• Sonuç bulunamadı

I - İSLAM HUKUK VE İKTİSAT SİSTEMİNE GÖRE EKONOMİK PROBLEM VE ÇÖZÜM YOLU

A- Ekonomik Problem

İnsanların hayatlarını sürdürebilmek için muhtaç oldukları maddelerin hepsi aynı karakterde değildir. Kimisi çok boldur; Üretime, dağıtıma, kısaca iktisadi analize konu olmazlar. Güneş ışığı ve hava bunlara örnek teşkil eder. Bir kısım ihtiyaç maddeleri ise peşinden koşmayı ... elde etmeyi, üretimi... gerektirir. Kısaca iktisadi analize konu olur.

Hayat için zorunlu olan ihtiyaç maddelerinin bir bölümünü herkes istediği kadar bulamadığına göre, ortada bir problem var demektir.

Bu noktada bütün iktisadi cereyanlar müttefiktir. Yani, iktisadi alanda, müdahale edilmesi ve çözümlenmesi gerekli bir “ekonomik prob-lem” vardır.

Ekonomik problemin var olduğunda ittifak eden iktisadi akımlar problemin kaynağı ve çözüm yolları konularında anlaşamazlar.

1- Nedret

Kapitalizme ve modern siyasi iktisat telakkisine göre[750] problem, “nedret” (rarity)’den[751] kaynaklanmaktadır. Yani insan ihtiyaçları sonsuz fakat bu ihtiyaçları karşılayacak olan mal ve hizmet miktarı sınırlıdır.

Mal ve hizmet miktarının sınırlı oluşu ise bunların üretimine tahsis edilecek kaynakların sınırlı oluşundan doğmaktadır.

Şu halde kaynakların kullanımında bir seçim yapmak ve hangi malların nasıl ve ne miktarda “üretilip” kimlere “dağıtılacağı” hakkında bir karara varmak gerekmektedir. İhtiyaçlar gibi mal ve hizmet mikdarı, daha doğrusu bunların üretimine tahsis edilen kaynaklar da son-suz olsaydı, iktisat ilmi ve iktisadi analiz gereksiz bulunacaktı.[752]

2- Çelişki

Marxsizm’e göre[753] ekonomik problem, üretim biçimi ile dağıtım ilişkileri arasındaki çelişkiden doğmaktadır.[754] Bu çelişkiden kaynak-lanarak zaman zaman ve yer yer bazan gizliden gizliye bazan açıktan açığa meydana gelen çatışmalar devamlıdır.[755] Ta ki çok bol ürünün sağlandığı[756] niha’i safha olan komünizme geçilip herkese “ihtiyacına göre” dağıtım gerçekleşinceye, bir bakıma tarih son buluncaya ka-dar.[757]

3- İnsan

İslam iktisat sistemi açısından ise problemin kaynağı olarak ne nedret kabul edilebilir ne çelişkiye bağlı dağıtım bozukluğu.

Nedret kabul edilemez. Çünkü İslam düşünce sistemine göre Allah, tabiatı, bütün yaratıklara yetip artacak şekilde “bol” nimetlerle donatmıştır. Hatta, İslam iktisadında “nedret”in opoziti olan “vefret” (wefra) tezdir. Bunu az sonra izah edeceğiz.

Problemin kaynağı olarak çelişki ve bunun diyaletik sonucu kabul edilen dağıtım bozukluğu da kabul edilemez. Çünkü, zorunlu olarak nitelenen bu durum karşısında, problemin çözümü yolunda insana marxist düşüncenin savunduğu belli tarih merhalelerini “eli kolu bağlı olarak” beklemekten başka bir iş kalmayacaktır.[758]

Esasen bu tezi bizzat sahipleri de sonuna kadar savunamamış; tenkid ve hücuma uğradıklarında fatalizm, tek taraflılık, insan faktörünü görmemek gibi ithamlardan kurtulmak için bu tezi yumuşatma yoluna gitmişler, yumuşatacağız derken hatta tam zıddı bir tezin savunu-cuları durumuna düşmüşlerdir.[759] Kaldı ki meselenin kaynağı olarak “dağıtım bozukluğu” tezi kabul edilse ve zorunluluk bir tarafa atıla-[750] Alkin, Erdoğan, İktisat, İstanbul 1972, s. 1; es-Sadr, Muhammed Bakır, İktisâduna, Beyrut 1968, s. 306; Şakr, Ahmed, 1396-1976 Şubat ayında Mekke’de toplanan Birinci Dünya İslâm İktisad Kongresi’ne sunulan Tebliğ, s. 2; Abduh, İsâ, Aynı kongreye sunulan tebliğ, s.11.

