüş bulunmaktadır (Engin, 2008: 172). Bu görüş TDP ile ilgili emniyet bürokrasisinin çabaları karşısında gerçekçi görünmemektedir. Ancak TDP ile gönüllü güvenlik ve özel güvenlik mekanizmasının işlemesi sağlanırsa bu durumda polisin önleyici alana aktardığı kaynakları azaltması gerçekleşebilecektir.

Özel güvenlik sektörünün önümüzdeki yıllarda büyüyeceği dikkate alınarak Emniyet Genel Müdürlüğü sektörün daha iyi takip edilebilmesi, uzmanlaşma ve illerde uygulama birliği sağlanabilmesi bakımından Özel Güvenlik Daire Başkanlığı kurulmasına karar vermiştir.

5188 SK’da 2005 yılında yapılan yasa ve yönetmelik değişikliği yeterli görülmemiş ve yeni bir yasa değişikliği taslağı hazırlanmıştır. Ayrıca 2009 yılında yönetmeliğin çeşitli hükümlerinin bir kez daha değiştirilmesi planlanmaktadır. Mevzuattaki değişiklik isteklerinin biteceğini söylemek güçtür. Özel güvenlik alanı birbirinden farklı beklentileri olan kesimlerin bulunduğu bir alandır. Yapılan değişiklikler her ne kadar devlet dışı aktörler ile birlikte yönetişim mekanizması çerçevesinde gerçekleştirilmeye çalışılsa da, ya dışarıda bırakılan kesimler (ki bu konuda dışarıda bırakılan en önemli kesim yurttaşlar ve özel güvenlik görevlileridir) ya da dışarıda bırakılmasa da taleplerini kabul ettiremeyenler açısından memnuniyetsizlikler devam edecektir.

Önümüzdeki dönemde genel kolluk-özel güvenlik ilişkisinin öneminin