• Sonuç bulunamadı

Gözetim yeni bir olgu değildir. Çok eski zamanlardan bu yana insanlar, başkalarını kontrol etmek, ilerlemelerini izlemek ya da onları organize etmek için izlemektedir (Lyon, 1994: 22). Gözetim, belirli grupların diğer belirli grupların davranışlarını önleme amacıyla verileri toplama, biriktirme, analiz etme, işleme, değerlendirme ve kullanma yollarını uyguladığı; potansiyel olarak fiziksel, ideolojik ya da yapısal şiddeti kapsayan, bireyleri belirli davranışlara yöneltmeye çalışan bir süreçtir. Aynı zamanda zarar, yıkım, şiddet, orantısız güç ilişkileri, kontrol, çarpıtma ve disipline etme gücünü taşımaktadır (Çakır, 2015: 10). Buna karşın, gözetimin faydaları, terörizmi ve suçu önlemek, sahtekârlığı azaltmak ve seçime katılmayı sağlamak, organizasyonlarda ve tüketici pazarında yeni fırsatlar sunmak gibi çeşitli şekillerde de değerlendirilmektedir (Çakır, 2015: 318; Jeffrey,

44

2000: 125; Lyon, 1994: 193; Lyon, 2006: 75-81; Wood veBall, 2006: 4). Gözetim toplumu45 ile anlatılmak istenen, sıradan bireylerin kişisel yaşamlarına dair her türlü bilginin, devletlere ve büyük şirketlere ait veri bankalarında toplanması, saklanması, işlenmesi, yorumlanması ve eşleştirilmesidir (Dolgun, 2005: 129; Gilliom ve Monahan, 2013: 1; Lyon, 2006: 23-13; Tümurtürkan, 2010: 4; Wood ve Ball, 2006: 5). Bir anlamda yapılan gözetimin yegâne amacı, enformasyonu arttırmaktır (Dolgun, 2001: 27). Bu doğrultuda gözetim hem zararlı hem de faydalı unsurları bünyesinde barındırmaktadır. Kimi zaman bireyin yaşamında hayati bir rol oynayıp yaşamını kolaylaştırırken, kimi zaman da yine bireyin yaşamında hayati bir rol oynayarak yaşamını zorlaştırmaktadır.

Bauman ve arkadaşlarına (2014: 142) göre gözetim, yalnızca sokakta, alışveriş merkezlerinde, okulda ya da havalimanlarındaki video kameralar aracılığıyla gerçekleşen güvenlik prosedürlerinde değil, aynı zamanda, binalarda, araçlarda ve cihazlarda da aranmalıdır. Gözetim, araba içerisinde GPS, internet, veri kaydediciler ve yüksek çözünürlüklü kameralara; bina içerisinde erişim kart sistemleri ve sensörlere gömülüdür. Bireyler bu gömülü olarak konumlanan gözetim araçlarını çoğu zaman basitçe kabul edebilmektedir. Kullanımı her geçen gün artan bu araçlar, pek çok birey için artık fark edilmeden kullanılmaktadır. Günümüzde artık herkes bir şekilde gözetim altında tutulmaktadır. Hatta bunun da ötesinde her gözlemleyen birey, gözlenerek bir gözlemlenene dönüşmektedir. Bu doğrultuda, herkes diğer herkes tarafından gözlemlendiği duygusuna kapılmakta ve herkesi gözlemlemektedir (Dürrenmatt, 2000: 20-21). Başka bir ifadeyle izleyiciler izlenmekte, yaşayan herkes ve her şey izlenmekte ve bu durumu modern toplumun tüm bireyleri bilmektedir (Çakır, 2015: 82).

Bununla birlikte gözetim altında olup olmadığını merak edenler için Gilliom ve Monahan (2013: 1) şu soruları sorar: Cep telefonu, kredi kartı ya da kimlik kartlarından herhangi birine sahip misiniz? Google, Gmail ya da Facebook kullanımı, okula gitme, bir işe sahip olma, araba kullanma gibi seçeneklerden herhangi birini yapıyor musunuz? Bu sorulardan en az birine evet yanıtı verdiyseniz

