• Sonuç bulunamadı

1.4. Bir “Kültür Meselesi” Olarak Mahremiyet

1.4.7. Din ve Mahremiyet İlişkisi

İnsanlar çoğunlukla aynıdır ve insanları etkilemenin üç yolu vardır. Bunlar yasa, şiddet ve dindir (Bilgin, 1994: 14, 91). İnsanları etkilemenin bir yolu dindir; çünkü insanlar dinsel bir kökene sahiptir. Bunun da ötesinde, her toplum insanların

eksiklik, ikilik ya da ötekiliğine tahammül etmelerini sağlamak için ahlaki yaptırımlara ihtiyaç duymaktadır. Koşullara bağlı olarak toplumun etrafında bütünleştiği ahlaki yaptırımlar (Durkheim, 2006: 269) çoğu zaman afyon olarak nitelendirilen (Marx veEngels, 1987: 11) din aracılığıyla sağlanmaya çalışılmaktadır (Sennett, 2002:336). Bu noktadan hareketle mahremiyet olgusunun oluşturulması ve düzenlenmesindeki temel unsur da din olgusudur. Dinler her zaman kendi sistematikleri içinde kendi değer ve mahremiyet olgularını inşa etmişlerdir. Bu bağlamda, ilkel dinlere, politeist dinlere ya da vahyi dinlere bakıldığında, mevcut bir mahremiyet algısından söz edildiği görülmektedir (Akyüz, 2015: 179).

Dinlerin mahremiyeti bir şekilde biçimlendirdiği bilgisinden hareketle (Yörükan, 2012: 325) mahremiyet kavramına İslami hukuk açısından bakıldığında, mahremiyetin kaynağı olarak kanun koyucu ilâhî irâdenin konumlandırıldığı görülmektedir. Bunun karşılığında insan; hak ve sorumlulukları yüklenecek olan kişi olarak nitelendirilmektedir. Ayrıca göz, kulak, dil ve avert mahremiyeti gibi konular ön plana çıkmaktadır (Güllük, 2014: 107-110). Tasavvufî düşünce açısından bakıldığından ise farklı anlamlandırmalar söz konusu olmaktadır. “Tasavvufî bakış açısına göre mahremiyet kavramı öncelikle insanın Rabbi ile ilişkisinin dış dünyaya aktarılmaması/gizlenmesi olarak algılanır. Bu anlam çerçevesine göre mutasavvıf, zikir, dua, niyaz vb. türden Rabbiyle iletişim kurduğu vasıtalar aracılığıyla edindiği özel duyuş ve yaşadığı spesifik halleri başkalarıyla paylaşmamalıdır. Aksi halde gözetilmesi gereken mahremiyet ihlal edilmiş ve insan, Rabbiyle ilişkisine ihanet etmiş olur” (Çatak, 2016: 94). Bu noktada, özel hayatın gizliliğine yani mahremiyet hakkına Kur’an ve hadisler kapsamından bakmak faydalı görünmektedir. Çünkü özel hayatın gizliliği yani mahremiyet hakkı Kur’an ve hadislerde yalnızca ahlaki ilkeleri değil, aynı zamanda, bu hakkın kapsamına giren değerlerin korunması için bir takım hukuki yaptırımları da içermektedir. Başka bir ifadeyle mahremiyet alanlarının her birinde oluşan kişilik haklarına saygı gösterilmesi istenmiş ve mahremiyetin korunması için gerekli düzenlemeler yapılmıştır. Buna göre, kişinin hayat alanları, kamuya mal olmamış kamusal hayatı, kamuya mal olmamış mesleki hayatı, mesleki sırları, aile sırları ve özel sırları bu kapsamda değerlendirilmiştir17 18 (Kahraman,

17

“Senin beni gözetlediğini bilmiş olsaydım, bununla gözünü oyardım. İzin istemek, evin içerisi görülmesin diye emredilmiştir.” (Müslim, Âdâb, 40, 41)

2008: 60, 129). Bunun da ötesinde, hadislerle İslam’ın mahremiyet alanının ahlak, iffet ve hayâya dayalı olduğu açık bir şekilde görülmektedir.19

Türkiye’de mahremiyet gibi değer sistemine ait konuları tartışmak bir şekilde dini ve din içindeki kadının konumunu ele almayı zorunlu kılmaktadır (Gündüz, 2015: 310). Özellikle Müslüman ülkelerde modernleşme hareketlerinin sınırlarını, mahrem/namahrem, farklılık/eşitlik gibi karşıtlıkları belirleyen kadının toplum içindeki konumudur. Bu nedenle “kadın meselesi” yalnızca kadınların yaşam koşullarına yönelik olarak değil, aynı zamanda, bir “kültür meselesi” olarak da tanımlanmaktadır (Göle, 2014a: 46-50). Çünkü dinen özel ve kamusal alan ayrımlarının tanımları ve aralarındaki sınırlar, kadının göstereceği ahlakın, mütevazılığın gerekleriyle ve yabancı bir erkeğin bakışından kaçmasıyla tanımlanmaktadır (Kömeçoğlu, 2012: 110). Bu sebeple kadın konusu hem İslamcılığın hem de modernizmin kurgulanmasında merkezi bir yere sahiptir (Göle, 2014a: 26).