[751] Nedret kelimesi Arapça n-d-r kökünden gelir. Dilimizde “nadir olma” azlık, seyreklik, az bulunma anlamlarına gelir. F. Devellioğlu, Osmanlıca, Türkçe Ansiklopedik Lügat. İktisatta ise her yer ve zamanda hava ve güneş ışığı gibi bolca bulunamayan ihtiyaç maddelerinin dünyada “azlığı”nı ve yeteri kadar bulunamadığını anlatan bir kelimedir.

[752] Alkin, Erdoğan, age. s. 1.

[753] Burada Marxsizm’in “alt yapı olayları üst yapıyı gerektirir” tezi esas alınmıştır.

[754] Sadr, M. Bakır, age. s. 306.

[755] Özdüven, Ali, İktisat İlmine Giriş, İstanbul 1972, s. 100-101; Sakr, Ahmed, ag. tebliğ, s. 2.

[756] Ülken, Yüksel, Yirminci Yüzyılda Dünya Ekonomisi, İstanbul 1974, s. 231; Sakr, Ahmed, ag. tebliğ, s. 2.

[757] Ülken, Yüksel, age. s. 231; Özgüven, age. s. 100-101; Sakr, Ahmed, ag. tebliğ, s. 2.

[758] Ülken, H. Ziya, Tarihi Maddeciliğe Reddiye, İstanbul 1976, s. 148.

[759] Ülken, Hilmi Ziya, Tarihi Maddeciliğe Reddiye, s. 146-150: “Marx Oritique de l’economie Politique’de şöyle diyor: İctima’i

istihale-rak dağıtım “olması lazım gelen” biçimde yapılsa bile, bu, ekonomik problemin çözümüne yaramayacaktır. Marxizm’in komünizm öncesi sosyalist safhada, “herkese emeğine göre” tezini savunması da bunun itirafından başka bir şey değildir.

O halde İslam iktisat sistemi açısından ekonomik problem ve bu problemin kaynağı nedir?

Bu sorunun cevabını vermeden önce, İslamiyetin mülk edinme ve mülkiyetten doğan tahdid ve mükellefiyetlerle ilgili -ikinci bölümde geçen- prensiplerine ilaveten, İslamiyetin tabii servete (ilahi nimetler) ve insan -nimet ilişkilerine dair bazı hüküm ve prensiplerini görelim:

“Allah o tanrıdır ki: Gökleri ve yeri yarattı ve yukarıdan bir su indirdi de onunla size rızık için türlü semereler çıkardı. Ve emri ile denizde cereyan etmek için size gemileri musahhar kıldı. Size nehirleri de musahhar kıldı. Ve sizin için birbiri ardınca ay ve güneşi musahhar kıldı. Ve yine sizin için gece ve gündüzü musahhar kıldı. Hem size istediğiniz şeylerin hepsini verdi. Öyle ki Allah’ın nimetlerini saysanız bitiremezsiniz.

O halde insan çok zalim ve çok nankör” (İbrahim Süresi, 32-34. ayetleri).[760]

“İnsanların ellerinin kesbi ile karada ve denizde fesat meydan aldı. Yaptıklarının cezasını kendilerine tattırmak için ki rücu etsinler. De ki:

Arzda bir gezin de bakın: Bundan evvelkilerin akıbeti nasıl olmuş? Onların ekserisi müşrik idi”.[761]

Yani “insanların ellerinin kesbi yüzünden -fıtratın hilafına takip olunan şirk, ahlaksızlık, haksızlık, muhtelif hevalar, türlü mezheplerle beşeri ihtirasların çarpışması sebebiyle- karada ve denizde fesat baş gösterdi. Fıtri nizam bozuldu. Gerek tabii gerek ictima’i şartlarda uy-gunsuzluk meydana geldi”.[762]

-İnsanların kusurlu davranışları niçin kendisini böyle fesat şeklinde gösterdi?