45

evet siz gözetim altındasınız. Çünkü iletişim teknolojilerine bağımlı olan tüm toplumlar gözetim toplumlardır (Lyon, 2006: 11). Görüldüğü gibi günümüz toplumları yoğun bir gözetimle karşı karşıyadır. Modern topluma katılmak elektronik gözetim altında olmak (Lyon, 1994: 4, 193) anlamına geldiğinden, büyük birader bu dönemde artık “elektronik büyük birader” olmuştur. Bireyin her hareketi elektronik kayıt sayesinde sistematik bir şekilde gözetlenir ve kaydedilir hale gelmiştir (De Mul, 2008: 58; Dolgun, 2015: 14; Spinello, 2014: 153). Bu kapsamda, günümüz gözetim sistemlerinde kullanılan bilgisayarlar ve telekomünikasyon, onları şekillendiren ve yönlendiren siyasi, ekonomik ve kültürel bağlamlarda ortaya çıkmaktadır (Lyon, 1994: 44). Dolayısıyla gözetim, internetin ana sorunsalını oluşturmaktadır. Çünkü zaman içerisinde internet üzerinde yapılan gözetim, tahminlerin çok üzerine çıkmış ve devasa bir boyuta ulaşmıştır. Wikileaks ve Snowden gibi sızdırma vakaları sayesinde gözetimin ne denli tehlikeli bir boyutta olduğu daha iyi anlaşılmıştır (Çakır, 2015: 35-36). Bu yönde, Snowden’in ortaya çıkardığı telefon görüşmeleri, internet aramaları ve elektronik ödeme ile ilgili büyük miktarda verinin rutin olarak toplandığı, depolandığı ve değerlendirildiği bilgisi olayın ciddiyetini anlamak noktasında oldukça yeterli görünmektedir (Hoven vd., 2014).

Bununla birlikte, Panoptikon’un siber mekâna taşınmış güncel bir versiyonu olarak elektronik veri tabanı üzerine yazdığı denemede Mark Poster, “bedenlerimizin şebekeler, veri tabanları ve enformasyon koridorları içine çekildiğini” ileri sürmektedir. Bu yüzden, bedenlerimizin deyim yerindeyse “enformatik olarak bağlandığı” bu enformasyon depolayan yerlerden hiçbiri artık gözlenmekten kaçabileceğimiz ya da etrafına direniş hattı çekebileceğimiz bir sığınak sağlamamaktadır. Her bir kredi kartı kullanımı ve hemen her bir satın alma eylemiyle çoğalan muazzam miktarlardaki veri, Postere göre, bir “süper- panoptikon”la sonuçlanmaktadır. Süper-panoptikon’un panoptikon’dan tek farkı, depoya veri sağlayan gözetim altındaki bireylerin, gözetimin birincil ve gönüllü unsuru olmalarıdır (Bauman, 2012: 55). Bu açıdan, yeni nesil iletişim ve gözetim teknolojilerinin gelişmesiyle yaygınlaşan bu güç kullanımı, yaşamın her alanında

mahremiyetin geri dönüşsüz biçimde parçalanmasıyla sonuçlanmaktadır (Köse, 2011: 11).

Çevrimiçi mahremiyet, aynı zamanda internet özgürlüğü, erişimi ve gözetim tartışmaları ile de bağlantılıdır (Wills ve Ashenden, 2015: 142). Ancak web üzerinde bir şey yayınlandıktan sonra, artık özel kalmamaktadır (Yüksel vd, 2013: 767). Web’e girilmesi ve yayın yapılması, herkese açık bir kişilik haline gelinmesi anlamına gelmektedir. Bu durum için Schmidt ve Cohen (2013: 66-67), mahkemede karşınıza çıkmasını ya da gazetenin birinci sayfasında görmek istemediğiniz hiçbir şeyi yazmayın der ve ilerleyen zamanlarda sadece bunların değil, aynı zamanda, ziyaret edilen sayfalar, ağlardaki kişiler, beğeniler ve bağlı kişilerin paylaşımlarının da buna dâhil olacağını ekler.

Özellikle sosyal ağlar, herkesin herkesi gözlemesine imkân sağlamaktadır. Ganascia (2010: 17), sosyal ağlardaki bu gözetim durumunu Steve Mann’dan aldığı katoptikon yani “alttan gözetim” kavramıyla açıklamaktadır. Katoptikon kavramıyla anlatılmak istenen artık sadece azınlığın çoğunluğu ya da çoğunluğun azınlığı izlediği bir dünya değil, herkesin herkesi izlediği bir dünyadır. Örneğin yakın tarihli kuş gribi vakası durumunda, pratisyen hekim ve hemşirelerin, akademik uzmanlar tarafından verilen bilimsel bilgileri bulanıklaştırmaya ve yönetmeye girişmeleri durumu söz konusu olmuştur. Bir anlamda, şeffaflığı ve tamamen merkeziyetçi olmayan bir örgüt yapısını meşrulaştıran sınırları gösterdiği için, şeffaflık, güven ve ilgi gibi konular katoptikonda anahtar rol oynamaktadır. Bu kapsamda, ister panoptikon ister süper-panoptikon ister elektronik panoptikon isterse de katoptikon olarak ifade edilsin Facebook, iletişim teknolojileri arasındaki en popüler ortamdır. Bireylerin kendilerine dair mahremiyet içeren bilgilerini yoğun bir biçimde depoladıkları ve gönüllü olarak kaydolup paylaştıkları bir alandır. Sanal alanda görselliğe dayalı olan Facebook’ta gerçeklik, sahte olana eklemlenmekte ve günümüzde toplumsal yaşamın temel belirleyeni haline gelmektedir (Çoban, 2014: 312-315).

