• Sonuç bulunamadı

MÜLKİYET

C) Mülkiyetin Diğer Kazanma Yolları

Buraya kadar mülkiyetin asli iktisap yollarından işgal ve emeği anahatları ile görmüş olduk. Şimdi de birçoğu emeğe dayanan diğer iktisap yollarını ayrı ayrı görebiliriz.

Tarifinde geçtiği gibi[549] İslam Hukuku’na göre mülkiyet, haciz ihtisas, yani, bir aidiyettir ki sırf bu hakkın sahibine mahsustur. Ve baş-kalarını ondan uzaklaştırma yetkisi vardır. Bu aidiyetin konusu ise “ayn” (maddi şey) olabileceği gibi menfaat ve hak da olabilir.

Roma Hukuku kaynaklı hukuk sistemlerinde ise mülkiyet ancak maddi şeyler üzerinde kurulabilir. Onun için mülkiyeti kazanma yol-larında İslam Hukuku, diğer hukuk sistemlerinden farklılık gösterir. Çünkü İslam Hukuku’nda mülkiyet konularının çeşitliliği ölçüsünde elde ediliş yolları da çeşitli olacaktır. Ne var ki bu fark bazı konularda isim planında kalacak ve mesela İslam Hukuku’nda bir menfaat mül-kiyeti sebebi sayılan ilişki diğer hukuk sistemlerinde “borç” ilişkisi sebebi sayılacaktır. Nitekim kira sözleşmesi (icare) İslam Hukuku’nda bir mülkiyet çeşidi olan “menfaat mülkiyeti”ni doğuran bir akit iken diğer hukuk sistemlerinde bu sözleşme bir borç ilişkisidir.

İslam Hukuk sisteminde ve onun temel kaynakları Kur’an-ı Kerim (Kitap) ve hadisi şeriflerde (sünnet) mülkiyeti elde etmenin yolları gösterildiği gibi gayri meşru kazanç yolları da bildirilmiştir Fıkıh kitaplarının çeşitli bahislerinde incelenen bu hususları bir kaç başlık altında toplamak mümkündür:

1- Mülkiyetin Şahsi Emek ve Gayretle kazanılması Yolları:

2- Mülkiyetin, işin içinde emek unsuru bulunmaksızın, hukuki yoldan iktasabı;

3- Mülkiyetin Mübadele Yolu ile Kazanılma Yolları.

Bunları sıra ile inceleyelim:

1- Mülkiyetin Şahsi Emek ve Gayretle Kazanılması Yolları:

a) Ziraati b) Ticareti

c) Sanat ve benzeri konularda ücretli çalışmayı

d) Av ve odun gibi her türlü mubahın ihrazını bu başlık altında toplayabiliriz.

Bu işlere ait hukuki düzenlemeler, fıkıh kitaplarında:

1- Büyü’ (her türlü alım - satım akidleri) 2- İcare (her türlü ücret sözleşmeleri)

3- Mudarebe (sermaye bir taraftan, emek diğer taraftan, zarar sermayenin, kar ortak ilkesine dayanan bir ortaklık) 4- Şirket (her türlü ortaklıklar)

5- Muzara’a (ziraat ortakçılığı) 6- Musakat (bahçe ortakçılığı) 7- Sayd (avbahisleri)

8- İhya ve Şirb (arazi açmak ve irtifak hakları), bahislerinde İncelenmektedir.

2- Mülkiyetin, İşin İçinde Emek Unsuru Bulunmaksızın, Hukuki Yoldan İktisabı:

[546] Serahsi, Mebsût, XI, 95.

[547] Güriz, Adnan, age. s. 64.

[548] Nisâ Sûresi, 32.

[549] Bkz. s. 110 v.d.

a) Nafaka ve miras hakları,

b) Beytülmalde (hazine) toplanan zekat gelirlerinden istihkak c) Çeşitli meşru mükafatlar bu başlık altında toplanabilir.

a- Nafaka ve Miras Hakları

Bu grupta yer alan bu kanuni iktisap yollarının meşruiyyetindeki hikmet ve maslahat açıktır.