-Yaptıklarının bazısını Allah kendilerine (bu dünyada) tattırmak için” Tamamını ise ahirette tadacaklar; asıl cezasını orada çekecekler-dir.”

“-Madem asıl cezasını orada çekecekler de niçin birazı bu dünyada tattırılıyor?”

“-Gerek ki rücu ederler diye, yani amellerinin cezasını biraz tatsınlar da tevbekar olup şirkten vaz geçip fıtrat dinine; tevhidi hakka, salaha dönsünler diye. Ve işte bi’set-i Muhammediye insanları tevbe ve salaha davet ile selamete çıkarmak içindir. Bunun için buyuruluyor ki: “Rasulüm, Arzda bir gezin de bakın, bundan evvelkilerin akıbeti nasıl olmuş, onların ekserisi müşrik idi, - şirk koşmakla Allah’ın hik-metine karşı ahkam vaz’ına kalkışmakla, Allahtan kurtulmanın çaresini bulamadılar...”.[763]

“Arzı da döşedik ve ona oturaklı ağır dağlar oturttuk. Ve onda mevzun (yani mütenasip veya tartılı) her şeyden bitirdik. Onda size ve rızıkları size ait olmayan kimselere maişetler (geçim) sağladık. Hiçbir şey yoktur ki bizim yanımızda hâzineleri olmasın, fakat biz, onu ancak belli bir miktar ile indiririz”.[764]

“...Ey insanlar, bağyınız (azgınlığınız, haksızlığınız) sırf kendi aleyhinizedir. O alçak hayatın biraz zevkini sürersiniz, sonra döner bize ge-lirsiniz. Biz de bütün yaptıklarınızı size haber veririz”.[765]

Bu ayeti kerimelerde gördüğümüz açık maddeler halindeki ifadeler, uçsuz bucaksız bir evrende, insan için gerekli olan herşeyin bir ölçü dahilinde yeterince depolanmış olduğunu ve fakat insanoğlunun bu imkan ve fırsattan “zulm”ü ve “nankör”lüğü sebebiyle kendi kendisini mahrum ettiğini, dünyayı kendi elleriyle Cehennem’e çevirdiğini... anlatmaktadır.

Bu hususları izah için biz bu ayeti kerimelerde geçen üç nokta üzerinde duracağız:

1- “... Hem size istediğiniz şeylerin hepsini verdi.”

2- “...İnsan çok zalim ve nankör!”

3- “İnsanların ellerinin kesbi ile karada ve denizde fesat meydan aldı...”

1) “Ve atakum min külli ma se’eltumuh” Yani “hem size istediğiniz şeylerin hepsini verdi.” ifadesindeki “min” harf-i cerri üzerinde duran müfessirler, bu lafza baştan teb’iz manasını vermişlerse de bazı müfessirler siyak, sibak ve diğer lafızların umumiliğine bakarak, buradaki

“min” lafzının “beyaniye” veya “zaide” kabul edilmesinin daha uygun olacağını belirtmişlerdir. Mesela Büyük Müfessirlerden Ebu’s-Su’ûd:

1- “Min” lafzının teb’iz manası ile “Hem size istediğiniz her şeyden verdi.”

2- İsteğin ihtiyaçla olan alakasını dikkate alarak: “Hem size istediğiniz her şeyden (ihtiyacanız olanı) verdi.”

3- “Min” harf-i cerri beyaniye olmak ve “küll” lafzı çokluk ifade etmek üzere: “Hem size istediğiniz şeylerin hepsini verdi.” şeklinde de insan iradelerinden bağımsız maddi evrim münasebetlerinin toplamı, cemiyetin iktisadi yapısını meydana getirir. Cemiyetin gerçek temeli olan bu yapı üzerinde hukuki ve siyasi üst yapı yükselir.” Tarihi materyalizmin asıl ifadesi ve bu yazarın ana kitaplarda yürüttüğü fikir budur. Fakat, gerek onun gerek Engels’in başka bazı kitap ve mektuplarına bakılacak olursa bunun zıddı bir kanaatle karşılaşırız...”