Günümüzde oluşan gözetim kavramının algılanma şekline bakıldığında, gözetimi sağlayan bu tarz araçların gündelik hayatın vazgeçilmezi

olarak konumlandırıldığı görülmektedir. Bireyler hemen her gün kullandıkları enformasyon teknolojileri aracılığıyla sürekli gözetime maruz kalmakta, bir anlamda kendi bilgilerinin gönüllü dağıtıcısı haline gelmektedir (Çakır, 2015: 50; Güven, 2011: 173). Diğer bir ifadeyle bireyler artık gözetlenmekten endişe etmemekte, tersine göz önünde bulunmaya çalışmaktadır. Bu yüzden, bu durumda bir teşhir toplumundan söz etmek abartılı olmayacaktır (Toprak vd., 2014: 152). Dürrenmatt (2000: 21-22), gözlemlenmiyor olmanın kendisine dikkate değer bulunmamak gibi geldiğini, dikkate alınmamış olmanın önemsiz olma, önemsiz olmanın ise anlamsız olma gibi geldiğini, bu yüzden varoluşlarının anlamsızlığından duydukları korku yüzünden herkesin birbirini gözlemlediğini, birbirinin fotoğraflarını ve filmlerini çektiklerini söylemektedir. Bu çelişkili gözetim durumunu ise insana bir anlam kazandırmak amacına bağlamaktadır. Bu kapsamda, özellikle dışlanma korkusu bireyler için bilgilerini paylaşma noktasında itici rol oynamaktadır. Bireyler sosyal ağlarda var olmaya ve varlığını duyurmaya çalışmaktadır.

Tüm bunlar karşılığında yine de gözetim hangi amaçla yapılırsa yapılsın mahremiyeti ihlal etmektedir (Toprak vd., 2014: 143). Mahremiyet özellikle elektronik ortama taşınan ve gündelik yaşamın tüm pratiklerini kapsayacak şekilde sıradan bireyleri de içine gözetim teknolojileri tarafından ihlal edilmektedir (Dolgun, 2015: 211). Gözetim teknolojileri her ne kadar bireylerin kendini koruma ya da seçim özgürlüklerini artırma vaadinde bulunsa da, bu teknolojilerin kullanımı özel hayatın gizliliğini ve kişisel özerklikleri ihlal edebilmektedir (Van Dijk, 2016: 171). Örneğin sabit izlemenin söz konusu olduğu belirli bir kavşakta trafiğin izlenirken, aynı zamanda, arabalardaki yolcuların kimliği hakkında da bilgi toplanmaktadır (Francis, 2014: 298). Benzer şekilde işyeri ya da evin içi de gün geçtikçe daha fazla izlenmektedir. Her şey kamuya açık, şeffaf ve diğerlerine görünür durumdadır. Kişisel yaşama ait mahremiyet örtüsü parça parça edilmiş (Dolgun, 2015: 28), mahremiyetin sığınak duvarları dijital olarak çözülmüştür (Lyon, 1994: 180). Bu yüzden, ayrım gözetmeyen bilgi toplama; bir kişinin hareketleri, faaliyetleri, duygusal tepkileri ya da fiziksel durumları ile ilgili tüm bilgilerin toplanmasını sağlayan mobil gözetim için endemiktir (Francis, 2014: 298).