Bunlardan Kur’an-ı Kerim’in Nisa Sûresi 7-12 ve 176. ayetlerine ve Hz. Peygamber ve ashabın uygulamalarına dayanılarak fıkıh kitap-larının “Feraiz” bölümünde düzenlenen “miras” ve Bakara Sûresi 233; Lokman Süresi 15 ve Talak Sûresi 7. ayetlerine ve veda hutbesine dayanılarak fıkıh kitaplarının “Aile Hukuku” (Nikah, Talak) bölümünde “nafaka” başlığı altında düzenlenen “nafaka” hakları, hak sahipleri ve mükellefleri belli haklar olup maslahatın (kamu yararı) gereği olarak, mirasın varislere geçmesinde ve nafakanın mustahaklara öden-mesinde mal sahibi ve mükelleflerin “rıza”sına bakılmaz.

Miras, kanunun (şeriat) gösterdiği varislere yine kanunun belirttiği nisbetlerde intikal edecek; nafaka da ya mükellef akrabanın gönül rızası ile yahut mahkeme kararı ile mustahakkına ödenecektir.

Nafaka, miras ilişkisi çerçevesinde aile için bir mali yükümlülüğü anlatır. Koca karısına karşı; baba oğluna karşı; oğul babasına ve dede-sine karşı; kardeş kardeşine karşı... elinden gelen muhtaç yakınına nafaka mükellefidir ve bundan zenginlik de aranmaz. Ne kadar imkanı varsa onu yakınları ile paylaşacaktır.[550] Bu mükellefiyet miras karşılığıdır. Yani yakınlar nasıl birbirinin mirasçısı ise aynı şekilde birbirine karşı nafaka mükellefidirler.[551]

Miras, servet dağılımının en önemli unsurlarındandır. Bu dünyadaki ömrünü tamamlayan kimse, geriye az veya çok servet bırakırsa, o servet en yakından başlamak suretiyle sağ olan yakınlarına intikal edecektir. Bu insan hayatının tabii bir gereğidir. Bir kimsenin serveti varsa büyük bir ihtimalle nafaka mükellefiyetleri de vardır: Ya bakıma muhtaç eş ve çocukları yahut ana - baba kardeş, dede veya ninesi vardır. Sağlığında onlara bakmakla hukukan yükümlüdür. Veya ihtiyaç içinde ise yakınları ona bakmakla yükümlüdür. Bu itibarla yakın-larına “bakma” (nafaka) mükellefiyeti bağı ile bağlı kimse ölünce yakınları onun malına daha çok muhtaç hale geleceklerdir. Öyle ise en azından kalan servet onlara taksim edilmelidir. Nitekim bu noktaya işaret buyuran Hz. Peygamber (s.a.v.): “Geriye mal bırakan olursa, malı varislerinindir. Bakıma muhtaç aile fertleri ve borç bırakan olursa onlar bana aittir, borç benimdir”.[552] buyurarak mirasın hikmet ve felsefesini açıklamıştır.

Bu hadiste geçen ilke gözden kaçırılmamalıdır: Mal bırakmışsa varislerin olacaktır. Çünkü varislerin mal sahibini kaybetmeleri büyük ihtimalle büyük mahrumiyettir. Ölen, yakınlarına hem şahsen ve bedenen yardımcı bulunuyordu hem mal ile... Şimdi şahsen ve bedenen yardımcı olan aradan çıkmıştır. Yakınlarına sadece malı kalmıştır. Hiç olmazsa, bu, onların olmalıdır. Geriye muhtaç kimseler ve borç bı-rakmışsa o bana aittir, buyuruluyor. Hz. Peygamber aynı zamanda Devlet’i temsil ediyordu. Bu itibarla bu sözün Devlet’e aittir manasında olduğu açıktır. Yine açıktır ki birçok hukuk sistemlerinde gördüğümüz veraset vergisi bu ilkeye çok yabancıdır.

Veraset, sadece kalan yakınların ihtiyaçlarını savmakla kalmıyor, aynı zamanda serveti birden çok varis arasında bölmüş, dağıtmış da oluyor. Bu ise servetin belli şahıslar elinde dolaşan bir devlet olmasını istemeyen[553] İslam Hukuk Sistemi’nde önemli bir dağıtım meka-nizması vazifesi görür.

Hiç varis bırakmayan kişinin son varisi ise Devlet Hâzinesi (Beytül-Mal)olur.

