• Sonuç bulunamadı

İslam Hukuku’nda mülkiyet hakkı sahibine birtakım mali vazifeler yükler. Bu vazifeleri şöylece sıralayabiliriz.

A- Nafaka Mükellefiyeti

Mülkiyetin iktisabı hakkındaki bahiste açıkladığımız gibi. İslam Hukuku’nda nafaka, muhtaç olan lehine iktisap yolu, muktedir olana göre bir mükellefiyettir.

Nafaka mükellefiyeti de her ne kadar ihtiyaç ve iktidar ile alakalı ise de bu müessese tamamen ihtiyaç ve iktidar şartlarına terk edilme-miştir. Belirli şahıslar, durumları itibariyle belirli yakınlarına karşı hukuken nafaka mükellefi kabul ediledilme-miştir. Nafaka konusunda doğru-dan doğruya babalık ve kocalık sıfatı mükellefiyet sebebidir. Bir şahıs koca ise otomatikman nafaka mükellefidir. Karısı zengin de olsa, karısının nafakasını sağlamak mecburiyetindedir. Yani aile müessesesinin mali yükünü koca çeker.

Bundan biraz farklı olmakla beraber babalık sıfatı da çocuklarına karşı nafaka mükellefiyeti sebebidir. Gerçi çocuk -mesela anasından gelen miras yolu ile- zengin ise, çocuğun nafakası kendi malından sağlanabilir ve baba kendi malından mükellef olmaz, ama şayet çocuğu zengin değilse o takdirde ister zengin ister fakir olsun çocuğun nafakası ile doğrudan doğruya ve bizzat baba olarak sorumludur.

Kadın kocasını nafaka sağlamaya hukuken icbar edebilir. Baba da evladının nafakasını temine hukuken zorlanır.

Çalışamayacak durumda hastalık veya sakatlığı yoksa, gerekirse hapis yolu ile baskı yapılarak çalışmaya zorlanır.

Kişi, kendi geçimlerini sağlamaktan aciz çocukları için nafaka mükellefi olduğu gibi, miras çerçevesindeki yakın akrabanın nafakası ile de mükellef olur. Muhtaç akraba mahkemeye müracaatla akrabasından nafaka bağlatabilir. Burada aranan şart, daha yakın ve daha muk-tedir başka kimsenin bulunması veya bulunmaması meselesidir.

Karısı veya çocuğu hakkında ise, daha yakın veya daha muktedir aranmaz. Baba ve koca doğrudan doğruya nafaka mükellefidir.

Akraba nafakası çevresine, eş ve çocuklardan başka, ana-baba, kardeşler, amcalar, halalar, dayılar, teyzeler, (karşılıklı) dedeler, nineler girer.

Görüldüğü gibi nafaka mükellefiyeti bir aile için sosyal ve iktisadi dayanışmadır. Ve bu, ayet ve hadislerle düzenlenmiş temelli bir mü-essesedir.

Mülkiyetin iktisabı bahsinde de belirttiğimiz gibi bu müessese, Bakara 233, Lokman 15 ve Talak 7 ayetleri ve hadislerden özellikle Veda Hutbesi ile kurulmuş ve hükümleri Fıkıh kitaplarının “Aile Hukuku” (Nikah - Talak) bölümünde “Nafaka” başlığı altında düzenlenmiştir.

B- Zekat

Mülkiyetin iktisabı bahsinde gördüğümüz gibi zekat, Allah’ın farz kıldığı bir mali ibadettir. Bu ibadet kişinin takdir ve iradesine bıra-kılmış olmayıp cebridir.

Zekatın dayandığı prensipleri şöylece sıralayabiliriz:

1- Söylediğimiz gibi zekat her şeyden önce zorunlu bir vergidir. Diğer dinlerde görülen sadaka ve yardımlara benzemez. (Bakınız.

“Kur’an-ı Kerim’de Özel Mülkiyetin Meşruiyeti”: Zekat.

2- Zekatı, devlet toplar. Beytülmalde ayrı bölümünde biriktirir, oradan hak sahiplerine bizzat dağıtılır. Bu, Hz. Peygamber (s.a.v.) gü-nünde böyle idi. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer devrinde de böyle idi. Hz. Osman zamanında devlet olarak ihtiyaç duyulmadığı için devlet eliyle toplamadan vaz geçildi. Zekatını fakir ve muhtaçlara dağıtma işi herkesin kendine bırakıldı. Bu bir devlet tasarrufudur. Teşri değildir ve İslam Devleti, kendisine ayetle verilen bu salahiyeti, ihtiyaç duyduğu zaman kullanır. Zekatı toplar. Vermek istemeyenden zorla alır ve hak sahiplerine dağıtır.

Zekat toplama işi, ayet-i kerime’de (X, 60) bir memuriyet şeklinde müesseseleşmiştir: “Ve’l-âmilîne aleyha” (Zekatı toplamaya memur olanlara).

Zekat toplamaya memur edilen kişilere de zekat malından ödeme yapılır. Haddi zatında fakirlerin hakkı olan zekattan, onu toplama masrafları yani bu vergi için gerekli cari harcama ve personel giderleri ve diğer masraflar buradan ödenebilecektir demektir.