(s. 147) “Nitekim Marx “18 Brumaire” i yazdığı zaman şöyle diyordu: insanlar kendi tarihlerini yaparlar fakat indi ve keyfi olarak yap-mazlar. Kendilerinin seçtikleri şartlar içinde geçmişten miras kalan ve doğrudan doğruya verilmiş şartlar içinde yaparlar.” bu tefsir şekli bu doktrine atfedilen fatalizmden kendini kurtarmış gibi görünüyor. Fakat bu iki tezden hangisi daha çok tarihi materyalizmi ifadeye elverişlidir? Bunu belirtmek çok güçtür. Çünkü eser ve tetkik olarak (“kapital”, “Aile ve Mülkiyetin Menşei” v.s.) ortaya koymuş oldukla-rında daima birinci tezi tatbik etmişlerdir. Ancak tenkid ve hücuma uğradıkları ve kendilerini fatalizm, tek taraflılık, insani faktörü göre-memek gibi ithamlardan kurtarmak istedikleri zaman ikinci tezi ileri sürmüşlerdir. (s. 149-150).

[760] Krş. Elmalılı, IV, 3025-26.

[761] Rûm Sûresi, 41-42.

[762] Elmalılı, V. 3832 - 33.

[763] Elmalılı, V 3833.

[764] Hicr Sûresi (XV), 19.

[765] Yunus Sûresi (X), 23.

manalar vermiştir.[766]

Kurtubi ise:

1- “Min” harf-i cerrinin teb’iz manası ile: “Hem size istediğiniz her şeyden verdi.”

2- “Min” harfi cerrinin zaide olduğu görüşüne göre: “Hem size istediğiniz şeylerin hepsini verdi.” şeklinde manalar vermiştir.[767]

Biraz sonra izah edeceğimiz diğer sebeplerle biz burada “Min” harf-i cerrinin “beyaniye” veya “zaide” olduğunu tercih ederek, “Hem size istediğiniz şeylerin hepsini verdi.” şeklinde tercüme etmeyi uygun bulduk.

Anlamı üzerinde durduğumuz ayeti kerimedeki bu ifadeden anlaşılacağı gibi Allah insanların ihtiyaç duyarak istediği her şeyi vermiş yani insanların ihtiyaçlarını karşılayacak şeyleri yaratıvermiş yaratıvereceğini vaadetmiş, bil-fiil veya bil-kuvve tabiatta depo etmiştir.

Ayrıca, “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki Allah onun rızkını üzerine almış olmasın”.[768] ayeti kerimesi de bu manayı açık bir şekilde des-teklemektedir. İlmi verilerin yanı sıra bu ayeti kerimelere dayanan Sadr, kapitalist sistemin “nedret” tezini reddederken.[769] İsa Abduh’da bir hilkat kanunu bir tabiat kanunu olarak “vefret” (abundance) yani bolluk tezini müdafaa etmektedir.[770]

Bu itibarla, İslam Düşüncesi açısından ekonomik problem kaynak kıtlığı anlamında olarak “nedret” değildir.

2- “İnsan çok zalim, çok nankör!” (İbrahim 34). Ayeti kerimenin bu ifadesinde insanın çok zalim ve çok nankör olduğu bildirilmektedir.

Müfessirler, insanoğlunun “zulm”ünün ve “nankör”lüğünün iktisat alanında kendisini nasıl göstereceği üzerinde durmuşlardır. Ebu’s-Su’ûd ve Kurtubi’ye göre[771] iktisat alanında insanoğlunun zulmü, tabiatta saklı nimetleri elde etme yolunda çalışmamak, gayret sarf etmemek, kısaca kendisine düşeni yapmamak suretiyle önce kendisini sonra da başkalarını mahrum ederek kendisini gösterir: (Üretim yetersizliği).

Nankörlük ise, elde edilen nimetlerin hak sahiplerine “olması lazım gelen” biçimde, yerli yerince hakkı hakkınca dağıtılmamasında kendisini gösterir: (Dağıtımda haksızlık).

Dirayetli bir araştırmacı Sadr ise bu iki kelime üzerinde aynı şekilde durmuş ve fakat “zulm”ün dağıtım sahasında; nankörlüğün ise üretim sahasında kendisini göstereceğini söylemiştir ki, bu farklı anlayışın konumuz açısından önemi yoktur. Burada dikkat çeken ve üze-rinde önemle durulması gereken husus, ayeti kerimelerde, nimetlere makro ve mikro planda işaret edildikten sonra insana atfedilen zulüm ve nankörlük sıfatlarının “üretim” ve “dağıtım” ilişkileri gibi iktisadi kavramlarla açıklanmış olmasıdır.

3- “İnsanların ellerinin kesbi ile karada ve denizde fesat meydan aldı” (Rum Süresi 39). Bu ayeti kerimede:

a) Fıtri - Tabi’i sosyal düzenin bozulmasına (Dünyanın bozulmasına) sebep olarak insanların iş ve davranışları gösterilmektedir.

b) Beşer tarihine bakıp onların uğradıkları akibetten ders alınması istenmektedir.

c) Daha sonraki ayette yer alan “yüzünü o doğru sabit dine tut!” emri ile de insanlardan, fesada sebep olan kötü davranışlarını düzelte-rek, sosyal düzeni yeniden tanzim etmeleri istenmektedir.

Üzerinde durduğumuz noktaların ışığında ayetlerden çıkan sonuçları görebiliriz:

1- Tabiatta, insanların ihtiyaçlarını karşılayacak ölçüde servet ve nimetler saklıdır, (vefret tezi) 2- İnsanlar zalimlik ve nankörlük ederek:

a) Tabiatta saklı nimetleri elde etme konusunda genellikle kusurlu davranırlar. (Üretim yetersizliğine) sebep olurlar.

b) Elde edilen az-çok ürünün dağıtımı konusunda da haksız davranırlar. (Dağıtımda haksızlığa) sebep olurlar.

3- Tabii - Sosyal düzenin bozulmasının (fesad) sebebi insanlardır; insanların davranışlarıdır. Zulüm ve nankörlük kavramları ile özet-lenebilecek bu davranışlarını düzelterek fesad’ı ortadan kaldırmak insanların sadece güçleri dahilinde değil aynı zamanda ödevleridir.

Böylece insanlar:

Yeterli üretim için gereğince çalışmamak, elde edilen ürünü de hakkaniyet ölçülerine göre dağıtmamak suretiyle ekonomik problemi kendileri yaratırlar.

Burada, birbirinin zıddı görünümünde olan iki terim “nedret” (rarity, kıtlık) ile “vefret” (abundance, bolluk) üzerinde durma ihtiyacı doğmuştur.

Modern iktisat yazarlarının iktisat ilmine gerekçe olmak üzere temel aldıkları “nedret” ile bizim burada savunduğumuz “vefret” arasın-da açık bir fark var. Bu fark görünüşte o kaarasın-dar büyük ki, bunlararasın-dan birini savunan diğerini reddetmiş görünür.

İktisat ilminin ve iktisadi analizin sözünü ettiği “nedret” insan ihtiyaçlarını karşılayacak mal ve hizmetlerin nisbi azlığı anlamını taşır ki bu herhangi bir zamanda elde edilen mal ve hizmet için, İslamiyet dahil, her türlü iktisadi fikir akımına göre geçerli bir kavramdır. Yani bu bahsin başında belirttiğimiz gibi bütün ihtiyaç maddeleri, güneş ışığı ve hava gibi bol, yaygın ve serbest değildir. Bir kısım ihtiyaç mad-deleri elde edilmeyi, üretilmeyi kısaca insan emeğini ve müdahalesini gerektirmektedir. İşte bu ihtiyaç madmad-deleridir ki elde edilen (veya elde edilmiş) miktarı itibariyle insan ihtiyaçlarına nisbetle kıttır. İktisadi analiz ve iktisat ilmi, bir yandan bu maddelerin nasıl ve ne mikdar üretileceği, öbür yandan bu imkanların ihtiyaçlara maksimumu sağlayacak şekilde dağıtılması yollarını arayacaktır.[772] Eğer bütün ihtiyaç [766] Ebu’s-Su’ûd, Tefsir, V. 48.

[767] Kurtubi, Tefsir, IX, 367.

[768] Hud Sûresi, 6.

[769] Sadr, M. Bakır, age. s. 306-308.

[770] Abduh, İsâ, ag. tebliğ, s. 11-13.

[771] Ebu’s-Su’ûd, V. 48; Kurtubî, IX. 367.

[772] Alkin, Erdoğan, age. s. 1. Krş. s. 266-67.

maddeleri hava ve güneş ışığı gibi bol olsaydı, elbette bir iktisadi analize gerek kalmayacaktı. Bu anlamda “nedret” -sebeplerini az sonra açıklayacağımız gibi- her zaman her iktisat sistemi için problem olmaya devam edecektir.

Savunduğumuz “vefret” (abundance, bolluk) tezine gelince, bu, fiilen elde mevcut, üretilmiş veya elde edilmiş maddeleri değil bu mad-delerin tabiattaki mevcudiyetini (kaynaklar) kasdetmektedir.

Yani balık piyasasında mevcut balık, insanların ihtiyaçlarına nisbetle kıttır, (Nedret). Ama, herhangi bir zamanda denizlerde ve sair sularda mevcut balıklar insanların hepsinin ihtiyaçlarına nisbetle boldur, (Vefret).

Burada sözkonusu olan vefret aslında iktisadi analiz ve iktisat ilminin ilk planda konusu değil gibidir. Bu bir taibat kanunudur. Konu-nun tabiat cephesi olmadan da iktisadi analizin ve iktisat ilminin fonksiyon ve görevleri vardır. Ne var ki ileri bir iktisat, taibat şartlarını da dikkate alır. Ve tabiat kaynaklarının “vefret” üzre olduğunun bilinmesi halinde bile iktisadi analize ve iktisat ilmine gerek bulunacaktır.

Çünkü üretime ve dağıtıma konu olmaktadır.

İşte İslam İktisat ve Hukuk sisteminin savunduğu ve kapitalist sistemden de, bu sistemden kaynaklanan modern siyasi iktisat görüşün-den de ayrıldığı nokta.

Kapitalist iktisat sistemi ve modern siyasi iktisat, “nedret” tezini tabiat kaynaklarına uzatmaktadır. Halbuki “vefret” bir tabiat kanunu-dur. Az önce balık için verdiğimiz misali, bütün ihtiyaç maddelerine teşmil etmek tabii olarak mümkündür.

Burada bir soru kalıyor:

“Vefret” bir tabiat kanunu olmasına rağmen iktisadi “nedret nereden doğuyor? İşte üzerinde durulacak nokta budur.

Bütün gıda ve ihtiyaç maddeleri için geçerli olan piyasadaki ve sulardaki balık misalimizden hareket edersek, nedret sebebi tabiat kay-nakları değil insanların fiilleridir. Bu niçin böyle oluyor?

Bunun sebeplerini iktisat alimi Dr. İsa Abduh’tan özetleyerek şöyle sıralayabiliriz.[773]

1- İnsan gücü sınırlıdır. İstediği her şeye gücü yetmez. Zaten iktisadi inkişafın, makine ve teknolojiyi keşfetmenin itici gücü bu güçsüz-lükte saklıdır. Yani insan alete muhtaç olmadan istediği her işi başarabilse ve ihtiyaçlarını tatmin edebilse idi ne bir icada ne bir keşfe kafa yorardı. İlk yaratıldığı günkü bilgi ve becerisi ile kalırdı. Ama Allah en mükemmel en üstün olarak yarattığını[774] bildirdiği kuluna, onun yaradılış gayesini gerçekleştirme yönünde itici güç rolünü oynayacak acizlik vermiştir. İnsan da bizzat yapamadıklarını icat ettiği aletler yardımıyla yapmaya çalıştı. Bu yolda o kadar ilerledi ki “insan iradesi dağları söker”[775] anlamındaki söz hep geçerliliğini sürdürdü. Yani kısaca insan şahsi gücü itibariyle her istediğini yapamaz ve dolayısıyla istihsalde de elde edilen teknik araçlar ölçüsünde başarılı olur. Yoksa insanın bir maddeyi elde edememesi, onun tabiatta yokluğundan değil, insanın teknik gücünün henüz ona ulaşamadığındandır.

2- Esasen insanda sınırlı olan gücünü de az kullanma meyli vardır. İster ki çok az çalışsın ama çok şey elde etsin. İster ki çok az riskin altına girsin ama çok kazanç sağlasın. Yani insan, olan gücünü harcarken de nazlıdır.

3- İnsanlar ihtiyaç maddelerini kullanırken her zaman hesaplı iktisatlı davranmamakta, ihtiyaç maddelerini ihtiyaç olmayan sahalarda israf edebilmektedir. Bu da nisbî “nedret”in doğmasına yol açmaktadır.

4- İnsanlar yukarıda da üzerinde durduğumuz gibi servetin dağıtımında haksızlık etmekte, hakkaniyet ölçülerine göre dağıtım ya-pılmadığı için de kimi insanların hiçbir ihtiyaçlarını görmediği halde elleri altında hapsettikleri nimetler, bir çok insanın ihtiyaç içinde kalmasına ve görünürde bir “nedret”e sebep olmaktadır.

O halde;

Ekonomik problem, kaynak yetersizliği anlamında “nedret” veya diyalektik anlamda “dağıtım bozukluğu” değil, insanın iradi olarak kusurlu davranışının bir sonucu olan üretim yetersizliği ve dağıtımda haksızlıktır.

Problemin kaynağı ise: İnsan’dır.[776]

[773] Abduh, İsa, ag. tebliğ, s. 11-13.

[774] Tin Sûresi, 5.

[775] Himmetu’r-Rical Takle’u’l-Cibal (atasözü)

[776] 21-26 Şubat 1976 tarihleri arasında Mekke’de toplanan birinci Dünya İslam İktisat Kongresine - birinci sayfasındaki 1 numaralı dipnotta belirtildiğine göre 13 kadar sayılı ilim adamı ile de mutabakat sağlayarak - 51 sayfalık değerli bir tebliğ sunan Kral Abdülaziz Üniversitesi İktisat Profesörlerinden üstad Dr. M. Ahmed Sakr, tebliğinin ikinci sayfasında iktisat ilminin tarifini aynen modern iktisat-taki gibi verdikten ve aynı sayfada kaydettiği bir numaralı dipnotta Marxist telakkiye göre ekonomik problemin kaynağını ve mahiyetini belirttikten sonra, önemli bazı İslam düşünürlerinin, ekonomik problemin tamamen insan işi olduğu, hususiyle bozuk dağıtım ilişki-lerinden doğduğu görüşünü savunduklarını kaydeder. Ve ekonomik probleme üretim, dağıtım, insan olmak üzere üç noktadan birden yaklaşmanın daha doğru olacağı kanaatini belirtir, eş-Şeyh M. Bakır es-Sadr’ın iktisaduna, eseriyle aynı görüşü paylaşmadığını kaydeder.

Bu muhalefeti biz konumuz açısından çok önemli bulduk ve üstüne gittik. Gördük ki, iki üstad, ekonomik probleme aynı üç unsuru bir-den dikkate alarak yaklaşmakta, önemli bazı noktalarda ayrılmaktadırlar. Üstad Sakr, İktisat tarifinde, ekonomik problemin “nedret”ten doğduğunu kabul ediyor. (tebliğ, s. 2). Fakat bunu kendi kanaati olarak açıklamaya geçince (biz buna İslam açısından yaklaşma da di-yebiliriz) nedret’i tek başına ele almamalı! dağıtım ve bizzat insan unsurlarını da hesaba katmalıdır, diyor. Üstad es-Sadr ise İslama göre ekonomik problemin kaynağı olarak üretim kaynaklarının yetersizliği anlamında “nedret” kabul edilemez; Üretim yetersizliği anlamında

“nedret” ile diyalektik anlamda olmamak şartı ile “dağıtımda haksızlık” problemi doğuruyor, diyor. (s. 307) Bunlar, problemin tezahür kanallarıdır. Kaynak insandır yani üretim yetersizliğine de dağıtım haksızlığına da sebep insandır; İnsanın fiil ve iradesidir, diyor. O hal-de Üstad Sadr’ın ifahal-de ettiği gibi Sadr, problemin kaynağı olarak dağıtım bozukluğunu görmüyor. Aksine Marxizm’in diyalektik “dağıtım

İnsan gerekli üretim için üzerine düşeni yapmaya karar verirse sonuca ulaşmasına “kaynak yetersizliği” anlamında bir “nedret” engeli ile karşılaşmayacağı gibi, üretim biçimi ile dağıtım ilişkileri arasında varsayılan “diyalektik” bir “dağıtım bozukluğu” zorunluluğu problemi ile de karşılaşmayacaktır.

İslam düşüncesine göre insan isterse kendi iradesi ile genel ekonomik refahı sağlayabilecektir.

İslam düşüncesine göre insan isterse kendi iradesi ile genel ekonomik refahı sağlayabilecektir.