• Sonuç bulunamadı

1.4. Bir “Kültür Meselesi” Olarak Mahremiyet

1.4.6. Beden ve Mahremiyet İlişkisi

Toplumsal bir varlık olarak insan, bedeniyle toplum sahnesine çıkmaktadır. Toplumsal ilişkiler, insan bedenlerinin topluma sunulmasıyla gerçeklik kazanmaktadır (Canatan, 2011: 47, 63). Bu sebeple bedenin tarihi insanlığın tarihiyle paraleldir. Zamanla “akıl-beden-bilim ilişkisi, ruh-beden ilişkisi, bedenin sadece bir kalıp, ruhun taşıyıcısı olduğu düşüncesinden, kirli, aşağılanan, zaafları olan, bu zaaflarıyla birer zincir gibi bireyleri bağlayan bir durumdan yaşayan, yaşamın merkezine yerleşen aktifleşen bir beden anlayışına” geçiş yaşanılmıştır (Demez, 2009: 10). Tarihsel izleğe bakıldığında, Antik Yunanlar arasında teşhir edilen çıplak bir bedenin zayıf olarak değil, aksine, güçlü ve medeni bir kişiliğe işaret etmekte olduğu bilinmektedir. O dönemde çıplak beden bir armağan ve uygarlığın başarısı olarak görülmekteydi. Öyle ki oğlan çocukları çıplak bedenindeki güçleri yönlendirmesi amacıyla “gimnazyum”a gönderilirdi. Gimnazyum genç Atinalılara nasıl çıplak olunacağını öğretmekteydi. Oğlanlar, burada bedenlerinin şehre ait olduğunu ve onurlu bir biçimde arzulamak ve arzulanmak için bedenlerini nasıl kullanacağını öğreniyordu (Sennett, 2002: 25-39). Yine başka bir örnek olarak Aydınlanma döneminin sonlarına bakıldığında da, kadın göğsünün hem erojen hem de erdemli bir bölge olarak görüldüğü bilinmektedir (Sennett, 2002: 257). Örneklerden de görüldüğü gibi, o dönemin koşullarında dişillik ve erillik, bedensel bir sürekliliğin iki kutbunu temsil etmekteydi (Sennett, 2002: 35). Ardından geleneksel döneme geçildiğinde bu dönem boyunca, bedenin, iktidarın nesnesi olarak konumlandırıldığı görülmektedir. Bu dönemde, beden –manipüle edilen, biçimlendirilen, terbiye edilen, itaat eden- özellikleriyle (Foucault, 2017: 208) söz konusu olmaktadır.

Foucault “bedenin mekânını16

” toplumsal düzene indirgenemeyecek bir unsur olarak görmektedir. Çünkü baskı, toplumsallaşma, disiplin altında tutma ve cezalandırma güçleri bu mekân üzerinden uygulanmaktadır. Günümüzde mekânın, benliğin ve arzu dünyasının toplumsal denetimi, gözaltında tutulması ve baskı altına alınması durumu (Harvey, 2014: 239) söz konusu olduğundan insanlık tarihi bir bakımdan toplumsal düzenlerin, siyasal iktidarların ve dinlerin bedene müdahalelerinin tarihi olarak görülmektedir (Canatan, 2011: 51).

Öyle ki beden, toplumsal ve kültürel yapı içerisinde inşa edildiğinden insanlar, “düşüncelerini, inançlarını, eylemlerini, ibadetlerini, kimliklerini, farklılıklarını, siyasetlerini, iktidarlarını, tavırlarını, muhalefetlerini, duruşlarını, zevklerini, acı, üzüntü ve sevinçlerini, sevgi, aşk ve şiddetlerini, savaş ve barışlarını beden üzerinden ortaya koymaktadır” (Canatan, 2011: 63). Bir anlamda toplumsal yapının değerleri, değişimleri, talepleri ve istekleri bedende çeşitli şekillerde kendine yer bulmaktadır. Bu kapsamda beden, bir kimlik alanı yani insanın kendini ifade alanıdır (Canatan, 2011: 23, 64). Bourdieu’nun da söylediği gibi, kendi ait olduğu sınıfın, toplumsal, kültürel mirasın görünürlük kazandığı yerdir (akt., Demez, 2009: 17). Diğer yandan unutulmamalıdır ki toplum salt olarak bedeni üretmemekte, ancak onları etkilemekte, biçimlendirmekte ya da varolan biçimini bozmaktadır (İnceoğlu ve Kar, 2010: 149). Bu sebeple bedeni hem çatışma hem de uzlaşma, yakınlaşma, bütünleşme alanı (Canatan, 2011: 491) olarak görmek mümkündür.

Şurası açıktır ki, toplumsal ve kültürel yapı tarafından inşa edilen beden, kadın ve erkek bedeni noktasında farklı konumlandırmalara sahiptir. Hz. Âdem’in Hz. Havva’nın cazibesine kapılarak günah işlemesi miti sonucunda, kadına yönelik bakış güvenilmez, günahkâr ve şehvetli çerçevesinde gelişmiştir. Bu yüzden kadın ile erkeğe çok farklı bakılmaktadır (Gittins, 2011: 57). Farklı bakmanın yanı sıra toplum kadına ve erkeğe farklı da davranmaktadır. Kadınlardan ve erkeklerden beklenen roller, duygular, davranışlar, tutumlar, algılar, faaliyetler farklılaşmaktadır (Dökmen, 2009: 17).

16

Foucault için mekân, çoğunlukla bir iktidar alanıdır. Bu sebeple mekân sözcüğü genellikle kısıtlayan, bazen de “Oluş” süreçlerini özgürleştiren bir alan olarak konumlandırılmıştır. Oluş ile kastedilen, mekânın zaman tarafından yok edilmesidir.

Bununla birlikte kadın bedeni, erkeğin yöneldiği bir alan (Yanıkkaya, 2009: 47), cinsel bir obje (Karataş, 2009: 1670) hatta gösterilmemesi, gizlenmesi, gözetim altında tutulması gereken bir cinsel obje (Yörükan, 2012: 281) olarak görülmektedir. Bunun da ötesinde kadın bedeni, “mahrem ya da namus” kavramlarıyla birlikte anılmaktadır (Diker, 2015: 98). Özellikle Doğu toplumlarında namus kavramı kadın bedeni üzerinden okunmakta ve cinsel namus anlayışı çerçevesinde değerlendirilmektedir. Türk toplumunda da namus en önemli değer yargılarından biri olarak vurgulanmaktadır (Karataş, 2009: 1670). Bu sebeple kadınlar beden üzerindeki toplumsal kontrole erkeklere oranla daha yoğun bir şekilde maruz kalmaktadır (İnceoğlu ve Kar, 2010: 152). Kadın bedeni üzerindeki toplumsal kontrolün herkesçe bilinen örneklerine bakıldığında, ilk akla gelenler; bekâret tabusu, kadın bedeninin fuhuş sektöründe ticaret metası olarak kullanılması, değişik örtünme kuralları ve kadının bedenini yasak bir ilişkide kullanmış ya da kullanmaya zorlanmış olmasının cezası olarak işlenen namus cinayetleri oluşturmaktadır (İnceoğlu ve Kar, 2010: 138). Benzer şekilde İlkkaracan da (2003: 18-19) bu toplumsal kontrolün, kadınların hareket özgürlüklerinin engellenmesinden bekâret testlerine, kadın cinsel organının kesilmesinden namus adına işlenen cinayetlere ve zorunlu evliliklere kadar uzandığını söylemektedir. Dahası fuhuşa dair düzenlemeleri içeren kanun, namus kodlarının kadın cinselliği üzerinden yasal olarak nasıl yazıldığının ve uygulandığının en can alıcı örneklerinden birini oluşturmaktadır. Bu kanun kadın cinselliğinin mahrem alanını sadece edep, adap, bekâret ve namus etrafında tanımlamakla, aynı zamanda, aileye ve toplumun biyolojik üretimine yapılması gereken cinsel yatırımların da örtülü tanımını yapmaktadır (Kömeçoğlu, 2012: 33). Daha net açıklamak gerekirse, Türkiye'de namusa ilişkin genel algıyı oluşturan toplumsal kurallar ve normlar kadın bedenini kadının kendine ait bir bedenden öte, erkeğin, ailenin ya da toplumun mülkiyetiymiş gibi kodlamaktadır. Bu durum da dolayısıyla kadınları namus, edep ve bekâret üzerinden kategorilere ayırmaktadır (Kömeçoğlu, 2012: 32).

İlaveten, bazı dönemlerde kapitalizmin gelişmesi ya da buna bağlı olarak tüketimin ve lüks yaşamın doğması kadın bedenine bağlanmıştır. Sombart’a göre lüksün gelişmesi ve kapitalizmin yaygınlaşmasına sebep olan en önemli etmen kadındır. Lüksün gelişmesi ve kapitalizmin yaygınlaşması, kadına yönelik harcama

ve tüketim mantığıyla yani aşkın dünyevileşmesiyle birlikte mahrem ilişkilerden doğmuştur. Aşkta gayrımeşruluk zafer kazanarak yeni bir yaşam biçimi türemiş, aşk hazza dönüşmüştür (Sombart, 1998).

Görüldüğü üzere kadın bedeni tarihin her döneminde pek çok baskıya ve bakışa maruz kalmıştır. Kadın bedeninin ardından toplumsal ve kültürel olarak belirlenen diğer bir konu da beden mahremiyetidir. Hz. Adem ve Hz. Havva’nın, yaptıkları hata sonucunda mahrem yerleri ortaya çıkınca örtünmeye çalıştıkları düşünüldüğünde, bedenin mahremiyetine yönelik ilk algının insanla yaşıt olduğunu söylemek mümkündür (Canatan, 2011: 233).

Bununla birlikte, beden mahremiyetinin zaman içerisinde pek çok değişim ve dönüşüm gösterdiği görülmektedir. Örneğin İbn Fadlan kaleme aldığı seyahatnamesinde, İslamiyet öncesi Türk tarihinden bahsederken, bedene ilişkin mahremiyet anlayışı farklılığına dikkat çekmektedir. Mahremiyetin -beden açısından- farklı kültürlerde nasıl deneyimlendiğini araştıran ve araştırma sonucunda, insanın özünde kendi çıplaklığından utanmanın ve tüm toplumlarda beden utancının olduğunu söyleyen Duerr’in (2004) aksine, Fadlan, gözlemleri sonucunda “kadınları erkeklerinden ve yabancılardan dolayı örtünmezler, gizlenmezler. Aynı şekilde kadın, insanlardan bedeninin hiçbir yerini gizlemez” (Şeşen, 2016: 11) vurgusuyla bedene yönelik değerlerin zaman içerisinde nasıl dönüşüm geçirdiğini göstermektedir. Ancak beden mahremiyeti sadece fiziksel olarak örtünme anlamı değil, bunun da ötesinde, kendini diğer gözlerden ve bilgiden uzak tutmasını da kapsamaktadır (Canatan, 2011: 233). Bu açıdan beden mahremiyetini, sosyolojik boyutu kadar, kişisel inanç ve kabulleri yansıtmasıyla da psikolojik bir boyutta da düşünmek gerekir (Canatan, 2011: 234).

Bedene yönelik diğer bir bakış açısı da, bedenin dişilikle bağdaştırılmasıdır (Yanıkkaya, 2009: 47). Bu yüzden kadınlar sürekli değişen güzellik ölçütlerine ayak uydurabilmek için yoğun bir çaba göstermekte, neredeyse her zaman görünümüyle kabul göreceğini ve onaylanacağını düşünmektedir (Aktaş, 1992: 129; Bağlı, 2008: 228). Özellikle batı medeniyetine dâhil olmanın sembolik bir göstergesi olan güzellik yarışmaları “güzel beden” imgesini yaratmıştır (Şişman, 2003: 26). Kadın, “bakış, eylem, cinsellik ya da haz nesnesi” olarak konumlandırılmaktadır. Bu kapsamda

güzellik, kozmetik, estetik gibi dolaylı olarak cinsellikle ilişkili bu terimler beden üzerinden gerçekleşmektedir (Yanıkkaya, 2009: 46).

Cinselliğin kurgulanması ve cinsel davranışların düzenlenmesi, her toplumda, belirli siyasi, sosyo-ekonomik, kültürel ve dini koşullara göre değişiklik göstermektedir. Bu faktörler -yasal ve dini kurallar ve tabular, siyasi ve ekonomik durum, kolonileşme süreçleri, kültürel betimlemeler ve semboller, teknolojik gelişmeler ve başka birçok faktör- cinsel arzuların, hazzın, yaşantıların biçimlenmesinde rol oynamaktadır (İlkkaracan, 2003: 7). Bu doğrultuda mahrem ve mahremiyet kavramları da, zaman içerisinde kadın erkek ilişkilerinde özel bir kullanım kazanmış, çoğu zaman özellikle cinsel dokunulmazlık alanı içerisinde algılanmıştır (Aydın, 2015: 291).

Beden farklı gerçeklikleri ve gerçeklik algılarını anlamayı sağlayacak sembolik bir öneme sahiptir (Şişman, 2003: 16). Bedenin tarihi, tanımı, kadın bedeni, beden mahremiyeti, dişillikle ve cinsellikle bağlantısı açısından beden ile mahremiyet ilişkisine bakıldığında, öncelikle toplumsal ve kültürel yapı tarafından inşa edilen bir algının söz konusu olduğu görülmektedir. İktidarlar, ideolojiler ve dinlerin etkisinin yoğun bir biçimde görüldüğü bu alanda, her dönemde farklı konumlandırmalar bulunabilmektedir. Kadın ve erkek bedenine neredeyse her dönemde farklı olarak bakıldığı ve davranıldığı gözlenmektedir. Erkek iktidarının söz konusu olduğu beden üzerinden, erkekler kadınlardan sorumlu olarak konumlandırılmakta ve kadın, namus ve mahrem kavramlarıyla birlikte söz konusu olabilmektedir. Değer yargısı olarak görülen namus sembolünde kadın bedeni başat rol oynamakta ve pek çok toplumsal baskılarla müdahalelere maruz kalmaktadır. Bunun nedenlerinden biri de, erkeğin yöneldiği bir alan olarak konumlandırılan kadın bedeninin, bir arzu nesnesi ya da cinsel obje olarak görülmesinden kaynaklanmaktadır. Bedene yönelik değerler ve mahremiyet algılarının zaman içerisinde nasıl dönüşüm geçirdiğini ise o dönemlere ait seyehatnamelerde açık bir şekilde bulmak mümkündür.