• Sonuç bulunamadı

Tarihsel izleğe bakıldığında sosyalleşme ihtiyacını gidermeyi amaçlayan bireylerin tarihin farklı dönemlerinde farklı şekillerde araçlar kullandığı bilinmektedir. Yaşamlarını devam ettirebilme adına; konuşarak, çizerek ya da yazarak sosyalleşen bireyler, ilerleyen dönemlerde teknolojik gelişmelere bağlı

olarak etkileşimli hale gelen iletişim ortamı aracılığıyla sosyalleşme ihtiyaçlarını gidermeye çalışmışlardır.

Temelde bireyin kişilik kazanarak belli bir toplumsal çevreye hazırlanması, toplumla bütünleşmesi süreci anlamına gelen sosyalleşme43, kişilerarası ilişki kapsamında özellikle dâhil olma, kontrol ihtiyacı ve sevilme ihtiyacı noktasında temel niteliktedir. Bu kapsamda, kendini diğer bireylere kabul ettirme, dâhil olduğu grubun amaçları, yapıları, etkinlikleri gibi konularda karar alınırken kendi etkisini hissetme ve kabul edilmeye dayanan sevilme ihtiyacı söz konusudur. Çünkü insanın içinde yer aldığı grup ya da toplumun normlarına, değerlerine ya da davranış modellerine katılımını sağlayan sosyalleşme süreci, sosyal ilişkilerde bağ oluşumunda önemli bir rol oynamaktadır (Bilgin, 1994: 114-115).

Günümüzde yüz yüze iletişimin yanı sıra aracılı iletişim noktasında, sosyalleşmeyi derinden etkileyen etmenlerden en önemlisi sosyal ağlardır. Keza sosyalleşme sürecinde sosyal ağlar gündelik yaşamın vazgeçilmezi konumuna gelmiştir. Bilgi teknolojileri alanında büyük ilerlemelerin kaydedildiği bu dönemde bireyler, sosyal ağlar aracılığıyla dünyanın diğer bölgelerinde bulunan insanlarla iletişim kurabilmekte ve sosyalleşme ağlarını büyük ölçüde genişletebilmektedir.

Sosyal ağlar insanlar arasında kolaylıkla iletişim kurulabilmesinin yanı sıra, aynı zamanda, yayınlanabilir kişisel profiller, bilgi paylaşımı, uygulamalar paylaşma havuzları ve kullanıcılar arasında sosyal bağ kurma gibi birçok özellik ve işlevsellik sağlamasına da olanak tanımaktadır. Ancak bu iletişim ortamlarının sosyalleşmeyi artırdığı mı yoksa azalttığı mı sorusu konuyu tartışmalı bir hale getirmektedir. Çünkü sosyal ağlar insanların hayatları üzerinde potansiyel bir takım etkilere sahiptir ve ağlar uygun şekilde kullanılmadığında çok ciddi mahremiyet sorunlarına yol açmaktadır (Yüksel, Yüksel ve Zaim, 2013: 766-767).

Bu tartışma çerçevesinde, Çakır’a (2015: 49) göre televizyon aile bireyleri arasındaki ilişkiyi zayıflatmış ve zedelemiş, internet ise ev içinde bu ilişkileri daha

43

http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.59e897a7832f13.93 019574 (Erişim: Ekim 2017).

yalıtık ve tek kişilik hale getirmiştir. Öte yandan sosyal olarak yitirilen ilişkilerin uzaktaki insanlarla yeniden kurulmasını sağlamıştır. Ancak bu ilişkiler çoğunlukla gerçeklikten uzak, sanal ve yapay niteliktedir. Ayrıca aile bireyleri ile paylaşılmayan özel ve mahrem bilgiler sosyal medyadan açıklanmakta ve teşhiri beraberinde getirmektedir. Bu teşhirin sosyalleşme olduğunu iddia etmek başka kuşkulara da neden olmaktadır. Temelde teşhiri gerçekleştiren kullanıcılar aynı zamanda, diğerlerinin özel hayatlarını gözetleyerek hem teşhirci hem de gözetleyici kimliği kazanmaktadırlar. Bu durum kimi zaman psikolojik sorunlara ve karmaşaya yol açtığından bireyler için içinden çıkılması zor bir hale gelmektedir.