Miras mülk edinme yolları arasında orijinal bir yere sahiptir. Burada ne emek ne ihtiyaç ne ihraz ne işgal sözkonusudur. Burada belli mülk edinme yolları ile elde edilip geriye bırakılmış senvete haleflik (hilafet) yoluyla malik olma durumu vardır. Bu sebeple mülk edinme sebepleri arasıda mirasın ayrı bir yeri vardır.

Bu başlık altında saydığımız zekat ve fitre de emek unsuruna değil ihtiyaç unsuruna dayalı olarak mülk edinmenin, dolayısıyla servet dağılımının bir vasıtası olur.

b) Zekat ve Sadaka

Sadakalar ikiye ayrılır: Mecburi sadakalar (zekat ve fitre) ve ihtiyarı sadakalar (sair teberrular).

Sadaka prensip olarak fakirlerin hakkıdır. Fitre ve zekat ise netice itibariyle sırf fakirlerin hakkıdır.[554]

Varlık sahipleri mallarından fukaraya ait olan kısmını ayırıp ihtiyaç sahiplerine ya bizzat yahut devlet eliyle ulaştırmak zorundadır.

Muhtaç olan da kendisine ödenen bu maldan kendi hakkı olarak alır. Bunda Allah’tan başka hiç kimseye karşı minnet borcu altına gir-mez. Yeter ki hüsnüniyetli ve elinde olmayan sebeplerle cidden muhtaç bulunsun. Çünkü ayette, “Allah’ın size verdiği mallardan onlara da veriniz”[555]; “Onların mallarında sail ve mahrum için belirli bir hak vardır”[556] buyurulmaktadır.

[550] İbnu’l-Humam, Feth’ul-Kadir, IV, 378, 410, 415, 419, 420.

[551] İbnu’l-Humam, Feth’ul-Kadir, IV, 420.

[552] Buhâri, Nafakat, 15; Müslim, Feraiz, 15 - 17; Ebû Dâvud, Büyü’, 9; İbn Mace, Feraiz, 9-13.

[553] Haşr Sûresi (LIX), 7.

[554] Tevbe Sûresi, 60.

[555] Nûr Sûresi, 33.

[556] Zariyat, 19; Me’âric, 25.

c- Hibe ve Vasiyyet

Hibe ve vasiyyeti de bu bölümde mütalaa etmek uygun olur. Çünkü hibe de vasiyyet de ivazsız olarak mülkiyet geçirici bir tasarruftur.

Malik malını dilerse bir başkasına karşılıksız olarak verebilir. O kişi de bunu kabul edip kendi mülkiyetine geçirebilir.

Hibe konusunda önemli bazı noktalara işaret edelim:

Önce bir akid olan ve hükümleri fıkıh kitaplarında müstakil bölüm halinde düzenlenen bu tasarruf hukuken caizdir. Herhangi bir se-bebe bağlı olması şart değildir. Ancak, bir kimse akla, dine aykırı sebeplerle bu nevi tasarruflarda bulunuyorsa ve mesela ayı oynatana aklı başında bir kişinin vermeyeceği ölçüde bir bahşiş veriyorsa o kimsenin mali tasarrufuna hukuken müdahale edilebilir. Gerekirse mahkeme kararı ile kısıtlılık (hacr) altına alınabilir.[557]

Sonra hibe bir akid olduğu için ikinci şahıs kabul etmedikçe mal sahibinin (vahib) bunu sana bağışladım, senin olsun demesi ile mül-kiyet ikinci şahsa geçmez. Hatta abdest almak için su bulamayan kimse, su alacak parası yoksa, suyu bağışlayan kimsenin bağışını kabule mecbur olmadığı için, kendisine su bağışı teklif edilmiş olmasına rağmen, teyemmüm edebilir. Bunu İslam Hukukçuları, insanın iradesi dışında minnet altına sokulmaması prensibi ile izah ediyorlar.[558]

Gerçi hibede işaret edilen manada minnet ihtimali de vardır; fakat çoğunlukla insanlar arasında iyi ilişkiler kurulmasının, sevgi ve saygı duygularının pekişmesinin de önemli faktörlerindendir.[559] “Yarım elma gönül alma” atasözümüz bunu çok güzel anlatır.

Vasiyyet hibenin bir benzeridir. Muhtemelen daha samimi duygularla ve sağlığında hayri fırsatları telafi arzusunu tatmin hikmetine bağlı olan ve Kur’an-ı Kerim’in Nisa Sûresi 11 ve 12. ayetlerinde, mirasa göre öncelik verilen vasiyette de hibe gibi “kabul” şartı vardır.