Bu bilgilerden de anlaşılacağı gibi konunun bir bütün olarak algılanması açısından mahremiyeti gözetim olmadan ele almak mümkün değildir. Mahremiyet ile gözetim arasındaki ilişki önemli bir sorunsala işaret etmektedir. Bu yüzden, Schmidt ve Cohen (2013: 18) gibi düşünürler de, yeni dijital çağın parçası olabilmek için nelerden ne kadar vazgeçmek gerekeceği gibi sorulara yanıt aramaktadırlar. Dijital çağın ürünü olan araçlar, hakikate yönelik fikirleri tanımlama ve düzenleme biçimlerini etkilerken (Postman, 1994: 27), aynı zamanda, mahremiyete ilişkin fikirleri tanımlama ve düzenleme biçimlerini de etkilemektedir. Çünkü teknolojik gelişmeler ve toplumsal süreçler karşılıklı olarak birbirini etkilemekte ve şekillendirmektedir (Lyon, 2003: 163). Diğer bir ifadeyle McLuhan’ın (2005: 22) dediği gibi, “araçlarımızı (aletlerimizi) biz şekillendiririz ve karşılığında onlar bizi şekillendirir”. Bu bağlamda mahremiyetin mevcut olabilmesi, toplumsal ve yapısal bir biçimde karşılıklı olarak korunmasına bağlıdır. Bu aşamada sorulması gereken soru ise, mahremiyetin toplumun desteklemek istediği bir şey olup olmadığı sorusudur (boyd, 2008: 19). Bu soruya net bir cevap vermek mümkün değildir. Ancak şurası açıktır ki, günümüz gözetim toplumunda kullanıcılar, kişisel alanlarındaki etkin denetimlerini kaybetmektedir (Fischer-Hübner et al., 2008: 230). Özünde tüketime hizmet eden gözetim teknolojileri, mahremiyet sömürüsünün açık bir kanıtıdır (Köse, 2011, 10) ve bu teknolojilere bağımlılık bireylerin güçlerini ellerinden almaktadır (Van Dijk, 2016: 143). Bunun sonucunda ise mahremiyet işgal ve ihlal edildiğinden kaybolmaya yüz tutmaktadır (Margulis, 2003: 247). Bu kaybolmayı şu şekilde ifade etmek mümkündür (Van Dijk, 2016: 178-179):

1- İzleme teknolojileri her yerde ve hayatın tüm alanlarına nüfuz etmiştir.

Onlardan tamamen kaçmak mümkün değildir. Pek çok birey nasıl izlendiğinin bile farkında değildir.

2- İlk olarak çeşitli kurumlar ve şirketler tarafından çıkar elde etmek amacıyla

yüklenen izleme teknolojilerine günümüzde, bireyler kendi kişisel bilgilerini sosyal ağlara -gönüllü bir biçimde- yeni uygulamalar kullanarak eklemektedir.

3- Kullanıcılar bazı uygulamalardan yararlansalar bile, çıkar ve güç yine o

4- Saklayacak bir şeyi olmayanların bu teknolojilerden korkmasının yersiz

olduğuna yönelik popüler söylem anlamsızdır.

5- İzleme teknolojileri büyük bir oranda hizmet sağlayıcıların ve diğer kurumların

kişisel bilgi ve veri tabanına yöneliktir.

Tüm bunların ötesinde, son olarak düşünürler noktasından bakıldığında, gözetime ilişkin en sık kullanılan benzetmeler olarak George Orwell’ın ‘Büyük Biraderi’ ve Aldous Huxley’in ‘Cesur Yeni Dünyası’ karşımıza çıkmaktadır. Büyük Birader her yeri, herkesi gözetleyen ve itaat edilmesi gereken bir iktidarı nitelerken, Cesur Yeni Dünya ise her yerin, herkesin gönüllü olarak gözetlendiği ve itaat ettiği bir iktidarı nitelemektedir. Postman (1994: 7-8) ve Monaco (2003: 482- 483), iki yazarın kehanetlerinin aynı şeye ilişkin olmadığını söylemektedir. Orwell’ın uyarısı, dıştan gelen baskının dayatılacağı yönündedir. Huxley’in uyarısı ise bireylerin baskıdan hoşlanmaya ve düşünme yetilerini yerle bir eden teknolojileri yüceltmeye başlayacakları yönündedir. Orwell enformasyonsuz kalmaktan, Huxley ise pasifliği beraberinde getiren enformasyon yoğunluğundan korkmaktadır. Başka bir ifadeyle Orwell bireyleri nefret ettikleri şeylerin mahvetmesinden korkarken, Huxley ise sevdikleri şeylerin mahvetmesinden korkmaktadır. Bu nedenle gözetleme sistemleri, sadece istenmeyen bir gelecek olarak değil, aynı zamanda, arzulanan, gerçekleşmesi mümkün olan dünya olarak ele alınmaktadır (Lyon, 2006: 29). Bu noktada, günümüz dünyasında Huxley’in distopyasının haklı çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır. Niedzviecki’nin de (2009: 216) söylediği gibi artık birey “Büyük Birader”den de korkmaktan ziyade onun gözlerinin üzerine çevrilmesini istemektedir. Bunun da ötesinde birey, “Büyük Birader” olmak istemektedir. Sadece izlemeyi değil, aynı zamanda, izlenmeyi de çılgınca istemektedir.