Zekat toplama işi üzerinde o kadar ciddiyetle durulmuştur ki Hazret-i Ebu Bekir (r.a.): Resulullah’a ödenen bir buzağıyı dahi vermeye-nin üzerine askerle giderim diyerek bu müessesesivermeye-nin sosyal ve iktisadi önemini açıklamıştır.[746]

3- Zekat, tarım ürünleri dışındaki servetin ihtiyaç fazlasından alınır. Tarım ürünlerinde ise az-çok ürünün tamamından alınır. Bunlar-dan ihtiyaç fazlası olma şartı aranmaz. Madenlerin zekatı da tarım ürünleri gibidir. İhtiyaca, borca ve istihsal edilen madenin miktarına ba-kılmaksızın, elde edilen madenin tamamı vergilendirilir. Yerinde işaret ettiğimiz gibi madenlerin zekat nisbeti en yüksektir: 1/5 (humus).

[746] el-Câmi’u’s-Sagir’de Suyûti’nin mütevatir olduğunu bildirdiği bu hadis hakkında bkz. Buhârî, İ’tisam, 2, (ayrıca zekat ve cihad ba-hislerinde tekrar edilmektedir); Müslim, İman, 32; Ebû Dâvud, Zekat, 1; Tirmizi, İman, 1; Nesâi, Zekat, 3; Muvatta’, Zekat, 30; İbn Mâce, Fiten.

Bu nisbeti 1/10 (uşr) ile tarım ürünleri takip eder. Kamu malı niteliğindeki tarım arazilerinin gelirlerinde ise 1/2’ye kadar çıkan nisbette vergi tarh edilebilir.

Servet nakidse veya ticaret malı ise her sene mutlaka zekatı ödenecektir. Onun için kişi malını işletmek, hapsetmemek mecburiyetinde kalır. Zira işletip işletmediğine bakılmaksızın her sene zekatı ödemek borcu altındadır.

4- Bütün mallarda vergiden muaf bir asgari mikdar (nisab) vardır. Bu nisaba ulaşmayan servet zekata tabi olmaz. Az önce söylediğimiz gibi maden bunun istisnasıdır. Hazır tabii nimetlerden madenler, az-çok ama mutlaka zekata tabi tutulur. Çünkü bu hazır tabii nimetlerde bütün insanların hakları vardır. Bu hak kamuya vergi şeklinde ödenir.

Zekatta, nafaka mükellefiyetinden farklı olarak bir “nisab” ölçüsü vardır. Nisaba, modem tabirle “asgari geçim indirimi” demek müm-kündür.

Altın (zahab)’da Yirmi miskal (takriben 80 gram);

Gümüş (fidda) te ikiyüz dirhem (takriben 600 gram);

Davar (ganam)’da 40, Sığır (bakar)’da 30, Deve (ibil)’de 5 adet;

Tarım ürünlerinde (zurü, simar) bir ton,[747]

olarak belirlenen mikdarlar dikkate alınarak vergiden (zekat) muaf tutulan mikdar nisab; asgari miktar (nisab ; asgari geçim indirimi) rakamı bulunabilir.

Dikkat edilirse, İslamiyet, fertlerin asgari bu ölçüde vergiden muaf bir mala sahip olmalarını öngörmektedir. İhtiyaç fazlasını gösteren böyle bir refah seviyesi, ideal refah seviyesi sayılabilir. Yani ihtiyaç fazlası olarak bu miktarda bir mala sahip olunacak ve üzerinden bir sene geçecek ki zekat gerekli olsun. İşaret ettiğimiz gibi tarım ürünleri ile madenler bu kaydın dışındadır. Madenlerde ve tarım ürünlerinde ihtiyaç fazlası olmasına bakılmaksızın tamamı zekata tabi olur.

Nisap miktarlarını mukayeseli bir şekilde inceleyen Şah Veliyyullah Dehlevi, bu miktarların o gün için birbirlerine yakın değerde şeyler olup bir ailenin ortalama geçimine muadil bir “mikdar” olduğu neticesini çıkarmıştır. Buna göre o gün yirmi miskal altın ikiyüz dirhem gümüşe; tanesi beş dirhemden kırk koyun, ikiyüz dirheme tanesi sekiz koyundan beş deve kırk koyuna ve dolayısıyla ikiyüz dirhem gü-müşe denk bulunuyordu.[748]

5- Zekat yıllık vergidir. İhtiyaç fazlası ve nisab miktarı servetin üzerinden bir sene geçmiş olmalıdır. Böyle bir mal nisab mikdarının altına düşmediği müddetçe her sene zekata tabi olur.

6- Bütün mallar prensip olarak zekata tabidir; “Onların mallarında sa’il ve mahrumun belirli bir hakkı vardır.”

Mallardan yiyecek, giyecek maddeleri, ev eşyası, binek vasıtaları ve iş aletleri zekattan muaftır. İslam Hukukçuları, malın zekata tabi olmasında ortak özellik olarak “nema”yı kabul etmişlerdir.