Esasen miras gibi bazı istisnalar hariç hiç kimse iradesi dışında olarak bir şeye zorla malik kılınamaz. Miras ise varisin iradesine bağlı ol-maksızın mülkiyetine geçer.

d- Vakıf da vasiyyetin biraz daha uzun ömürlü ve sistemli bir teberru şeklidir. Vakfın mustahaklarından olmak da servetten pay alma-nın bir yoludur.

e- Ganimet, savaş gelirleri demektir ki İslamiyet yağmaları, iç harbleri yasaklarken, devletler umumi hukukunda her zaman mer’i olan manada harp gelirlerini müslümanlara mübah kılmıştır.[560] Bu da servetten pay alma (temellük) vasıtalarından biridir.

Bu başlık altında saydığımız mülk edinme yollarından ilk üçü yani nafaka miras ve zekat’ın şahsi gayretle, emekle hiç bir alakası yoktur.

Her biri açık bir hikmete dayanan temlik ve temellüklerdir ki bunlardan miras ve bir ölçüde nafaka, diğer hukuk sistemlerinde mevcut ise de zekat müessesesi, sırf İslam Hukuku’na ait bir orijinallik arzeder. Mülkiyetin ödevleri başlığı altında ayrıca inceleme konusu yaptığımız için zekatı burada daha fazla izah etmeden sadece şu kadarını belirtelim ki bu müessese, “sigorta”nın hiç bilinmediği devirde en insani manada bir “ihtiyaç” sigortası hüviyeti ile ortaya çıkmıştır. Bu sandıktan yararlanmak için buraya aidat yatırmak gerekmediği gibi aksine buraya aidat yatıranlar bundan yararlanamazlar. O, varlıkların ödediği yıllık aidat (zekat), ile beslenen ve ondan sırf muhtaçlara ve dar gelirlilere ödemede bulunulan bir fon hüviyetindedir.

f- Mükafatlar

Bu başlık altında sözünü ettiğimiz mükafatlardan kasdımız, Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından teşvik edilen ve fıkıh kitaplarında ço-ğunlukla “sibak” (yarışma) adı altında ayrı bölümde düzenlenen atıcılık, binicilik ve yüzücülük gibi faydalı sportif faaliyetlerde başarı göstereceklere ödenecek ödüllerdir.

İslam Hukuku bu nevi yarışmalara ait mükafatları kumar olmaktan çıkaracak kaideler koymuştur:

1- Yarışa girenler tarafından karşılıklı ödül konmayacaktır.

2- Ödül, üçüncü kişi veya kişilerce verilmelidir. Bununla beraber tek taraflı olmak şartıyla yarışmacı da mükafat koyabilir.

3- Yarışlar, bedeni ve ruhu geliştiren faydalı konularda olmalıdır.

4- Talih oyunları ve yarışanlar üzerindeki müşterek bahisler hiç bir faydası olmadığı ve üstelik kumar niteliğinde bulunduğu için gay-rimeşrudur.

Emeğe dayanmayan kanuni iktisap vasıtaları arasında “ganimet” “ikta”, “diyet”, “lukata”, “mehir” ve “Hul”u da kısaca tanımakta yarar vardır:

a- Ganimet

İslam’dan önce Araplar arasında ve diğer milletlerde çeşitli kazanç yolları mevcuttu. İslamiyet onlardan bazılarını büyük suç kabul edip reddederken bazılarını da benimsememiş ve haram saymıştır.

İslamiyet gerek Arap kabileleri gerek diğer toplumlar arasında görülen “iç savaş” niteliğindeki baskın ve yağmalar (garat) ile yine gerek Arap toplumunda gerek Roma sisteminde görülen borcunu ödeyemeyen insanı borç yüzünden köleleştirme gibi kötü gelenekleri reddet-miş; Roma Hukuku’nun son devirlerinde benimsenen ve Romanist Hukuk sistemlerinin tevarüs ettiği iktisabi müruruzamanı (mülkiyet kazandırıcı zamanaşımı) (Acquistive prescription) benimsememiştir.

Sözünü ettiğimiz iç harpleri, baskın ve yağmaları yasaklayan İslam Hukuk sistemi, gerektiğinde dış düşmanlarla savaşı caiz hatta duru-[557] Hacr hükümleri de fıkıh kitaplarının müstakil bölümü halinde incelenir.