Görüldüğü üzere, günümüzde pek çok insan için sosyal ağlarda varolmak ve etkileşimde bulunmak, cep telefonu ve tablet gibi küçülen yeni medya ortamlarının etkisiyle, sıradan bir günlük yaşam pratiğine dönüşmüştür. Sürekli bağlantıda olmak isteyen birey, orada olmadığı zamanlarda kendisini “dünyadan uzaklaşmış, olan bitenden habersiz” (Karakartal, 2013: 5) hissetmektedir. Bu sebeple bu konu araştırmacılar için artan bir endişe haline gelmiştir. Bu noktada mahremiyetin korunması, kişisel bilgilerin paylaşılması ve sosyal ağlardaki uygulamalar merkezi konumdadır. Aslında mahremiyeti korumak ve hangi bilgilere erişilebileceğini kontrol etmek için sosyal ağlar birtakım özellikler sağlamaktadır. Ancak çoğu kişi bu özelliklerin farkında değildir ya da nasıl kullanılacağını bilmemektedir (Yüksel vd., 2013: 767).

Gross ve Acquisti (2005) Amerika’da Facebook kullanan 4540 üniversite öğrencisinin profilleri üzerinde yapmış oldukları çalışma sonucunda, öğrencilerin hiç çekinmeden birçok kişisel bilgisini paylaştığını ve gizlilik/mahremiyet tercihlerinin sınırlandırılmasını nadiren kullandığını saptamıştır. Benzer şekilde Jones ve Soltren (2005) ise, Facebook kullanıcılarının %89’unun gizlilik/mahremiyet ve veri kullanımıyla ilgili bilgileri okumadığını belirlemişlerdir. Kullanıcıların çoğu gizlilik/mahremiyet ayarlarını değiştirmemekte ve farklı nedenlerle varsayılan olarak bırakmaktadırlar. Bunun ilk nedeni, bazı kullanıcıların bu ayarları nasıl yöneteceğini bilmemesidir. İkincisi, bu ayarları özelleştirmek için araçlar verildiyse bile, bazı kullanıcıların onları nerede bulacaklarını ya da nasıl kullanacaklarını bilmemesidir.

Üçüncüsü, bazı kullanıcıların gizlilik/mahremiyet risklerini kendi sorunları olarak değil, başkalarının sorunları olarak algılamasıdır. Kullanıcılar genellikle başkalarının gizlilik/mahremiyet ihlali deneyimlerini duyduğundan, kişisel olarak aynı risklere tabi olduklarına inanmamaktadır. Bazı kullanıcılar da, kendilerini çevrimiçi gizlilik/mahremiyet risklerinden nasıl koruyacaklarını bildiklerini düşünmekte ancak çoğunlukla yetersiz kalmaktadır (akt., Suh ve Hargittai, 2015: 3).

Kısaca, sosyal ağların mahremiyet algısı sürecinde yarattığı etkiler yadsınamaz bir gerçektir. Sosyalleşme sürecinde merkezi bir konuma sahip olan bu mecralar, mahremiyet algısını dönüştürmekte ve şekillendirmektedir. Öyle ki, sınırların şeffaflaştığı ve içeriğin dijitalleştiği günümüz toplumlarında, sosyal medya kullanımı 2017 yılı itibariyle 2 bin 789 milyara44 ulaşmıştır. Bu oran durumun ciddiyetini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki, sadece sosyal ağlar mahremiyet yönelimlerini etkilememektedir. Bu süreç karşılıklı bir süreçtir. Aynı zamanda, bireylerin mahremiyet yönelimleri de sosyal ağları kullanmalarını etkilemektedir. Fakat hangisinin hangisini öncelediği konusu oldukça tartışmalı bir konudur.