Nema, artma ve çoğalma demektir. Nema hakiki olabildiği gibi hükmi de olabilir. Ticaret mallarında nema hakiki iken altın, gümüş ve diğer nakit servette nema takdiridir. Takdiri nemanın mevcut olduğu kabul edilen bu malların üzerinden bir sene geçmiş ve nisab mikta-rının altına düşmemişse bunlarda nema var kabul edilir.

Buna göre, nakit servet yani altın, gümüş ve diğer paralar (banknot v.s.) nisab miktarını bulmuş ve üzerinden sene geçmiş bulunursa, nisab miktarının altına düşmediği müddetçe her sene zekata tabi olur.

Keza, davar, sığır, toprak mahsulleri ile ister yiyecek, ister giyecek cinsinden, cinsi ne olursa olsun bütün ticaret malları (bu mallar ticarete konu olan araba, apartman veya arsa olabilir), tamamı bütün değeri üzerinden zekata tabi olur. Maden ve definelerde ise ifade ettiğimiz gibi nisap da nema da aranmaz.

7- Zekat, devlet eliyle toplanan bir mali mükellefiyet olduğu için bir taraftan “vergi” karakterinde, bu görevi kişiler ibadet niyeti ile ve ibadet olarak vermek mükellefiyetinde bulundukları için diğer taraftan “ibadet” karakterinde bir ödevdir. Zekatı veren ibadet kasd ve sa-mimiyeti içinde verdiği için, aklı ve canı malının peşinden gitmez. Dolayısıyla bu malın, gittiği yere hayrı dokunur.

8- Zekatın sarf yerlerini, Tevbe sûresinin 60. ayeti tayin ve tesbit etmiştir. Netice itibariyle zekat, ihtiyaç sahiplerine dağıtılacak bir ver-gidir.

C- Nafaka ve Zekat Dışındaki Mali Mükellefiyetler:

İslam Hukuk Sistemine göre servet, nafaka ve zekatdan ayrı olarak bazı mükellefiyetlere daha tabidir. Mülk sahipleri bu vergilerle mü-kellef olurlar.

Kişinin, zekatdan ayrı mali mükellefiyetlere sahip olduğu hem ayet ve hem de hadislerde bildirilmektedir:

1- “Erginlik değil; Yüzlerinizi kah gündoğu tarafına çevirmeniz, kah Batı. Velakin eren o kimsedir ki, Allah’a ahiret gününe, melâikeye, kitaba ve bütün peygamberlere iman edip karabeti olanlara, öksüzlere, biçarelere, yolda kalmışa, dilenenlere ve esirler uğrunda seve seve mal vermekte; hem namazı kılmakta hem zekatı vermekte, bir de andlaştıkları vakit ahidlerini yerine getirenler, hele sıkıntı ve hastalık hallerinde [747] Tarım ürünlerinde nisap şartının tartışmalı olduğuna işaret etmiştik.

[748] Bkz. Dehlevi, es-Şeyh Ahmed, el-Ma’ruf bi Şah valiyyillah Abdurrahim, Huccetullahi’l-Bâliga, Kahire Tarihsiz, Seyyid Sabık neşri, s.

506.

ve harbin şiddeti zamanında sabru sebat edenler. İşte bunlardır o sadıklar ve işte bunlardır o korunan müttakiler.” (Bakara Sûresi ayet 177).

Görüldüğü gibi aynı ayette zekattan ayrı olarak bir mal vermekten söz edilmektedir.

2- Hz. Peygamber (s.a.v.) de: “Mal’da zekat’tan ayrı olarak bir “sadaka” mükellefiyeti mevcuttur” buyurmuştur.[749]

Vatan müdafaası gibi olağanüstü durumlarda ise artık mükellefiyetin de üstünde herkes her şeyi ile malı ile canı ile vazife alır ki bunu mülkiyetin vazifeleri arasında saymıyoruz.

Demek oluyor ki İslam Hukuk sistemi insana mülkiyet hakkı bahşetmiş buna karşılık bir takım mükellefiyetler yüklemiştir. Bu mükel-lefiyetler, hiç bir zaman kişiyi bu haktan mahrum edecek ölçülerde mükellefiyetler değildir.

Onun için bazılarının dediği gibi mülkiyete sosyal bir ödevdir diyemiyeceğiz fakat onda sosyal ödevler var diyeceğiz. Zira mülkiyet temelde ödev değil “hak”tır.

Bütün bunlara bir de mal sahibinin malını meşru şekilde kullanma mükellefiyetinde olduğunu ilave etmemiz gerekmektedir. Bu da bir vazife olup malını yerli yersiz döküp saçan (israf, tebzir) kişi, malına karşı onu güzel kullanma ve muhafaza vazifesini yerine getirmediği için, temelde emanet olan malın muhafazası için “hacr” (kısıntılık) altına alınabilir.

İslam Hukukuna göre bir hak olan mülkiyeti muhafaza ve güzel kullanma bir vazifedir.

[749] Tirmizi, Zekat, 27.

III. BÖLÜM: