• Sonuç bulunamadı

1.4. Bir “Kültür Meselesi” Olarak Mahremiyet

1.4.1. Kimlik ve Mahremiyet İlişkisi

“Mahremiyet anlayışı kimlik inşasında nasıl bir işlev görür?” ya da “kimlik mahremiyet anlayışında nasıl bir işlev görür?” gibi sorulara yanıt arayabilmek için öncelikle kimliğin ne olduğuna bakmak gerekmektedir. Bu kapsamda Bilgin (1994: 18), kimlik konusuna soyut insanın olmadığını söyleyerek başlamaktadır. Çünkü her birey bir tarihin, bir geleneğin, bir kültürün ve ırkın ürünüdür. Bireyin kökleri bunlardır ve çok derindir. Bu kimlikler bireyleri konumlamakta ve meşrulaştırmaktadır. Bir anlamda kimlik, bir kurguya, tarihsel olarak oluşturulmuş, inşa edilmiş bir temsiller sistemine dayanmakta olup (Bilgin, 1994: 65) bireyi konumlayan ve konumlanan farklı durumlara verilen isimlerdir, geçmişin öyküleridir (Hall, 1998: 177). Bu sebeple kimliklerin dışarıda değil içeride inşa edildiği göz ardı edilmemeli, söylemsel oluşumlar ve uygulamalar çerçevesinde tarihsel olarak kurulduğu unutulmamalıdır (Hall, 1996: 4).

Kimlik, bireylerin anlam ve tecrübe kaynağı olup (Castells, 2006: 12) bugünün dünyasında en çok ilgi çeken kavramlardan biridir. Özellik ve nitelik belirtisi gösteren kimlikler her şeyden önce farklılıkları ortaya koymaktadır (Aşkın, 2007: 213; Connolly, 1995: 9). Kimlik, karşıtlık yaratılarak ötekine göre tanımlanmakta (Sözen, 1999: 23-24) ve toplumsal olarak kabul edilmiş bir dizi farklılıkla olan ilişkisi yoluyla oluşturulmaktadır. Çünkü kimlik denilen olgu, kendini “farklı olan” üzerinden inşa etmektedir (Connolly, 1995: 92-93). Dolayısıyla varlığının ilk koşulu farklılıklardan beslenmesidir. Bu noktada sınıflama işlemini üstlenen kimlik, en geniş anlamıyla bireyin tüm özelliklerini kapsamaktadır. Buna ilaveten hem kişinin kendisini nasıl gördüğü hem de toplum tarafından nasıl görüldüğü kimlik kavramıyla ilgili konulardır. Bu bağlamda birey, kimlikler aracılığıyla toplumsal çevreye uyum sağlamaktadır (Aşkın, 2007: 213).

Kimlik, başkaları tarafından bilinen "benliğimizin" bir parçası olduğundan (Altheide, 2000: 2), kimliği nitelemede en sık kullanılan kavram benlik kavramıdır. Benlik, bireyin kendisinin saydığı ve ona bir değer atfettiği özellikler bütünü olarak bireyin “kim olduğunu” tanımlama biçimidir. Bir anlamda kimlik niteliği taşımaktadır. Birey, kimliğini oynadığı rollere, inanç ve değerlerine, diğerlerinin ve kendi gözünde kim olduğuna dayandırmaktadır. Bununla birlikte birey, kendisini düşünürken iki farklı sorunun yanıtını arayabilir. Bu sorulardan biri “Ben nasıl bir insanım?”, diğeri ise “Ben kimim?” olabilir. Bu sorulardan ilki benlik, ikincisi ise kimlikle ilgilidir. Benlik bireyin özelliklerine göre tanımlanması, diğerinden ayırt edilmesiyken, kimlik ise bireyin toplum içinde belirli bir konumlandırmaya sahip olmasıdır. Ancak bu noktada, iki kavramın da dinamik bir yapısı olduğu ve bireyin benliği ile kimliğinin toplumsal ortamdan bağımsız olarak tanımlanamayacağı gözden kaçırılmamalıdır. Çünkü bireylerin toplumsal konumları ve üye oldukları çeşitli gruplar içindeki rolleri onların kimliğini etkilemektedir (Hortaçsu, 2007: 11- 21). Bu sebeple kimlik sorunsalı, zorunlu olarak bireyler arası ilişki bağlamında ele alınmaktadır (Bilgin, 1994: 208-209). Çünkü toplumsal bir varlık olarak nitelenen bireyin kimliğini, toplumdan yalıtılmış bir şekilde düşünmek mümkün değildir.

Kimlik bir anlamda belirli bir toplumsal çevrenin sonucudur (Zhao et al., 2008: 1831). Başka bir deyişle bireyin kimliğinin ortaya çıkmasında ve şekillenmesinde organizmanın iç dinamiklerinin yanı sıra, sosyal yaşamın da belirleyici fonksiyonları

bulunmaktadır (Aşkın, 2007: 214). Bu kapsamda bireyin, içinde yaşadığı toplumun mahremiyet anlayışı, kimlik inşasında merkezi bir konuma sahiptir. Keza, mahremiyet anlayışının kimlik inşası sürecindeki yeri de önemli bir oranda toplum tarafından şekillendirilmektedir. Bireyin toplum tarafından şekillenen mahremiyet anlayışı benzer şekilde, mahremiyet yöneliminde de etkili olmaktadır. Mahremiyetin kültürden kültüre, toplumdan topluma ya da dönemden döneme farklılık göstermesi bu yüzdendir. Ancak bu durum, bir toplumun tamamen aynı mahremiyet anlayışına sahip olduğunu da göstermemektedir. Burada vurgulanmak istenen, kimlik oluşumunda temel dinamiklerin benzer olması ve kimliği etkilemesidir. Aynı toplumda farklı mahremiyet anlayışına sahip pek çok birey bulunmaktadır. Çünkü bireyler, ait oldukları toplumun ya da kültürün –sabit, kapalı ya da tutarlı- çıplak yansımaları değildirler. Bir topluluğun oluşumu, üyelerinin kendi yorumlama becerilerine dayanan inançlar ve kurallar yapısından meydana gelmektedir. Bu yüzden belirli bir toplumda yaşayan bireylerin sadece bu sebeple aynı şekilde biçim almaları gerekmez (Üskül, 2003: 279). Gündüz (2015: 307-312), her sosyal yapının kendine ait mahremiyet anlayışı, eşiği, ölçüsü olduğu gibi toplumun içindeki her toplumsal birimin de kendine özgü bir mahremiyet sınırı olduğunu söylemektedir. Bir anlamda, kendini öteki karşısında farklı kimliklerle tanımlayan bireyler, farklı mahremiyet anlayışlarına sahiptir ve mahremiyet, toplumsal yapı içinde önemli ölçüde başkalarının tutum ve davranışlarını bilmeyi varsaymaktadır. Bu varsayım doğrultusunda mahremiyet, bu yapının içinde toplumsal uzlaşının kabul edildiği sınırlar çerçevesinde benimsenip sergilenmektedir. Yüksel’in (2003: 107) belirttiği gibi bu doğrultuda mahremiyet, kimlik duygusunun gelişmesi ile kimlik özdeşimi sağlamak açısından da büyük önem taşımaktadır.

Bireylerin kimlik algıları günlük yaşamlarının neredeyse her alanını etkilediği gibi yüz yüze ilişkilerde ve sosyal ağlarda iletişim kurma şekillerini de etkilemektedir (Fernback ve Papacharissi, 2007: 1253). Dolayısıyla günümüzde teknolojik araçların çoğalması, özellikle internet kullanımının yaygınlaşması, toplumsal değişme üzerinde oldukça ivme kazandırıcı bir etki sağlamıştır (Gündüz, 2015: 307). İnternetin ortaya çıkışı, geleneksel kimliğin üretim koşullarını değiştirmiştir (Zhao vd., 2008: 1817). Özellikle bireylerin bilgilerini içeren dosyaların kimi otoritelerce kaydedilmesi, günah ya da ahlaki kusurlar olarak

yorumlanan sapkınlıkların psikolojik kusurlar biçiminde yeniden oluşturulması ve en önemlisi bireyin eylemlerinin gelecekte lehine ya da aleyhine kullanılmak üzere kayıt altına alınması (Connolly, 1995: 117) mahremiyetin yönünü değiştirmiştir. Bu kapsamda günümüz toplumlarında mahremiyet bağlamında kimlik kavramına yönelik ele alınması gereken önemli bir konu da sanal kimlik oluşumudur. Çünkü kimlik artık, bireylerin üzerine giydirilmiş bir şey değil, sanal ortamlarda yeniden inşa edilebilen bir strateji (Uğur ve Bilici, 1998: 494) haline gelmiştir. Sosyal ağlar aracılığıyla inşa edilen sanal kimlikler, yine bu ağlar aracılığıyla şekillenmektedir. Bireylerin sosyal ağlardaki profilleri sanal kimlik bilgilerini içermektedir. Bunun da ötesinde, oluşturulan profilde bulunan bilgiler ve paylaşımlar bireyin sanal kimliğinin bir parçası olarak görülmektedir.

Görüldüğü gibi sosyal ağlarla birlikte kimlik-kişilik inşa etme ve geliştirme kaygısı yerini giderek profil oluşturma çabasına bırakmıştır. Bu profiller, kullanıcının isteği doğrultusunda yapılandırılmaktadır. Diğer yandan, bireyin kendini internet ortamında bu şekilde var etmesi, gerçek dünyadan bir anlamda kopmasına ve yaşadığı gerçekliği dışarıda bırakmasına yol açabilmektedir (Özdemir, 2009: 373). Sanal dünyanın tek parçalı olmaması, farklı kişisel sunumlara dayanması (Zhao vd., 2008: 1817) ve fiziksel bir bedeni kapsamaması nedeniyle bireyler kimliklerini farklı şekillerde yansıtabilmektedir. Hatta bu bedensiz kimlikler, bireyin çevrimdışı hayatındaki kimliğiyle tutarlı olmayabilmektedir de. Durağan değil, aksine dinamik bir özelliğe sahip olan bu sanal kimlikler, bir anlamda istenilen kimliklerin kurgulanmasını da beraberinde getirmektedir.

Kişisel bilgilerin gerçek ya da gerçek dışı şekillerde sanal ortama aktarılmasıyla birlikte, bu bilgiler üzerindeki kontrolün ve mahremiyetin yitimi tartışmaları söz konusu olmuştur. Bilgilerin sanal ortama aktarımı sonucunda bireye yönelik tehditler ve mahremiyetin ihlali daha kolay şekillerde gerçekleşmeye başlamıştır. Aynı zamanda kişisel bilgilere kolay ulaşım beraberinde siyasi, cinsel, dini, ulusal ya da etnik kimliklerin ifşa edilmesi ve etiketlenmesini de getirmiştir. Bu anlamda, bireyin sanal ortamda yaşadığı bir ya da birden fazla kimliği sadece sanal ortamda kalmamış, aynı zamanda, çevrimdışı hayatına da yansımıştır. Bu bilgilerden de anlaşılacağı gibi özgürlük alanı olarak düşünülen alanlar, bireylerin

mahremiyetlerini tamamen yitirmesi ile “bir kontrol alanına” dönüşme tehlikesini de içerisinde barındırmaktadır.

Tüm bunlardan hareketle -Sözen’in de (1999: 9-12) söylediği gibi-, sosyolog Bourdieu tarafından görünür kılınan habitus14 kavramı kimlik denilen şeyi açıklamakta ve ilişkili olduğu kavramlara yönelik ipuçları taşımaktadır. Habitus, insanlar tarafından bilinçsiz olarak paylaşılan özellikleri ifade ettiğinden mahremiyet ile kimlik ilişkisini anlamak noktasında merkezi bir konuma sahiptir. Yine Alman filozof Martin Heidegger’in de dediği gibi, “insan varlığı yalnızca varolmakla kalmak istemez, bir yandan da kim olduğunun bilgisine ve sorumluluğuna sahip olmak ister.” Bu ifade kimlikle mahremiyet ilişkisine dair söylenebilecek her şeyin kısa fakat anlamlı bir özetini oluşturmaktadır. İnsanın kim olduğunun bilgisine yönelik sorumluluğa sahip olmak istemesi beraberinde sahip olduğu değerlerin sorumluluğunu da yüklemektedir. Ancak kimlikler yani insanın kim olduğunun bilgisi, tarihsel süreç içerisinde gelişen, değişen, dönüşen ve semboller aracılığıyla bütünleşmeleri sağlayan kavramsal oluşumlara işaret etmektedir. Bu sebeple bireylerin kimlikleri doğrultusunda edindikleri mahremiyet anlayışları ve yönelimleri de tarihsel süreçte sürekli farklılık göstermiştir ve gelecekte de başka farklılıklar göstererek dönüşümüne devam edecektir.