[558] eş-Şâtıbî, el-Muvâfakât, II, 270.

[559] Muvatta’, Husnu’l-Huluk, 16: “Hediyeleşiniz sevişiniz...”.

[560] Bkz. Enfâl, 41.

ma göre vatanın ve milletin varlığını korumak ve düşmanların düşmanlıklarını önlemek bakımından farz kılmış; böyle bir harpte ele geçen düşman malları demek olan ganimetin büyük bir kısmını (4/5) harbe katılan gazilere taksim kılmıştır.[561]

Ganimet ile ilgili hükümler, fıkıh kitaplarının Cihad ve Siyer bölümlerinde incelenir.

Ganimet mallarının ihraz ile ilgisi açık olmakla beraber, ganimet mallarından alakonulacak beşte bir ve kamulaştırılacak toprakların gelirleri, emek unsuruna bakılmaksızın, mustahaklarına hukuki yoldan ödenecektir ki İslam Hukuk sistemi muhtaçlar için kurduğu zekat fonunun yanında içlerinde muhtaç kişilerin de yer aldığı kamu harcamalarına mahsus bir de bu fonu kurmuş bulunmaktadır.[562]

b- İkta

Hz. Peygamber’in ve ilk halifelerin uygulamalarına dayanılarak hükümleri fıkıh kitaplarında “arazi”, “ihya”, “şirb” veya “katayi” adı al-tındaki bölümlerinde düzenlenen “ikta”[563] kısaca devletin özel şahıslara bazı sahipsiz yani devlete ait arazileri kesime vermesi demektir.

İmam Ebu Yusuf Kitabu’l-Haraç adlı eserinde ikta’ı umumi manada şöyle tarif etmiştir:

“Irak, Hicaz, Yemen, Taif, Arap toprakları ve diğer araziden hiç kimseye ait olmayan; üzerinde hiç kimsenin zilyedliği bulunmayan;

kimsenin mülkü olmadığı gibi varisi de bulunmayan; üzerinde imar eseri de görülmeyen topraklardan bir kısmı veya hepsi devlet başkanı (imam, halife) tarafından bir kimseye ikta’an tahsis edilir ve o kimse o toprağı imar ederse o zaman bakılır: Eğer bu toprak haraca tabi bölgede ise toprağı işleyen haracını (vergi) verir. Haraç arazisi, sevad ve benzerleri gibi harple alınan arazilerdir. Eğer öşür bölgesinde bulunuyorsa, öşrünü verir. Öşür arazisi, halkı kendiliğinden müslüman olan arazilerdir. Hicaz, Mekke, Medine, Yemen ve diğer Arap top-raklarının tamamı öşür arazisidir. Harple fethedilen memleketlerden halifenin muayyen şahıslara tahsis ettiği beylik arazi haraca tabidir.

Ancak halife isterse onu öşre çevirebilir. Bu salahiyet onundur. Devlet başkanı haraç bölgesindeki araziden bir kimseye bir arazi tahsis ettiği takdirde dilerse o araziyi öşür (1/10), bir buçuk öşür (1,5 /10), iki öşür (2/10) veya daha fazla miktarda öşür koyabileceği gibi dilerse harac koyar. Devlet başkanı bu bölgedeki arazi hakkında uygun gördüğü şekli tatbik eder. Bu konuda Devlet başkanına geniş salahiyet ta-nındığını ümit ediyorum. İzah ettiğimiz esaslar dairesinde dilediği gibi hareket edebilir. Ancak, Hicaz, Mekke, Medine ve Yemen arazileri bu salahiyetin dışındadır. Bu arazilerde harac cari olmaz. Halifenin bu arazilerin statüsünü değiştirmesi helal olmadığı gibi Resulullah’ın emir ve hükümlerinin tatbik şeklini değiştirmeye de hakkı yoktur.[564]