Kadının ilk olarak mahrem alandan kamusal alana çıkışı modernleşme süreci ile mümkün olmuştur (Akyüz, 2015: 185; Göle, 2014a: 48). Mahremiyet ve hiyerarşi üzerine kurulu İslami ilişkiler ağı, modernleşmeyle birlikte yaşanan “serbestlik ve eşitlik ilkeleri” karşısında çözülmeye başlamıştır (Göle, 2014a: 75). Ardından kadınların İslamcı harekete katılımı beraberinde bireyselleşmelerini de getirmiştir. Mahrem alan dışına çıkan kadınlar kamusal görünürlükleriyle güçlenmiş, erkekler tarafından yapılan meşru ve gayri meşru tanımlarını sorgulamaya başlamışlardır (Göle, 2014a: 41).

Bu noktada, tartışmanın odak noktasına giyinme ile örtünme tartışması gelmektedir. Bilindiği gibi giyim tarzı sadece iklim ve hava şartlarına göre değil, aynı zamanda, bölgeden bölgeye, ülkeden ülkeye ve dinden dine göre de değişiklik göstermektedir (Canatan, 2011: 150). Tüm kültürlerde giyinme yalnızca bedensel bir koruma aracı olarak değil, aynı zamanda, sembolik bir kendini sergileme aracı olarak

18

“Bir kimse, izinleri olmaksızın insanların evinin içine bakarsa, gözünü çıkarmaları onlara helâl olur.” (Müslim, Âdâb, 43).

19

Her kim ağzına ve cinsel arzularına hâkim olacağına dair bana söz verirse ben de onun cennete girmesine kefil olurum” (Buhârî, “Ĥudûd”, 19, “Riķāķ”, 23; Tirmizî, “Zühd”, 61).

konumlandırılmaktadır (Giddens, 2014: 86-87). Bu açıdan kamusal mekânda örtünen kadın, kendi benliği ile toplumdaki ötekiler arasında bir sınır çizmektedir. Bu kapsamda, örtü kişiye bir mahremiyet dili kazandırmaktadır (Kömeçoğlu, 2012: 131).

Örtünme, insanın sosyolojik ve psikolojik karakterinin zarar görmeden gelişimine ve dini inançları gibi değerlerin korunabilmesine hizmet ettiği sürece gerçek anlamını taşımaktadır (Canatan, 2011: 243). Ancak İslamcı örtünme hem Müslüman hem de Batı Avrupa ülkelerinde siyasi bir mesele olmuştur. Kadınların örtülü bedenleri, cinsiyet sorunu ve cinselliğin merkeziliği olarak Batı modernliğinin İslamcı eleştirisinde karşımıza çıkmaktadır. Bu eleştiri, İslamcılığın, kadınları iffetin ve ahlakın göstergeleri olarak nitelendirmesinden kaynaklanmaktadır. Oysa dinin politize edilmesinde çağdaş bir sembol olarak kullanılan İslamcı örtünme yalnızca İslam ve Batı arasında değil, aynı zamanda, modernlik ve gelenek, laiklik ve din, erkekler ve kadınlar, kadınlar ve kadınlar arasındaki güç ilişkileriyle de kesişmektedir. Bu bilgilerden hareketle örtünme, genelde İslamcılığın siyasal bir vurgusunu, özelde ise Müslüman kadınların kimliğini onaylayan bir duruşu ifade etmektedir. Ancak örtünmenin, geleneklerle başlayıp büyüyen, sarsıntısız ve aralıksız bir süreç olduğunu söylemek doğru olmayacaktır. Örtünme, geleneksel popüler inanç ve adetlerden koparak dini modernliğe karşı bir kolektif kimlik vurgusu olarak siyasallaştırılmıştır. Hatta kentlileşerek eğitim görmüş toplumsal grupların İslam dinine yönelik geliştirdikleri yeni bir yorumun sonucudur (Göle, 2014a: 11-17). Dine yönelik geliştirilen bu yorum “çağdaş İslamcı ideoloji” olarak isimlendirilmektedir. Bu ideoloji doğrultusunda, Müslüman kimlik vurgulanmakta, günümüz dünyası içinde bu kimlik yeniden inşa edilmekte ve yeni bir model olarak kimlik tanımı sunulmaktadır. Bu arayış, hem geleneksel İslam hem de küreselleşmeyle dayatılan çağdaş batı modernliğine karşı eleştirel bir tavır sergilemektedir (Göle, 2014a: 34- 36).

Açıktır ki, din olgusu, mahremiyet anlayışı üzerindeki en etkili mecralardan birisidir. Tarihsel izleğe bakıldığında da, her dinin kendi değer yargıları ve mahremiyet anlayışlarıyla toplumların yaşam tarzlarını etkilediği görülmektedir. Bir anlamda dinler toplumsal ve kültürel yaşamda mahremiyeti bir şekilde biçimlendirmeyi başarmışlardır. Bunun nedeni, mahremiyetin kaynağının ilahi irade

olarak görülmesidir. Dinlerin mahremiyete yönelik konumlandırmalarının yalnızca ahlaki ilkeler ya da yaptırımlar üzerinde olduğunu söylemek doğru olmayacaktır. Çünkü mahremiyet sadece bunları kapsamamaktadır. Aynı zamanda, insanı ve onun değerlerinin korunmasını da kapsamaktadır. Mahremiyete dini açıdan bakıldığında, özellikle doğu toplumlarında kadın ön plana çıkmaktadır. Bu toplumlar mahremiyeti kadın üzerinden okumaktadır. Bu sebeple mahremiyet olgusuna kadın meselesi olarak değil, kültür meselesi olarak bakılmasında fayda vardır.

İKİNCİ BÖLÜM: SOSYAL AĞLAR VE MAHREMİYET YÖNELİMLERİ