Dürüst bir şekilde adaletle hükmeden Devlet başkanlarından her kim sevad arazisi bölgesinden gerek Arap toprakları bölgesinden gerek dağlardan devlet başkanının yetkili olduğu mezkur nitelikteki bir araziyi bir şahsa tahsis (ikta’) etmişse artık onlardan sonra gelen devlet başkanlarından hiç birisinin bu tasarrufu tanımamaya hakkı olmadığı gibi ister varis ister satın alan (müşteri) olarak zilyedliğinde bulunan kimsenin elinden alma hakkı da yoktur. Eğer bir devlet başkanı bir araziyi birinin elinden alıp diğerine tahsis yani ikta ederse o vali gasıb durumunda; birinden gasbettiğini diğer bir kimseye veren durumunda olur. Devlet başkanının, bir müslümanın veya bir zım-minin hakkını alıp başkasına tahsis etmek hak ve salahiyeti olmadığı gibi, elinden almaya da hakkı yoktur. Böyle bir davranış kendisine helal olmaz. Meğer ki o kişi üzerinde devlet başkanı sıfatı ile hakkı olan bir alacağı veya bir sebep buluna. O takdirde bu alacağı sebebiyle elinden alıp dilediğine tahsis edebilir. Buna hakkı vardır.

Bana göre “arazi” mal gibidir. Nasıl İslam’a bir faydası dokunacak ve kendisiyle düşmana karşı kuvvet sağlanacak kimselere devlet baş-kanının hâzineden (beytül-mal) atiyye şeklinde ihsan etmek hakkı vardır ve bu hususta Devlet Başkanı müslümanlar için daha yararlı, müslümanların işine daha uygun gördüğü esaslara göre hareket ederse devlet arazilerinde de durum böyledir. Devlet Başkanı, tarif ettiğim nitelikteki arazilerden dilediği kimselere tahsis yani ikta edebilir.

Demek ki İslam Hukuku’na göre kimsenin mülkiyetinde bulunmayan arazi Devletin tasarrufundadır. Ve Devlet bu arazileri belirli ver-giler karşılığında vatandaşlara tahsis edebilir.

c- Diyet

Kısaca kan bedeli demek olan ve hata ile yani kasıtlı olmaksızın bir kimsenin ölümüne sebebiyet veren kişinin, ölümüne sebebiyet ver-diği kimsenin varislerine ödemek borcunda olduğu tazminata “diyet” denmektedir.

Hükümleri, Kur’an-ı Kerim’in Nisa Sûresi 92. ayetinde bildirilen diyet, fıkıh kitaplarının “Cinayat” bölümünde incelenir.

Adam öldürmek en büyük günahlardandır. Ebedi Cehennemlik olmaya sebep olan fiillerdendir. (Nisa 93). Üstelik maktulün varisleri affetmezlerse cezasını dünyada canı ile öder. (Bakara, 178, 179).

Nisa Sûresi 92. ayetinde bildirildiği gibi, mü’min olsa olsa hataen adam ölümüne sebebiyet verebilir.

İnsana çok önem veren İslam Hukuku ölümüne sebebiyet verilen kişi ister mü’min ister gayrimüslim, ister köle olsun. Bu cinayet fiilini cezasız bırakmamaktadır. Önce her günahta olduğu gibi tevbe gerekmektedir. Bu tevbe ancak bir köle azad etmekle, köle bulamazsa iki ay aralıksız oruç tutmakla yapılır. Bu tevbeye ilaveten ölümüne sebebiyet verdiği insanın bedelini ölenin ailesine (varislere) öder. (Nisa, 92).

Söz konusu diyet, bugünkü hukuk sistemlerinde gördüğümüz gibi, adamın yaşına ve mesleğine göre hesabedilen ve adamdan adama değişen bir meblağ değildir. Her insan için yüz devedir. Burada ölen’in “insan” olmasına bakılır; zengin, fakir, genç, ihtiyar, eşraf, avam [561] Enfâl Sûresi, 41.

[562] Krş. Haşr Sûresi, (LIX), s. 123-129.

[563] Bkz. Ebû Dâvud, İmâre, 36: Tirmizi, Katayi’, H. No. 1380 v.d.; Ebû Ubeyd, el-Emvâl, s. 347 v.d. (676 - 701) md.ler); Yahya b. Adem, el-Harâc, s. 73 v.d. md. 742-757; Ayrıca Bkz. msl. Bedâyi’, VI, 192.

[564] Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, Selefiyye Matbaası, 5. baskı, Kahire 1396, s. 65; Krş. Ali Özek Tercümesi, s. 105-106 r. 5.

oluşuna değil. Allah nezdinde Allah’a şirkten sonra en büyük günah adam öldürmek olduğu için İslam Hukuk sistemi, inanların adam öl-dürmelerine karşı tam caydırıcı tedbirler getirmiştir. Amden şibh amd ve hataen adam öldürme tafsilatı konumuzun dışındadır. Biz yalnız diyetin ödenmesi ile ilgili hususlara değinmekle yetineceğiz.

Diyet, ihtilafsız yüz deve; ikiyüz sığır veya bin koyundur. Para ile takdir konusunda ihtilaf edilmişse de görüşler on - on iki bin dinar civarında olmaktadır. Bir dinarın dört gram altın civarında bir miktar olduğu düşünülürse takriben 4-5 kg altın tutar.

Diyetin kasden adam öldürmelerde geçerli olup olmadığı tartışmalıdır. Onun için ya kısas ya af vardır deniliyor. Bu af ise dünya hü-kümleri ile ilgilidir. Pek ağır olan ahiret cezası ile ilgili değildir.

Hataen öldürmelerde ise bu meblağ ödenecektir. Hemen akla bir soru gelir. Bu kadar büyük meblağ gerçekçi midir? Böyle bir ceza, herkesi milyoner farzetme düşüncesine mi dayanıyor ?

Hayır, mesele öyle değildir. Bu miktar, gerçekçidir. Çünkü bunu sadece ölüme sebebiyet veren çekmeyecek, bu yükü onun “akile” deni-len yakın çevresi bölüşecektir. Bu da bir başka hayat sigortasıdır.

İslam Hukuku’na has bu akile müessesesi, hiç bir hukuk sisteminin bilmediği bir müessesedir. Ferdin hata ile işleyeceği cinayetten yakın çevre, aile muhiti sorumlu olacaktır. Böyle bir sistemin uygulandığı yerde, yakın çevresi olan arkasına güvenip sorumsuz hareket edenler bu sefer arkasındakilerden aksi yönde bir baskı düşüneceklerdir. Kendi fertlerinden birinin sorumsuz davranışının cezasını birlikte çeke-ceklerini bilen yakın çevre de mensubu olan fertleri daha iyi eğitecek, yetiştirecek ve takip edeceklerdir.

Akile müessesesi Hz. Peygamber devrinde yakın aile çevresi iken, Hz. Ömer devrinde “divan” çevresi yani iktisadi çevre oldu. Aynı divana mensup olanlar “akıle”nin sorumluluğunu yüklendi. Bugün bu, parti, sendika, dernek vs. kuruluşlara yüklenebilir.

Demek oluyor ki diyet müessesesi, mülkiyetin iktisabında ve hatta elden çıkmasında önemli bir müessesedir. Çok büyük meblağda servet hareketini temsil ederken o nisbette de can güvenliğini garanti etmektedir.

Zamanımızda, özellikle trafik kazaları, hataen adam öldürmenin tipik misalidir. Trafik kazasında ölen adam başına 4-5 kg altın, bir parmağı kopan için 10 devenin değeri tazminata hükmedildiğini, bunun da ya sigorta şirketlerine, ya turizm şirketlerine, yahut en azın-dan şoförün aile çevresine yükletildiğini düşünelim: Adeta insan mezbahası durumuna gelen yolların nasıl emniyetli güzergahlar haline geleceğini görür gibi oluruz.

d- Mehir

Mehir, akid sırasında konuşulmuş olsun veya olmasın İslam Hukuku’na göre nikah kıymakla kadın lehine koca üzerinde doğan bir borçtur. (Nisa, 20- 24); (Maide, 5); (Ahzab, 50); (Mümtehine, 10) ayetlerine ve Hz. Peygamber ve ashabının konu ile ilgili hadis ve uygu-lamalarına dayanılarak[565] fıkıh kitaplarının nikah bölümünde “mehir” (mahr) veya “sıdak” (sidak) başlığı altında incelenen ve bir adı da

Mehir, akid sırasında konuşulmuş olsun veya olmasın İslam Hukuku’na göre nikah kıymakla kadın lehine koca üzerinde doğan bir borçtur. (Nisa, 20- 24); (Maide, 5); (Ahzab, 50); (Mümtehine, 10) ayetlerine ve Hz. Peygamber ve ashabının konu ile ilgili hadis ve uygu-lamalarına dayanılarak[565] fıkıh kitaplarının nikah bölümünde “mehir” (mahr) veya “sıdak” (sidak) başlığı altında incelenen ve bir adı da